No.6 Cilt 1 Bölüm 1-B

[ A+ ] /[ A- ]

“Kımıldama” dedi.

 

Benden kısaydı. Altında boğulmuş olan ben zar-zor gözlerine baktım. Karanlıktı ama aynı zamanda açık griydi. Daha önce hiç böyle bir renk görmemiştim. Parmaklarını sıktı. O kadar güçlü görünmüyordu ama yine de tamamen hareketsiz bırakılmıştım. Bu normal bir insanın yapabileceği bir şey değildi.

 

“Anladım” Nefesimi tutmayı başardım “Bunu yapmaya alışıksın.”

 

O bir çift gri göz kırpılmıyordu. Bakışları hâlâ sabitti, tıpkı okyanusun nazik yüzeyi gibi ve tehdit, korku, öldürme niyetinin rengini okuyabiliyordum.

 

“Yaralarını iyileştireceğim” dedim dudaklarımı ıslatarak “Yaralandın değil mi? Tedavi ederim.”

 

Davetsiz misafirimin gözlerine yansıyan kendimi görebiliyordum. Bir an için, onlar tarafından yutulacak gibi hissettim. Bakışlarımı kaçırıp, aşağı baktım ve kendimi tekrarladım.

 

“Yaranı iyileştireceğim. Kanamayı durdurmamız gerek. Tedavi. Ne söylemek istediğimi anlıyorsun değil mi?”

 

Boynumdaki kavrama biraz gevşedi.

 

“Shion”

 

Annemin sesi telefon hattından yankılandı. “Pencereyi açtın, dimi.”

 

Derin bir nefes aldım. İyiydim. Her şey yolunda, kendimi yatıştırdım. Normal bir sesle konuşabildim.

 

“Pencere?.. .. A evet açık.”

 

“Kapatmazsan üşütürsün.”

 

“Biliyorum.”

 

Diğer taraftan annemin gülüşünü duyabiliyordum.

 

“Bugün on iki oldun ve hâlâ küçük bir çocuk gibi davranıyorsun.”

 

“Tamam, anladım … A anne?”

 

“Ne oldu?”

 

“Rapor yazmam lazım. Bana biraz müsaade verir misin?”

 

“Rapor mu? Yetenekliler Bölümü’ne daha yeni kabul edilmedin mi?”

 

“Ha? A.. şey, yapmam gereken çok fazla ödev var.”

 

“Anladım.. Kendine çok yüklenme. Akşam yemeğinde alt kata in.”

 

Soğuk parmaklar boğazımdan uzaklaştı. Bedenim özgürdü. Hava kontrol sistemini yeniden başlatmak için elimi uzattım. Güvenlik sisteminin kapalı olduğundan emin olmalıydım. Yapmazsam, davetsiz misafirim yabancı varlık olarak dikkat çeker ve keskin bir alarm çalardı. Bu kişi No.6’nın yasal vatandaşı olarak sayılsa bu olmazdı ama bu tepeden tırnağa ıslanmış olan kişinin vatandaşlığı olduğunu hayal dahi edemiyordum.

 

Pencere kapandı ve sıcak hava odada gezindi. Gri gözlü davetsiz misafirim yarı-yarıya diz çökmüştü ve yatağa doğru eğilmişti. Uzun, derin bir nefes verdi. Büyük ölçüde zayıftı. İlk yardım setini kaptım. İlk olarak nabzına baktım sonra ise tişörtünü yırttım ve yarayı temizlemeye başladım.

 

“Bu…”

 

Bakmaktan kendimi alamadım. Bu tip bir yara tanıdık değildi. Omuz ekleminin üstünde oyuk bir çıkıntı vardı.

 

“Silah yarası mı?”

 

“Evet.” doğal bir cevaptı “Sıyırdı sadece. Sizin buna teriminiz neydi? Bir sıyrık yarası mı?”

 

“Ben uzman değilim. Hâlâ öğrenciyim.”

 

“Yetenekliler Bölümünde mi?”

 

“Gelecek ay başlıyor.”

 

“Vay. Yüksek IQ ha?”

 

Sesinde alay vardı. Bakışlarımı yarasından çekip gözlerine baktım.

 

“Benimle dalga mı geçiyorsun?”

 

“Dalga geçmek? Senin tarafından tedavi edilirken mi? Asla. Peki ya uzmanlık alanın ne öyleyse?”

 

Uzmanlık alanımın ekoloji olduğunu söyledim. Yetenekliler Bölümü’ne yeni kabul edilmiştim. Ekoloji. En azından kurşun yarasını nasıl tedavi edeceğimle ilgisi vardı. İlk tecrübem. Birazcık heyecanlıydı. Bakalım, önce ne yapsak? Temizlemek, sarmak… ah evet, kanamayı durdurmak.

 

“Ne yapıyorsun?”

 

Dezenfektan kitinden bir şırınga alışıma ve sallayışıma baktı.

 

“Lokal anestezi. Tamamdır, işte geliyor.”

 

“Bekle, bekle bir dakika. Uyuşturacaksın ya sonra?”

 

“Dikeceğim.”

