No.6 Cilt 1 Bölüm 1-C

[ A+ ] /[ A- ]

Annem salondaki kanepede oturuyordu, duvara monte edilmiş düz ekrana dalmıştı. Geldiğimi fark etti ve ekrana işaret etti. Kadın bir haber sunucusu vardı, düz saçlıydı Chronostaki tüm sakinleri yayın boyunca uyarıyordu.

Bir mahkum Batı Blokundaki cezaevinden kaçmıştı ve en son Chronos bölgesinde gözlenmişti. Kasırganın da gelişi ile beraber, bölge karantinaya alınmış. Bölgedeki herkesin (özel durumlar hariç) evden çıkması yasaklandı.

Nezumi’nin yüzü ekranda belirdi. Altında “VC103221” kelimesi kırmızı harflerle yazılıydı.

“VC…”

Bir kaşık dolusu vişneli keki ağzıma sıkıştırdım. İstisnasız her yıl annem doğum günlerimde bana bu pastadan yapardı. Doğduğum gün babam eve vişneli pasta getirdiği için.

Annemin dediğine göre, babam kadınlara düşkün ve cömertçe para döken umutsuz bir vakaymış ama her şeyden öte, alkolik olmaya sadece bir adım uzaktaymış. Bir gün eve gelirken, sarhoş haliyle vişneli kek almış- üçümüze de – bunlar o kadar lezizmiş ki annem her 7 Eylül’de bunun tadını hatırlamaktan kendini alamıyor. Ailem vişneli pasta vakasından iki ay sonra boşandı. Ne yazık ki benim alkolik olmadan bir adım ötedeki umutsuz vakalarına dair anılarım yok. Ama rahatsız değilim. Üst sıralara yerleştikten sonra Annem ve ben Chronos’ta yaşama, yaşam sigortalarımız ile beraber kabul edildik, bu mütevazi ama iyi donanımlı ev de buna dahildi. Pek de rahatsız edici değil.

“Az önce hatırladım, avlunun güvenlik sistemi hâlâ kapalı. Bunu bırakmanın zararı olmaz değil mi?”

Annem yavaşça doğruldu. Son zamanlarda oldukça kilo almıştı ve anlaşılan hareket etmesi için bolca çaba göstermesi gerekti.

“Sadece boynum ağrıyor, öyle bir şey. Çitin üzerinden atlayan bir kedi bile alarmı çalıştırabilir ve Güvenlik Bürosundan insanlar her zaman kontrole gelebilir. Zahmete bak.”

Sanki kilosuyla gelen bir kolerasyonmuşcasına “boynundaki ağrı” şeyini sık sık tekrarlamaya başlıyordu.

“Ama ona baksana, henüz çok genç. Bir VC.. Acaba yalnız mı.”

VC. Bir V Çip. Şiddet Çip’nin kısaltmasıydı ve orijinalde televizyon içeriğini sansürlemek için kullanılan Amerika’dan bir terimdi. Bu çip ile, televizyondaki şiddeti ya da rahatsız edici sahneleri görüntülemeyebilirdiniz. Doğru hatırlıyorsam bu terim ilk 1996’da Telekominikasyon Kanunu değişikliği ile kullanıldı.

Ama No.6’da VC daha ağır bir anlam taşırdı. Cinayet şüplelileri, cinayete teşebbüs edenler, soygun, saldırı ve diğer şiddet suçları işleyenler bu çipi bedenlerinde taşımak zorunda kalırlardı. Yetkili bilgisayarlar mahkumun her hareketini, durumunu, duygusal değişikliklerini izleyebilirlerdi. VC şiddet suçluları için kullanılan bir terimdi.

–Ama çipi nasıl çıkarttı?

 

VC hala bedeninde olsaydı, konumu şehrin izleme sisteminde hemen tamı tamına belirirdi. Hiçbir yerli farkına bile varmadan onu tutuklamak kolayca mümkün olurdu. Kaçışını haberler yoluyla halka bildirmek ve kilitli kalmaya zorlamak sadece şu anlama gelirdi; konumunu bulamıyorlardı.

—Silahı olabilir mi..? Hayır, olamaz.

Silahla yaralanmış birini hiç görmemiştim ama kesinlikle uzaktan vurulduğu belliydi. Eğer omzundaki et parçası ile çipi de kendi atmış olsaydı yarası yanıklarla birlikte çok daha ciddi olurdu. Çok çok daha ciddi.

“Sıkıcı değil mi? Böyle özel bir gün için utan verici.”

