Seksen Altı Cilt 01 Sonsöz

[ A+ ] /[ A- ]

SONSÖZ

KANLI KRALİÇENİN YOLCULUĞU

Beş Cumhuriyet mobil silahı harabeye dönmüş, güçlendirilmiş camdan tabutlarının içinde sonsuza dek uyuyorlardı.

Federal Giad Cumhuriyeti’ne ait bir trafik yolunun dışında, çiçek açan bir bahar tarlasındaydı. Gökyüzü muhteşem, kristale benzer bir mavideydi ve manzaraya bir tür hayali, rüya gibi bir görünüm veriyordu. Burası bir zamanlar San Magnolia Cumhuriyeti ile Giad İmparatorluğu arasındaki sınırın olduğu yerdi.

On sekiz yaşındaki Vladilena Milizé, koruma amacıyla kurulmuş olan büyük, güçlendirilmiş cam vitrine girmesine izin verildikten sonra, bir Juggernaut’un enkazına baktı. Yüzü başsız bir iskelet görüntüsünü çağrıştırıyordu. Bir kısmı kızıla boyanmış gümüş rengi saçları, artık siyah olan Cumhuriyet askeri üniformasının üzerinden kayarak akıyordu.

Bir Çöpçünün kalıntıları da orada yatıyordu, yan tarafına harfler kazınmıştı. Fido, Sadık Dostumuz… Cümlenin geri kalanı sonsuza dek kaybolmuştu; yerinde bombardımanın neden olduğu bir delik vardı. Ama Lena’nın mesajın geri kalanının ne söylediğine dair bir fikri vardı. Artık Shin ve diğerlerinin neden bir Çöpçü’ye isim verdiklerini ama bir yavru kediye isim veremediklerini biliyordu.

Onlar ölümüne savaşmaya yazgılı savaşçılardı. Onlar için sadece onlarla birlikte savaşacak ve ölecek olanlar yoldaş olarak kabul edilebilirdi. Yalnızca, acı sona kadar yanlarında mücadele edecek ve aynı savaş alanında düşecek olan silah arkadaşları – yalnızca aynı savaşta savaşanlar – yoldaş olarak adlandırılabilirdi.

Fido’nun taşıması gereken beş konteynerin hepsi kayıptı. Muhtemelen erzakları tükettikten sonra hepsini bırakmıştı. Fido’nun kendi erzak konteyneri de boştu. O sırada tamamen Lejyon kontrolünde olan bir bölgeden geçtikleri düşünüldüğünde, mesafeye uyuyordu.

Uzun bir ay boyunca, birkaç günden fazla hayatta kalamayacakları Lejyon istilasına uğramış topraklarda yürümüşlerdi. Muhtemelen erzakları bitene kadar yollarına devam etmişlerdi. Cumhuriyet’in savaş bölgelerinden çıkıp Lejyon’un kontrolü altındaki bölgelere girmeyi başarmışlardı. Burası artık Federasyon’un kontrolü altındaydı, onların savaş bölgelerinin eşiğindeydi. Muhtemelen burada erzakları tükenmişti… ve muhtemelen burada ölmüşlerdi.

Bu onların son varış noktasıydı. Shin’in 576 ölü İşlemcinin isimlerini kazımış olduğu plakalar, cam kasa kurulurken Juggernaut’unun kokpitinden geçici olarak çıkarılmış ve doğru kopyaları yapılıp isimleri kaydedildikten sonra geri bırakılmıştı.

Shin’in dediği şey iki yıl sonra gerçekleşmiş. Cumhuriyet, tıpkı Shin’in tahmin ettiği gibi, kendi tembelliği ve kibri yüzünden yok olmuştu.

