Lunerra’nın Ekstrası Cilt 1 Bölüm 6

[ A+ ] /[ A- ]

“Profesör, o saldırı da neydi öyle? Beni küçümsüyor musunuz?”

 

Acımasız ve soğuk kelimelerim, herkesin zaten açık kalmış olan ağzının daha da aşağılara düşmesine neden olmuştu.

 

Profesörün anlamsız ifadesi, duyduklarıyla birlikte yerini bir anda geniş bir gülümsemeye bıraktı. İşte şimdi işler zorlaşacak…

 

“Ahahah…”

 

Profesör kahkaha atarak duruşunu dikleştirdi, sanki düello yapmıyoruz gibi daha rahat bir tavır almıştı ama bunu aslında beni daha ciddiye aldığı için yaptığını biliyordum.

 

“Sen… Gücünü mü gizledin?”

 

Şey, hayır… Sadece her şeyini bildiğim gizli bir etkinlik tetikledim ama bunu sana söyleyemem değil mi?

 

“Hayır profesör, raporda ne yazıyorsa tüm istatistiklerim öyle.”

 

Profesörün kaşları çatıldı ama maalesef ki doğruyu söylüyordum. Eh, benimde zoruma gidiyor ama istatistiklerim konusunda ‘şimdilik’ yapabileceğim bir şey yok.

 

Son kelimelerimden sonra ikimizde konuşmadık. Arenaya bir sessizlik çökmüştü, tüm gözler ikimize odaklanmıştı ve biraz sonra gerçekleşecek olan şeyi merakla bekliyorlardı.

 

Profesör gözlerini kapattı ve tüm kaslarını rahat bıraktı. Normal şartlarda biri bu fırsatı kullanıp onun üzerine atlardı ama ben, bunu özellikle ‘ona’ karşı yapacak kadar aptal biri değildim.

 

“Neden saldırmıyor?”

 

Hala hareketsiz durduğum için eleştiri almaya başlamıştım ama onları yeniden görmezden geldim. Çünkü yanlış hatırlamıyorsam profesör, bu cümle kurulduktan tam olarak üç saniye sonra harekete geçecekti.

 

Saldırısına bir saniye kala, yavaşça kenara doğru çekildim ve sonrasında profesör bir anda kaybolarak yanımda belirdi.

 

Tabii, bu sefer yaptığıma şaşırmayarak etrafında dönüp bana tekrar saldırmıştı ama bu seferde eğildim ve ardından kılıcımı aşırı basit bir şekilde ona savurdum.

 

Saldırımın hiçbir özelliği yoktu. Ne çok hızlıydı ne çok güçlüydü ne de bir yetenek aktif etmişim gibi görünüyordu fakat kılıcımı öyle bir anda savurmuştum ki profesörün tam karnının ortasında kullanabileceğim devasa bir açıklık vardı.

 

Tabii, zamanlamam mükemmel olsa da karşımdaki kişi boş değildi. Kendini bizim için kısıtlasa bile o bir profesördü, hem de genel seviyesi ‘C+’ olan bir profesör… Bu yüzden de saldırımı geri çekilerek atlatmayı başarmıştı.

 

“Sen, her seferinde ben hareket etmeden bir saniye önce harekete geçiyorsun.”

 

Oh? Demek fark ettin, yazık oldu… Galiba bunu amaçladığım gibi uzun sürdüremeyeceğim.

 

“Tüm düelloları izledin değil mi? Tüm saldırı şekillerimi, santimlik duruşlarımla tahmin ederek atlatıyorsun.”

 

Düelloları ve hareketlerini izlediğim doğru ancak o kadar hızlısın ki şu an ki seviyemle seni analiz etmem imkânsıza yakın.

 

Peki, onun saldırılarını nasıl mı kolayca atlatabiliyorum? Oldukça basit aslında.

 

Ben, bu oyunu 6132 saat oynadım ve oyunu %100 olarak bitiren dünya üzerindeki tek kişiyim. Oyunun içerisinde ki her görevi yaptım, bunlara tüm gizli görevler ve 33 tane farklı koşul aynı anda yerine getirilmedikçe adını bile duymayacağınız etkinliklerde dahil.

 

Lunerra’nın Toprakları’nda, bir boss ile savaşırken onun hareketlerini analiz ederek saldırı şeklini çıkartabilirsiniz. Tabii her seferinde bu saldırı şekli rastgele bir şekilde belirlenir ve bu yüzden onu sadece ezberlemeniz yetmez.

