Oregairu Cilt 11 Bölüm 02

[ A+ ] /[ A- ]

Ve şimdi bayanların savaşı başlıyor (Erkekler de var).

 

Çevirmen: Forevertr3

 

Hafif bir tıklama üzerine gözlerimiz bir anlığına kapıya çevrildi.

Isshiki tam da çıkmak üzereydi fakat kapının tıklatıldığını duyunca hızlıca kendi sırasına geri döndü. Yani, tam çıkarken gelenler ile göz göze gelmek çok saçma olurdu.

Fazla gecikmeden ince duvarın arka tarafından sesler geldi.

“Onların yardımına ihtiyacımız falan yok…”

“Ya, boş ver, hadi girelim. Hem benim de o kadar bilgim yok.”

Bu sesler tanıdık birilerinin ağzından çıkıyor gibiydi, sevimli olduğu kadar zorba bir sesti.

Kapıya bir kez daha tıklatıldı, bu sefer daha düzgün ve ritimli haldeydi.

“Giriniz,” Yukinoshita izni verdi ve kapı yavaştan açıldı. Açılmasıyla gördüğüm ilk yüz Ebina-san’a aitti.

“Selam! Acaba bize zaman ayırabilir misiniz?”

“Hina? Evet, tabiki, gir içeri!” Yuigahama eliyle ve kelimeleriyle onları içeri buyurdu ve Ebina-san kafasını eğerek daveti kabul etti. Hadi ama, ne kadar hızlı girersen içeriye o kadar az soğuk rüzgar gelir. Benim oturduğum yer kapıya en yakın olan yer…

 “Habersiz geldiğimiz için üzgünüm,” Ebina-san içeriye girerken nazikçe kelimelerini kullandı. Onun arkasındaki sessiz kişi, kasvetli davranışlarıyla devamlı gözlerini bizden kaçıran Miura’ydı.

“Size nasıl yardımcı olabiliriz acaba?” diye sordu Yukinoshita.

Miura Isshiki’yi görünce sonunda ağzı laf yapmaya başladı. “Neden bu kız burada?”

“Oh, bunu asıl ben sana sormalıyım…öyle değil mi!?” Isshiki küçük bir gülümseme ile rahatsız olmuşçasına bakıyorken Miura da hoşnutsuz tavırlarla saçlarını kurcalıyordu.

Oh, ne soğuk bir ortam… Diye düşündüm. Bunun farkına varan biri olan Yuigahama hemen ara buluculuk çabalarına girdi. “Şey, acaba burada fazla kişi bulununca konuşmak daha mı zor oluyor?”

“Hayır, pek öyle değil…,” Miura cevabını verdi, tavırları kabaydı. Hiç de rahatça konuşabilecek durumda falan görünmüyordu.

“Biz her zaman Isshiki’yi gönderebiliriz, eğer istiyorsan,” diye teklifimi yaptım.

“Ne!? Neden!?”

Bu kulübü üyesi falan değilsin… Burada bulunmanı olağandışı durum olarak tanımlıyoruz.

Ebina-san Miura’nın omuzlarını sıvazlayarak sakinleştirdi. “Boş ver şimdi bunu Yumiko. Sadece konuşmak istediğin şeye odaklan. Çok fazla açıklama yapmasan da olur. Olur mu?”

“Evet öyle… Konuşmanın zor olabileceğini düşünebiliyorum… Her türlüsünü dinlerim.” Yukinoshita benden onay bekliyorcasına baktı.

Ona başımı eğerek tepki verdim. “Hadi, öncelikle söylemek istediklerini bir duyalım. Eğer çok karmaşıksa, daha sonrasında onlarla daha kişisel konuşabilirsin.”

“Ah, şey, iyi olur gibi… Hem belki Iroha-chan güzel tavsiyeler verebilir,” diye üzerine ekledi.

Isshiki açıkça dışlanılmaktan memnun değildi. Teselli edici gülümsemesiyle konuşan Yuigahama’ya doğru yavaşça döndüm. Yuigahama’nın her iki tarafı da düşünmesi gerektiğinden nedense özür dileyesim geldi.

“Hadi baştan başlayalım,” dedi Yukinoshita, konuşmayı tekrar başlattı.

Miura bir anlığına Isshiki’ye baktı ve hemen gözlerini kaçırdı. Saçlarını bir süre kurcaladı ve sonra konuşmak için ağzını açtı.

“Şey, bilirsin işte, çikolata yapmayı düşünüyordum… Gelecek yıl sınavlarımız falan olacak… Bu yıl bunun için son senemiz gibi.”

 Sesi utancından dolayı gittikçe kayboluyordu. Lafı bitmesine rağmen hala yanakları kızarıktı.

Her nedense kelimeleri biraz yalnızlık emaresi taşıyordu, bunu ancak ben bu kadar iyi algılayabilirdim.

Gelecek sene, bu zamanlarda, okula gitmemiz gerekmeyecek.

Ayrıca yine bu dönem özel üniversitelerin sınav dönemine denk gelecek.

Kısacası bu seferki lise hayatımızın son Sevgililer Günü olacak. Liseden sonraki hayatımızda bu özel günün anlamı daha farklı olacak.

Mesela, bir üniversite öğrencisi olduğunda veya çalışan genç biri olduğunda Sevgililer Günü’nü farklı bir şey olarak göreceksin. Bir yetişkinin o günde eğleneceğinden veya çikolata alacağından şüpheliyim. Kar gibi aslında: daha küçükken karın yağması nadir olduğundan eğlenceli geliyordu ve hava durumunda kar işareti gördüğümüzde ise adeta kendimizden geçiyorduk. Fakat şimdi karın tamamen sıkıntı verdiğini düşünüyorum, okula gelmek için çektiğin sıkıntı, soğuk havalar veya eve gittiğinde üzerindekilerin ıslanmış olması gibi.

“… Şey yani, bir yapsam nasıl olur diye düşündüm,” Miura saçlarını ile oynarken konuşmasını devam ettirdi, utancını saklamaya çalışıyordu.

Saçları parmaklarının arasında dans ederken kelimeler de ağzından bir bir dökülüyordu.

Onlar için önemli olmalı, evet bu kesinlikle onların yaşamının son Sevgililer Günü.

Bunu düşünüyorum ama burada onunla empati kurabilecek pek kimse yok. Isshiki’nin daha birinci sınıf ve ona o kadar da gerçekçi gelmiyordu. Ağzı açık ne olduğunun önemini anlamadan olanları izlerken Yukinoshita eli çenesinde bir şeyler düşünüyordu.

Fakat Yuigahama yanaklarını şişirmişti. Gözlerini Miura’ya dikmiş ve sert bakışlar atıyordu.

“…Yumiko, el yapımı çikolataların itici olduğunu sen söylememiş miydin?”

“…Ş-Şey—” Miura ne diyeceğini şaşırdı, sessizce gözlerini kaçırmaya başladı. Fakat Yuigahama onun kaçmasına engel olmak için onun bakışlarını takip ediyordu, ağzından kelime arıyordu.

Bu durumdan hoşnut olmayan Ebina-san Yuigahama’yı durdurdu. “Boş ver şimdi bunu, ne olacak ki? Hem ben el yapımı çikolataların en iyisi olduğunu düşünüyorum.”

