No.6 Cilt 1 Bölüm 2-A
Sessiz Bir Başlangıç
Vaka Kaydı (İlk Keşfedilen Örnek)
Erkek. 31 yaşında. Biyo-teknoloji firmasında çalışan. Mühendis.
Keşif sırasında zaten ölmüştü. Adresi…
Adam orman parkına düşmüştü ve iç çekti. Bu sabah kaç kez iç geçirdiğini merak etti. İç geçirdi ve kafasındaki marula baktı. Bu tekrar iç geçirmesine sebep olmuştu. Çıtır, yeşil yapraklar sıkıca marulun etrafını kavrıyordu -kaliteye bakılırsa birinci sınıftı. Bir yaprak koparttı ve ağzına götürdü. Narin bir tadı vardı ve dokusu muazzamdı. Kesinlikle birinci sınıf. O zaman neden satılmıyorlar?
Lahana adamın işinin bir parçasıydı. Taze ürünler, yani yapraklı ürünler- üreten biyoteknoloji geliştiriciliğinde uzun zamandır çalışmaktaydı. Güvenli, ekonomik ve lezzetli olan bu biyo-sebzelerin yükselen gıda krizine çözüm olabileceğine ve yiyecek dağıtımının dayanak noktası olabileceğine inanıyordu. Öyle olduğuna güveni tam olmuştu. Ama piyasadaki satış beklediği gibi değildi ve adam umudunu kaybediyordu. Alıcılar biyo-sebzelerdense Güney Doğu Bloklarının tarlalarından taşınan ürünleri tercih ediyordu anlaşılan. Talep yapraklı sebzelere karşı özellikle güçlüydü, tıpkı lahana ve marul gibi. Böyle giderse patronunun ona söylediği gibi üretimi durdurmayı düşünmek zorunda kalacaktı.
Ense kökü kaşındı. Bir süredir kaşınıyordu. Adam yorulduğunda döküntü çıkartmaya eğilimliydi. Gece itibariyle kırmızı bir döküntü muhtemelen tüm bedenine yayılacaktı. Bugün çok fazla hoş olmayan şey gerçekleşiyordu. Tekrar iç geçirdi. Marul kafasından yavaşça düştü.
Göğüs cebinden bir biip sesi çınladı. Kimlik kartındaki cep telefonu ekranı yansıdı ve genç bir kadının yüzü göründü.
“Belediye Bilgi Sisteminden merhabalar. Kayıtlı olduğunuz Çocuk Muayenesi sonuçları hakkında bilgidir. Hesabınızı onaylamak için lütfen vatandaş numaranızı…” Kadın konuşmayı bile bitirmeden, adam anahtar şifreyi yazmaya başladı. Bugün iki yaşındaki kızının muayene günüydü. Parlak ve hayran olunası bir kız çocuğuydu. Asla yüksek sesle söylemeye cüret edemezdi ama içten içe onun üst düzeyler arasına kabul edilmesi için bir beklentisi vardı.
“Teşekkürler. Parmak izinizi ve kayıt numaranızı onayladık. Bilgileriniz aşağıdaki gibidir…” Bir sürü detaylı numarayla beraber kızının adı göründü. Kilo, boy, göğüs ölçüsü, sağlık durumu, beslenme durumu, gelişim düzeyi, çeşitli becerilerinin sıralaması… tüm notlar A ve C arasındaydı. Ne aşırı arkadaydı ne de olağanüstü muhteşemdi. Hepsi buydu. Adam ekrana bir süre baktı ve sonra kartını cebine geri iliştirdi. Kızının gülümsemesini düşündü.
Eh iyi.
Adam kendi kendine konuştu ve elinde tuttuğu bir baş marula sırıttı. Özel ya da değil kızı hala onun kızıydı. Değer verdiği ve hayran olduğu kızı. Ve bu gayet yeterliydi.
Aniden, zihninde bir fikir parladı. Öyle mi olmuştu, belki de, en iyi olma fikrine fazla mı kapılmıştı? Doğruydu- bu marullar ile ilgili şikayet edecek hiçbir şey yoktu. Belki de mükemmellik asıl başına bela olan şeydi. Bunlar birbiriyle aynıysa, mükemmel marul başları yan yana sıralıydı, müşteriler belki de almaya eğilimli hissetmezlerdi. Ya mükemmellik aslında tüketiciyi korkutan şeyse?
Bir temizlik robotu göründü. Metelik bedeninde yuvarlak kafası vardı ve iki kolu çöpleri yakalamak için uzandı ve bedeninin ortasındaki kutuya attı. Evet. Marullar tıpkı bu robot gibiydi. Temizdi, özenliydi ama çok yapaydı. Tüketicinin istediği sebzeler daha eşsiz, daha doğaldı… Marul elinden yuvarlandı. Hızlıca yakalamak için eğildi ve kaşları çatıldı.
