Solgun Taht Bölüm 06

[ A+ ] /[ A- ]

Daichi, daha önce hiç hissetmediği kadar sert baş ağrıları ile uyandı. Her geçen gün artan baş ağrıları yüzünden pek bir tepki vermedi ancak burnuna gelen kül kokuları yüzünden birden ayağa fırladı.

 

Metruk ve karanlık.

 

Daichi’nin bulunduğu odayı tarif edebileceği iki kelimeydi bunlar. Daha fazlasını söyleyemezdi, çünkü en basit haliyle bunlardı.

 

Gördüğü şey, daha doğrusu göremediği, kasvetle dolu zifiri karanlıktı. Büyük bir pencerenin altında duvara yaslanmış bir şekilde bekliyordu. Sersemliğinden uyanmadan önce acıyla alnını ovdu.

 

Kaçırılıp kaçırılmadığını düşünmeden önce dehşet verici baş ağrısını yatıştırmalıydı.

 

「Davet onaylandı. Kullanıcı profili oluşturuldu.

 

Baş ağrısı hiç olmadığı kadar hızlı kesildi ve robotik bir ses Daichi’nin zihninde yankılandı.

 

“Kullanıcı? Davet?”

 

Davetin olayını anlamıştı ancak kullanıcı derken ne kastettiğini anlamamıştı. Sahiden kaçırılmış mıydı?

 

“Zehirlenmiş olmalıyım. Yoksa bir halüsinojen mi?”

 

Ancak baş ağrıları gerçekti. Madde kullanımın hemen ardından gelen baş ağrılarına benziyordu, yani şu anda, bilinci tamamen açık olmalıydı.

 

Bir süre oturup durumu düşündükten sonra aklına saçma düşünceler geldi ancak hızlıca reddetti.

 

“Öncelikle buradan çıkmalıyım.”

 

Her iki durumda da ilk yapması gereken durumu değerlendirdikten sonra buradan çıkmaktı.

 

Daichi yerinden kalkmadan önce gözlerinin karanlığa alışmasını bekledi. Karanlığa alıştıkça etraftaki nesneleri görebilir hale geldi. Beyaz örtülü bir eski bir yatak, tozla kaplanmış bir sehpa ve insanların oturmak istemeyeceği kadar kötü kokan bir kanepe odanın içindeydi.

 

Odanın sadece bir penceresi vardı ve Daichi onun altındaydı.

 

Kafasını kaldırıp dışarıyı inceledi.

 

Dışarıyı incelediği anda gözleri şiddetle büyüdü.

 

Gördüğü şey karanlık tarafından yutulmuş, sadece belli yerlerde aydınlatmalar olan kasvetli ve terk edilmiş bir şehir görüntüsünden ibaretti. Ay ışığı sayesinde sokaklar görülebiliyordu, ancak ışık almayan bölgeler azımsanmayacak derecedeydi.

 

Daichi gökyüzüne bakınca daha da şaşırdı. Gümüşi bir ışıkla kutsanmış gibi gözüken ay gökyüzünde yerini almıştı ancak bir gariplik vardı. Bu gariplik aydan kaynaklanmıyordu, gökyüzünün mat grinin tonlarından olmasıydı.

 

Kasvet ortamı silip götürüyordu. İnsanı ürkütecek bir ıssızlık her yerdeydi.

 

Daichi dışarıyı görünce tüm planlarından vaz geçti ve yavaşça ayağa kalktı.

 

“Solgun Taht denilen şeyle bir ilgisi olmalı. ‘Dileklerimizi gerçekleştirmemizi sağlayacak bir kudret…’ çoğul eki var, yani burada başkaları da olmalı. Mektubu gönderen kişinin saygılı olacağını düşünmüyorum.”

 

Kendi kendine mırıldandıktan sonra etrafı inceledi ve kullanabileceği bir şey olup olmadığını araştırdı. Ve en sonunda, kötü kokan kanepenin altında bir bıçak buldu.

 

Et doğramak için kullanılan mutfak bıçaklarına benziyordu. Bir komando veya av bıçağı kadar güçlü olmasa da Daichi, olağan bir tehlikede kendini korumasına yardımcı olabilecek bir şey olduğunu düşünüyordu.

 

Dikkatli bir şekilde odadan çıktıktan sonra gıcırdayan parkelerle döşenmiş koridora çıktı.