“Ne? Yoksa sen de mi yapacaksın, Hina?” Yuigahama şaşkınlıkla sordu.

“Evet. Tabi daha çok Yumiko’ya eşlik etme bağlamında olacak. Gerçi nasıl yapıldığını bilmemin bir gün faydası dokunabilir.”

“Ohh, çok şaşırdım doğrusu.”

“Öyle mi? Ya mesela, Comiket’te bir şeyler satarken yanında çikolata vermek iyi olurdu.” diye devam etti Ebina-san.

ꕥ Comiket-> Büyük anime şenliği, her yıl yapılır.

 

Bu ikilinin konuşmasını izlerken her nedense huzursuzlandım.

“Ah şey…?”

Sattığı şeyler? O şeyler ha? Hmmm? Kelimelerini tuhaf bulduğum için ona baktım ve o da başını bana çevirdi. Gözlüklerinin ardındaki o bakışlar bana yanlış bir şeyler mi var diye soruyordu. Karşılığında ise sadece başımı sağa sola titrettim.

El yapımı şeyler, hediye olsun veya satılan bir şeyin yanında verilsin fark etmez, genellikle arkadaşlık ilişkisinden daha ayrı bir durumu izah etmek içindirler. Ebina-san da pekala bu durumun farkında olmasına rağmen o hala çikolatayı nezaketen vermek için öğreniyor.

Aslında bir başka deyişle, o bir başkasını düşünüyor demektir, az da olsa…

…Yürü be, aslanım Tobe. Azar azar da olsa ilerliyorsun. Ve yine, çikolata vermek istediğinin Tobe olup olmadığı bile bilmiyorum, yani o tamamen yabancı biri değil miydi? Yani, kimdi bu Tobe denen herif?

Bu düşünceler beynimde tavan yaparken Ebina-san’ı izlememle tuhaf bir sıcaklık kalbimi dolduruyordu. Sonrasında o, kaşlarını titretti. Çürük gülümsemesini daha fazla tutamadı ve gözlükleri parıldadı.

“Evet, kesinlikle el yapımı çikolatalar daha iyiler. Bence sen de Hayato-kun’a homo-çikolatası vermeyi denemelisin Hikitani-kun!”

 “Evet, bak bunu yapmam…”

 Ah, pes ettim, Ebina-san daha uzun bir süre değişmeyecek gibi… bir çok yönden. Bir de ne dedi şimdi bu? Homo-çikotolata? Tomo-çikolata? Bunlar ne demek ya? Chibi Maruko’nun dedesi mi?

ꕥ Chibi Maruko-chan-> Shoujo manga, Tomo onun dedesinin ismi (galiba)

 

“Hem o çikolata kabul etmiyor zaten, değil mi?”

“Erkek olduğun için sorun yok!”

Bu düşünce zaten çok yanlış.

Ebina-san’ı dinlemek zorunda kalmıştık… Yani, onu durdurması gereken kişi ekşimsi yüz ifadesi ile hala saçlarını kurcalamaya devam ediyordu.

Bu arada tabiki hala homo-çikolata falan diye zırvalayan Ebina-san’ı hiç dinlemedim.

Onun hemen yanında oturan Isshiki ellerini çiçek yaptı ve mırıldandı. “Evet ya, çikolata kabul etmeyeceğini söylediği için işler bizim için sapa sardı.”

Aynen—hayır, sorun bu değil, biz ikimiz de erkeğiz… Evet belki kızlardan çikolata almadığı söylemiş olabilir fakat bir erkekten çikolata alması kesinlikle başka başka sorunlara yol açar! Ve bunun gibi bir şeyin bana hiçbir katkısı olmaz.

“Ne yapsak acaba?”

“Evet… ne yapsak acaba?”

Isshiki ve Miura’nın gözleri karşılaştığında ikisi de yüzlerini kaldırdı. Onların bakışları sanki patlamaya hazırlanmış havai fişekler gibiydi çarpışmışlardı.

Ne korkunç ama…

 

ꕥ   ꕥ   ꕥ

 

 

 İlk kata indim ve MAX KAHVE’yi aldığım okul yemekhanesinin girişindeki makinanın önüne vardım.

Çok derinden soluklandım.

Bir erkek olarak, Isshiki ile Miura’nın bakışlarıyla yaptıkları savaşa şahit olmaya daha fazla dayanamayıp oradan kaçtım. Omuzlarımın yan tarafından sıkıştırılıyormuşum gibi hissediyordum, sanki Batı efsanelerinden İncebelli Adam gibi hissediyordum. 

ꕥ Slenderman-> TR: İncebelli adam; batıda tuhaf bir şehir efsanesi, google’den tipine bakabilirsiniz.

 

Lavaboya da gittim. Daha sonra kulübe geri dönmek için adımlarıma başladım, bu arada içtiğim kahve yorgun vücuduma ilaç gibi geliyordu. Merdivenleri tırmanırken birinin kulüp odamızın hemen önünde dolandığını gördüm. 

Ara ara odaya bakıyordu ve her bakışında mavi at kuyruğu saçı sekiyordu.

“…Hey, ne yapıyorsun?” diye ona seslenmekten başka bir şey gelmedi aklıma, onu çok şüpheli bulmuştum. At kuyruğu saçı yerinden sıçradı ve korkmuşça benimle göz göze geldi.

O kadar dikkatlice davranıyordu ki dağlardaki yollarda birden önüne çıkan dağ kedilerini andırıyordu. İçimden elimdeki kahveyi yem olarak kullanmak geliyordu ama  şimdi vahşi bir hayvanı beslerken gevşekçe davranmanın sırası değil.

Adı neydi bu kızın! Şimdi ona öyle bir seslenmeliyim ki adını kelimenin içine katmayayım. Hmm… Adı Kawa-lı bir şeylerdi. Hey, Kawa-bilmem-ne-san! Diye seslendim ona içten. Sonrasında konuşmaya başladım. “Bir şey mi oldu?” Sorumu duyar duymaz Kawa-bilmem-ne-san rahatlamışça bir soluk verdi. Sonra bana doğru geldi ve bana yeterince yaklaştığında eliyle beni işaret etti. Oh, evet, adı Kawasaki Saki-san’dı. Hatırlardım.

Kulüp odasına bakışlar atarken, bana şunu sordu. “B-Biraz vaktin var mı?”

“Neden içeriye girmiyoruz, burası soğuk.”

Sanırım bu kızın Gönüllüler Kulübü ile bir işi var. Ben sadece içerisi sıcak olan kulübümüze girmek istiyordum. Fakat Kawasaki biraz düşündü ve sonra ellerini hızlıca salladı. 

“Ne…? Hayır, burası iyi! Burası iyi! Ben sadece Yukinoshita’ya bir şey sormak istiyordum…”

Git ve sor o zaman…?

“Yukinoshita içeride. Hadi gir içeriye. Burası çok soğuk, hasta olmak istemiyorum.”

Okulun özel bloğuna giden bu koridor, sınıflarda havalansın diye açık bırakılan pencerelerden olsa gerek, çok soğuktu. Bu soğukluk ayaklarımdan girerek tüm vücudumu titretiyordu. Rüzgardan dolayı pencerelerin camları öyle bir titriyordu ki sanki onlar da soğuktan titriyorlarmış gibiydiler.

