Oregairu Cilt 11 Bölüm 01

Kış, daha başladığının farkına varmadan biter.

   

Çevirmen: Forevertr3

       

     Şubat ayına girdiğimizden beri bir süre geçmişti.

       Kışın soğuk rüzgarı her zamanki gibi şiddetlice esiyordu ve kuru kuzey rüzgarı her estiğinde sınıf penceresinin camlarından çatlama gibisinden sesler çıkıyordu.

       Son dersimiz olan rehberlik dersinin de bitmesiyle sıcaklıklar daha da düşüşe geçti. Sınıfın kapısına yakın olan sıram, maalesef kaloriferden nasibini alamıyordu ve küçük, soğuk esintiler kapının açıklıklarından eserek sınıfa giriyordu. Bu esintiler enseme vurduğunda titriyordum.

       Fakat pencereden dışarıya baktım ve hala güneş gök yüzünde görülebiliyordu. Gündüz vakti zamanla azar azar artıyordu.

       Takvime bakacak olursak İlkbahar Ekinoks’una fazla zaman kalmamıştı. Fakat her yıl bu zamanlarda, hele hava da soğukken, kendini şöyle düşünürken buluyorsun, “Bu ilkbaharı ne diye çağıralım; ‘İlkbahar Geldi ‘ diyelim” kafanda çalıp dururken kafanla dans falan edersin veya bunun gibi şeyler.”

ꕥ Hata Mahiro’nun İlkbahar geldi şarkısı, ninnisi artık her neyse.

        Fakat bir de şöyle bir deyiş var: “Eğer kış geldiyse, acaba sonrasında ilkbahar mı var?”

ꕥ Batı Rüzgarları için yazılan bir tür kasideden bir parça.

        Okul bitmişti ve sınıfın havası yaklaşan ilkbaharı müjdeliyor gibi imgelere sahipti.

      Bir aydan biraz daha az zaman sonrası böceklerin uyanış vaktini gösteriyor olacaktı.

ꕥ Uzak Doğu Takvimleri’nde 5-20 Mart arasında tarih böceklerin uyanması diye adlandırılıyormuş.

        Sınıftaki etkili ısıtıcıdan dolayı tüm sınıf bir anda böceklerin, kurbağaların, yılanların kış uykusu tarihinden biraz daha erken uyanmışlar gibi hareketlenmeye başladılar.

        Sınıfın pencere kenarına yakın olanlar kalorifere yakın olduklarından sıcaklıktan tamamen nasibini alabiliyorlardı. O bölgelerin birini coşkulu bir grup doldurmuştu. Her zamanki gibi bugün de onların gürültücü, göze çarpan seslerini duyuyordum.

        “Adamım bugünlerde yiyecek şöyle tatlı bir şeyler gelse önümüze,” dedi Tobe saçlarını sallıyorken. Oooka ve Yamato, Tobe’nin neyden bahsettiğini anlamış gibi dizlerine vurdular ve onu işaret ettiler.

        “Aynen adamım.”

        “Aynen.”

        Sonrasında bu üçü aralarında bakıştılar.

        “Ne dediğimi bilirsin…? Şöyle tatlı çikolata fena olmazdı.” dedi Tobe, gereksizce dramatik davranıyordu. Bu üçü galipçe bakışlar attı ve kızlara kısaca göz gezdirdiler…. Mmm, ilkbahara az kaldı diye düşünüyordum, fakat hala kışın ortasındaymışız gibi hissediyorum.

      Miura onlarınkine oranla daha duygusuz ve soğuk bir tepki verdi.

       “…Ha?”

       Miura dilini hafifçe ısırdıktan sonra bu üç salağı ilgisiz bakışlarıyla susturdu. Yuigahama ve Ebina-san zoraki bir gülümseme yaptı.

       “Tabi ya, yılın o zamanı geldi demek…?” dedi Hayama, kız ile erkek gruplarının arasına girerek. Oooka ve Yamato başlarını eğerek Hayama’nın dediklerini onayladı.

        “Senin için ne güzel Hayato-kun, fakat bizim için o kadar iyi olmuyor.”

        “Doğru.”

        Oooka ciddi tavırlar sergilerken Yamato onaylarcasına başını eğdi. Kelimeleri sanki ortada çok büyük bir sorun varmış gibi çıkmıştı. Bu fırsatçı bakirenin kıskançlığı o kadar berbat ki, bu bir şekilde muhteşem gibi… Diye düşündüm. Sonrasında Tobe sersemce gülümserken Hayama’nın omuzlarını sıvazlıyordu.

        “Fakat Hayato-kun genelde çikolataları almayı kabul etmiyor.”

        “Ne, öyle mi!? Ne yazık ama!”

        Oooka’nın  söyledikleri Hayama’nın zoraki bir gülümseme çıkarmasına neden oldu. Anlıyorum, bu yolu seçerek çıkabilecek gereksiz sorunlardan kaçmak istedi.

       Yine de, ona aşık olan kızlar bunu kabullenecek kadar hevesli olmayabilirler. Bu kızların önde gelen ismi Miura, yüzünü onlardan başka bir yöne çevirmiş, ilgisiz bir ifadeyle sessizce konuşulanları dinliyordu.

       Onu izleyen Yuigahama “ah” çektikten sonra konuştu.

       “Fakat hiç tanımadığın bir insandan bir şeyler almak korkunç olur.” Yuigahama ona olan sempatisini göstermek için başını eğdi.

        Peşinden Ebina-san ciddi bakışlarla elini masaya vurdu ve konuşmayı sona erdirdi. “Hiçbir şey almayı kabul etmiyorsun… çünkü asıl sen onları alacaksın. Mesela alacağın biri Hikitani-kun olabilir?”

        Konuşmasını bitirdiği anda, Miura başını bir yana eğdi. Ya bu kız ciddi bakışlarla nasıl oluyor da böyle şeyler söylemeyi beceriyor…? Miura cebinden peçete çıkardı ve Ebina-san’a uzattı.

        “Ebina, burnun kanıyor.”

        “Oh, teşekkürler.”

         Ebina-san burnunu silerken şüphelice gülüşünü kesti ve Miura yumuşak bir gülümseme çıkardı. Kaloriferin yanında olmak gibi bir etken bir yana, orada toplanan herkes çok sıcak görünüyorlardı.