Annem masanın üzerinde duran güveç tenceresine maydanoz serperken iç geçirdi. “Sıkıcı” bu aralar annemin sıklıkla kullandığı diğer sözcüktü.

Annem ve ben çok benzerdik. İkimiz de aşırı hassastık ve sosyalleşmeyi pek de sevmezdik. Çevremizdeki insanlar nazikti, haklarında söyleyecek kötü bir şey olmayacak kadar nazik. Sınıf arkadaşlarım, şehirdekiler nazik, zeki ve tavırlarına dikkat eden tiplerdi. Başkasına hakaret etmek için sesini yükselten kimse yoktu ya da düşmanca tavırlar sergileyen. Garip ve sinsi insanlar yoktu. Herkes titizlikle sağlıklı hayat tarzlarını devam ettiriyordu, hatta annem gibi hafif tombul kişiler bile nadirdi. Bu huzurun, sabit ve tek-düze dünyada herkesin baktığı yer aynıydı, annem her bir “boyun ağrısı” ya da “sıkıcı”sözüyle gittikçe kilo aldı ve ben de diğer insanların varlığını baskıcı bulmaya başladım.

Kır onu.

Yık onu.

Neyi?

Her şeyi.

Her şeyi?

Kaşık elimden kaydı ve zeminde tıkırdadı.

“Sorun ne? Daldın gittin?”

Annem merakla bana baktı. Yüzüne gülümseme yayıldı.

“Bu nadirdir. Shion’un böyle uzaklara dalması. Kaşığı dezenfekte edeyim mi?”

“Ah hayır. Mesele değil,” ona bakarken gülümsedim. Kalbim nefes almamı zorlaştıracak kadar hızlı atıyordu. Maden suyumu tek yudumda diktim. Silah yarası, kan, VC, gri gözler. Tüm bunlar neyin nesiydi? Bunlar şu ana dek hiç benim dünyamda yoktu. Ne işleri vardı da, öylece hayatıma dalmışlardı?

İçimde kısa bir his belirdi. Büyük bir değişimin yolda olduğu hissi. Tıpkı hücrelere giren ve mutasyona uğrayıp kendiyle beraber her şeyi mahveden bir virüs gibi. Bu düzenbazın yaşadığım dünyayı alt üst edeceğini ve doğrudan yıkacağına dair bir hissim vardı.

“Shion? Cidden, sana ne oluyor?”

Annem tekrar yüzüme baktı, kafası karışmış görünüyordu.

“Özür dilerim anne. Haberler canımı sıkıyor sadece. Odamda yiyeceğim.” yalan söyledim ve ayaklandım.

“Işığı açma.”

Odaya girdiğim anda kısık sesiyle emretti. Karanlığı sevmediğimden genelde ışığı açık bırakırdım. Şimdi ise zifiri karanlıktı.

“Hiçbir şey göremiyorum.”

“Görmene gerek yok.”

Ama göremezsem, kımıldayamazdım. Elimde güveç ve vişneli kek ile çaresizce kalakaldım.

“Güzel bir şeyler kokuyor.”

“Güveç ve vişneli kek getirdim.”

Karanlıkta minnetin fısıltısını duydum.

“İster misin?”

“Elbette.”

Dikkatle adımımı ölçtüm. Sessiz bir kıkırtıyı duyabiliyordum.

“Kendi odanda bile yolu bulamıyor musun?”

“Gececi değilim, sağ ol. Karanlıkta görebilir misin sen?”

“Ben bir fareyim. Elbette.”

Gölge’den Not: Nezumi “fare, sıçan” anlamına gelir~

“VC 103221.”

Karanlıkta, Nezumi’nin donduğunu hissedebiliyordum.

“Haberlerin tamamında varsın. Ünlüsün.”

“Haha. Gerçek hayatta tipim daha iyi değil mi? Hey, bu kek iyiymiş.”

Gözüm karanlığa alışıyordu. Yatağa oturdum ve Nezumi’ye göz attım.

“Biraz uzaklaşabilirsin değil mi?”

“Elbette.”

“Çipe ne yaptın?”

“Hâlâ içimde.”

“Çıkartmamı ister misin?”

“Yine mi ameliyat? Yok kalsın.”

“Ama…”

“Sorun yok. Artık bu şey işe yaramaz zaten.”

“Ne demek istiyorsun?”

“VC sadece bir oyuncak. Devre dışı bırakması çantada keklik.”