 

Bossun her bir grafiğini izleyip, her bir saldırısından önce vücudunun nasıl hareket ettiğini de iyi bilmeniz gerekiyor. Ben ise, ödülleri oldukça iyi olan bir gizli etkinlik yüzünden bu profesörle hemen hemen 80 kere bu şekilde savaşmış biri olarak onun gerçek anlamda ‘her şeyini’ biliyorum.

 

Yani profesörün her saldırısından önce yaptığı küçük alışkınlıklardan, kafa yapısının nasıl işlediğine ve hangi durumda hangi hareketi yapacağını adım gibi bilecek kadar onu iyi tanıyorum.

 

Mesela örnek verecek olursak, bir dikey saldırı yapacağı sırada sol ayağını hafifçe geri atarak kılıcını 2-3 santim kadar sola kaydırıyor. Yatay veya çapraz saldırı yapacağı zaman gözlerini kısıp en uygun açıyı bulmaya çalışıyor ve saniyelik bir hareket bile olsa vücudunu o yönde konumlandırıyor gibi gibi…

 

“Ahahah! Bu yıl üniversitede gerçekten canavarlar var. İstatistiklerinin düşük olması ne kadar yazık…”

 

Profesör bana gözlerini hafifçe kısarak baktı.

 

Ah… Hayır, neden bana acıyormuş gibi bakıyorsun? İstatistiklerimin böyle olmasını ben istemedim tamam mı? Neyse… Etkinliğe devam edelim…

 

“Her gücün bir bedeli vardır profesör.”

 

Dediklerimle birlikte, profesör duraksadı. Gözleri genişledi ve dalgın bir hâle büründü. Bunun nedeni ise oldukça basit, çünkü o da bir bedel harcayarak güç elde etmiş biri.

 

“Seni sevdim çocuk…”

 

Bunları mırıldandı ve ardından derin bir nefes alıp vererek soğukça gözlerimin içine baktı.

 

“Bakalım bunu da analiz edebilecek misin? Eğer bir sonraki saldırılarımı ağır bir yara almadan atlatabilirsen, seni bizzat ana öğrencim olarak alacağım.”

 

İşte! En başından beri bunu bekliyordum.

 

“Sözünüzden dönmezseniz iyi olur.”

 

Kendimden emin bir şekilde konuştum ve soğuk gözlerini sakinliğimle cevapladım.

 

Profesör sağ ayağını geriye attı. Kılıcını iki eliyle çapraz tutarak göğe bakacak şekilde konumlandırdı ve ardından derin bir nefes aldı.

 

Atmosfer bir anda ağırlaştı, profesörün görüntüsü garip bir şekilde bulanıklaştı ve ardından tüm dünya bir anda karardı.

 

Dünyam karardığı an, yaptığım ilk şey sola doğru hızlı bir takla atmak oldu. Yanımdan geçip giden bir rüzgâr esintisiyle birlikte omzumda keskin bir acı hissettim ama bununla duramazdı.

 

Takla atıp yuvarlandığım an dünya yeniden aydınlandı ve omzumdan sızan kanı gördüm. Böylece ne olduğunu anladım.

 

Profesörün yapacağı her saldırıyı oyundaki etkinlikten hatırlıyordum ama bedenim, bu hareketleri ezberlemiş olan zihnime aynı hızda çalışmıyordu. Kısaca saldırıyı nasıl atlatacağımı biliyordum ama profesör o kadar hızlıydı ki ona ayak uyduramıyordum…

 

Tabii ben bunları düşünsem bile, zaman akmaya devam etti ve profesörü hemen yanımda dikiliyorken buldum. Sonrasındaysa profesör saniye bile beklemeden elindeki kılıcı döndürerek bana savurdu.

 

‘Sağa hafif bir adım…’

 

Kılıç, sol kolumda derin sayılabilecek bir çizik bıraktı.

 

‘30 santim kadar geriye…’

 

Eğer bir milisaniye gecikseydim, kılıç göğsümde derin bir yara açmıştı ama bunu da bir çizikle atlattım.

 

‘Yerden tekme ve ardından yatay bir saldırı gelecek, aşırı olmadan zıplamam gerek.’

 

Ayakkabımın tabanı, gelen ani saldırı yüzünden açıldı ve yeniden yere indiğimde oluşan ufak yükseklik farkı yüzünden garip hissetmekten kendimi alıkoyamadım.