        Hayır, sadece onlar değil. Tüm sınıf aynı sıcaklıkla sarılmıştı. Bu sersemce hava sadece Tobe ve diğer ikisini içeren ahmak üçlü ile sınırlı değildi, sınıftaki diğer tüm gruplar için de geçerliydi.

        Resmi olarak, Sevgililer Günü’ne birkaç gün vardı.

        Diğer bir deyişle, o gün annen ve kız kardeşinden çikolata aldığın gün.

        Sevgililer Günü aşk ile kutsanmış bir gün, fakat bu ikili anlayış duygusu sorunsuz olmuyor. O günde, olayların oluşuna göre her şey etkilenebiliyor. O gün kanın ciddi ciddi aktığı gün. Tarihte bu gün, bir devlet büyüğü ile başlayan bu gün, ayrıca çetelerin arasında çatışma çıktığı bir gün. Ve bir de, Chiba’nın yerlisi olan biri, çikolatalar hakkında bir kere daha düşünmezler çünkü onun yerine Bobby’yi düşünürler.

ꕥ Chiba Lotte Marine Beyzbol takımının menajeri Bobby’nin soyadı Valentine(Sevgili)  imiş.

        Fakat benim gibi birinin ne düşündüğü hiç önemli değil, sonuçta böyle büyük bir günü devirmek imkansız. Aslında, ben çikolata ve şeker sanayisinden biri olsam kendi kazancım için bu günü herkese tavsiye edebilirdim ve sonrasında gelenekleri yanlış düşünen biri olarak damga yerdim.

        Sevgililer Günü artık Japon Kültürü’nün bir parçası olmuş halde. Noel de az veya çok aynı şekil. Hatta zamanla Cadılar Bayramı’nın da Japon versiyonu falan çıkabilir. Yaz Festivali, Bon Festival Dansı, veya Yengeç ve Oğlak dönencelerinde mezar ziyareti yapmak da pek farklı olamaz.

        Basitçe,  bu onları sevmek veya onlardan nefret etmek ile alakalı. Kimse seni Ortodoks veya kafir diye suçlayacak değil ya. Eğer o günleri kabullenmeyeceksen, Noel olsun Sevgililer Günü olsun, “Onlardan nefret ediyorum!” diye bağırmalısın.

        Komachi her yıl bana sinsice de olsa çikolata verdiği için ben Sevgililer Günü’nden o kadar da nefret etmiyorum. Hatta şöyle ki, Komachi’yi abisi olarak çok sevdiğimden dolayı, o günün gelmesini dört gözle bekliyor gibiyim.

        Acaba bu yıl bana vermek için ne tür pahalı bir çikolata aldıracak bana…. Kız kardeşimin bana yaptıracağı harcamalar hakkında mutlu düşüncelere dalmışken, sınıfta bir şamata koptu.

        “Ya, zamanında yapamayacağım!”

        “Meraklanma, daha zamanın var! Devam et! Pes etme!”

        Tesadüfen oraya baktım ve farklı yerlere oturmuş kız grupları vardı. Bu grupların ikincisi ve üçüncüsü bir çeşit atkı veya süveter örmeye çalışıyorlardı. Sanki bir Light Novel yazarı ile onun editörü arasında geçen konuşmaya tanıklık ediyor gibiydim. Bak arkadaş, zamanında bitiremeyeceksin. Sevgililer Günü’ne çok az kaldı ve sen hala işin yüzde onunu ancak bitirmişsin. İşi zamanında yetiştirmeye çalışmak yerine, işi teslim etmen gereken son zamanı daha ileri bir tarihe atmak daha etkin ve gerçekçi olur!

        Görünen o ki bu yürek parçalayıcı sahneyi izleyen sadece ben değildim.

        Miura parmaklarıyla saçlarını kurcaladı ve bir iç çekti.

        “…Yani, el yapımı şeyler biraz itici olabilir. Bu tipteki şeyleri kabul etmemek yanlış olmaz.”

        İlgisizce bu kelimeleri söyledikten sonra faklı yerden bir soluk daha çıktı.

        “İtici… Öyleler sanırım…” Yuigahama küçük parmaklarıyla şeftali renkli saçının topuzunu kurcaladı, böylelikle hırkası hafiften gerildi. Sonrasında sıkıntı içerisindeymiş gibi ama utangaç bir şekilde gülümsedi.

        Bu gülümsemeyi görünce aniden daha öncelerden bir şey aklıma geliverdi.

        —Demek, el yapımı?

        Acaba bu kız kimin için kurabiyeler yapıyor? Bunu düşünüyorken ona baktım ve gözlerimiz karşılaştı. Bir refleks ile ikimizde gözlerimizi kaçırdık.

        “Zaten önemli olan duyguları aktarmak, başka şey değil.”

        Hayama’nın sesi biraz kendini kasıyormuş gibi çıkmıştı.

        “Evet aynen öyle ahbap! Fakat bilirsin işte ben, anlarsın ya, birileri o şeyden bize de verse, iyi olmaz mıydı?” Tobe hemen ellerini dizlerine vurdu ve Hayama’nın dediklerini onayladığını kelimelere döktü. Onun çaprazında, Ebina-san ellerini çiçek yapmış yandan ona bakışlar gönderiyordu.

        “Fakat çikolatayı yaparken bir hata bile yapamazsın, çünkü yaparsan bitersin. Zaten çok pahalı olmayan bir şeyi elle yapmak yıldırıcı olur. Gidip halihazırda yapılmış olanı satın almak daha kolay olmaz mı?”

        “Evet, aynen öyle!”

        Ebina-san konuşmasını bitirir bitirmez Tobe görüşünü değiştirdi… Hadi ama hemen kabulleneceğine, en azından üzerinde biraz ısrarcı olsaydın.

        “…Mmhmm, el yapımı, demek?”

        Ardından gelen Miura’nın ilgisiz sesi onları kahkahalara boğdu.

        Daha biraz zaman öncesinde kadar bit bölünme yaşayan bu grupta artık ondan eser yok.

        Hayama tüm samimiyeti ile herkesin ondan umduğu o Hayama Hayato gibi davranıyor, bu sırada Miura yavaş da olsa kendi yöntemleriyle onunla arasındaki mesafeyi azaltıyor. Tobe ve Ebina-san ise, onlar, her zamanki gibiler işte, fakat o olaydan bir takım zaman geçince ikisi de kendilerince uygun bir ortam oluşturmuşlar.