Öncü filosunun Özel Keşif görevinden sonra Lena başka bir filoya işleyici olarak atandı. Onlara sadece komuta ediyordu ve savaş alanında asla gerçek anlamda yanlarında olamayacağını biliyordu. Savaş alanında yapılabilecek tek şey savaşmak ve ölmekti. Başka bir şey değil. Biri öldüğünde her şey sona ererdi ve Shin ve diğerlerinin yanında hiç savaşmamışken kendini trajik bir kahraman gibi göstermeye hiç niyeti yoktu. Raporunda Kara Koyun, Çobanlar ve Uzun Menzilli Topçu tiplerine de yer verdi, ancak bunların hepsi Seksen Altı saçmalığı olarak değerlendirildi ve doğrulanmamış söylentiler olarak geçiştirildi.

Yeni pozisyonu aynı zamanda sık sık baskınların yapıldığı oldukça çekişmeli bir bölgeydi. Bu ölümcül savaş alanında Lena İşlemcilerini sadece ölüme göndermeye değil, onları kullanmaya ve ne pahasına olursa olsun kazanmaya karar vermişti. Bu ona bir takma ad kazandırdı.

Kan Lekeli Kraliçe, Kanlı Reina.

(Çn: Reina ispanyolca bir kelime ve anlamı Kraliçe demek.)

İlk adıyla* bir eklime oyunu yapılmıştı (*Vlad= Kan içen) ve kulağa üçüncü sınıf bir filmdeki bir kötü kadının adı gibi gelse de, Lena bu adı oldukça seviyordu. Kendisi gibi, başkalarını savaşa gönderirken sadece onların hayatlarını çiğneyebilen biri için uygun bir lakap olarak görüyordu; insanları kurtarmaktan aciz, zalim ve kibirli biri. Buna rağmen, filosundaki kayıpların oranı diğer birliklere kıyasla önemli ölçüde daha düşüktü. Bir yıl sonra bile Lena’nın filosu bir kez bile yeniden yapılandırılmadan savaşa katılmaya devam etti ve Kraliçe’nin Şövalyeleri olarak tanındı.

Bu noktada Lena geçmişte Seksen Altı’nın hapsedilmesine karşı çıkan vatandaşları, arkadaşlarını ve ailelerini korumaya çalışanları ve suçluluk duygusuyla istifa eden eski İdarecileri sık sık ziyaret ediyordu. Onlarla konuşarak ve tanıdıkları Seksen Altı’nın isimlerini, sözlerini ve özelliklerini kaydediyordu. Hükümet resmi kayıtları silebilse bile insanların anılarını ortadan kaldıramazdı. Zamanı geldiğinde ve Cumhuriyet yıkıldığında, birileri bu kayıp ruhları hatırlasın diye onları kaydetti.

Ve sonra felaket geldi, çok hızlı ve çok ani bir şekilde.

Olay, Cumhuriyet’in kuruluşunu anma festivalinin yapıldığı gün gerçekleşmişti. O yılın lise birincisi konuşması sırasında bu şok edici sözleri söylemişti. Genç bir adamdı, Lena ile aynı yaştaydı, gözleri inançla yanıyordu.

“Sınıf arkadaşlarımdan birçoğu Lejyon’la savaşırken öldü.”

Acı dolu mırıltılar salonu doldurmaya başladı. Kalabalıktan bazı insanlar hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Gözlerinde soğuk bir küçümsemeyle onlara bakarken, genç adamın sözleri öfkeli haykırışlara dönüştü.

“Bu ülke onları küçümsedi, onlara Seksen Altı dedi. Savaş alanında ölmüş olabilirler ama onları öldüren Cumhuriyet’ti! Bu daha ne kadar devam edecek?!”

Ona katılmak için tek bir ses bile yükselmedi.

Bazı aptallar onunla alay ederek domuzları insanlardan ayırıp ayıramayacağını sordular. Diğerleri dudaklarını ısırdı, aynı öfkeyi taşıyorlardı ama seslerini çıkaramıyorlardı. Diğerleri ise onu görmezden gelip hayatlarına devam ettiler ve hepsi eşit şekilde öldü.

O gece, daha önce hiç görülmemiş büyüklükte bir Lejyon kuvveti, çatışmaların en sakin olduğu kuzey cephesinden geldi.