“Ben… o kadar da üşümüyorum…” dedi Kawasaki, başını farklı yöne çevirerek.

Evet, belki sen iyi olabilsin ama ben dondum… Eğer ben bundan dolayı hasta olursam büyük sorun olur. Komachi’ye benden hastalık bulaşması veya hastalıktan iyileşmeye çalışmam gibi birçok şeye yol açabilir.

Bir de not olsun, Chiba’nın bir yerlisi olarak, soğuk algınlığına en iyi reçete olabildiğince sarımsak tüketmek ve baharatlarla oluşmuş bir karışım hazırlamaktır. Daha sonrasında sıcak bir MAX KAHVE içip biraz uyumak işin püf noktası. Ve ertesi gün kendini hastahanede bulursun. İşte bu yüzden soğuk almaktan korunmak için kendimizi eve kapatmamız gerekiyor. 

Kawasaki’nin evi de sınava girecek öğrencinin atmosferine yabancı değil. Eğer Kawasaki’nin erkek kardeşi Taishi, grip olup ve Komachi’ye bulaştırırsa, ellerim bunun verdiği vicdani rahatsızlıktan dolayı kirlenebilir…

“Boş ver, gir içeri,” dedim kabaca, benim sevgili kardeşim Komachi’ye yaklaşma girişimlerinde bulunabilecek zehirli yaratık Taishi’nin hastalanma riskini aza indirmek amacıyla sesim keskin çıkmıştı.

Kawasaki fikrini değiştirdi. “Ö-Öyle diyorsan…”

Anladığın sürece sıkıntı yok. Komachi’nin hastalanma riskini en aza indirmeye çalışıyorum.

“Yani sen de hastalanmak istemezsin,” dedim ve kapıyı açtım. Elimi içeriye uzatarak onun da içeri girmesini ima ettim.

Afallamış gibiydi, arkasına bakındı.

“…Peki,” dedi korkutucu görünümüne ve isteksizce içeri girmesine ters bir ses tonuyla.

İlk baktığında bir serseri kız gibi görünüyor, fakat tamamen içten, iyi bir kıza benziyordu. Bu tip kızları her yerde bulabilirsin. O içeri girerken bunları düşündüm.

“Hoş geldin Hikki… Huh, Saki?”

Yuigahama şüpheli bakışlarla bize döndü, sadece vücudunun üst tarafı bize dönüktü ve eliyle onu işaret etti.

“Ah, evet…”

Garip cevabıyla Kawasaki odada ki tüm gözleri üzerine çekmişti.

Yukinoshita şaşkın görünüyorken Isshiki korkudan biraz titriyor gibiydi. Hayır, hayır, Kawa-bilmem-ne-san korkunç görünebilir fakat iyi bir kız o, tamam mı?

Diğer yandan Ebina-san adabına uygun şekilde “Oh, selam Saki-Saki. Hallo, Hallo!”  

ꕥ Hallo, Hallo!-> Ebina’nın selam verme şekli

 

“Beni Saki-Saki diye çağırma.” Kawasaki söylendi.

Onu sakinleştirmek adına Yuigahama ona bir sandalye çekti. “Buralara pek uğramazdın sen, Saki… Şey, bu ilk ismindi, değil mi?”

Okul gezisinden sonra araları bayağı yakınlaşmış olmalı, artık ona Saki diye seslenebiliyor. Sonunda birilerinin Kawa-bilmem-ne Saki-san’ı ilk ismiyle çağırabiliyor olduğuna tanıklık edince gözlerimdeki yaşın akmasına engel olamadım. Son zamanlarda kendimi o kadar duygusal hissediyorum ki her hafta yayınlanan Pre-Cure’lar beni haykırmanın eşiğine getirebilir.

ꕥ Pre-Cure-> Pretty Cure anime serisi, bol bol bölümü var.

 

Evet ya, kızların birbirleriyle iyi anlaşması çok muhteşem bir şey. Evet. Bunu düşünürken bedenimi sıcaklık kaplamıştı. Bu sırada, Yukinoshita plastik bardakta ona çay hazırlamıştı ve sordu, “Peki, acaba bizden bir rican mı var?”

“T-Teşekkürler… Şey…”

Kawasaki konuşmayı başlatmasına rağmen devam ettiremiyor gibiydi. Bu kız Yukinoshita ile bir şeyler konuşmak istiyorum gibi bir şey demişti. Kawasaki kendine güvenemiyordu, biraz sızlandı. Fakat hemen yanında oturan birinin masaya tırnaklarını vurmasıyla konuşma girişimi sona erdi.

Hemen yanında Miura hoşnutsuzca bakışlar atıyordu. Fakat Kawasaki böyle şeyleri kendine yediremezdi ve o da Miura’ya aynı şekilde baktı.

“Pardon ama, benim konuşmam daha bitmemişti?”

“Ne? Sen sadece oturmuş çayını yudumluyorsun, değil mi?”

Dediklerimi geri alıyorum, Kawasaki çok korkunç…

Miura ve Kawasaki taş gibi durmuş, kıpırdamadan birbirlerine bakış atıyorlardı. Bu ikisi, zaten her zaman böyle değiller mi? Bu ikisini izleyen Isshiki de donup kalmıştı.

 Bu ikisinin inatçı keçiler gibi kavgasını Ebina-san böldü. “Tamam, her şey yolunda, sakin ol biraz Yumiko. Saki-Saki, az önce bir şeyler diyecektin, değil mi? Eğer sorun görmüyorsan biz de dinlemek isteriz.”

“Fakat burada yardımcı olacak kişilerin biz olduğunu düşünüyorum…”

“Her neyse işte, biz de dinleyelim, ne olacak?” Diye sordu Ebina-san, görünüşe göre Yukinoshita’nın iniltisine kulak asmamıştı.

Kawasaki sırayla Yukinoshita, Yuigahama ve bana bakışlar attı. Bir soluk verdi ve konuşmaya başladı.

“Şey, çikolata yapma hakkında bir takım sorularım olacak da…”

Soru geldiği anda Miura kahkahayı bastı. “Ne, yoksa sen birilerine çikolata mı vereceksin? Çok komik ya.”

“Ah?”

“Ha?

Bu ikisi yine birbirlerine vahşice bakışlarını attılar.

“…Beni kendinle bir tutma. Bilmeni istiyorum ki senin bahsettiğin şeye hiç bir ilgim yok.”

“Ha?”

“Ah?”

…Durun! İyi anlaşın n’olur!

Bu tartışmayı izleyen Yukinoshita bir soluk verdi. Senin “aman ne içler acısı” yüz ifadenin, senin de bir çok seferinde onlar gibi davrandığından dolayı o kadar önemi yok… Oh fakat son zamanlarda, herkesi inciten Yukinoshita’nın kalp parçalayan bıçağı çok fazla aktifleşmedi.

ꕥ Kalp parçalama kısmı-> Giza Giza Heart no Komuriuta –  TR: Vidoll’un “Kırık Kalbin Ninnisi” adlı şarkısı, ninnisi, artık her neyse.

 

İnatlarından vazgeçmeyen bu ikisini izleyen Isshiki mırıldandı. “Senpai, senin tanıdığın herkes tuhaf insanlar…”

“Ha?”

“Ah?”