        Ve Yuigahama neşe içinde onları izliyordu.

        Sınıf ortamı tabiki yerinde durmuyordu, değişiyordu. Fakat yine de, onların sahip olduğu sakin sakin, sanki yavaştan ilkbahara geçiş yapıyormuş gibi ısınan o yeri böyle yandan izlemek biraz parlak gelmişti ve hafiften gözlerimi kapadım.

                                                      ꕥ  ꕥ  ꕥ

        Koridor üzerinden okulun özel binasına yayılan hava soğuk ve kuruydu. Dudaklarımın çatladığını ve vücudumun sertleştiğini hissediyordum.

       Sınıfın pencerelerinde buğu görülebiliyorken, okul bahçesini net olarak görebildiğin koridorun pencerelerinde buğu yoktu. Bahçede dökülmüş ağaçlar ve küçük çiçek grupları vardı, tozlu ve koyu kahverengi olan bu kış manzarası Japonya’nın kuzey bölgelerinde görülenler gibi değildi.

        Chiba’ya pek kar yağmaz. Bu azlık kara alışık olmayan Japonya’nın Kanto Bölgesi’nde de aynıdır. Geçen ay haberlerde Tokyo’ya kar yağdığını duydum fakat buraya bir kar tanesi bile yağmadı.

        Kışa ait bir figürün azlığı havayı çok soğuk yapıyor. Daha az öncesine kadar sınıfta hissettiğim sıcaklığı artık hissedemeyince boynuma sarılı olan atkımı daha da üste çektim.

        Sınıftaki o yerin sıcak hissettirmesinin nedeni kalorifere yakınlığından falan değildi. Asıl nedeni bir süredir sorun yaratan çatlaklar doldurulmuştu.

        Eminim ki Hayama ve diğerleri birlikte olacakları son anı dramatikçe değil, sanki dünya ve dünyadaki yaşam sona eriyormuş gibi huzurlu ve sıcak bir şekilde bekliyorlardı. Hepsinin birlikte korumak için çaba sarf ettiği o kutsanmış ve huzur dolu gerçeklik yerin dibine batmıştı.

         Şu mümkün ki, sayısız kışı geçirmenin verdiği deneyim onlara nihayetinde baharın geleceğini anlamalarına olanak sağlayabilir.

         Önümüzde duran, o beklediğimiz şey baharın sıcaklığı değildi, o ayrılıkların baharıydı. Çiçekler açtığı zaman gelen bir fırtına gibi iyi arkadaşlar hep uzaklara giderler.

         Sınıflarımız değişecek ve belki de yeni yeni ilişkiler kuracağız. Gelecek sene bu zamanda, sınav sezonunun tam ortasında olacağız ve artık okula gitmemiz gerekmeyecek. İşte bu yüzden herkes birlikte eğleniyor ve bu kışı bağrına basıyor. Herkes huzur içinde sonu bekliyor.

        Bu durumda zayıf bir soğukluğun yanında belirgin bir sıcaklık var. Atkıma boğulmuş halde yürüyorken “buz gibi soğuk” diye mırıldandım ve arkamdan gelen hafif ayak seslerini duydum.

        Arkama döndüm ve omuzlarıma biri dokundu. Yuigahama’nın asık suratı ile karşılaştım.

        “Neden önden gidiyorsun…?”

        “Birlikte gidelim falan demediğin için…” dedim huzursuzca. Neden böyle bir tavır sergilediğini anlamadım.

        Yuigahama’nın ağzı açık kaldı ve utanç içinde saçlarını hafiften okşadı. “…Oh, beni beklediğini düşünmüştüm. Bir süre sınıfta bekledin de, o yüzden…”

        “Yo, öyle değil…”

        Konuştuğum sırada neden sınıfta beklediğim hakkında düşündüm. Evet, şu doğru ki, Yuigahama beraber kulübe gitmek için birçok sefer beni davet ederdi. Muhtemelen bu yüzden yanıma gelip davet edeceğini farz ettim ve kendimi bir bekleyişin ortasında buldum.

        Fakat aklıma başka düzgün bir neden geldi.

        “Ben sadece Hayama ve Miura’nın durumunu merak etmiştim.”

        “Ahh, anladım. Şu an iyi gibiler, iyi yani.”

        Yuigahama küçük bir soluk verdi ve hafifçe başını eğdi. Sonrasında bu boş koridorda bir iki adım önüme geçti ve vücudunu zayıfça salladı.

        “Bilirsin işte, bu iyi bir şey. Eminim ki herkesin kafasında birçok soru işareti var ama onlar olabildiğince içinde bulundukları anı yaşamaya gayret edip neşeleniyorlar…”

        Her bir kelimesinde empati kurarken, ifadelerine nazik bir gülümseme ekliyordu.

        “Evet, öyle sanırım. Muhtemelen hayatlarımızın en iyi zamanını yaşıyoruz şu an.”

        “Beklenilmedik şekilde pozitifsin…”

        “Geçmişi hatırladığında pişmanlıktan ölmek istersin ve geleceğini düşündüğünde endişelenmekten bunalıma girersin. Yani eleme yaparsak, yaşadığımız an en iyisi.”

        “Lafım geri! Negatifsin yine! Yuigahama somurtarak omuzlarını düşürdü. Sonrasında hızlıca öne atıldı ve şikayet etmeye başladı. “Başladın yine böyle şeylere… Ortamı oku işte.”

        “Ortam, derken…?”

        Ne tür bir ortam mesela?

        Mesela Sevgililer Günü ortamı?

        Eğer öyleyse anlayabilirim sanırım. Bazen; kitleyi izlerim, kendimi ortama ayarlarım ve ortam için ne gerekiyorsa onun rolünü yaparım. Sonrasında bu sadece “herkesin yaptığı bir şey” diyerek kendime çeki düzen veririm. Yoksa bu sadece beklentilerinin olmasını, istemeni sağlar, seni şımartır, kendini kaybettirir, ve bekletir.

        Fakat bunun yapman gereken bir şey olduğunu düşünmüyorum.

        Tek yaptığın sadece beklemek olursa bu samimiyetsizlik olur. Çözüm ne olursa olsun, tünelin sonunda seni bekleyen sonuç her ne olursa olsun, aldanmadan ve kuşku duymadan ileriye adım attığından emin olmalısın ve tüm pişmanlıklarını en sona bırakmalısın.