Bölgeyi savunmakla görevlendirilen filolar kolayca yok edildi.

İşleyicilerin, filolarının yenilgi haberini öğrenmelerinin bu kadar uzun sürmesi, ne kadar yetersiz olsa da Seksen Altı’lıların aldığı bir tür adil intikamdı. Çatışma sırasında, İdarecilerin hepsi kutlama için içki içiyordu ve hiçbiri birlikleriyle birlikte Yankılanmamıştı.

İçlerinden herhangi biri işini daha özenli yapmış olsaydı çok geç olmadan haber alabilirdiler. Önleme toplarının çoğu çalışamaz durumdaydı ve mayın tarlalarının hepsi Uzun Menzilli Topçu tipinin bombardımanlarıyla etkisiz hale getirilmişti. Cumhuriyet’in fırlattığı güdümlü mermiler patlamaya fırsat bulamadan Kirpi türü tarafından vuruldu.

Cumhuriyet’in son umudu olan Gran Mule, ilerleyişlerini durduracak güçte değildi. Duvarları, saniyede sekiz bin metre süpersonik hızda küresel mühimmat ateşleyebilen bir Raylı Top türü tarafından havaya uçuruldu. Öncü filosunun bir zamanlar karşılaştığını rapor ettiği yeni bir Lejyon türü… Bu rapor bir kenara atılmıştı. Hareketsiz kale duvarları, tahrip edici süpersonik mermilerinin kâbus gibi gücü karşısında hızla parçalandı.

Hükümet durumun ciddiyetini fark ettiğinde, Lejyon çoktan Seksen Beşinci Bölgeyi işgal etmişti. Güvenliklerini koruma görevini Seksen Altı’ya yüklemiş olan sivillerin hiçbirinin işgale direnme imkânı yoktu.

Ve Gran Mule’un düşüşünden sadece bir hafta sonra Cumhuriyet yıkıldı.

Cumhuriyet’in çöküşü bir ceza olarak görülemezdi. Çok azı kendi zalimliklerinden ve dikkatsizliklerinden pişmanlık duyarak öldü. Hepsi başkalarının beceriksizliğini suçladı ve kendilerini trajik kurbanlar görerek can verdi. Kendi günahlarının farkında olmadan kaderleriyle karşılaşanlar için ölüm bile bir ceza değildi.

Lena kuzeyin işgali sırasında Birinci Bölgedeydi ve hazırlıkları sayesinde katliamdan kaçmayı başardı. Gran Mule’un kapısını patlatarak açmak için mayın tarlasının çevresindeki tüm önleme toplarını kullandı. Daha sonra Annette’in Para-RAID’e yerleştirdiği gizli bir özelliği kullanarak tüm İşlemcilerle Rezonansa girdi ve Seksen Beşinci Bölgeyi geri almak için onlardan yardım istedi.

Birçok filo onun silahlanma çağrısına cevap verdi; Kraliçe’nin Şövalyeleri ve Şövalye üyelerinin görev yaptığı diğer eski filolar. Ama bu iyi niyetten ya da güvenden kaynaklanmıyordu. İşleyiciler muhtemelen Cumhuriyet’in -elektrik ve üretim tesisleriyle onlarda olduğu için- yanında yer almanın hayatta kalma şanslarını artıracağına karar verdiler. Diğer pek çok Seksen Altı kendi savunma pozisyonlarını oluşturarak, pek çok arkadaşlarının ve sevdiklerinin bulunduğu toplama kamplarını savunmak için yerlerini korudular.

Lena bu güçlerin komutasını aldı ve bir savunma hattı oluşturdu. Bazı Alba’lar yedek Juggernaut’lara pilotluk yaparak savaş alanına çıktı, ancak çoğunluk korku içinde kalmış, hiçbir şey yapmıyordu. Bazıları Seksen Altı’ya küçümseme ve nefretle bakıyordu ama öncekinden farklı olarak bu kez silahlar ezilenlerin elindeydi. Savaşın sertleştirdiği Seksen Altı, Alba’nın aptalca muamelesine katlandı ve bir savaşın ortasında iç çekişmenin en kötü senaryo olacağının farkına vardı. Ama işler biraz daha uzasaydı, neler olacağını kimse bilemezdi.