 

Öyle bir sırıtışla söylemiş olmalıyım ki bundan daha fazla eğlenemezmiş gibi görünmüş olmalıydım. Bunu sonradan fark etmiştim.

 

“Dikmek! Bundan daha ilkel olabilir miydin?”

 

“Burası hastane değil. Son teknoloji aletlerim falan yok. Bence silah yarası bile kendince ilkel.”

 

Şehirde suç oranı sıfıra son derece yakındı. Şehir güvenliydi ve sıradan şehirlilerin silah taşımasına gerek yoktu. Taşısa taşısa, avcılık için olurdu. Yılda iki kez av sezonu için kurallar kaldırılırdı. Eskilerin ateşli silahları omuzlara asılır, hobisi olanlar kuzey dağlarına yol alırdı. Annem onları sevmezdi. Sırf eğlenmek için hayvanları nasıl öldürdüklerini anlamadığını söylerdi ve yalnız değildi. Dönemlik istatistiklere göre, vatandaşların %70’i avcılığın spor olmasından rahatsızlık duyduklarını ifade ediyorlardı. Zavallı masum hayvanları öldürmek, nasıl bir şiddet, ne tür bir zalimlik öyle…

 

Ama önümde kanayan kişi ne bir tilkiydi ne de bir geyik. İnsandı.

 

“Buna inanamıyorum.” kendi kendime mırıldandım.

 

 

“Neye?”

“Diğer insanları vuran insanların olmasına..tabi..avcı kulübünden biri seni yanlışlıkla vurmadıysa?!”

 

Dudakları kıvrıldı. Gülümsüyordu.

 

“Avcı kulübü ha. Şey sanırım onlar yaptı diyebilirim. Ama beni yanlışlıkla vurmadılar.”

 

“Bir insanı vurdukların farkındalar mıydı? Kanunlara rağmen.”

 

 

“Öyle mi? Tilki yerine insan vurmuş oldular. Bir insan avı. Kanunlara aykırı olduğunu sanmam.”

 

“Ne demek bu?”

 

“Onlar avcıydı ve avlandılar.”

 

“Ne demek istediğini anlamıyorum.”

 

“Anlamayacağının farkındaydım. Anlamana gerek yok. Yani ciddi ciddi beni iğneyle deşeceksin? Anestezik spreyin falan yok mu?”

 

“Her zaman iğne yapmayı denemek istemişimdir.”

 

Yarayı dezenfekte ettim ve üç enjeksiyonla yaranın etrafına anestezi uyguladım. Ellerim gerginlikten titriyordu ama bir şekilde kolay olmuştu.

 

“Uyuşacaktır ve sonra-”

 

“Dikeceksin.”

 

“Evet.”

 

“Hiç tecrüben var mı?”

 

“Tabii ki yok. Tıp bölümüne gitmiyorum. Ama temel damar dikiş bilgisine sahibim. Videoda görmüştüm.”

 

“Temel bilgi ha..”

 

Derin bir nefes aldı ve doğrudan yüzüme baktı. Zayıf, kansız dudakları, çökmüş yanakları ve soluk kuru bir cildi vardı. Düzgün bir hayat yaşamamış bir insanın yüzüne sahipti. Gerçekten de acımasızca kovalanan, tükenmiş, kaçacak yeri kalmamış bir hayvan gibiydi. Ama gözleri farklıydı. Duygu yoktu ama onlardan şiddetli bir güç hissediyordum. Bu canlılık mıydı? Merak ettim. Hayatımda hiç bu kadar akılda kalıcı gözler görmemiştim. Ve bu gözler kırpılmadan beni izliyordu.

 

“Garipsin.”

 

“Neden öyle dedin?”

 

“Bana adımı bile sormadın.”

 

“Ah doğru. Kendimi de tanıtmadım.”

 

“Shion değil mi? Çiçek gibi.”

 

“Evet. Annem ağaçları ve kır çiçeklerini sever. Ya senin adın?”

 

“Nezumi.”*

 

“Ha?”

 

Gölge’den Not: Nezumi Japonca’da “fare” anlamına gelir. Shion bu sebeple şaşırdı.

 

“Adım.”

 

“Nezumi… değildir.”

 

“Niye olmasın.”

 

O göz rengi hiçbir farede yoktu. Daha zarif bir şeyler vardı. Tıpkı.. Şafak sökmeden önceki gök yüzü gibi -öyle değil mi? Kendimi aksak bir şair gibi mırıldanırken yakaladığımda utanıp kızardım. Kasten sesimi yükselttim.

 

“Tamam, başlıyorum.”

 

Dikişin basit adımlarını hatırlayıp kendime söyledim. İki ya da üç sabit iplik ayarla, bunları dikiş için destek ipi olarak kullan.. bu son derece dikkatli ve hassas yapılmalıdır.. dikişe duraksamadan devam edilmelidir…

 

Parmaklarım titredi. Nezumi parmak uçlarımı sessizce izledi. Gergindim, biraz da heyecanlı. Sadece ders kitabından bildiğim bir bilgiyi eyleme döküyordum. Canlandırıcıydı.