Onların bakışlarına maruz kalan Isshiki, hemen benim arkama sığındı. Daha önce mayınların üzerine basma hakkında söylediklerimi hatırlasana. Şu an tam bir aptal kedi gibi davranıyorsun… Ve tabi ben de o ikisinden korkuyorum!

Her neyse, haydi şu meseleyi ileriye taşıyalım, yoksa bu inatçıların savaşından kurtulamayacağız.

“Şey, çikolata diyordun?”

“Kız kardeşim kreşte Sevgililer Günü hakkında bir şeyler duymuş, ve şimdi biraz yapmak istiyor… Acaba şöyle çocukların da yapabileceği küçük bir şeyler biliyor musunuz?”

“Küçük çocukların bile yapabileceği şeyler…”  Yukinoshita kafasını eğerek düşündü, duyduğunu tekrarlayarak.

Ebina-san Saki’ye çevirdi başını. “Fakat Saki-Saki sen bu tür ev işelerinde iyi değil miydin?”

Oh evet, Kawasaki, annesi ve babası da işte çalıştığı için ve de birden çok kardeşi olduğu için bu tür ev işlerinde iyi olmalı. Hem ayrıca onu markette sebze-meyve alırken de görmüştüm. Yani o yemek yapmakta da çok iyi olmalı. Ona baktım fakat o aksi bir ifade ile yüzünü kaçırdı.

“…Şey, benim yaptıklarım biraz sade kaçıyor. Çocukların memnun kalacağını zannetmiyorum.”

“Eğer söylemekten çekinmiyorsan, mesela ne gibi şeyleri yapabiliyorsun, Kawasaki-san?” Diye sordu Yukinoshita. Sonrasında ortamı sessizlik bürüdü.

Kawasaki kekeleyerek cevap vermeye çalışıyordu, “T-T…”

T… Tatlılar? Bu tip şeyleri çocuklar çok severler. Ben küçükken bir keresinde Noel Pastası’nın üzerindeki Noel Baba şekeri için kavga etmiştim… Gerçi o zaman, o kadar da tatlı bir şey olmadığı kanısına varmıştık. Ben ve Komachi onu yemeyi bıraktık ve atması için babamıza vermiştik.

 

Fakat söylemek istediğinin bu olduğunu zannetmiyorum. Herkes ona bakmış, devam etmesini bekliyordu.

“T-Top halinde patates püresi…”

…Çok sade.

Söylediği şey o kadar sadeydi ki tüm oda sessiliğe kapıldı. Buna karşı herkesin tepkisi bu kadar duygusuz olunca, o gözyaşı dökmeye başladı, görünen o ki bu utancından dolayı yaptığı bir şeydi.

Bunu fark eden Yuigahama kararlı bir yüz ve enerji dolu bir ses ile onu sakinleştirmeye çalıştı.

“Bence çok iyi! Ben yemek yapamam bile! Benim gözümde sen muhteşemsin! Değil mi Yukinon!?”

Kendisine soru yönetilinen Yukinoshita, samimice başını eğdi. “Evet, öyle. Patates topları bana kedi toplarını hatırlatıyorlar, sen de tatlı olduklarını düşünmüyor musun?”

“Daha iyi bir şeyler sallayamadın mı!?” Yuigahama şaşkınlık bir yüzle arkasına döndü. Evet çok haklısın, bu kız bir şeyler sallamakta iyi değil.

Ayrıca kedi topları da ne demek…? Acaba kedilerin uyumak için top gibi yuvarlanmasından mı bahsediyorsun? Bir de onları kendin yuvarlamaya çalışsan bu sefer sana huzursuzca bakıyorlar. Evet, tamam, belki biraz da olsa tatlı görünüyorlar. Ama uzun tüylü kediler paspas gibiler ve bir sürü toz-toprak topluyorlar, bu tür kedin varsa tedbirli olman gerekir!

Her neyse, artık kedileri bırakalım ve Kawasaki’ye yoğunlaşalım. Ve yine, Yukinoshita’nın cümlesi ona, sanki ilk defa yabancı birinin eline verilen kedi yavrusunun yaptığı titremeden daha fazla utanç vermişti. Özür dilerim, maalesef bu kız birilerini yatıştırma konusunda hiç iyi değil…

Bir özür olarak, artık özür denilebilir mi bilemem, bir kez aksırdım ve şunu ekledim. “Şey, eğer bunları pişirebiliyorsan, ihtiyaç duyulan şeyleri de yapabiliyorsundur!”

“Oh, evet. Her ne kadar sade olsa da…” Isshiki benim kelimelerim bittikten sonra bunları ekledi. Kelimelerini pek dikkatli seçmemişti ama saygısızca veya alaycı bir şekilde davranmıyordu.

“Evet, ayrıca bu kesinlikle Saki-Saki’nin yapabileceği bir şey!” Ebina-san baş parmağını dikmiş, Ebi-Ebi gülüşünü sergiliyordu.

Bu sefer Kawasaki kıvrılmaya başladı, açıkça görünüyordu ki o tüm bu övgüleri rahatsız edici bulmuştu. Daha sonra bakışlarını bir noktaya dikti, ben de oraya baktım, orada Miura vardı. Sanırsam Miura’nın diyebileceklerinden endişeliydi.

Fakat Miura bu bakışı anladı ve ilgisizce başını başka yöne çevirdi. Hafif bir sesle, sanki kimseye bir şey demiyormuş gibi fısıldadı. “Demek yemek işlerinde iyisin.”

“Ne? Evet, iyiyimdir…”

“Hmmm…”

Tırnaklarının uçlarıyla saçlarını kurcalarken ona karşı dediği kelimelerin içinde saygı hissiyatı vardı. Miura’nın yemek yapma beceresinin olmadığını kanısındaydım… Bu her genç kızın sahip olmak istediği bir yetenek sonuçta.

“Kawasaki-san yemek yapabiliyorsa, öncelikle bir öneri menüsü hazırlamamız gerekiyor.” Yukinoshita elini çenesine götürdü, başını eğdi, düşünüyor gibiydi.

“B-Beni unutmayın! Ben de öğrenmek istiyorum! Eğer çocuklar bile yapabiliyorsa ben de yaparım!” Yuigahama enerji dolu şekilde elini kaldırdı.

Yukinoshita üzgünce gözlerini yere dikti. “…Ben bundan pek emin değilim.”

“Yukinon fazla dürüstsün!”

“Aslında imkansız gibi bir şey demedi, hatta şu an seni çok önemsiyor diyebilirim.”

“Beni ne kadar beceriksiz zannediyorsunuz?”

Sen beceriksizliğinin yeterince farkında değilsin ama… Mevzu Yuigahama’yla alakalı olsaydı, menü oluşturmak da, yemek pişirmek de sorun olurdu. Onun alışılagelmiş ortaya saçma sapan yemeklerin fikrini atma ihtiyacı menü oluşturmada sorun yaratır. Çok uzun zaman önce Yukinoshita ile yaptığı kurabiyeler en sonunda yenilebilecek bir şeyler halini almıştı. Yani, Yukinoshita’nın öğretme yeteneklerinden hiç kuşkum yok…

“Hey, ya ben?”

“Evet, evet, bizi de aranıza alın!”