Savunma hatlarını oluşturduktan iki ay sonra, komşu bir ülkeden bir kurtarma gücü geldi. Doğu sınırının ötesinden gelmişler ve Lejyon’un topraklarına girmişlerdi. Lejyon’un kuvvetleri kuzeyde yoğunlaşmıştı ve komşu ülkenin ordusu çoğunlukla boş olan doğu cephesini yarıp yardımlarına gelmişti.

Onlar, İmparatorluğu deviren ve kendilerini halk için bir ülkeye dönüştüren Federal Giad Cumhuriyeti’nin güçleriydi. İmparatorluk savaş başladıktan kısa bir süre sonra bir devrimle ortadan kaldırılmıştı. Cumhuriyet’in o sırada ele geçirdiği şey, militanların son savunma tahkimatından gelen bir iletiydi. İmparatorluğu yok eden Federasyon, Lejyon tarafından da düşman olarak kabul edilmiş ve son on yılını onlara karşı savaşarak geçirmişti. Birçok vatandaş, Federasyon’un kardeşlerini korumanın halkın görevi olduğu yönündeki ideallerine inanarak savaş çabalarına gönüllü olarak katıldı ve yavaş ama emin adımlarla topraklarını Lejyon’un kontrolünden kurtardılar.

Son teknoloji silahlarla donanmış Federasyon’un güçlü ordusu Cumhuriyet’in kalıntılarının kaybettikleri toprakları geri almalarına yardım ederken başları dik bir şekilde yürüdüler ve sonunda bir çıkmaza girdikleri Birinci Bölgeye ulaştılar. Cumhuriyet’in sivil halkı onları minnettarlıkla ve alkışlarla karşıladı ama ne yazık ki işler burada bitmedi.

Federasyon bir şekilde Cumhuriyet’in renkdaşları Seksen-Altı’yı zulme ve sayısız vahşete maruz bıraktığını biliyordu. Seksen-Altı’yı toplama kamplarından ve cephe üslerinden kurtararak ilerleyen ve yol boyunca saflarını güçlendiren Federasyon ordusu, Seksen-Altı’nın maruz kaldığı korkunç zulmü kendi gözleriyle gördü.

Kurtarma kuvvetlerinin komutanı, Cumhuriyet’in cumhurbaşkanına ve yüksek rütbeli subaylarına “Renklerden bu kadar nefret ediyorsanız, bayrağınızı beyaza da boyayabilirdiniz” demişti. İğnelemeden söylenmiş keskin bir ifadeydi bu. Federasyon Seksen Altı’yı destekledi ve koşulsuz olarak

İsteyen herkese vatandaşlık verdi. Öte yandan, Alba’ya ihtiyaç duydukları asgari desteği sağladılar ancak zulmün ne kadar derin olduğunu araştırmaya öncelik verdiler.

Cumhuriyet ordusunun karargahının yeraltı deposunda kayıplarla ilgili sayısız personel dosyası bulmalarına kadar işler o kadar da kötü değildi.

Görünüşe göre personel bölümünden biri bunları gizlice saklamıştı. Ölenlerin çoğunun çocuk askerler olduğunu gördüklerinde bazı eleştiriler oldu ama Cumhuriyet’teki bazı insanların hala iyi niyetli ve pişmanlık duyuyor olması öfkelerini frenledi.

Ancak Federasyon’un bakışları, toplama kamplarındaki mahkumlar tarafından yazılan ve maruz kaldıkları zulmü detaylandıran günlükleri keşfettiklerinde daha soğuk bir hal aldı. Hayatta kalanlar da yavaş yavaş konuşmaya başladı ve toplama kamplarının ve kale duvarlarının kalıntılarına gömülmüş çok sayıda iskelet keşfedildi. Sonunda, Cumhuriyet askerleri tarafından gerçekleştirilen dehşet görüntülerinin yanı sıra insan deneyleri ve bebek kaçakçılığı kayıtlarını bulduklarında, artık Alba’ya insan çöplüğünden başka bir şey olarak bakmıyorlardı.