 

Kaslarım acıyor, aldığım sayısız çizikten sızan kan vücudumdan aşağı doğru süzülüyordu. Bunun üzerine deli gibi terlemiştim ve özellikle ayaklarımda hissedebildiğim keskin bir ağrı tüm vücuduma yayılmıştı ama yine de saldırıları ucuyla atlatmaya devam edebiliyordum.

 

Tıpkı beklediğim gibi profesörün saldırı sırası, hatırladığımla tamamen aynıydı. Bu yüzden dişimi sıkıp çektiğim acıları görmezden gelmeye çalışarak otomatiğe bağlamıştım ve bu şekilde, sayısız çizik almış olsam bile hiçbir ağır yara almadan yaklaşık 17 saldırıdan kaçındım. Ardındansa sonunda gösterinin sona ereceği yere geldik.

 

Göğsüme neredeyse 15 santim uzunluğunda çapraz bir çizik bırakan saldırıdan kaçındıktan sonra tekrar dişimi sıktım ve kılıcımı öylece havaya bıraktım. Böylece profesörün gözleri bir anda havada süzülmekte olan kılıcıma odaklandı.

 

Saliselik bile olsa, açtığım bu açıktan yararlanarak bana doğrultulmuş kılıcı ellerimle kavradım.

 

Kılıcın keskin tarafı onu sıkıca tuttuğum için avuçlarımı yakıyordu. Çektiğim acı yüzünden yere yığılıp bayılmamak için kendimi zor tutuyordum ama eğer burada pes edersem, şimdiye kadar çektiğim acının hepsi boşa olacaktı.

 

Hızlı bir şekilde, geçen öğrendiğim [Mana Güçlendirmesi] yeteneğini kullandım ve vücudumdaki mana, kaslarım tarafından emilerek bir anda büyük bir güçle doldu.

 

Ellerimle kavradığım rakibimin kılıcını, elde ettiğim kuvvetle birlikte aşağı doğru bastırdım ve az önceki saldırısı sebebiyle parmakları gevşemiş olan profesörün kılıcının ucu zeminle temas etti. Ben de onu özellikle kaldıramaması için ayağımı kılıcın üzerine koyarak tüm ağrılığımı ona verdim.

 

Profesör şok içerisinde yüzüme baktı, ardından hızlı bir hareketle bana yumruk atmaya çalıştı ama bunu da kafamı biraz kenara çekerek atlattıktan sonra onun yakasından tutup tüm gücümle ona kafa attım.

 

İzleyen eğitmenler şaşkınlıklarından ayağa kalkmışlardı. Etrafımızı çevreleyen kalabalığın az önceki küçümseyici bakışları, yerini büyük bir şoka bırakmıştı.

 

Tabii, F seviye istatistiklerimle birlikte [Mana Güçlendirmesi] kullanıyor olsam bile becerebildiğim tek şey profesörün hafifçe geri adım atmasını sağlamak olmuştu ama bu yaptığım bile çok büyük bir şeydi.

 

Profesörün yakasını bırakıp geri çekildim. Adrenalinle birlikte az önce kullandığım yeteneğin etkisi yavaşça sönmeye başladığından aldığım tüm yaraların acısı katlanarak artıyordu ama sakinliğimi olabildiğince korudum.

 

“Bununla birlikte iddiayı kazandığımı var sayıyorum?” Onun saldırılarını atlatmakla kalmayıp karşılık vermiştim. Karşı saldırım oldukça güçsüz olsa ve profesörün bedeni üzerinde ciddi bir etki bırakmasa bile, kazanmış olmalıydım.

 

Profesör dediklerimi duymamışçasına bana bakmaya devam etti. Peki… Bu kadar şoka girmesini beklemiyordum, ne yapmalıyım?

 

“E-evet… Kazandın…”

 

Yaptığım şey üzerinde fiziksel bir etki bırakmamış olsa bile mentalini ağır kırmıştım galiba… Şey, özür dilerim?

 

“Şifacılar! Ne bekliyorsunuz? Gidin şu çocuğa yardım edin!”

 

Eğitmenlerin bizi izlediği noktadan bir adamın ağır sesi, sessizliği yarıp geçti. Durumumu fark ettiğiniz için teşekkürler çünkü 30 saniye daha ayakta durabileceğimi sanmıyorum!

 

Şokundan daha yeni yeni çıkmaya başlayan profesörle tekrar göz göze geldik. Ardından hafifçe iç çekip ona gülümsedim ve profesörün gözleri genişledi.