Ha?
Parmakları sertleşti. Görüşü bulanıklaştı. Nefesi kasıldı. Robot marulu aldı ve duraksadı. Genç bir erkek sesi soruyordu.
“Bu çöpü atmalı mıyım?”
Adam ağzını konuşmak için açtı ve bir öksürük nöbetine tutuldu. Bununla birlikte, ağzından beyaz bir şeyler dökülüyordu. Diş. Dişleri dökülüyordu.
“Emin misiniz? Bunu şimdi atacağım. Marul çöp kutusuna atıldı ve robot uzaklaştı.
–Bekle, yardım et…
Adam uzandı, korkuyla feryat etti. Uzanan kolunun tamamı lekelerle doldu. Adam sendeledi ve bank ve çitlerin arasındaki boşluğa yığıldı.
“Shion, şuna bir bak.”
Shion iş arkadaşı Yamase tarafından arandığında saat altıyı geçmişti. O ikisi yönetim ofisinde kalan tek kişilerdi. İkisi birlikte parkta devriye gezen üç temizlik robotunu işletip bakımını yapıyorlardı. Bu tip iş gücü robotları henüz protatip durumdalardı ve en basit temizlik robotu bile bozulmaya eğilimliydi. Onları işletmek de zordu çünkü çöpleri ayırt etmekte kötülerdi. Bir nesneyi çöp olarak bilgisayar hafızasına ilk kez kayıt ettikten sonrasında her zaman onu hatırlaması beklenirdi. Ama robotlar “ayırt edilemez nesne” hatasıyla her seferinde dönerlerdi. Yarım saat önce de bir tane vardı. Gönderilen resimdeki şey bir baş marula benziyordu ve Shion bir anlığına ne yapması gerektiği konusunda tereddüt etti. Daha önce de çöp dese mi bilemediği şeylerle karşılaşmıştı tıpkı ağaçtan düşen bir yavru kuş ya da abartılı tüylü süslemeleri olan bir şapka gibi. Marul, doğrusu, ilkti.
“Bir sorun mu var?” işlem panelinin önünde oturan Yamase’nin arkasında durdu.
“Hmm.. Sampo garip davranıyor.”
Yamase robotlara takma isimlerle seslenmeyi severdi. Sampo 3 numaralı robottu. Bugün, parkın daha derin köşelerinde çalışıyordu. Sampo marul başını alan robotla aynıydı. Önlerindeki ekranda tanınmayan bir objenin bildirisiyle parlayan kırmızı hata vardı.
“Bu resim de ne?”
“Evet, bunun hakkında. Çok net değil ama garip…”
“Garip?”
Yamase yirmi yaşındaydı (Shion’dan dört yaş büyük) ve doğası gereği sessiz, nadiren olaylara karışan biriydi. İş arkadaşının sakin doğası Shion’un iş yerini sevmesindeki iki sebepten biriydi. Diğer sebebi ise işinde çoğunlukla makinelerle ilgileniyor olmasıydı, insanlarla konuşmak zorunda değildi.
“Şurada, bir bak” Yamase bunu derken ekranını kameraya odakladı.
“Biraz daha odaklayabilir misin?”
“Elbette” diye geldi cevap ve Yamase’nin elleri hızla kameranın kontrol paneline kaydı. Görüntü netleşti.
“Ne…..” Shion öne yaklaştı ve nefesi boğazında kaldı. Ayak? Pantolonun kumaşı ile kaplı bacaklar bankın arkasından fırlamıştı. Onlara eşlik eden bir çift kahverengi ayakkabıyı görebiliyordu.
“Sence uyuyor mu..?” Yamase’nin sesi titredi.
“Yaşam belirtisi var mı?”
“Ha?”
“Sampo’nun sensörlerini en yüksek seviyeye çıkartabilir misin?” Sampo sıcaklığı, sesi ve yapıyı hissedebildiği bir sürü reseptör ile donatılmıştı. Yamase’nin sesi şiddetle sarsıldı.
“Oksijen, ısı emisyonu… sıfır. Hayat belirtisi yok.”
“Gidip kontrol edeceğim” dedi Shion aniden.
“Ben de geliyorum.”
Bisikletlerine atladılar ve yapabildikleri en sert şekilde pedallara asıldılar. Bisikletler son birkaç yıldır patlayıcı bir şekilde modaydı ve istatistikler ortalama 3 vatandaştan 1inin bisikleti olduğunu gösteriyordu. Hafif koşu ayakkabıları da iyi satıyordu. Toplu taşıma yöntemlerine göre zahmetsiz ve uygundu, anlaşılan insanların çoğu yürümeyi, pedal çevirmeyi ve kendi bedenlerini kullanabilecekleri diğer yöntemleri seçiyordu. Popüler ya da değil Shion gibi bir öğrenci için bu ekonomik ve kolayca manevra yapabileceği bir şeydi ve daha çok zorunluluk oluşturan yakıt maliyeti yoktu.