Miura ve Ebina Kawasaki mevzusundan sıkılmış görünüyorlardı, Isshiki hafiften elini kaldırıyorken, onlar da huzursuzca araya girdiler.

Onları gören Yukinoshita bir soluk verdi.

“Benim için sorun yok..” Dedi Yukinoshita ve bana bakış attı.

“…Ortaya fikirlerinizi atın, denemekten bir zarar çıkmaz, zaten asıl işi onlar yapacak.”

“Evet… Haklısın; beraber yapabileceğimiz bir şeyler düşünürüm, eğer boş vaktiniz varsa beraberce yapmaya ne dersiniz…”

Yukinoshita, Kawasaki’ye, Ebina-san’a, ve sonrasında Miura’ya baktı. Bu üçü başlarını eğerek onayladılar.

 

 

                                                    ꕥ   ꕥ   ꕥ

 

 

Onların gitmesi üzerinden biraz zaman geçmişti. Odamız sonunda eski sessiz huzuruna kavuşmuştu ve Yukinoshita sessizce soluk verdi.

“Her nedense bugün daha yorucuydu…” 

Yeni demlenmiş çayımızı içtiğimizde ancak rahatlayabilmiştik. Bugün olağan dışı bir yoğunluk olmuştu. Bir günde üç kişi. Eğer Isshiki’yi de sayarsak dört. Her halde bu kulüp tarihinin bir rekoru olmalı.

Geçmiştekinin aksine bugünkü yoğun gün, gelişimimizi gösteriyor.

Bu boş, depoyu andıran odanın gerçekten de hareketli bir yere dönüşeceğini kim bilirdi? Bu sandalyeler eski yerlerinde dağınık ve farklı yönlere bakıyorlardı. Fakat öncelikle daireyi andıran bir şekilde sandalyeler dizildi, sonra arasına masa konuldu ve daha sonrasında ise o masanın üzerinde bir çaydanlık yerini aldı.

Eski haline nazaran kulüp odamız değişmişti.

Sıcak havası olsun, çaydanlık olsun, masa örtüsü olsun, plastik bardaklar olsun, hiç biri en başta yoktular. Dahası çeşitli çeşitli nesnelerimiz de vardı. Tüm şiddetiyle parıldayan güneş ışınları odadan içeri girip duvarda asılı kalıyordu.

İlk geldiğimde buz rengi olan bu oda, ilkbaharın bitmesiyle sıcaklığın rengine dönmüştü.

Pek emin olamıyorum, acaba hepsi sadece mevsimlerin değiştiğinden dolayı mıydı, yoksa arkasında bana böyle hissettiren başka nedenler var mıydı?

Bizi içine alan odanın havası bizi bir uyku haline sürüklüyordu, biraz rahatsız ediciydi, bir refleks ile pencereden dışarıya baktım.

Hava durumu bugünlerde çok büyük bir soğuk hava dalgası geleceğini söylüyordu ve daha şimdiden kuvvetli bir rüzgar esmeye başlamıştı.

Pencere camlarınından gelen tıkırtılar ve bunlarla beraber iç içe geçmiş onların sesleri kulağıma ulaşıyordu.

Odanın kapısı bu sefer de büyük bir ses çıkartarak kabaca açıldı. Ve sonrasında gürültülü bir ses duyduk.

“Isshiki!”

“Eek!”

Korkudan Isshiki’nin omuzları zıpladı ve ürkekçe kapıya doğru baktı.

Hiratsuka-sensei kapı ağzında durmuş, kaşlarını çatmış, çok sinirli görünüyordu.

“Sensei, tıklamayı unuttunuz……”

“Ah, özür. Fakat bu çok acil bir konu. …….Isshiki.”

Yukinoshita’nın parmaklarıyla şakaklarını sıkıştırmasıyla aynı kuvvetle gülümsedi Hiratsuka-sensei ve sonra kocaman adımlarla içeriye girdi.

“İşi unuttun mu?”

“Eh……”

Isshiki ne olduğunun farkında değil gibi görünüyordu, gergince etrafına bakınıyordu. Sonrasında şüpheli bakan gözleri benimkiyle karşılaştı.

“Boş olduğunu söylememiş miydin?”

“…….Evet, ben tamamen boşum.”

Sorumu duyan Isshiki, yüzünü kaçırdıktan sonra aksi bir tonda cevap vermişti.

Bunu duyan Hiratsuka-sensei derin bir nefes aldı.

“Öğrenci konseyi her zaman işlerine devam etmek zorunda, ve tabiki senin de yapman gereken türlü türlü işlerin var. Sana mezuniyet törenindeki uğurlama konuşmasını hazırla ve bana getir dememiş miydim?”

Mezuniyet töreni… Daha çok zaman yok mu ona? Mart ayının ikinci haftası gibi yapılıyor değil miydi? Eğer bildiğim doğruysa, daha çok zaman var… Ve sanırım Isshiki de böyle düşünüyordu. [Ahaha, hayır ~☆], tarzında tatlı bir gülümseme vardı yüzünde.

“Fakat biliyorsunuz, daha ona bir ay var…”

“Çok safsın! Eğer bu işi ertelersen, kendini ölmüş bil!”

Hiratsuka-sensei’nin bu sert konuşmasını duyunca Isshiki omuzlarını silkti.

Evet, bir ay daha var. Ama sakın “nasılsa bir ay daha var!” diye düşünme.

İş olsun, yaz tatili olsun, kafanda hep kalan zamanı düşünürsen, kesinlikle öyle bir an gelir ki, düşündüğün tüm bu kalan zaman çoktan bitmiş.

Zaman ve mevsim kimseyi beklemez. Daha umut var, daha umut var, umut, umut, Tazmanya Canavarı! Hep böyle düşünen insanların işleri en sonunda sarpa saracak. Bu gibi durumlar az oluyor da değiller.

ꕥ Tazmanya Canavarı şu alaka -> Hikki orada   助かる(Tasukaru), diye başlayıp, mada tasukaru, mada tasukaru, tasukaru tasukaru, tasumania debiru (Tasmanian Devil – TR: Tazmanya Canavarı) Kelimesini türetmesidir.

 

“Zaten Şubat ayını ‘ay’ olarak düşünme. Sadece bir iki gün eksik olması yanında, giriş sınavlarının da olduğu zaman. Yani yapılacak çok iş olduğundan Şubat ayı gibi bir vaktin yok.” 

Hiratsuka-sensei kelimelerinde kesin bir ton kullanmıştı.

“Evet! Yapacağım! Hem de en iyisini! Ben düşündüm zaten! Bu yüzden buraya geldim! Geçen sene nasıl olmuş diye sormaya gelmiştim!”

Isshiki’nin cevabı bayağı ateşliydi. Bu konuşma ancak onun yapabileceği türdendi. Fakat en son dediğin şey ne öyle? Şundan eminim ki buraya gelip bizimle konuştuğun mevzu tamamen çikolatalar hakkındaydı…

Gerçi her ne olduğunun bir önemi yok, yani duyabileceğin en güvenilmez kelimeler şunlardır: “Elimden geleni yapacağım!” ve  “Bir şeyler düşünürüm!”…

Bir birleşmiş köle’den gelebilecek bu tür cümlelere inanmamalısın. Mesela benim babam. Her ne kadar telefonda iş konuşması yaparken tamamen nazik üslup kullanırken, konuşması biter bitmez şunu diyor: “Nah, bunu yaparım, salak herif!”…

Tabiki Hiratsuka-sensei Isshiki’nin bu sığ tepkisini anlamıştı ve eliyle saçlarını tararken Isshiki’ye hayal kırıklığına uğramış bir ifade ile baktı.