 

Şifacılar yanıma gelip beni yere oturttuğunda derin bir nefes verdim. Sonunda oturmuştum be! Ama keşke bir sedye getirseydiniz de uzansaydım…

 

Şifacılar önce avuçlarıma, ardından tüm vücudumu kaplayan kesiklere baktı ve bir yetenek kullanarak beni iyileştirmeye başladılar.

 

Vücudumu saran yeşil ışıkla birlikte yaralarımın hızlıca kapandığını gördüğümde kanım kaynadı. Büyü gerçekten çok hoş bir şey…

 

“Profesör, iyi misiniz?”

 

Şifacılardan biri vücudumu iyileştirmeye devam ederken profesöre bunu sormuştu.

 

Profesör şifacıya baktı ve ardından tekrar bana dönerek bakışlarını bir süre üzerimde sabitledi. Sonrasında derin bir nefes alıp kendisini sakinleştirmeye çalıştı ve kalabalığa doğru döndü. Dünyaya tekrar hoş geldiniz profesör…

 

“Test bitmiştir! Sizi eğitmek isteyecek olan eğitmenlerin listesi, tabletinize ve saatinize üniversitenin uygulaması üzerinden hemen hemen yarım saat sonra gönderilecek. Öğrenci kontenjanını doldurmuş olan eğitmenlerin isimleri kırmızı olacaktır, yani seçiminizi hızlı yapsanız iyi olur. Bugünlük bu kadar, dağılabilirsiniz!”

 

Düelloların en başındaki otoriter sesi, şimdi biraz sarsılmış gibi çıkıyordu. Ona biraz zaman tanımamız gerek galiba… Tekrar özür dilerim profesör…

 

Profesör, kılıcını tekrar eline alıp kalabalığın arasına karıştı. Bazı öğrencilerde böylece dağılmaya başlamışken, bana bakarak oldukları yerde dikilenlerde vardı.

 

Kalabalığa hafif bir göz attım. Öğrencilerin küçümseyici bakışlarının, şu an kıskançlık ve hafif bir korkuya döndüğünü görmek beni garip bir şekilde tatmin ediyordu. Ben cidden bu kadar egoist biri miydim ya…

 

Şifacılar beni iyileştirmeye devam ederken kalabalığa göz atmaya devam ettim ama sonra kan kırmızısı gözler ile buluştuğumda duraksadım.

 

Lucia ile göz göze geldik ve bir anda terlemeye başladım. Yüzünde ne bir korku ne bir kıskançlık ne de küçümseyici bir ifade vardı. O ifadeden çıkarabileceğim tek şey, saf bir saygıydı ve bunu fark ettiğimde kalbim teklemişti.

 

Kendimi olabildiğince dizginleyerek duruşumu ve bakışımı bozmamaya çalıştım. Ardındansa gözlerimi ondan ayırdım ve şifacılara odaklandım. Bunu yaptığım ansa şifacılar beni iyileştirmeyi bıraktı.

 

“Kasların bir süre daha ağrıyacaktır, kaba olacak ama vücudunun içine etmişsin.”

 

Şifacı dürüst olduğu için üzülsem mi sevinsem mi bilemedim.

 

“Odana gidip dinlen, yarına bir şeyin kalmaz.”

 

Başımı sallayarak ayağa kalkmaya çalıştım ama tökezledim. Ah… Yürüyebileceğim değil mi? Umarım sakat kalmamışımdır…

 

Şifacının biri bana yardım etmek için elini uzattığında, onu memnuniyetle kabul ettim ve sonunda ayağa kalkmayı başardım.

 

Bacaklarım biraz acıyordu ama en azından yürüyebilirim gibi… Ayrıca yüzeysel yaralarımın hepsi, sorunsuz bir şekilde kapanmıştı. Şifacılar harbi iyi iş çıkarmış.

 

“Teşekkürler.”

 

Şifacıların önünde hafifçe eğilerek onlara içtenlikle teşekkür ettim, ardındansa etrafıma kısa bir göz attım. Maalesef ki Lucia gitmişti…

 

Gerçi, onu neden arıyorum ki? Adrian’ın kankası olmayı planlıyorsam zaten Lucia ile ister istemez yakınlaşacağım ama şimdi kendimi bir sapık gibi hissediyorum.

 

Oyunu oynarken çekicilik istatistiğinin çok önemli olmadığını düşünüyordum ama şimdi, bu dünyaya geldikten sonra fikrim yavaşça değişmeye başladı. Gerçekten de bu konuyu çözecek bir şeye ihtiyacım var…

 

İstatistik penceremi açarak E- seviye olan çekiciliğime tekrar baktım ve iç çekmeden edemedim.