       İşte bu yüzden, ortama ayak uydurdum ve sormaya karar verdim.

       “Bu arada…”

       Boğuk bir ses ile bu kelimeleri çıkarabilmiştim ve Yuigahama arkasını döndü. Başını eğmesi ve o gözleri, lafına devam et sinyali veriyordu. Onu tam karşıdan, böyle görmek bir şekilde büyüleyiciydi, hafiften yüzümü kaçırdım.

        “…Yakın bir zamanda boş vaktin var mı?”

        “Huh? Şey, evet, var… sanırım,” dedi Yuigahama, kekeleyerek ve ellerini şaşkınca hareket ettirdi. Huzursuzlanmış gibi cep telefonunu eline aldı. Fakat hemen sonrasında aniden tüm hareketlerini durdurdu.

        Kulüp odasının kapısına bakakaldı. Bunun sonrasında, ağzından kelimeleri çıkarmakta zorlandı. Öncekinden farklı şekilde, ifadesi batmıştı.

        Olanları görünce biraz şaşırmıştım ve neden böyle bir ifade yaptığını sormak için acele ettim, ben de kendimi boğucu ortamın içinde bulmuştum. Koridordaki hava öylesine soğuk ve kuruydu ki boğazımda bir şey takılı kalmış gibi kendimi rahat hissetemedim.

        Bu soruyu tam o anda, burada sormak en iyi seçenek olmayabilirdi. Veya belki de, daha iyi veya daha  düzgün bir yol olabilirdi. Acaba tekrardan sormak tuhaf kaçar mı? Ne yapmam gerektiğinden emin olamıyordum.

        İkimizin de ağzını bıçak açmıyorken, onun yüzüne baktım, sırtım hala çöküktü ve gözlerim yere bakıyordu. Takındığı bu sorunlu gülümsemesi nefesimi kesmeme neden olmuştu.

        Bu sessizliği bozmak için Yuigahama hızlıca konuştu, “Biraz düşünmeme izin ver, sana sonra söylerim!”

        “…P-Peki.”

        Rahatladım mı yoksa yoruldum mu? Muhtemelen biraz daha farklı bir şey.

        Bu her ne olursa olsun, derinden bir soluk çıkardığım anda, Yuigahama verdiğim cevabı beklemedi, bir kaç adım öne attı ve kulüp odasının kapısını açtı.

                                                     × × ×

           Kapı açılmıştı. İçeriye girdik ve odanın içi rahatlatıcı bir hava ile sarılıydı.

         Sınıfta çok daha fazla insan olmasına rağmen, tuhaf ki, burayı daha rahatlatıcı görmüştüm. Belki de bu sadece okulun özel binasının bu kulüp odasına nüfuz eden güneş ışığının bir yan etkisi olabilir.

         Üzerine hafiften güneş ışığı vuran, her zamanki yerinde oturan kişi, Yukinoshita Yukino’ydu.

         Elindeki kağıtlara bakan yüzünü kaldırdı, saçlarını narince yandan süpürdü ve nazikçe gülümsedi. “Merhaba.”

        “Yahallo, Yukinon.”

        “Selam.”

        Yuigahama elini kaldırarak selam veriyorken ben de her zamanki gibi tipik selamımı verdim ve yerlerimize geçtik.

        Bilmem ki, acaba ne zamandan beri burası benim yerim olmuştu. Kimse burada oturduğum için huzursuzlanmıyor, ya da kimse buraya oturmamı emretmedi, veya kimse buraya oturmaya zorlamadı. Beklediklerimden çok daha hoş bir şeyden dolayı olduğu kesin.

         Ve burada görmeye alışkın olmadığım sadece bir varlık huzursuzluğun acısını hissetmeme yeterince neden oluşturuyordu.

        “Senpai çok  yavaşsıııııın.”

        “Sen niye yine buradasın…?”

        Masaya yaslanmış, kızgınca ayaklarıyla tekmeleme hareketi yapan, bu okulun Öğrenci Konseyi Başkanı Isshiki Iroha’ydı. Tavırları, bile bile yüzünü somurtması, yüzünü benden kaçırması çok kurnazcaydı… Yahu cidden bu kızın Yuigahama ve benden daha erken geldiğine inanamıyorum. Rüzgardan daha hızlı olmaya falan mı çalışıyor?

ꕥ Kantai Collection’dan Shimakaze parodisi.  Shimakaze=Hızlı Ada Rüzgarı.

        “Neden buraya geldiğini sordum fakat o ikinizin gelmesini beklemeyi istedi. Ben geldiğimden beri burada,” dedi Yukinoshita, bir soluk verirken. Sonrasında kasıtlı şekilde ona daha soğuk bakışlar attı. Buna rağmen misafirperverliğinden ödün vermeyerek ona çay hazırlamıştı. Misafirperver olmanın bir çok yolu var, mesela ben Koleksiyon yapmaktan başlamak istiyorum.

ꕥ Kantai Collection(Koleksiyon)

        Isshiki’nin biz buraya gelmeden belirtmiş olduğu gibi, o asıl bizim gelmemizi bekliyordu. Bu yüzden Yukinoshita’nın soğuk bakışlarına aldırmadı. Bana dönüp elini yüzüne yaklaştırdı ve gizlice benle konuştu.

        “İlk geldiğimde Yukinoshita-senpai çok güzel gülümsüyordu fakat hemen ardından bozuldu… Bunca zamandır hiç değişmeden böyle davranıyor.”

        Ahh, anladım… Yani, Isshiki’nin geldiği her seferde Yukinoshita hiçbir şey yokmuş gibi tavır alıyor, hahaha. Hayır yani, cidden sen neden buradasın ki? Diye düşündüm. Sonrasında birisi zayıfça öksürdü.

“…Isshiki-san?”

Bir baktım ki, Yukinoshita açıkça gülümsüyordu. Opps, bu o gülümseme! Yukinon’un korkutucu olduğu zamanlarda çıkardığı gülümseme!

“E-Evet! Şey, özür, ama cidden buraya bir işim olduğu için geldim!”

Isshiki hemen arkama saklandı ve beni öne itti, beni o gülümsemeden kaçınmak için barikat olarak kullanıyordu. Hey, kes şunu, biliyorsun o gülümseme beni de çok korutuyor.

“Hadi ama ikiniz de sakin olun. Iroha-chan öğrenci konseyi işleri için mi buradasın?” Yuigahama araya girdi ve sırasına geçmesi için ona elini salladı.