“Diyorum ki, bu şekilde olmaz. Yoksa gelecek sene senin için daha kötü olabilir, çünkü bu senpai’ler her zaman burada olmayacaklar, değil mi?”

Hiratsuka-sensei’nin konuşmasını dinleyen Yukinoshita eline çay bardağını almış, başını eğerek duyduklarını onaylıyordu.

“Evet, öyle.”

“Şey, her ne kadar uğraş isteyen bir şey de olsa…, yani sonuçta Isshiki-san konsey başkanı…”

Yuigahama da Isshiki’ye acıyarak bakıyordu.

Yaşananların farkında, destek arayan Isshiki, sandalyesini azar azar bana doğru çekti ve ağlayacak gibi duran gözlerle, omuzlarımı hafifçe tuttu.

Bunun gibi yöntemlerle yardım isteyen insanlara karşı ben çok zayıfımdır.

Komachi de bunun gibi bazen kendini ağlamaklı duruma sokar ve ben de elit sınıf bir abi olarak hemencecik onun tarafına geçerim. Kız kardeşim için bir veya iki dünya yok etmekten kaçınmam. Ah, bu saygı değer abiden daha ne beklersin zaten… 

Yapacak bir şey yok gibi. Tüm bu kargaşanın önüne geçecek bir iki kelime etme zamanı gelmişti sanırım… Tam ben ağzımı açıyordum ki Yukinoshita kendi sesiyle beni engelledi.

“Hikigaya-kun, onu şımartmasan iyi edersin.”

“Yok öyle bir şey, sonuçta o buraya bir şeyler danışmaya gelmişti…”

Dediklerimi dinleyen Isshiki ileriye doğru eğildi.

“Aynen öyle! Buraya gelenlerin sorunlarını en azından dinlemek senin görevin değil mi?”

“Fakat Isshiki-chan’ın mevzusu Yumiko ve Saki’ninkinden biraz daha farklı…”

Yuigahama kafasını buraya takmışken, Hiratsuka-sensei şaşkın kalmıştı.

“Ne, buraya daha başkaları da mı geldi?”

 “Evet! Aynen öyle! Bayağı gelenler oldu! Ve ben de onlara yardımım dokunur diye düşündüm…”

“Senin işin bu değil.”

Hiratsuka-sensei hemencecik onun gerekçelerini bir kenara attı. Hal böyle olunca Isshiki dişlerini gıcırdatmaktan başka bir şey yapmadı.

Isshiki, sen çok safsın. Geçerli bir sebep bile söylesen, Hiratsuka-sensei seni kolayca affetmeyecek. Affedilmek istiyorsan daha fazla efor sarf etmelisin. Hiratsuka-sensei’nin kelimeleri her zaman seninkilerden daha mantıklı olacaktır. Yani, Isshiki’nin kendisi yeterince “geçerli” değil. Onu tanımlayabilecek daha iyi bir kelime ancak “düz” olabilir… Pek de değil gerçi. Sanrım onda da var o şeylerden. Düz daha çok bilmem-ne-noshita-san’a uygun kaçar!

Ancak insanlar başkalarını eleştirirken bu kadar mantıklı, doğrulukçu bir tona sahip olurlar. Bu dili sana gelen eleştirileri kabul ederken kullanmamalısın. Ve bence şu an yapabileceğin en uygun şey onu görmezden gelmek olur.

İzle de sana nasıl olur göstereyim…

“Şey, onların bahsettiği mevzu daha çok kızları ilgilendiren cinsten olduğu için daha fazla kızın bulunmasının daha iyi olacağını düşündük. Yani, konu dışı kaldığımdan dolayı en azından ben böyle düşündüm. Biliyorsunuz işte yakında şu Sevgililer Günü var ya?”

Sevgililer Günü. Bu sihirli kelimeyi söyler söylemez, Hiratsuka-sensei yerinde çakılı kaldı. Sonrasında bakışlarını pencerenin ötesine dikti, uzaklara bakıyor gibiydi.

“Sevgililer Günü, bu… çok nostaljik…”

Özlem içinde bir soluk verdikten sonra bakışlarını yine bize dikti. Bize bakarken “Sevgililer Günü…” dedi hafif bir tonla bir kez daha.

Gözlerindeki neşe kaybolmuştu, yerini melankoli almışı.

Hiratsuka-sensei bir aksırdı ve kendine çekidüzen verdi.

“Birileri böyle bir istekle geldiği için uğurlama konuşması biraz bekleyebilir. Hem bir kere de Isshiki’nin size yadımı dokunsa iyi olur.”

“Pek öyle değil aslında. Herhangi bir şeyde Isshiki’nin yardımına ihtiyacım yok…”

“Bu çok kaba değil miydi!?”

Isshiki kzıgın yüzle bana baktı. Hayır ama cidden, senin varlığın daha kötü hale yol açar… Onu soğuk bir bakışla üzerimden attığım gibi Yuigahama aramıza girdi.

“Pekala, pekala… Kötü bir fikir değil bence. Bize ne kadar yardım ederse işlerimiz o kadar kolaylaşır…”

“Emin misin?”

“Senpai, sen beni ne zannediyorsun…”

Isshiki’yi duymazdan geldim ve Yukinoshita’ya baktım.

“Eğer Yuigahama öyle diyorsa benim karşı bir görüşüm yok.”

Bu anda Hiratsuka-sensei ellerini çırptı.

“Peki o zaman. Isshiki kendi çabalarıyla uğurlama konuşmasını hazırlayacak. Ve de, bu kadar kişiden istek talebi aldığınıza göre, sanırım kulübü bu noktaya getirdiğiniz için bir övgüyü hakkettiniz.”

“Acaba bunun nedeni bizi yardımcı adam olarak görmeleri değil mi…”

Evet, bize istekleriyle gelen insanların sayısı arttı. Ve onların sayesinde, bizim iş yükümüz de arttı. Zaten sorun da karşılığında hiçbir şey almamamızdı. Hatta bu iş yerlerindeki mesai ücretini alamama seviyesine geldi.

Ne ki şimdi bu? Çalışma saatlerini düzenlemek adına mesai katmıyorlar mı? Lütfen, burada yaşadıklarım siyah şirket işçisinin eğitiminden farksız.

ꕥ Siyah Şirket-> 10.Cilt Bölüm 1’de açıklaması var; işçilerini haddinden fazla çalıştırıp onların güvenliğini bile önemsemeyen şirketler.

 

Gözlerimin arka planda taşıdığı bu anlamı gören Hiratsuka-sensei bana göz çırptı.

“Öyle olsa bile, hala başkalarına yardım ediyorsunuz. Sizin gibi varlıkların yardım etme konusunda yapacağı az da olsa, fazladan efor sarf etmesi çok önemli. Isshiki’nin de bu özelliği kazanması fena olmazdı yani.”

“Evet! Elimden gelenin en iyisi ile yoluma devam edeceğim.”