Federasyon’un desteğini o anda geri çekmiş olması şaşırtıcı olmazdı ama yine de Cumhuriyet’in kalıntılarına asgari düzeyde yardım sağladılar. Bu muhtemelen Federasyon’un onları cezalandırma yöntemiydi. Cumhuriyet var olan en büyük pislik olabilirdi ama Federasyon kendisini aynı seviyeye indirmeyi reddetti.

Bırakın utanmayı bilenler ölene kadar bunun acısını çeksin. Utanma duygusundan yoksun olan domuzlar, dikkatimizi çekmeyi ya da kabul edilmeyi bile hak etmezler. Federasyon’un ciddi kınaması böyleydi. Birinci Bölge’nin kuzey tarafı Lejyon’dan kurtarıldığı sıralarda Federasyon, takviye kuvvetler karşılığında eski Cumhuriyet ordusundan bir subayın kurtarma kuvvetlerinin komutanı ya da başka bir deyişle yardımcısı olarak görev yapmak üzere ordularına gönderilmesini talep etti. Birçok subay bu görevden kaçarken, Lena gönüllü oldu ve bu da onu bu yere ve zamana getirdi.

Lena camekânı arkasında bırakarak bavulunu ve içeri girmeden hemen önce dışarıda bıraktığı beyaz patili siyah bir kedinin bulunduğu küçük taşıyıcıyı aldı. Bakışlarını bu bahar bahçesinde duran ve bu beş Juggernaut ile onlarla birlikte yatan 576 şehit askerin anısına dikilmiş büyük bir taş levhaya çevirdi. Bu taş onlara bir mezar taşı olarak verilmişti.

Savaştılar, bu kadar uzun süre hayatta kaldılar ve sonunda yollarınn sonu burası oldu.

Onları burada bulacağını bilmiyordu bu yüzden çiçek getirmeyi düşünmedi. Gelecek sefer için biraz hazırlaması gerekecekti. Hâlâ tam olarak onların gittiği yere gitmemişti. Henüz onlara çiçek sunmaya hakkı yoktu.

Kendisini bekleyen Federasyon subaylarına dönerek hafifçe eğildi.

“Affedersiniz, Ekselansları. Sizi beklettim.”

“Hiç de değil. İnsan değer verdiklerinin yasını tutmak için kullandığı zaman hiçbir şekilde fazla olarak görülemez.”

Orta yaşlı Jet subayı nazikçe gülümsedi, bir askeri yetkiliden çok bağımsız, bilgili bir filozof gibi görünüyordu. Sakalı siyahın grileşen bir tonundaydı ve seri üretim bir takım elbise giymiş, gümüş çerçeveli bir gözlük takmıştı. Siyahlar giymiş ve saçının bir kısmı kızıla boyanmış olan Lena’ya nazik ve kibar bir gülümsemeyle baktı.

“Kaybettiğin hayatların ve astlarının ölümlerinin yasını tutuyordun, değil mi Kanlı Reina…? Açıkçası, Federasyon’da Cumhuriyet’e yapılan tüm yardımların kesilmesini isteyen ve sadece kardeşlerimizi desteklememiz gerektiğini söyleyen pek çok kişi var. Ama sizin gibi insanlar varken, sizi kurtarmakta haklı olduğumuzu kesin olarak söyleyebilirim. Giad Federal  Cumhuriyeti size hoş geldiniz diyor, Albay Milizé.”

Başını sallayarak çekingen bir şekilde gülümsedi. Pek çok hayat kaybedilmiş olabilirdi ama bu mezar taşı onun ölmesine izin verdiği astları içindi. Bu kan lekeli kraliçe övgüyü hak etmiyordu. Yaşlı memur onun titiz ifadesine gülümsedi ve arkasını döndü. Kısa bir mesafe ileride, Federasyon ordusunun çelik mavisi üniformasını giymiş bir grup genç subay ayağa kalkmıştı.