 

Şans ve Çekicilik, oyunda arttırması en zor istatistiklerdi. Çünkü ikisi de çalışmayla artabilen şeyler değildi, ikisi de büyük oranda genetiğinizden aldığınız şeylerdi ve bu yüzden onları geliştirmesi zordu.

 

Tahminen, herhangi özel bir şey kullanmadıkça çekiciliğim en fazla E+ olur. Lucia’yı gerçekten kıskanmaya başladım…

 

Bu düşüncelerle birlikte soyunma odasına doğru yürümeye başladım ve ardından derin bir nefes aldım. Çekicilik kimin umurunda? En güçlü olduğum sürece, insanlar zaten yanımda durmak için kıvranacaklar. Evet… çekicilik anlamsız, anlamsız…

 

~bip!

 

Cebimden gelen ani sesle irkildim. Ardındansa ekranı çatlak telefonumu çıkardım.

 

——————————–

Eğitmeniniz Olmak İsteyenlerin, Rütbelerine Göre Listesi:

 

1-) Calvin Gladio – Detaylar için tıklayınız.

——————————–

 

İddiamız dolayısıyla profesörden başkası beni seçmemiş demek, neyse… Zaten en başından profesörü hedefliyordum ama şu ‘detayları’ biraz merak ettim.

 

——————————–

İsim: Calvin

Soy İsim: Gladio

Yaş: 27

Genel Seviyesi: C+

Ana Branşı (Sıralaması): Kılıç Eğitmenliği (#7)

 

 

Kılıç teknikleriyle ünlü Gladio Ailesinin en büyük oğlu. Genel seviyesi C+ olduğu için ailesi tarafından hor görülse bile, bir eğitmen olarak yetenekleri göz ardı edilemez. Eğittiği öğrencilerin hepsi üniversitede iyi dereceler yapan kişilerdir ve bu onun değerini kanıtlar. Kendisi yıl başına en fazla iki öğrenci alır, yani eğer seçildiyseniz kendinizi şanslı sayabilirsiniz.

——————————–

 

Bilmediğim bir şey göremeyince iç çektim. Oyunun içerisinde ‘detaylar için tıklayınız’ diye bir seçenek olmadığı için belki bilmediğim bir şey çıkar diye düşünmüştüm ama yanılmışım galiba.

 

Telefonun ekranından profesörün genel seviyesine baktım. Oyundakiyle aynıydı, yani ‘C+’ ama ben kimsenin bilmediği bir şey biliyordum.

 

Yüzümdeki istemsiz sırıtışla birlikte telefonu cebime atıp soyunma odasına girerek üzerimi değiştirdim ve antrenman kıyafetimi, üzerindeki yırtıkları umursamadan dolabıma geri koydum.

 

Aslında kıyafetin üzerinde bayağı çizik olduğundan çöpe atmam gerekirdi ama üniversitenin her antrenman kıyafeti, kendini hemen hemen dört saat içerisinde tamamen yenileyebilen bir tamir büyüsüne sahip. Kısaca kıyafetin yarısını yok etmediğim sürece yıpranmasında endişe etmeme gerek yok.

 

Kıyafeti dolabın içine tıkıştırdıktan sonra içine koyduğum tableti elime alıp yurtlara doğru yürümeye başladım.

 

Yol boyunca sıralamam yüzünden küçümseyici bakışların altında kalsam da söylentiler yayılınca ne tepki vereceklerini bildiğimden onları umursamayarak yurt binasının sekizinci katına çıktım, ardından da kendi odama girdim ve üzerimi rahat kıyafetler ile değiştirdikten sonra kendimi yatağa bıraktım.

 

Burada geçirdiğim bu iki gün, benim için oldukça eğlenceli geçmişti. Hayatımda değişmeye başlayan şeylerin farkındaydım. En basit örneği ile eskisinden daha çok gülümsüyordum.

 

‘Teşekkürler…’

 

Oyunun yapımcılarına içtenlikle teşekkür ettim.

 

Bunu nasıl başardıklarını bilmiyordum ama en ufak bir şekilde umurumda değildi. Buradaydım, Lunerra’daydım ve artık Aiden Tenebra’ydım. Eski sıradan hayatımı kesinlikle değiştirecektim.