 

O sırada zihninde yankılanan robotik bir ses duydu ve hemen ardından önünde bir pencere açıldı.

 

Eğitim: Ayakta kalan son yirmi kişi arasında yer al. 」

Solgun Taht için yarışmaya hak kazananlar sadece seçilmişler ve dünyanın hakikatini kavrayan sayılı kişilerdir. 

Solgun Taht için yarışmadan önce kendinizi kanıtlamanız gerekmektedir. Bundan dolayı eğitimden geçmeli ve ayakta kalanlardan birisi olmalısınız. 」

Ayakta kalanlardan olmazsanız ölürsünüz. 」

Bu dünya da ölürseniz Dünya’da da ölü olacaksınız. 

 

Daichi önünde çıkan pencereye kaşları çatık bir şekilde baktı. Anlaşılan Hunger Games’e benzer bir oyunun içine çekilmişti ve ayakta kalanlardan olmak zorundaydı.

 

Duruma bakılırsa bu oyun ciddiye taşak geçilecek bir şey değildi.

 

Dikkatini toplamak için derin bir nefes aldı ve koridorda yürümeye başladı.

 

* * *

 

Yolda ilerlerken gerilmemek elde değildi. Mahvolmuş bir hayalet şehir kadar ıssız ve sessizdi. Kafasını sürekli kurcalayan sorular vardı ancak ne bunları sorabileceği biri, ne de ortam vardı. Bu yüzden tedbirli bir şekilde çevredeki en yüksek binaya gitmek, en büyük önceliğiydi.

 

Yüksek katlı bir plaza Daichi’nin gitmeyi hedeflediği binaydı. Uyandığı binadan üç yüz metre ötedeydi ve bir hayli yüksekti.

 

Buradan tüm şehri görebilirdi.

 

Dikkatli bir şekilde ilerleyerek birkaç dakika içinde oraya vardı. Daichi, binanın parçalanmış kapısından girmeden önce tekrar etrafı inceledi.

 

Nedense çok kötü hissediyordu.

 

Girip girmemek konusunda kararsızdı. Fakat girmezse coğrafi üstünlük elde edemeyecekti. En tepedeyken kimseyi öldürmeden sona kalabilirdi.

 

Tabii böyle bir şey olduğuna inanmak saflık olurdu. Bu yüzden Daichi şüpheleri ve hedeflerini silerek binaya adım attı.

 

Plazanın ilk katı sıradan bir resepsiyon ve lobi gibiydi ancak karanlıktan dolayı pek belli olmuyordu. Daichi zaman kaybetmeden ilk katı araştırdı ancak bir şey bulamadı. Zaman kaybetmemek uğruna incelemesi üstünkörüydü ve tenha yerlerden uzak durmaya çalışıyordu.

 

Dövüş yetenekleri gelişmiş olabilirdi ancak bir mermiyle cehennemi boylardı.

 

Bir süre sonra, üçüncü katın bir tuvaletinde bir silahla karşılaştı. Tabanca ve taarruz tüfeklerinden pek anlamazdı ancak keskin nişancı tüfekleri hakkında ortalama bir askerden daha fazla bilgisi vardı.

 

Bu yüzden bunun McMillan olduğunu anlamıştı.

 

Sonunda eline kullanabileceği bir stratejik silah geçtiği için oldukça mutluydu.

 

“Yaşlı adam bunu görseydi sevinçten bayılırdı.”

 

Yüzünde bir gülümsemeyle silahı yerden aldı. McMillan Tac-50, bilinen en uzun mesafeden atılan mermi ile öldürme rekorunu kıran keskin nişancının silahıydı. Ağırlığı on kilodan fazlaydı ve bir buçuk metreye yakın boyu vardı.

 

Mat siyah tasarımı ve beş fişek kapasitesiyle tam bir insan avcısıydı.

 

Eğer çatıya çıkabilir ve uygun bir pozisyon alabilirse istediği kişiyi kilometrelerce uzaktan vurabilirdi.

 

Daichi silahı kullanmak için heyecanlandığı sırada kulak zarını titreten bir silah sesi üst kattan geldi. İrkilerek tüfeği kaldırdı ve dikkatli kapıya tuttu. Ardından yavaşça ilerlemeye başladı.

 

Ölüm görevi verilmişti ve şansa bak ki birkaç gün önce Hiroyaki ailesini katletmişti.