“Gelin, bu taraftan. Sizi yeni filonuzda emrinizde görev yapacak subaylarla tanıştırayım.”

“Evet, efendim.”

Yola koyuldu, sadece mezar taşına bir kez daha bakmak için durdu. O dört ayaklı mekanik örümceklerin ve yardımcılarının kalıntıları, sonsuza dek uyumak üzere birbirlerine sokulmuşlardı. Burası o çocukların ve kızların acımasız, zalim hayatlarının sonunda bulmak için savaştıkları yerdi.

Savaş henüz bitmemişti. Lejyon’un güçleri hâlâ kıtanın büyük bölümünü kontrol ediyordu ve şu anda bile birileri dışarıda savaşıyordu.

En son Lejyon’da susturulana kadar savaş bitmeyecekti. Savaşacaktı, sadece sonuna kadar gidenlerin gördüğü o yere ulaşıncaya kadar.

Lena kararlılıkla kendini toparladı ve öne doğru bir adım atarak beş subayın yanına gitti. Kendisiyle aynı yaştaydılar ve tek sıra halinde selam vererek onu karşıladılar. Onların yanına, yeni savaş alanına doğru yürüdü.

Sonuna kadar savaşabilmek ve sonuna kadar yaşayabilmek için!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SONSÖZ II

YENİDEN BAŞLAMAK

 

O ve diğer dört subay, Cumhuriyet ordusu subayının camekândan çıkıp Federasyon başkanını selamlamasını izleyerek rahat bir şekilde sıraya girdiler. Hepsi de gençti, henüz ergenlik çağındaydılar ama yeni çelik mavisi üniformalarını yaşlarının ötesinde bir aşinalık ve olgunlukla giyiyorlardı. İnce Alba kızının siyah üniformasına ve kısmen kızıla boyanmış gümüş saçlarına bakan yardımcı kaptan şüpheyle fısıldadı:

“Hey… Bunun o olduğuna emin misin? Hayal ettiğimden biraz farklı.”

“Bu sadece onun çok şey atlattığı anlamına geliyor. Tıpkı bizim gibi.”

Yoldaşı sadece gülümseyerek “Şaka yapmıyorum” diye mırıldandı ve meraklı bakışlarını ona yöneltti. Federasyon üniformasını ilk giydiğinden bu yana epey zaman geçmişti ama hâlâ tam olarak alışamamıştı. Kendisini ve diğerlerini onları giyerken görmek doğal gelmiyordu. Düzenli sıralarını bozmayan diğer üçü de fısıldaşmaya başladı.

“Kendine ne diyordu, Kanlı Reina mı? Bu çok ürkütücü. Ona hiç yakışmıyor.”

“Hey, sence bizi hemen tanır mı?”

“Hmm… Sanırım tanısa iyi olurdu, ama tanımazsa da oldukça komik olur.”

Onlar konuşurken, kız başkanla olan işini bitirmiş gibi görünüyordu ve başkan onlara dönmesini işaret etti. Üçü de hemen sustu, muhtemelen Federasyon ordusundaki eğitimlerinin bir sonucu olarak yüzleri nötr ve soğukkanlı bir ifade aldı. Ya da belki bu bile ona yapmayı planladıkları şakanın bir parçasıydı.

Topuklarını tıkırdatarak selam verdiler, başkanı ve kızı selamladılar.

İkinci kez komutanları olacak kişi. Kız, Federasyon’da alışılagelmiş olandan biraz farklı bir şekilde onları selamladı ve konuşmak için ağzını açtı, bakışları biraz sert ve ciddiydi.

“Cumhuriyet Silahlı Kuvvetleri’nden Albay Vladilena Milizé. Sizinle tanışmak bir zevktir.”

Ooooh, bizi tanımadı.