Soğukkanlı bir yüzle “Yui-senpai, çok naziksin!” diyerek kendi yerine geçti.

Ne istediğini sormak için ona meraklı gözlerle baktım. Sonrasında yüzü daha da soğukkanlı oldu ve ellerini çırptı. “Şey, aslında, düşündüğümden daha fazla boş zamanım olduğunu falan hissettim, gibi bir şey, sanırım?”

“Ne?”

Başladı yine saçmalamalarına… Umuyorum ki en son bize yaşattığı onca sorunu unutmamıştır… Veya senin yerine tüm konsey işini biz yaptığımız için mi şuan kendini boşta hissediyorsun? Bunun köle gibi sık sık çalışmaya tabi tutulduğundan dolayı oluşan bir tür tükenmişlik sendromu olduğunu sanmıyorum…? Fakat burada tükenmiş olanın bizler olduğunu düşünüyorum, neyse bunun derdi ne yine? Ne demek istediğini açıklaması için ona sert bakışlar attım.

İşaret parmağını çenesine koydu ve tatlıca başını eğdi. “Yılın bu zamanlarında hiçbir okul etkinliği yok ve tüm küçük işleri başkan yardımcısı benim yerime yapıyor. Artık yapmam gereken son şey, yıl sonu raporunu imzalamak.”

Bak sen şu işe. Öğrenci Konseyi’nde olmanın gerektirdiği işlere pek alışık değilim, fakat ne şaşırtıcı ki, her türlü işten sorumlular, sanırım? Üçüncü sınıflar sınav maratonunun içindeyken okul idaresi de yeni öğrenciler için liseye giriş sınavı hazırlamakla meşguller.

 Yani bu demek oluyor ki şu anki öğrenciler boştalar.Öğrencilerin yapmaları gereken, zorunlu bir şeyleri kalmadı.

“İşte görüldüğü gibi yapacak bir şey olmadığından Öğrenci Konseyi’ni tatil ettim.”

Ohhh, iyi niyetli bir şirketin menajeri gibi… Şu tesadüfe bak ki, yapılacak herhangi bir iş olmadığı halde bu odaya zorla insan getirilerek oluşan bu kulüp kesinlikle kötü niyetli bir şirket olsa gerek!

Bizim şirketin menajeri olan kişi, başıyla onayladı ve elini çenesine koydu.

“Katılman gereken kulübün yok muydu senin?” dedi Yukinoshita, başını yana eğerek.

Utancından gelmişçesine yanakları hafiften kızardı ve tatlıca yüzünü kaçırdı.

“………Bugünlerde Futbol Kulübü’nün etkinlikleri dışarıda oluyor ve dışarısı çok soğuk.”

Bu mahcup olman gereken bir durum, utanıp kızaracak bir durum değil. Yuigahama kendi kasarak gülerken Yukinoshita sanki baş ağrısı varmış gibi ellerini şakaklarına götürdü.

“A-Ahaha… Peki, neden gelmiştin?” diye sordu Yuigahama.

Sonrasında Isshiki boğazını temizledi ve tüm vücuduyla bana döndü. “Senpai, pek umurumda değil ama tatlı şeyleri seviyor musun?”

“Eğer Hayama’dan bahsediyorsan, eminim ki, ne verirsen ver, severek yiyecektir.”

Isshiki’nin davranışlarını çok iyi anlıyorum. Sorusunu gayet iyi anladım ve yanaklarını bıkkınlıktan şişmesine neden olan cevabımı verdim. Onu dinleyen Yuigahama bir şeyler hatırlamış gibi görünüyordu.

“Oh, fakat Hayato-kun çikolata kabul etmiyormuş diye duydum.”

“Ehhh, neden?”

“…Bi-Bilmem ki?” Yuigahama şaşkınlıktan başını yana eğdi.

Sonrasında Yukinoshita bıkkınlıktan gelen bir soluk verdi. “Ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklardan dolayı tabiki. İlk okuldayken, o günden sonraki günde sınıfın her yerinde oraya buraya uçuşan kıvılcımlar oluyor…”

“…Ahh.”

“…Ahhhh, anladım sanırım.”

Isshiki ve Yuigahama başlarıyla onayladılar. Evet, evet, bende anladım. Tamamen!

Sonraki günde çıkan büyük kargaşayı kolayca hayal edebiliyorum. Kızların aralarında “Çok etkileyici  Etrafta Kimsenin Olmadığı Anda Cadıca İşler Çeviren Kızlar! Hainleri de Unutmayın!” gibi konuşmalar geçiyor. Bunların büyük çoğunluğu diğer kızları aşağılamak için oluyor (Kendi-Gözlemlerim).

ꕥ  “İdol Kızlar Yalnız Karşılaşma Turnuvalarında Yüzer” parodisiymiş, ne olduğunu bilmiyorum maalesef.

Ne korkunç, diye düşündüm. Yaşamını yeraltınd— yani kız toplumundan gelen kin ile sürdüren Isshiki, sığ bir soluk verdi.

“Peki, senle idare edeceğiz, senpai. Tatlı şeyleri seviyor musun?”

“Ne tuhaf bir şekilde soruyorsun…”

Az öncekiyle aynı soruyu sorduğun halde benden dürüstçe cevap vermemi mi bekliyorsun? Bana ek insan olarak davranması ve ilgisizliği bu dünyadan değil sanki. Bu düşünceler beynimde dolaşıyorken bir sandalye sarsıldı. Sesin geldiği yöne baktım ve Yuigahama öne doğru atılmıştı.

“Hikki tatlı şeyleri sever!”

“Evet, öyle.”

Diğer bir tarafta ise Yukinoshita baskıcı bir gülümseme ile hor görücü bir şekilde kıkırdıyordu. Davranışlarının oluşturduğu baskı ile Isshiki kendi kelimelerini söyledi.

“İkinizin de onun yerine cevap vermesi tuhaf, fakat… duyduğuma sevindim!”

“Evet… Ne, neden?”

“Bilirsin, çikolatalarımı ne kadar tatlı yapmam gerektiği konusunda endişeliydim. Herkesin kendine göre tercihleri var sonuçta, değil mi?” diye devam etti Isshiki, beni umursamadan.

Yukinoshita başını eğdi. “Ne kadar tatlı… Isshiki-san yoksa kendin mi yapmaya çalışacaksın?”