Parkta bisikletler için hız limiti bile vardı. Shion genelde aşağı doğru gittiği yolda pedallara abandı. Çoğu araç bugünlerde hız aşımı yapıldığında otomatik olarak devreye giren sınırlama mekanizması ile donatılıydı. Bisikletlerin istisnası yoktu ve mekanizma genelde frenler üzerinde kurulurdu. Ama Shion’un bisikleti eski bir modeldi ve bir hız kısıtlayıcısı yoktu. Ulaştırma bürosu bunu öğrenirse para cezası ödemesi gerekirdi ama şu an gidebildiği kadar hızlı gitmekten memnundu.
Ağaçlarla ayrışmış sessiz bir alana ulaştı. Yaprakların ışıltılı gölgesi altında Sampo, öylece duruyordu. Hafifçe yana eğik olan boyun kemiği, ona hem şaşkın hem de dalgın bir ifade veriyordu.
“Sampo.” Shion’un sesine yanıt olarak LED gözleri yeşil yeşil yandı. Shion arkasındaki banka baktı ve donakaldı.
“Shion, neler oluyor?” Yamase biraz sonra ulaşmıştı ve boğazından tuhaf bir gürültü çıktı.
Bankın arkasına uzanan adam, arkasına saklanmak istemiş gibiydi. Ağzı açık, gözleri boş ve sabitti. İfadesi korkudan ya da acıdan çok şaşkına benziyordu. Ölmeden önce şok edici bir anla karşılaşmış gibi bakıyordu. Saçları kar beyazıydı ve yanaklarında yaşlılık plaklarına benzeyen noktalar vardı. Kırışıklıkları belirgindi. Oldukça yaşlı.
–Gerçi tişörtü yaşı için fazla gösterişli.
Shion adamın giydiği açık pembe tişört için böyle düşündü.
“Yamase-san, güvenlik bürosu ile iletişim kurabilir misin?”
“Ha? A… a evet, elbette. Tabii. Bana bir dakika ver… Merhaba? Ah, Park Yönetim Ofisinden…” Yamase’nin titrek sesiyle durumu anlaşını yarım-yamalak dinlerken, Shion adama dokunmak için dikkatlice uzandı. Rigor mortis (ölümün yarattığı sertlik) tüm bedenine yayılmıştı.
“Bu imkansız” Shion inanamayan bir tavırla doğrudan mırıldandı.
–Çok erken.
Rigor mortis genelde en az bir saat sonra etki etmeye başlar -çoğu vakada iki veya üç saat. Çeneden başlar ve bacaklarda son olacak şekilde yavaş yavaş aşağı doğru ilerlerdi. Buna bakılırsa, bu adam öleli birkaç saat geçmiş olmaydı. Ama otuz dakika önce bedeni burada değildi. Öyle olsa, Sampo fark ederdi. Bankın üzerinde yaşayan bir insan olduğunu fark edebilirdi. Marulu tanıladıktan sonra Sampo’nun sensörleri yaşayan bir insanı onaylamıştı. Elbette, ikisinin aynı kişi olduğunu onaylayacak bir kanıtı yoktu. Hayır, bunun olması imkansızdı. Otuz dakika önce yaşayan birinin bu kadar kısa sürede ölüm sertliği yaşaması mümkün değildi. O zaman -ölü bir adamın farkında bile olmayan başka biri bankta mı oturuyordu?
-İmkansız.
Shion adamın, Sampo’nun mekanik kolundan daha ser ve soğuk olan kolunu bıraktı. Bu imkansızdı. Eğer bir adam fark edilmeden ölü bir şekilde yatıyor olsaydı, Sampo onu alırdı. Aslında Sampo onun durumuna tepki göstermişti ve birkaç dakika önce “ayırt edilemez nesne” uyarısı göndermişti. Yani otuz dakika önce burada ölü bir beden yoktu.
Shion bedenin hareket ettiğini sandı. Elbette, bu sadece hayal gücüydü. Ama- Shion korku dolu feryadını bastırdı. Adamın çenesi, sadece otuz dakika önce kaskatı olan, çözülmeye başlamıştı. Hatta hafif bir çürük kokusu aldığını bile sandı. Adamın yüzü düşüktü ve Shion, adamın kulağının arkasından siyah-yeşil bir lekenin yayıldığını görebiliyordu. Bu kesinlikle az önce yoktu. Kesinlikle çıplak gözle görülemezdi. Shion yaklaştı.