Grup, şakası başarılı olan çocuklar gibi eğlenen bakışlar attı. Daha sonra onlar adına biri, kaptan olarak konuşmak üzere ağzını açtı.

“Bu ilk karşılaşmamız değil. Ancak sanırım ilk kez yüz yüze görüşüyoruz.”

Gülümsedi ve kızın gözlerinin şaşkınlık ve hayretle açılmasını izledi.

 “Uzun zaman oldu, İşlemci Bir.”

 

 

 

Cilt 1 Hakkında Bilgiler

*Daha sonraki ciltlerin illüstrasyonlarında Kırmızı Örümcek Zambağı veya Japonya’da ölüm ve şehitlikle yakından ilişkili bir çiçek olan Higanbana olarak bahsedilen kırmızı çiçekler tasvir edilirken, romandaki betimlemeler mısır gelinciğine aittir. Mısır gelinciği, Kanadalı asker John McCrae’nin “Flander Tarlalarında” şiirinin yayınlanmasından sonra 1. Dünya Savaşı sırasında ölülerin popüler bir sembolü haline geldi. “Savaş Alanında Açan Gelincik(Kırmızı Örümcek Zambağı) Çiçekleri” adlı önsözde Asato, Gaixia Savaşı’nda efendisiyle birlikte kuşatıldığında intihar eden Konsolos Yu’nun ölümüyle ilgili mısır gelinciğiyle bağlantılı bir Çin efsanesine de atıfta bulunur. Efsaneye göre Eşin düştüğü yerde gelincikler yetişmiş ve mısır gelinciği ölene kadar sadakatin sembolü haline gelmiştir. (Not: Sonraki ciltlerde örümcek zambağı denildiği için ben en baştan o şekilde yazdım.)

 

*Colorata’yı Cumhuriyet düşmanı ilan eden ve onları toplama kamplarına hapseden emir, Japon-Amerikalıları düşman yabancılar olarak etiketleyen ve 2. Dünya Savaşı sırasında Amerika Birleşik Devletleri’nin Batı Kıyısındaki çok sayıda kampa kapatılmalarına izin veren 9066 sayılı gerçek Yürütme Emri’nden numaraları tersine çevrilmiş olan Özel Savaş Zamanı Barışı Koruma Yasası’dır.

 

*Shin’in kediye verdiği isim, o anda okumakta olduğu kitabın yazarının adı olan Remarque’tır. Erich Maria Remarque 1. Dünya Savaşı gazisidir ve Alman İmparatorluk Ordusu’nun hayal kırıklığına uğramış bir erinin savaşın dehşetini anlatan 1. Dünya Savaşı tarihi kurgu romanı Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’un yazarı olarak bilinir. Bölüm 2’in başlığı olan “İskelet Cephesinde Yeni Bir Şey yok”, Remarque’ın romanına doğrudan bir göndermedir.

 

*Bölüm 2’de Raiden, Matta 4:4’te İsa Mesih tarafından söylenen “İnsan yalnız ekmekle yaşamaz” dizesi üzerinde düşünür. Sözün tamamı şöyledir: “İnsan yalnız ekmekle değil, Tanrı’nın ağzından çıkan her sözle yaşayacaktır.”

 

*Ayrıca 2. Bölümde Shin, Yeni Ahit’ten ünlü bir dizeyi okur: “Dicit ei Legio nomen mihi est quia multi sumus,” yani “Ben Lejyon’um, çünkü biz çokuz.” Lejyon’u tanıtmak için uygun bir replik ve robotik “Kara Koyun” Lejyonu ile kendilerine Lejyon diyen İncil iblisleri arasındaki bazı benzer niteliklerin habercisi. Bu replik 4. Bölümün başlığı olarak geri dönmektedir.

 

*Asato Asato röportajlarında romanın ilham kaynaklarından birinin Obama yönetimi sırasında Orta Doğu’da gerçekleştirilen insansız hava aracı saldırılarına ilişkin haberler olduğunu belirtmiştir. İşleyici pozisyonu bir dron operatörününkine benzetilebilir.

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.