 

Daichi bu dünyanın katillerle dolu olduğuna emindi. Bu yüzden tedbiri elden bırakamazdı. Her ne kadar zihnini yorsa ve onu baskı altında tutsa da yapmalıydı.

 

* * *

 

On dakika sonra Daichi, zihin yoran su seslerinin arasında kendini gizleyerek beşinci kattaki bir terasa doğru ilerledi.

 

Elindeki tüfeği her an ateş edebilecek duruma getirmişti. Bu silah saçma derece de güçlüydü ancak ateş etmek için sadece bir şansı vardı. Iskaladığı anda silahtan vaz geçmek zorundaydı, aksi takdirde çevikliğini düşüren bu ağır tüfekle rakiplerine karşı ilerleyemezdi.

 

Terasa varmak üzereyken birden durakladı ve bir kolona siper aldı.

 

Hemen ardından bir odadan uzun saçlı bir adam çıktı. Daichi onun yüzünü görecek kadar şanslı değildi ancak vücudunun davranışına bakılırsa hiç hoş bir rakip değildi.

 

Bir süre beklemeye ve adamın gitmesine izin vermeyi düşündü. Bunun bir tuzak olup olmadığını anlayamazdı, ancak, bir şeyi anlamıştı ki; o da burada tek başına olmadığıydı.

 

Daichi adım seslerinin birden kesildiğini fark etti. Adamın nefeslerinin hızlandığını fark ettiğinde tereddüt etmeden yana atıldı ve nişan almadan tetiğe asıldı.

 

O anda nasıl oldu bilmiyordu, önündeki manzara birden yavaşlamış ve her şey açıkça görünür hale gelmişti.

 

Ancak o zaman adamın yüzünü görmüştü. Ama ok yaydan ayrılalı çok olmuştu, kurşun onun kafasında büyük bir yarık açacaktı.

 

Ama işler istediği gibi gitmedi. Daichi kolonun arkasından ayrıldığı anda adam durumu tahmin etmiş gibi yana kaçınmıştı. 12,7mm’lik arkasındaki terasında camlarını tuzla bu etti ve parlak aya doğru ilerlemeye devam etti.

 

Adam bunu fırsat bilerek kendini topladı ve Daichi’ye atıldı. Elinde parlayan büyük bıçağı yere düşmüş Daichi’nin omzuna savurdu. Daichi geri tepme yüzünden yere çakılmıştı ancak hızlıca kendini toplayarak silahın gövdesine omzuna gelen hançeri durdurdu.

 

Metalin metale çarpma sesi odada yankılandı.

 

Hiçte hafif olmayan bir kuvvet Daichi’yi yere bastırdı.

 

Daichi tüfeği ani bir hareketle kendine çektikten sonra sağa yatırdı ve üzerindeki adamı tekmeledi. Adam tekmeyle birkaç metreyle geriye uçtu. Belli ki tekme onun vücuduna hasar vermişti, yere indikten sonra karnını tutarak Daichi’ye bakmaya başladı.

 

Daichi bunu fırsat bildi ve belindeki mutfak bıçağıyla bir leopar gibi atıldı. Yeşil gözleri parlıyordu ve sadece adamın gözlerine odaklanıyordu.

 

Adam bunu görünce şaşırmış olacak ki hızla geri çekildi.

 

O anda Daichi bir açık gördü.

 

Bıçağı kavis alarak adamın koltuk altını deşti.

 

Bıçak koltuk altına saplandığı anda deriyi delemedi. Bunun yerine boğuk bir ses ortaya çıktı ve Daichi’nin kolu uyuştu.

 

Tuzağa düştüğünün farkına varmıştı!

 

Ancak darbesi boşa gitmemişti. Bıçak onu deşmemiş olsa da darbenin gücü kemiklerini kırmak için yeterliydi. Ama her şey bu kadar basit değildi. Darbeyi vurduğu anda Daichi’nin sol tarafı boşta kaldı. Adam bunu bekliyormuş gibi onu yakaladı ve koltuk altına dizini geçirdi.

 

Daichi darbeyi yiyince iki büklüm oldu ancak büküldüğü anda adamın bacaklarına daldı ve çevik bir hareketle adamı kafa üstünden fırlattı.

 

Bu hareket öyle ani ve hazırlıksızdı ki Daichi’nin dizlerine soyulmalar oluştu. Ama hareketi işe yaramıştı. Adam, yere çakıldıktan sonra boğuk bir ses çıkardı ve hareket etmeyi bıraktı.