“Geliyorlar.” Yamase rahatlama ile nefes verdi. Güvenlik Bürosunun aracı sessizce yaklaşıyordu.
“Yani on dakika gibi bir sürede ölüm sonrası çürüme gözlemlediniz ve çürümeye başladı? Bu imkansız,” Safu basitçe sıraladı sonrasında bir ağız dolusu çikolatalı donutu yutuverdi. Şehrin eski kısımlarına yakın olan fast food lokantasında, her ton ve renkten insanla doluydu.
“Ve çürük kokuyor diyorsan, bakteriler tarafından çoktan ayrışmaya başladığı anlamına gelir değil mi? Olamaz. Ölüm sonrası sertliğin tamamen yayılması için yazın ortasında bile , değil mi ama, en az otuz dakika sürmesi gerekir.”
“Sabit koşullar altında, yaz vakti otuz-altı saat sürer, kış vakti üç ila yedi gün arası ve şu an bulunduğumuz havada altmış saat. Kitapların söylediği budur,” Shion cevapladı, bakışlarını Safu’nun yüzünden çekti ve çayından bir yudum aldı. Bunalmış hissediyordu. Ve yorgun.
“Güvenlik Bürosu sizi sıktı mı?” Safu dikkatle yüzüne baktı. Kısa, kırpılmış saçları narin yüzünü çevreliyordu ve geniş gözleri ona gizem ve çeşitli bir cazibe katıyordu. Safu da aslında iki yaşındayken ölçüm sınavları sırasında en üstlerdeydi. On yaşına dek okuduğu okulda sınıf arkadaşlarından biriydi. Ve şu anda, on altı yaşındaydı, Shion ile yakınlık kuran tek kişiydi. Kızın uzmanlığı psikoloji alanındaydı ve yakında değişim için başka bir şehre gidiyordu.
“Her şeyden öte bu alışılmadık bir ölüm, şüpheli olmaları gerekirdi. Bu yüzden seni muhtemelen sorguya sürüklediler değil mi?”
Shion’un sınıfta bildiği Safu küçük ve sessiz bir kızdı. Laboratuvarda muhtemelen hâlâ öyleydi. Ama Shion ile yalnız kaldığında Safu gülümser, iyi yemek yer ve resmi ses tonunu rahatlatırdı. Shion çayını içti ve yavaşça başını salladı.
“Hayır, sandığım kadar kötü değildi.” Doğrusunu söylemek gerekirse, Güvenlik Bürosunun sorgusu oldukça kısaydı. Tek yaptıkları Sampo’nun bedenle ilgili olan verilerine el koymaktı ve ikisinden de durum hakkında bir açıklama talep etmekti. Resmi görevlinin sesi Shion’un adresinin eski şehir bölgesine, Batı Bloğu yakınlarına ait olduğunu fark edince sert bir ton almıştı ama Shion bu tür muamelelere alışıktı ve bunun hakkında hiç düşünmedi.
“O zaman neden bu kadar üzgün görünüyorsun? Başı belada genç bir adam gibisin şu an.”
“Bu.. sadece mantıklı değil.”
“Rigor mortis ve dağılma süresi mi?”
“Evet. Kendin söyledin Safu, bu mümkün değil. İmkansız. Haklısın. Bedeninin katılaşmasını hızlandıracak bir durum yoktu ve çürümeyi de kapsayan.”
“Bir durumdan kastın sıcaklık, nem ya da başka harici etki değil mi? Eğer bunu hızlandıran dahili bir sebep varsa otopside olmadığın sürece bilmeyeceksin.”
“Dahili sebep, ha.. Ne gibi?”
“Mesela, bu insan ciddi şekilde zayıflamış olsaydı, yeterince sert olmazdı ve bu kadar uzun sürmezdi. Fosfor zehirlenmesinde olan insanlar ya da bebekler, dediklerine göre neredeyse var olmayan…”
“Kesinlikle bebek değildi, bunu diyebilirim.”
Safu öfkeyle soludu ve Shion’a baktı.
“Bu sadece bir örnekti. Her zamanki gibi alaycısın değil mi? Bu hiç değişmedi. Ama elimizde hiç veri yoksa yapabileceğimiz çok bir şey de yoktur.”
“Doğru…” Shion belli belirsiz onayladı ve bilinçsizce alt dudağını büzdü. Veri, kitaplar, klavuzlar… Tamamen kullanışsız oldukları zamanlar vardı. Bir kez inandığı kesinlikler ve mutlaklar kolayca devrilebilir ve önünde parça parça olurdu. Dört yıl önce bunu deneyimlemişti.
Çeviri: Gölge
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.