“Oyuncak ha..”

“Evet. Oyuncak. İzin ver söyleyeyim bu şehrin kendisi de bir oyuncak. Dışarıdan güzel görünen ucuz bir oyuncak.”

Nezumi güveç ve keki bitirmişti. Memnuniyetle iç çekti.

“Yani şehrin yüksek alarmlarının arasından kaçabileceğin konusunda özgüvenin var?”

“Elbette.”

“Ama kayıtsızların izinsiz girişlerini kontrol eden sıkı bir güvenlik kontrolü var. Bu tür insanlar için tüm alan boyunca bu sistem kullanılıyor.”

“Öyle mi dersin? Şehrin sistemi sandığın kadar mükemmel değil. Deliklerle dolu.”

“Bunu nereden biliyorsun?”

“Çünkü sistemin bir parçasıyım. Hepiniz iyice bu deliklerle dolu sahte mükemmel ütopyaya inanmaya programlanmışsınız.”

“Programlanmadım.”

“Ha?”

“Bu yerin mükemmel olduğunu düşünmüyorum.”

Kelimeler ağzımda yuvarlandı. Nezumi sessizliğe gömüldü. Önümde sadece karanlığın boşluğu vardı. Onun varlığını da hissedemiyordum. Haklıydı, tıpkı bir sıçan gibiydi. Karanlıkta saklanan bir gece kemirgeni.

“Tuhafsın” dedi sessizce, sesi öncekinden de kısıktı.

“Gerçekten mi?”

“Öyle. O, süper elitin söyleyeceği bir söz değildi. Yetkililer öğrenirse başın belaya girmez mi?”

“Evet. Büyük bir bela.”

“Kaçak bir VC’yi sakladın ve büroya ihbar etmedin… Bunu öğrenirlerse büyük bir sorundan da fena olur. Seni kolayca salmazlar.”

“Farkındayım.”

Nezumi aniden kollarımı yakaladı. İnce parmakları etime gömüldü.

“Sahi mi? Demek istediğim şu, sana ne olduğu beni ilgilendirmez ama işin sonunda benim yüzümden ortadan kaldırılırsan bundan hoşlanacak değilim. Korkunç bir şey yapmışım gibi hissettirir…”

“Düşüncelisin.”

“Annem hep ‘başkasının başını belaya sokma’ derdi” dedi hafifçe.

“O zaman gidiyorsun?”

“Hayır, yorgunum ve dışarıda bir fırtına var. Ve sonunda bir yatak buldum. Burada uyuyacağım.”

“Kararını versen.”

“Babam hep özel hayatım ve toplumsal işlerimi ayrı tutmamı söylerdi.”

“Harika bir baba anlaşılan.”

Parmakları kollarımdan çekildi.

“Sanırım senin tuhaflığın benim şansım.” dedi Nezumi sakince.

“Nezumi?”

“Hm?”

“Chronos’a nasıl geldin?”

“Söylemem.”

“Cezaevinden kaçtın ve şehre mi girdin? Bu mümkün mü ki?”

“Elbette mümkün. Ama No.6ya kendim gelmedim. Biri girmeme izin verdi. Kendim gelmek istemedim gerçi.”

“İzin mi verdi?”

“Evet. Bana eşlik ediliyordu da diyebilirsin.”

“Eşlik ediliyordu? Polis mi? Nereye?”

Cezaevi Batı Blokunda yüksek güvenlikli bölgedeydi. No.6’ya geçiş yapmak isteyen herkes oradaki büroya başvuru yapıp izin almak zorundaydı. Bu özel giriş iznine sahip kişiler giriş çıkış yapmakta özgürlerdi ancak duyduğuma göre yeni katılanlar formları onay alsa bile en az bir ay beklemek zorundaydı- ve genelde sadece yüzde onu onay alırdı. Şehrin içinde geçirilen gün sayısı da ciddi derecede sınırlıydı. Doğal olarak insanlar, Batı Blokunda toplanmaya başladılar. Çoğu insan için kendi onayını beklemek, daha fazla konaklama ve caddelerde onlar için dizilmiş olan yemek kuruluşları demekti. Hala çoğu insan çalışmak ve kendi işini icra etmek için buraya akın ediyor. Batı blokunda hiç kendim bulunmadım ama gelişigüzel ve canlı bir yer olduğunu duydum. Suç oranı yüksek. Cezaevindeki hücreleri dolduran VC’lerin çoğu Batı Bloku sakinleriydi. Bir yıldan müebbete kadar; yaşına, suç kaydı ve suçun şiddetine göre değişen cezalar veriliyor. Ölüm cezası yok. Batı Bloku tüm insanları ve suç nitelikli şeyleri bulunduran ve şehre girişine engel koyan bir tür kale görevindeydi. Yani bir VC’ye tüm şehir duvarları boyunca eşlik edilmesi- Nereye gidiyorlardı? Ve sebebi neydi?