“Bak bu çok şaşırtıcı…” dedim.

Sonrasında Isshiki dargınca baktı. “Neden ki? Ben tatlı şeyleri yapmakta iyiyimdir.”

“Var ya, çok iyi olmalı. Ben de öğrenmeyi çok istiyorum, fakat ben nedense beceremiyorum… ”

Yuigahama omuzlarını eğdi ve kamburunu çıkardı. Bu sırada Isshiki küçük göğüslerini kabarttı. Hmm, çok eğlenceli, kabarttığı göğsü daha da küçük görünüyor… Acaba perspektiften dolayı falan mı? Her neyse, gideceğim ve bunu Blu-Ray’de düzeltmelerini isteyeceğim!

ꕥ Bu Cilt çıkmadan önce animeye uyarlanmıştı. Genelde böyle şeyler olmaz ama yazarımız çok sinirlenmiş olduğu ortada ki, lütfen Isshiki’nin göğüslerini tarif ettiğim kadar küçük çizin demeye getirmiş. Animelerde düzeltmeler seri bittikten sonra BluRay diski satılmaya sürüleceği an yapılır. Çok iyi yazmış yazarımız, AHAHAHAHAH.

Yuigahama’nın durumunda ise, aşçılıkta tamamen kötü olma seviyesinin yakınında değil, fakat her neyse. Bu onun göğsüne kıyasla çok önemsiz bir problem.

“Yui-senpai, aşçılık tamamen samimiyet ile ilgili. Kendi ellerinle yaparken en önemli şey nezaket ve sempatidir. Kendini geliştirmenin kısa yolu yemeği kimin için yaptığını düşünmektir.”

Isshiki teselli etmek için, çökmüş Yuigahama’nın omuzlarını sıvazladı. Neşe içinde bir gülümseme ile onu cesaretlendirdi.

“Ne de olsa, el yapımı tatlılar hakkında bir gram fikri olmayan erkeklerle uğraşıyoruz burada. Ve el yapımı çikolatalar çok basitler. Hem çokça yapmak bile maliyet gerektirmiyor hem de en sonunda her birinin tatlılığı gibi bir takım düzenlemeler yapabiliyorsun. Sonrasında erkekler buna çok bayılıyorlar.”

“Senin sempatin sınırları çok aşıyor… Nezaketin bile tamamen cüzdanına bakıyor.”

“Bu türlü düşünce tamamen doğru olmadığı için daha sorun çıkarabiliyor.”

“Bu beni hiç de mutlu etmedi…”

Tüm bu geri-besleme ile karşılaşınca Isshiki bile bir adım geri atıyor. Sonrasında iniltiler çıkartarak zorla konuyu değiştirdi, sanki önceki konu hiç konuşulmamış gibi.

“Şey, bu zaten bir şakaydı. Bu senpai’in diyebileceği türden bir laf olurdu zaten… Fakat dediğim gibi nezaketen yaptığım çikolataları nasıl yapacağımı bilmem gerekiyor. Yani senpai, ne tür tatlıları seversin mesela?”

“Ne tür, diyorsun…? Bu gibi mesela.”

Çantamdan çıkardığım şey, tabiki MAX COFFEE. Neden mi? Çünkü bu benim için özel bir şey.

Kahve kutusunu masaya koyar koymaz üçü de tüm bakışlarını bana dikti.

Şey, ne bu şüpheci bakışlar…? Chiba’da bu kadar tatlı bir şeyi aldığında sevinmeyen tek bir kimse bile yoktur. En azından bunu demek isterdim fakat herkesin yüzü tamamen şüpheci bir şekilde bakıyordu…

Yuigahama kutuya baktı ve fısıldadı. “…Ben bile bunu yapabilirim.”

“İmkanı yok yapamazsın. Saçmalamayı kesin ve MAX COFFEE’yi öyle tepeden bakmayın. Sadece kahveye süt ve şeker atıp karıştırınca bunu yapabileceğini zannediyorsan tamamen yanılıyorsun. Hayır, cidden, yapmaya kalkışma bile.”

“Buna cidden sinirlendi mi!?”

Tabiki. Bu, kahveye konsantre süt atmakla aynı şey değil. Gerçi konsantre süte kahve atmak beni daha çok ikna ederdi. Bu yapışkan tatlılığa elde yaparak erişemezsin. Bu konu öyle amatörlerin burnunu sokacağı bir konu değil.

Isshiki tırnağını dudaklarına koyarak biraz düşündü ve ağzını açtı.

“Aslında bu biraz maliyetli olurdu benim için.”

“Ne kadar yapacağın hakkında bir bilgim yok ama eğer her bir tane için kendini 130 yen ile sınırlıyorsan, senin bütçene ağır gelebilir…” dedi Yukinoshita, kuşku içinde şakaklarını sıvazlarken. Yine de, bu önemsiz bir endişeydi.

“Endişelenmene gerek yok. MAX COFFEE’yi almak için doğru marketleri gidip toptan alırsan daha ucuz oluyorlar.”

“Aman Hikki sen de, ne kadar da düşkünsün şu şeye…?”

“Tatlı içecekleri içmek için fazla şansın olmadığı zaman öyle olur tabi. Ne de olsa ben hep acı şeyler içiyorum.” diye acıca homurdandım.

Sonrasında Yukinoshita uzun saçlarını omzuyla beraberinde savurdu ve inatçı bir gülümseme takındı. “Acı şeyler içmek için değildir, deneyim kazandığın şeydir.”

“Evet, evet, her neyse. Fakat katlanmam gereken sıkıntı hiç değişmiyor. Böyle olunca da tüm hayatımı sadece tatlı şeyler içerek geçirmek istiyorum.”

“Görünen o ki, tattığın şey acı değil, hayatın ta kendisi…”  Yukinoshita çok derinden soluk verdi.

Hayır, hayır, tam senin dediğin gibi. Ben hep acı olan şeyleri tadıyorum, hayatı dahi. Daha önce denilenlerin de ışığında, hayat acı olan her şeye denktir, yani yaşam acıdır! Gibi gereksiz düşünceler beynimi doldurmuştu.

Isshiki “Tamam, neyse umurumda değil.” diye alay etti.

Ne kabasın. Isshiki çayının geri kalanını içti, bardağı tabağına geri koydu ve bana doğru döndü.

“Senden nezaketen verilen çikolatalar hakkında fikir edinmek istiyordum.”