 

Dikiş bitti. Yaraya bir parça gazlı bez bastırdım. Alnımdan aşağı bir damla ter döküldü.

 

“Yani sen zekisin.”

 

Nezumi’nin alnı da terden sırılsıklam olmuştu.

 

“Sadece ellerimi kullanmakta iyiyim.”

 

“Sadece değil değil. Beynini de. Sadece on iki yaşındasın değil mi? Ve yüksek eğitim kurumunun yetenekliler bölümüne giriyorsun. Baya elit.”

 

O anda biraz bile alaycılık yoktu. Ne de hayranlık vardı. Kirli gazlı bezi ve malzemeleri sessizce kaldırdım.

 

On yıl önce, iki yaşındaki çocuklar için yapılan zeka testide en yüksek skoru yapmıştım. Şehir beceri ve atletik yapıdan en yüksek sırada olanlara en iyi eğitimi sağlar. On yaşına dek, diğer sınıf arkadaşlarımla birlikte son donanımlara sahip olanaklarda derslere katıldım. Uzman eğitmen kadrosu gözetiminde, bize katı ve sağlam temelli eğitim temelleri verildi, sonrasında her birimize bizlere uygun bir uzmanlık alanına geçmemiz için kendimize ait eğitim seti temin edildi. O günden beri en yüksek notları yapan bana geleceğim vaat edilmişti. Sarsılmazdı. Hiçbir güç onu parçalamazdı. En azından, öyle olması gerekiyordu.

 

“Yatak rahat duruyor.” Nezumi mırıldandı, hâlâ yatağa yaslanıyordu.

 

“Kullanabilirsin ama önce üzerini değiştir.”

 

Nezumi’nin kucağına temiz bir tişört, havlu ve antibiyotik bıraktım. Ve sonra hevesle sıcak çikolata yapmaya karar verdim. Odamda bir ya da iki içecek yapmaya yetecek kadar pişirme becerim vardı.

 

“Pek de modaya uygun değil ha?” Nezumi ekose gömleği alırken burnunu çekti.

 

“Bana sorarsan yırtık ve kanla kaplanmış bir tişörtten iyidir.”

 

Ona dumanı tüten bir fincan çikolata uzattım. Akşamdan beri ilk kez, gri gözlerinde bir duygu titremesi gördüm. Keyif. Nezumi kocaman bir yudum aldı ve-iyi- diye mırıldandı.

 

“İyi. Yaptığın dikişten iyi.”

 

“Böyle karşılaştırman adil değil. İlk deneme için bence gayet iyiydi.”

 

“Hep böyle misindir sen?”

 

“Ha?”

 

“Kendini hep böyle savunmasız mı bırakırsın? Ya da Petri-kabı elitlerinin tehlike algısının sıfır olması normal mi?” Nezumi kupayı iki eliyle tutarak devam etti.

 

“Davetsiz misafirlere karşı herhangi bir korku ya da tehlike duygusu hissetmeden iyi geçiniyorsunuz ha?”

 

“Tehlikeyi hissediyorum. Korkuyu da. Tehlikeli şeylerden korkarım ve onlarla hiçbir şey yapmak istemem. İkinci katımın penceresinden gelen birinin saygın bir vatandaş olduğuna inanacak kadar saf da değilim.”

 

“O zaman niye?”

 

Haklıydı. Neden? Neden davetsiz misafirimin yarasını tedavi ediyor ve ona sıcak çikolata uzatıyordum? Soğuk kanlı bir canavar değildim. Ama aynı zamanda şefkatle dolu biri de değildim ve yaralanan herkese el uzatacak kadar iyi niyetli de değildim. Aziz değildim. Zorluklarla ve anlaşmazlıklarla uğraşmaktan haz etmezdim. Ama bu davetsiz misafiri eve almıştım. Şehir yetkilileri fark ederse başım belaya girerdi. Beni sağ duyudan yoksun biri olarak görebilirlerdi. Öyle olursa…

 

Gözlerim grilerle göz göze geldi. İçlerindeki kahkahayı gördüğümü hissediyordum. İçimden tam olarak ne geçtiğini görüyor gibilerdi, düşündüğüm her şeyi ve bana gülüyorlardı. Burnumu çekip ona ters ters baktım.

 

“Eğer büyük saldırgan bir adam olsaydın alarmı tam o anda çalıştırırdım. Ama kısa boyluydun ve kıza benziyordun ve düşecek gibiydin. Bu yüzden… Bu yüzden seni tedavi etmeye karar verdim. Ve..”

 

“Ve?”

 

 Ve gözlerinin rengi hayatımda gördüğüm en tuhaf göz rengi. Ve beni içine çektiler.

 

“Ve.. bir damar dikmenin nasıl bir şey olduğunu merak etmiştim.”

 

Nezumi omuz silkti ve kalan kakaosunu hüpletti. Elinin tersi ile ağzını sildi ve elini çarşaflarda gezdirdi.

 

“Gerçekten uyuyabilir miyim?”

 

“Tabi.”

 

“Teşekkür ederim.”

 

Odama girdiği andan itibaren duyduğum ilk minnet sözüydü bunlar.

 

 

Çeviri: Gölge

 

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.