 

“Voy, voy, voyBu kadar alçak birisi olduğunu bilmiyordum, Daichi-kun. Az kalsın boynum kırılıyordu.”

 

Daichi adamın elindeki bıçağı aldı ve boğazına dayadı. Vücudunun kritik noktalarına basınç uygulayarak hareketini kısıtlamayı unutmamıştı.

 

“Akira Hocam, dövüş sanatları geçmişiniz olduğunu bilmeme rağmen bir katil olduğunuzu bilmiyordum.”

 

Bu kişi yakından tanıdığı insanlardan birisiydi. Noboru Akademisi’nin beden eğitimi öğretmenlerinden birisi ve popüler birisiydi. Okuldaki son sınıfların gözdesiydi ve bir hayli becerikli olmasıyla bilinirdi.

 

Noboru Akademisi kadar büyük bir yerde öğrenciler savunma sanatları öğrenmek zorundaydı. Bir çoğu büyüyene kadar kaçırılma, suikast veyahut yaşıtları tarafından zorbalığa uğrama tehdidiyle büyüyordu.

 

Haliyle kendilerini bir nebze de olsa korumalarına yol açacak savunma sanatlarını öğrenmeleri gerekiyordu.

 

Beden eğitimi öğretmenleri arasında en genç, sadece yirmi altı yaşında olmasına rağmen Aikido’da rokudan seviyesine ulaşmıştı.

 

Verdiği eğitim verimliydi ve savaş tecrübesine girmiş gibi çok etkili teknikler öğretiyordu.

 

Daichi’nin biraz önce onu yıkmak için kullandığı teknikte onun öğrettiği ancak kullanması yasaktı. Sadece hayati durumlarda kullanması gerekilen bir teknikti. Bunun sebebi rakibin ölüm ihtimalinin  fazla olmasıydı.

 

Daichi, onu ateş ederken tanımamış olsaydı.

 

Büyük ihtimalle onu yere attığında birkaç morluk ile kurtulamayacaktı.

 

Daichi onu tanımış olsa da tedbiri elden bırakmadı. Bunu gören Akira sarkastik bir gülümsemeyle konuştu.

 

“Öğrencilerimden birisinin yetenekli bir katil olduğunu bilmiyordum. Sanırım seni Müdür Bey’e şikayet etmeliyim.”

 

“Çenen çok düşük, havlayan köpeklerden haz etmem.”

 

Daichi onun vücudundaki ölüm noktaların sertçe bastırdı ve onu hareketsiz hale getirdi. Akira’nın yüzü acıdan dolayı büzüşmüştü ancak ağzını açmadı. Daichi onu hemen öldürmediğine göre güven vermesini bekliyordu.

 

Akira ve Daichi aptal insanlar değildi. Savaşlarının ses çıkardığını biliyorlardı, Daichi Akira’yı kontrol altına aldıktan sonra penceresiz bir odaya girdi ve onu dikkatle uzak bir köşeye yerleştirdi. Elindeki hançeri aldı ve keskin nişancı tüfeğine fişek yükledi.

 

“Çok tedbirlisin.”

 

Akira alaycı tavrını takınsa da içten içe endişeliydi. Bu yüzden farkında olmadan dudaklarını yaladı.

 

Bu reaksiyon Daichi’nin gözünden kaçmamıştı elbette, ancak şimdilik bir şey söylemek yerine beklemeye karar verdi.

 

“Solgun Taht hakkında neler biliyorsun?”

 

Direkt konuya girdiğini gören Akira rahat bir nefes verdi. Her ne kadar Daichi birini öldürmüş ve dövüş sanatları hakkında kendisi kadar bilgili olsa da özünde hâlâ on altı yaşında götü boklu bir veletti.

 

“Sen ne biliyorsan aynısını biliyorum.”

 

Daichi’nin gözleri parladı ve hançeri elinde çevirdi. İnce olmasına rağmen küçük değildi. Ayrıca soğuk bir hissiyatı vardı, öldürmek için biçilmiş bir kaftandı.

 

Akira Daichi’nin gözlerine bakınca aklında tüm şüpheler toz olup gitti.

 

Öğrencisi, öğretmenini tereddüt etmeden öldürebilecek bir psikopattı.

 

Zorlukla yutkundu.

 

“Ne boktan bir gün.”

 

* * *

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.