“Nezaketen, demek…?”

Saçlarımı kurcaladım ve hatıralarımı peşi sıra düşündüm. Ne yazık ki, çikolata aldığımı hiç hatırlayamadım, yani diyecek bir şeyim yoktu. Kız kardeşimden aldığım çikolatalar sevgiden dolayıydılar!

Bu düşüncelerim yüzüme vurduğunda Isshiki incitici şekilde kıs kıs güldü.

“Ohh, senpai, sen şu hiç alamayan tiplerdensin demek? Fakat erkekler genelde kim daha fazla çikolata alır diye yarışmazlar mı? Sen de hiç alamayan bir erkek olarak gururun incinmiyor mu?”

“Şey, öyle bir yarışa girmeme gerek yok… Sevgililer Günü ne zaman bir spor oldu?”

Kazananı sayılarla belirlemekten daha basit ve açık bir şey yok, fakat bunun bile kuralları var. Mesela çokça bilineni ofsayt tuzağı olan nezaketen verilen çikolata! Bu durumda kesinlikle kırmızı kart verilmesi lazım. Tamam da, bu ofsayt tuzağı da ne demek? Yine ben ve futbol hakkında tek bir şey bilmiyor olmam.

Allak bullak bir iki kelime edip, oradan buraya bir şeyler sallıyordum. Isshiki saçmalamalarımı blöf olarak gördü ve dinlemeye bile zahmet etmedi. Sonrasında tuhafça sıcak bakışlar gönderirken salladıklarıma inanmıyormuş gibi bir soluk verdi.

“Öyleyse yapacak bir şey yok. Peki o zaman…”

“Onun hakkında endişelenmene gerek yok.”

Isshiki’nin konuşması Yukinoshita tarafından kesildi. Yukinoshita saçlarını yandan hafifçe kaldırdı ve kendince bir gülümseme takındı. Bu sırada Isshiki’nin ağzı tam zıttı idi, tamamen açıktı.

“Ne…? Yoksa Yukinoshita-senpai, sen ona çikolata—”

Yukinoshita onun kelimeleri tamamlaması izin vermedi ve nazikçe kıkırdadı. “Hikigaya-kun’un yarışabilecek hiç bir arkadaşı olmadığından dolayı.”

“Oh, şimdi anladım.”

Ben de kendimi tesadüfen Isshiki gibi başımı eğerek onaylıyor buldum. Tamaaaam, bu tamamen anlaşılabilir bir şey. İş yarışma olduğu zaman yalnızlar; ilkellerin, işsiz topluluğun altında çalışıyorlar. Fakat tek sorun ilkellerin sayısı fazla iken yalnızlar sadece bir kişi.

Ben gerçek huzurun ne olduğu çukuruna düşünmeye düşmek üzereyken yan tarafta oturan Yuigahama yanaklarını şişirdi.

“Endişelenmeni gerektirecek bir durum olduğunu düşünmüyorum… Hem Hikki de çikolata alıyordur… değil mi?” Dedi ve bana çekingen bir bakış gönderdi.

Ben de bir gülücük ile başımı eğdim.     

“Ne…? Yoksa sen…?”

Isshiki bir bana bir Yuigahama’ya bakınıp durdu. Onun şaşkınlıktan titriyormuş gibi gözüken gözleri benimkiyle karşılaştığında içgüdüsel olarak gururlu bir gülücük yaptım.

“Hmph, evet öyle… Ne de olsa benim Komachi’m var!”

Ve işte ben bu yüzden çikolata alıyorum! Hey gidi ben! Kız kardeşim olduğu için çok mutluyum! Kız kardeşin olduğu sürece, sen hep kazanırsın!

Fakat her niyeyse Isshiki şaşkınca başını titretti. “Ne? Komachi…? O kim? O bir pilav mı?”

“Hayır.”

Ne, acaba Isshiki’nin ailesinin ana yemeği Akitakomachi pilavı falan mı? Sadece bana JA-Ugo’dan veya işbirlikçilerinden pirinç verin. Ve yine, lütfen aradan çık JA-Chiba.

ꕥ Ja-* pirinçlerini anime/manga karakteri kullanarak satan bir tarım derneğiymiş.

“Oh, Komachi-chan Hikki’nin kız kardeşi.” diye açıklama getirdi Yuigahama.

Isshiki tamamen ilgisiz bir yüz ifadesi yaptı ve monoton şekilde konuştu.

“Kız kardeşin mi vardı senin, senpai?”

“Evet.”

Evet, var. Dünyanın en iyisi hem de. Hatta o dünyanın kız kardeşi.

Zafer kazanmışça cevap verdim ve Isshiki bana şüpheli şekilde baktı. Bana baktı, olabildiğince beni süzdü, başını yana eğdi.

“…Siscon?”

“Hayır, salak, tabiki öyle değil,” dedim fakat çevremdekilerden gelen tepkiler soğuktu.

“…Şey, bunu inkar edebileceğimden emin değilim,” dedi Yuigahama. Sonrasında Yukinoshita başını eğmiş, dalgın dalgın bakıyordu. Hadi ama, yardım et bana.

Irohasu onların tepkisini görünce inandırıcı şekilde başını eğdi. Sonrasında işaret parmağını dikti, onu çenesine götürdü ve alaycı şekilde güldü. “Senpai, yoksa sen kendinden genç kızlardan hoşlanıyor musun?”

“Hayır, pek değil.”

Daha yaşlı veya daha genç, ne önemi var. Ben başkaları tarafından son derece uğraştırıcı olarak görünen bir tipim.

Böylece geçiştirdim ve Isshiki dilini ısırdı.

“Peki…”

Isshiki boğazını temizlemek için öksürdü, bana tepeden bir bakış attı ve hemen sonrasında yüzünü kaçırdı.

O bir elini hafiften yumruk yapıp nazikçe üniformasının göğüs kısmına koyarken diğer zayıfça titreyen eliyle de eteğini düzeltiyordu. Gözleri ıslaktı ve çıkardığı soluklar sıcaktı.

Sonrasında parça parça konuştu.

“Kendinden genç kızlardan… nefret ediyor musun?”

Tabiki… asla! Evet! Böyle sorarsan, ben kesinlikle onları çok seviyorum!

Yuigahama bıkkınca bir soluk verdi ve Isshiki’ye baktı. “Biliyorsun, soruş tarzın cidden sorunlu…”

“…Evet, öyleler sanırım.”