Nezumi yatağa emekledi.

“Muhtemelen Ay Damlası.”

“Belediye Binası!” diye bağırdım ve “Şehrin merkezi? Neden?”

“Söylemem. Muhtemelen bilmezsin de.”

“Neden bilmeyeyim?”

“Yoruldum. İzin ver uyuyayım.”

“Bana anlatamayacağın bir şey mi?”

“Bir kez duydun mu her şeyi unutabileceğinin garantisini verebilir misin? Duymamış gibi? Hiçbir şey bilmediğine dair doğruca yalan söyler misin? Zeki olman mümkün ama yetişkin değilsin. O kadar iyi yalan söyleyemezsin.”

“Sanırım, ama…”

“Bu yüzden ilk anda bana sorma. Karşılığında, ben de kimseye söylemeyeceğim.”

“Ha? Neyi?”

“Nasıl pencereden dışarıya bağırdığını.”

Beni görmüştü. Utançtan yüzümün yandığını hissedebiliyordum.

“Beni tamamen gafil avladın. Bahçene gizlice sızdım ve sırada ne yapmam gerektiğini düşünüyordum ve bir anda pencere açıldı ve yüzünü dışarı çıkarttın.”

Hey, dur bir dakika-

“Sonra ne yapacağını merak ediyordum ve o anda çığlık atmaya başladın. Yine hazırlıksız yakalandım. Birinin öyle bir yüzle çığlık atabileceğini sanmaz-”

“Kapa çeneni!”

Nezumi’ye atladım ama düştüğümde tüm hissettiğim yastıktı. Bir anda Nezumi ayağa kalkmıştı. Eli kolumun altına kaydı ve hızlı bir bükme ile zahmetsizce sırtımın üstüne çevrildim. Nezumi üzerime tırmandı ve iki kolumu da başımın üzerine sabitledi. Bacakları kalçamın iki yanındaydı ve beni yerime bastırıyordu. Bir an için, bacaklarımdan topuklarıma kadar uyuştuğumu hissettim. Etkileyiciydi. Bir saniye içinde, hapsedilmiş, hareketsiz hale getirilmiş ve yatağıma sabitlenmiştim. Serbest eliyle, Nezumi çorba kaşığını büktü. Boğazıma doğru bastırdı ve hafifçe çapraza kaydırdı. Eğildiği için dudakları kulağımdaydı.

“Bu bir bıçak olsaydı” diye fısıldadı “ölürdün.”

Boğazımdaki bir kas seğirdi. İnanılmazdı.

“Bu inanılmaz. Bunu yapmanın bir hilesi var mı?”

“Ha?”

“Nasıl bir insanı bu kadar kolayca hareketsiz hale getirebilirsin? Özel bir sinir noktasına mı bastırdın ya da öyle bir şey mi var?”

Beni yere sabitleyen güç gevşedi. Nezumi üzerime oturdu, titriyordu- gülüyordu.

“Buna inanamıyorum. Gülünçsün. Doğal bir şekilde..” nefesi kesildi.

Kollarımı Nezumi’nin etrafına sardım ve ellerimi tişörtünün ardına sabitledim. Yanan teni terden nemliydi.

“Biliyordum.. Ateşin çıkmış. Şu antibiyotikleri alman gerek.”

“İyiyim.. Uyumak istiyorum.”

“Eğer ateşini düşürmezsen, seni daha da çökertecek. Yanıyorsun.”

“Sen de fazlasıyla sıcaksın.”

Nezumi derin bir nefes verdi ve dalgınlıkla mırıldandı.

“Yaşayan insanlar sıcaktır.”

Sakinleşti ve çok geçmeden sessiz, ölçülü nefes alış verişlerini duyabiliyordum. Kollarımda ateş içinde vücuduyla, farkına bile varmadan ben de uykuya dalıyordum.

Ertesi sabah uyandığımda Nezumi gitmişti. Ekose üstü, havlu ve ilk yardım kiti de onunla gitmişti.

 

~Birinci Bölüm Sonu~

Çeviri: Gölge

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.