Her ne kadar Isshiki büyük bir enerji ile cevap verse de, çok açık görünüyordu ki, yüzünde ki o büyük gülümseme şunu ifade ediyordu: “Hayıııııııır, yok öyle bir dünya~~”

“…Benim gerçek amacım senin bazı kusurlarını düzeltmek. Her neyse, elinden geleni yap.”

Acı bir gülümseme ile Hiratsuka-sensei Isshiki’nin saçlarını hafifçe okşadı. Sonrasında ellerini ona doğru hafiften salladı ve odadan çıktı.

Gidişiyle beraber biz de rahatlamışça bir soluk verdik.

“Fakat bu biraz sorun yaratıyor.”

Ellerini çiçek yapıp, bunları mırıldanan Yukinoshita’yı duyan Isshiki de ellerini çiçek yapmış vaziyette, ciddi ciddi bakıyorken bir soluklandı.

“Evet, Miura-senpai bu konudaki ciddiyeti bana sorun çıkarabilir.”

“Benim demek istediğim isteklerin sayısıydı…”

Bu ikisinin konuşmasına şahit olan Yuigahama’da acı acı gülümsedi ve konuşmaya başladı.

“Fakat, az da olsa, Hayato-kun’un hislerini anladım gibi…”

Hayama’nın hisleri, hayır, onu hiç anlayamam… Yuigahama soru işareti taşıyan bir yüzle baktım, ne demek istediğini soruyordum. Yuigahama biraz düşündü, ve bir kez daha konuştu.

“Ya, biliyorsun…, nasıl desem…, tahmin ettiğim gibi tam olarak açıklayamasam da, ya da belki sadece çok fazla düşünüyorum…”

Bu tip endişe tam ondan gelebilecek türdendi. Bunu duyan Isshiki başını eğdi.

“Ah, bu çok senlik, Yui-senpai, çok naziksin!”

“Öyle mi, ya…, ahaha… Tam benlik,ha…”

Yuigahama Isshiki’nin kelimelerine saçmaca güldü, yüzünde neşesiz bir hal vardı.

Muhtemelen övgü aldığı için böyle içine kapanık davranıyor. Muhtemelen sadece bundan dolayıdır. Belki de dahası o, Hayama Hayato gibi. İkisi de nazik insanlar olduğundan dolayı, ikisi de başka insanları düşünmekten dolayı acı çekiyorlar.

Şöyle bir düşününce, Yuigahama’nın arası Hayama ile çok iyi, Miura’yla da, Isshiki’yle de. Bu üçünün arasında, iki arada bir derede kalma durumu Destiny Land’da açıkça ortaya çıkmıştı, ve şimdi daha da belirgin görünüyordu.

‘Ah, be büyük bir sıkıntı…’ Dışarıdan bakan biri tarafından bu yorumu yapmak ne kolay. Fakat ben bunu bile yapamam.

Birinin başkalarıyla olan ilişkisi hakkında gerektiğinden fazla düşünmesi konusunu anlamakta çok zorlanıyorum. Fakat ben de onunla aynı hislere sahibim. Bu, bir neticeyi elde etme isteğinin verdiği histi.

Muhtemelen Yukinoshita’da böyle hissediyordu. Bunu rahatça söyleyebiliyorum çünkü Yukinoshita’nın yüz ifadesi Yuigahama’nın iç karartan az önceki davranışını önemsiyor gibi duruyordu.

Mesela, eğer ben Hayama’nınkiyle aynı sonuca varırsam, muhtemelen, bugüne kadar yaptığım her şey sadece gereksiz efordan başka bir şey olmayacaklar.

Başkalarının beklentilerine karşılık vererek yaşayan Hayama Hayato, bunu kusursuzca yerine getirmek istiyor. Taviz vermeden en büyük tavize sahip olmak istiyor. Kendini böyle bir yaşam sürmeye çoktan adamıştı.

Böyle samimiyetsizlik gibi bir samimiyet yok.

[Nazik] bir insan açısından [nazik olmayan] bir insanın yapabileceği pek bir şey yoktur. Onların yapabileceği olsa olsa kendi halinde konuşmaları veya bir şeyi devamlı tekrar etmeleridir.

“…Hayama için bir neden oluşturmamız yeterli olacaktır. Hayama’yı ikna edecek şöyle geçerli bir neden.”

“Ne?”

Isshiki benim ne demek istediğimi anlamamıştı ve vücudunun üst yarısı, başının hareketleriyle aynı şekilde yana doğru dönmüştü, bana bakıyordu. Bu davranışı çok tatlı olsa da, verdiği tepki sinir bozucuydu, Isshiki…

“Kabullenmek zorunda kalacağı bir duruma, daha çok, sorulduğunda doğalca kabul edeceği hale sokmamız lazım diyorsun.”

Ancak bunları duyunca Isshiki’nin dudaklarının kenarları üste doğru kıvrıldı, fakat yüzündeki o tuhaf ifade olayı tamamen anlamamış olduğunun göstergesiydi. Sonrasında Yukinoshita elindeki çay fincanını tabağına koydu ve gözleriyle yandan bana sessiz kal işareti verdi.

“Açıklamak gerekirse, geçerli bir neden olduğu sürece kabul edecektir. Eğer ona kapalı bir çevrede çikolata verirsen, Hayama-kun sorun etmeyecektir.”

“Evet, doğru, şu kapalı denen şey?”

Aslında kapalı da olsa, en kötüsü de olsa, QP’de olsa fark etmez. Önemli olan nokta başkalarının ona ne yüzle baktığı değil, insan ortamındaki imajını zedelememektir.

ꕥ Hiroshi Takahashi’nin mangası ,QP(キューピー)

 

Ne denildiyse, ne Isshiki ne de Yuigahama anlamış görünmüyorlardı. Yuigahama hala “Cu-ro-se-to…?” diye mırıldanıyordu. Bu kapalı ortam ne demek oluyor? Doreamon’ın yaşadığı ortam mı?

ꕥ Kapalı Ortam -> İngilizcesinde “Closed” kelimesini Japonca da okurken “Cu-ro-se-tu”demesiyle birlikte Japonca’da yine Katakana ile aynı okunan Closet(Dolap), Doreamon’un dolapta yaşadığını söylüyor.

 

“Mesela… Sevgililer Günü’nden bahsetmeden bir şekilde çikolatanın tadına baktır. Tam bir fikrim yok ama bunun gibi bir şey.”

“Şey gibi… hepimiz beraber çikolata yapsak nasıl olur?”

Yuigahama derin bir nefes çekerken konuşmuştu, bu öneriyi yapınca rahatlamış göründü. Her neyse fazla üzerinde durmadan durumu kavrayabildiysen, ne iyi sana.

“Hmm, bunun gibi bir şey. Isshiki olsun, Miura olsun, eğer çikolatayı Hayama’nın da olduğu ortamda yapıp ona tattırırsanız, o asla sizi geri çevirmez.”

“Anladım… Ne demek istediğini anladım! Yani, kimsenin bizim aramıza giremeyeceği bir yere sıkıştırmam lazım diyorsunuz.”

“Anlamamış olman dışında, bir de söyleyiş tarzını düzelt istersen…”

Isshiki’ye çıkışımı duyan Yukinoshita kıkırdadı.