Evet, öyleler. Gerçi artık buna alıştığımı düşünmeye başlamıştım. Isshiki bunu hiç hoş bulmadı ve dargın gözlerle bana baktı.

Bu tavrı acı bir gülümsemede bulunmama neden oldu.

Isshiki, onun davranışları ve konuşması büyüleyiciydi, fakat onun bu davranışlarının şu an bana etki etmemesinin birçok nedeni vardı. Eğer eskideki ben olaydı şu an yerimde hemencecik aklım başımdan giderdi, kesinlikle giderdi.

Nedenlerin arasındaki diğerlerinden daha büyük bir neden vardı, bu aslında çok da basit bir nedendi.

“Kardeşlerimden biri kız olduğu sürece daha büyük, daha küçük hiç sorun değil.”

“Bu siscon olmaktan veya genç kızlara ilgisi olan biri olmaktan daha kötü bir hastalık!”

Yuigahama’nın trajik çığlığı tüm odada yankılandı ve Isshiki de iğrenç şekilde onayladı. Şimdi sizin yüzünüzden Komachi’nin az biraz daha büyümüş halini hayal ettim. Odada bana katılan biri var mı diye göz gezdirdim ve Yukinoshita karmaşık bir yüz ifadesiyle ellerini çiçek yapmış olanları gözlemliyordu.

“Sorun neye göre genç hesapladığında. Okul yılı olarak mı? Doğum günü? Doğum günü sadece bir kaç ay geride olunca daha genç mi sayılıyor…? Genç tanımlaması biraz belirsiz. Bence ilk bunlara bir karar vermek lazım, değil mi?” dedi Yukinoshita, boş boğaz konuşmasıyla.

Yuigahama ellerini çırptı. “Oh, fakat Hikki kendinden daha yaşlı kızlarla daha iyi geçinen tiplere benziyor…! Yani, eminim bundan!”

Yuigahama yumruğunu sıktı, hem de kuvvetlice. Fakat ben kesinlikle öyle bir saplantı içinde değilim.

“…Ama bu durumda pek uygun değil. Mesela aralarında sadece bir yıl olması pek de bir şey değiştirmiyor.”

Bu tür şeyler bakış açısına göre değişiyor! Önemli olan şey bana ne kadar ilgi gösterecekleridir. Ve buna ilişkin olarak da, Komachi en mükemmeli. O en iyi yetiştirici olma yeteneğini kazanmış biridir.

Isshiki inledi. “Ehh, emin misin? Hayama-senpai de böyle mi düşünüyor?”

“Ne bileyim.”

“Fakat senpai, genç olmanın bir avantaj olduğunu siz söylemiştiniz, değil mi?”

“Evet, dedim sanırım…”

Bunu duyduğum gibi düşünmeye başladım.

Bu arada Isshiki benden genç, değil mi…? O ufacık dahi olsa bile bana saygılı, şerefli, nezaketli davranmıyor olduğundan dolayı kesinlikle böyle hissetmiyordum. Yani alt sınıftan biriymiş gibi hissettirmiyordu bana…

Cidden, beni hafife mi alıyor? Evet benim ad ve soyadım baş harflerinin ikisi de H, H2 yani, fakat ben ne hidrojen kadar küçüğüm ne de adı geçen basketbol mangası gibi basketbolla herhangi bir bağlantım var. Zaten bu da basketbolla alakalı olmazdı, bir gençlik romantik komedisi olurdu. Fakat yaz tatilinde kendimi bu manganın tüm ciltlerini okurken bulmam çok olurdu.

ꕥ H2 adındaki basketbol mangası.

“Ayrıca senin doğum günün Nisan’da olduğu için aramızda tam bir yıl bile yok. Bu yüzden benden genç olduğunu hissetmene falan gerek yok.”

Aramızdaki zaman farkı ben daha yeni adımlarımı atmaya başlamışken onun daha yeni doğuyor olmasıydı. Asıl yaş farkı derken mesela Komachi veya Haruno-san ile aramızda olan fark çok daha bariz. Hiratsuka-sensei, çok daha… evet çok çok daha.

Isshiki benden sekiz ay, Yukinoshita’dan üç ay daha küçük. Bunları düşündüm. Isshiki benimle aynı fikirde değildi galiba, nedense şaşkınca bana bakıyordu.

“……”

“Ne…?”

“Oh, şey… Biraz şaşırdım sadece.”

Onunla konuştuğum anda saçının arka kaküllerini kurcaladı ve geçiştirmeye çalıştı.

Diğer yandan, Yuigahama gürültüyle sandalyesini benden uzaklaştıracak şekilde yerini değiştirdi.

“Onun doğum gününü nereden biliyorsun!? Korkunç! Hikki, korkunçsun… Hayır, cidden yani…”

“…Bayağı bilgilisin gibi.” Yukinoshita sımsıkı gülümsedi. Bu normal hoşnut veren bir gülümsemeden daha çok Nikkari Aoe’nin gülümsemesine benziyordu. Gülümsemesi ondan sızan sıkılığın bir saydam hissiyatını içeriyordu.

ꕥ Touken Ranbu oyununda Nikkori Aoe’nin ismi Japonca’da “gülümseme” kelimesiyle benzer okunuyormuş.

“Şey yani, geçen Isshiki gereksiz kurnazca tavırlarını sergilerken bahsetmişti ya…”

“Ne, gereksiz mi dedin!? D-Değil bir kere! Hatta burada tilki olan ben değil asıl sensin, senpai!”

Isshiki sandalyesinden hızlıca kalktı ve parmağıyla beni işaret etti. Aslında tilkice davranan ben değilim; Isshiki, senin normal halin tilkice…

“Benim çok iyi hafızam var, bu yüzden aklımda kalmış… Her neyse, eğer işin yoksa Öğrenci Konseyi’ne veya Futbol Kulübü’ne geri dön artık,” dedim.

 Isshiki öfkelice somurtuyorken bende yavaş yavaş ona yolunu gösteriyordum. Hadi ama, bu kız yine böyle davranıyor. Evet, evet, sen kurnazsın, çok kurnaz.

Onun gidişini izlerken Yukinoshita, Yuigahama ve ben alaycı şekilde gülümsüyorduk. Sonrasında Gönüllüler Kulübü’nün kapısından, onun çıkmak için ilerlediği kapıdan, tıklama sesi duyduk.

   
Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.