 

Sadece düşünmesiyle yüzümü güldürmeye yeten bu hayaller, motivasyonumu arttırmaya devam ediyordu. Gelecekte hedeflediğim şeyleri düşündükçe mutluluktan zıplayacak gibi hissediyordum ama sakin olmam gerektiğini de biliyordum. Çünkü bu son iki günüm oldukça sakin ve rahat geçse de yakında Adrian’ın başına gelecek olan ana görevler başlayacaktı.

 

‘Yakında işler kızışacak…’

 

Tabii bunların hepsini bilen biri olarak, ona yardım etmeyi planlıyordum ama sadece bu kadarı yetmezdi.

 

Açıkçası ileriyi düşündükçe heyecanlanıp gülümsüyordum ama sonra duraksadım. Gülümseyen ifadem, fark ettiğim bir şey ile birdenbire düşmüştü.

 

‘Doğru… Bunu ciddiye almalıyım…’

 

Hayaller kurmak güzeldi, gülümsemekte iyiydi ama gelecekte bu dünyanın başına gelecekleri tekrar düşününce…

 

Binlerce, hayır… Yüz binlerce belki milyonlarca insan hayatını kaybedecekti ve gelecekte yaşananları bilen biri olarak bunları engelleyebilirdim ama… Eğer bunu yaparsam da insanlığın düşmanları tarafından açık hedef olurdum.

 

Yurt odamın tavanına baktım. Oyundayken hikâye gereği bazı karakterler ölümsüzdü ama ben şu an oyunda değildim… Bu dünya, artık benim gerçekliğimdi. Attığım doğru veya yanlış adımlarla gelecek değişebilir, ölmemesi gereken insanlar benim yüzümden ölebilirdi.

 

Ah… Lanet olsun… Ben büyük sorumluluklar alabilen biri değilim… Şimdi neden böyle bir şey aklıma geldi ki?

 

Hikâyeyi çok ellemesem mi acaba? Sadece Adrian’ın kötü tarafa geçmesini engelleyerek geri kalanı akışına bırakmak, aslında en doğru tercih olmaz mı?

 

~bip

 

Telefonumdan çıkan sesle birlikte ne olduğuna baktım.

 

——————————–

Clara: Günün nasıl geçti?

——————————–

 

Doğru… Bir kız kardeşim vardı. Gerçi benim kız kardeşim değildi ama yine de benim için endişelenen birinin olduğu düşüncesi, onu kendi kız kardeşim olarak görmem için yeterliydi.

 

Tam mesajlaşma uygulamasına girecektim ki tekrar duraksadım. Gelecek ana görevlerle bu dünya cehenneme dönecekti… O zaman Clara da tehlike de olmaz mı?

 

Yeni edindiğim kız kardeşimin gelecekte ölebilecek olma ihtimali, bir anda içimi kemirmeye başladı. Dünyada benim için endişelenen tek kişiyi kaybetmek istemiyordum.

 

‘Güçlenmem gerek…’

 

Doğru, eğer sevdiklerimi korumak istiyorsam güçlenmem gerek. Adrian olsun, yaratıklar olsun, gelmek üzere olan kıyamet olsun, hepsini sağ salim atlatmak istiyorsam güçlenmem gerek…

 

Belki ölecek olanları kurtarabilirim ama bunu yaptığım takdirde bu dünyada sevdiğim ve gelecekte seveceğim herkesi kendi ellerimle tehlikeye atmış olurum. Peki bunu istiyor muyum? Tabii ki hayır…

 

Ben bir kahraman değilim. Tabii, kötü adam da değilim ama bunların en başında ben, önceki hayatını yalnızlık ve kederle geçirmiş bencil biriyim.

 

Eğer diğer insanların ölümü sevdiklerimi koruyabilecekse, o zaman gelecekte bunun için ölmeyi isteyecek kadar pişman olacak olsam bile onları görmezden gelebilirim.

 

Ben bu dünyaya mutlu olmak için geldim. Kim olduğunu bile bilmediğim milyonlarca insanı kurtarmak için değil. Bu yüzden amacımda mutlu olmak olmalı, değil mi?

 

Yatakta kıvranıp gözlerimi kapattım. Clara’nın mesajına görüldü atmadığım için ona yanıt atmama şimdilik gerek yoktu.

 

Biraz yalnız kalıp düşünmem gerekiyor… Gelecekte yapmayı planladığım şeyler, yaşayacağımı düşündüğüm şeyler için kendimi hazırlamam gerek…

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.