“Fakat anlatılmak istenen onun gibi bir şey. Bu, ortadan kaybolma ve sinsi taktikler konusunda bir dahi olan senin için kolay olmalı.”

“Bence sen de konuşma tarzına dikkat etsen iyi olur.”

Bazı zamanlar, birilerini övecekken, kelimelerini seçme konusunda daha fazla efor sarf etmen gerekiyor. Bunu düşünüyorken Yuigahama aniden ayağı kalktı.

“O zaman, neden hepimiz yapmıyoruz? Yani, hep birlikte…”

“…Evet, eğer bizle belirli bir yerde yaparsan, her birimiz için teker teker uğraşmak zorunda kalmazsın da.”

“Ah, bence çok iyi! Bu olayı hep beraber, istek sahipleriyle birlikte yaparsak, eminim birbirimizden bir şeyler öğrenmiş oluruz. Ve Yukinoshita-senpai’nin öğretmesiyle çok muhteşem olur.”

Isshiki sandalyesini azar azar Yukinoshita’ya yakınlaştırdı. O sırada başka şeyler düşünen Yukinoshita’nın elini yakaladı, ve başını hafiften eğerek, rica eden tavırlar ve kalkık gözlerle ona baktı. Sonrasında “ehehe” gülümsemesini yaptı ona.

“E, eh eh… Benim için sorun yok…”

Her zamanki gibi Yukinoshita dokunma konusuna gelince pek bir dayanıksızdı. Rica eden bir ses kullan ve Yukinoshita hemen oltaya takılsın, sonra ipi sar ve artık o senin elinde.

Fakat bu konuda Yuigahama’nın yapma biçimiyle Isshiki’ninki farklı. Yuigahama’nınki daha doğalken Isshiki’ninki daha sinsice ve yapmacıktı. Fakat her ikisinin de Yukinoshita üzerindeki etkisi farklı değildi.

Yukinoshita aksırdı ve bana baktı.

“Eğer yardımımız dokunacaksa, benim için sorun yok… Sen ne düşünüyorsun?”

“Yani, bana sorsan da umurumda değil… Nasılsa öğretim işini sen yapacaksın, eğer sorun yok, ben becerebilirim diyorsan, yapalım.”

Ve bir de Yuigahama bunu yapmayı çok istiyor gibiydi. Kaldı ki, reddetsem de hiç bir şey değişmeyecekti.

“Öyle mi? O zaman, bu etkinliği nasıl yapacağımız hakkındaki meseleleri konuşmamız gerekiyor…”

Yukinoshita elini çenesine götürüp düşünmeye başladı. Karşısında oturan Isshiki aniden telefonuna sarıldı ve birini aradı.

“Ah, başkan yardımcım? Bir başlık oluşturmanı istiyorum. Şöyle içinde pişirme dersi veya etkinliği tarzında bir şeyler olması lazım. Evet onun gibi. …Ne? Hayır, daha çok topluluk merkezindeki bildiri panolarına asılabilecek bir şey. Bir de…”

Kulağıma kadar ulaşan hattın karşısındakinden gelen sıkıntılı sese rağmen Isshiki dır dır konuşup emirlerini vermeye devam etti.

“Ne ne, Yukinon, ya ben?”

Yuigahama da sandalyesini azar azar Yukinoshita’ya yaklaştırdı, nasıl yardımım dokunur diye soruyordu. Onu duyan Yukinoshita cevap vermeden biraz düşündü.

“Yuigahama-san sen…”

Sonrasında Yukinoshita elini ciddiyetle Yuigahama’nın omzuna attı, ve sanki küçük bir çocukla konuşur gibi, nazik bir sesle konuşmaya başladı.

“Sen de benimle beraber yap.”

“Bana hiç güvenmiyorsun!? U u, peki… Hikki ne yapacak?”

Aniden başıyla bana dönüp sorsan da, bu konuda benim yardımım dokunabilecek bir şey yok gibi.

“Benim pişirme konusunda bir bilgim yok.”

Cevabımı duyan Yukinoshita, hafiften kıkırdadı.

“Pek önemi yok, Tatlarına bakıp yorum yapman yeterli.”

Sanırım bu kelimeleri daha önce duymuştum. Fakat kullandığı ses tonu eskisi gibi değildi. Onun yanında oturan Yuigahama da bir şeyler hatırlamış görünüyordu ve bir gülümseme çıkarmıştı.

“…Orasını bana bırak. Bu konuda uzmanım.”

Daha önceki verdiğim cevabımı hatırladım, ve yine onu kullandım. Üçümüz de birbirimize bakıp içten gülümsemeler yaptık.

Hala telefonuyla konuşma halinde olan Isshiki, bize baktı, muhtemelen gülüşlerimizi fark etmişti.

Bakışları bize neye gülüyorsunuz diye soruyordu, başımı sağ sola titreterek, önemli bir şey yok diye cevabımı ilettim.

Zaten az öncekinin tam bir açıklaması olamazdı. Bu tip şeyleri ancak beraberce belli zamanlar ve anılar geçirmiş insanlar anlayabilirdi.

Isshiki ne olduğundan habersiz konuşmasına devam etti, fakat pek uzun sürmeden başkan yardımcısıyla konuşmasını bitirme cümlelerini etmeye başladı.

“Tamam, olur, evet, çabaların için teşekkürler.”

Başkan yardımcısı ağlamanın eşiğine gelmiş gibi görünüyordu, fakat Isshiki onu duymazdan geldi ve konuşmayı sona erdirdi. Konuşmasını bitiren Isshiki, ayağa kalktı, canlanmış görünüyordu.

“Bu da tamamlandı. Küçük detaylarla öğrenci konseyi ilgilenir, pişirme sınıfını sizin emrinize bırakıyorum~”

Ve küçük bir sesle “her zaman için teşekkürler” derken, karşımızda hafifçe boyun eğdi ve odadan ayrılmak üzere hazırlandı.

Muhtemelen aşçılık sınıfı gibi bazı hazırlıklar yapmaya gidecekti.

Geçmişte ki, başkalarına hissettirdiği o güvensizlik artık ortada yoktu.

Hala işlerinde birazcık keyfi davransa da, bu onun büyümesinin bir parçası olarak düşünüyorum. Hayır, bunu büyüme olarak adlandırmak biraz aşırı kaçar. En azından şunu söylemem gerekiyor ki o sadece bu tip şeylerin üstesinden gelmeyi biliyor. Ve bir de, onun başkan yardımcısına kullandığı tavırlar hemen hemen Tobe’ye yaptıklarına benziyor.

“Peki o zaman, daha sonra görüşürüz, Isshiki-san.”

“Un! En iyisini yap! Iroha-chan!”

Isshiki’nin vedasını yaptığı kapı ağzına doğru, Yuigahama enerjikçe elini sallıyordu ve Yukinoshita da oraya doğru gülümsüyordu. Bende sadece başımı eğerek ona veda ettim ve gitmesini izledim.

Kapıyı yavaşça örtmesinin ardından bir anda düşünceler girdi kafama.

…Anladım şimdi, Isshiki şu an işlerini ciddiyetle yaptığı için bana düşen pek bir şey kalmıyor artık.

Her nedense, pek yardımcı olmayacağım için biraz yalnız hissettim kendimi.

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.