Lunerra’nın Ekstrası Cilt 1 Bölüm 7

[ A+ ] /[ A- ]

Ailesini yedi yıl önce kaybetmiş, hayatta olan tek akrabası Clara adlı kız kardeşi ve onunla da arası pek iyi değil… İstatistikleri onu ‘çöp’ olarak nitelendirebilmem için oldukça uygun ve öne çıkan tek özelliği zeki olması… Ha birde geçenlerde siyanür satın almış, galiba intihar etmeye çalışmış…

 

Bilgisayarımın önünde duran bu profile tekrar tekrar baktım. Ne kadar araştırırsam araştırayım, geçmişi ne kadar deşersem deşeyim yine de ‘Aiden’ isimli bu çocuk hakkında anormal olan tek şey siyanür aldığı geceden beri kişiliğinde ilginç değişimlerin yaşanmış olmasıydı.

 

Normalde yüzü sürekli asık, hafif kambur duran, gördüğünüz gibi ‘bu kesin asosyaldir’ diyeceğiniz tiplerden biri olan bu çocuk o geceden sonra sorun yokmuşçasına gülümseyebiliyor ve insanlarla konuşmakta sıkıntı çekmiyor öyle mi? Acaba intihar etmeye kalkışmak onu değiştirdi mi?

 

Gerçi… İnsanlar intihar etmeye kalkışıp altı ay uğraşarak sadece %40’ını tamamlayabildiğim araştırmamı anında bitirebilecek kadar köklü değişimlerden geçebilir mi? Hayır, bu imkânsız olmalı. Böyle bir şeyi kabul edemem.

 

Sandalyeme yaslanıp çocuğun profiline tekrar göz attım. Sonrasındaysa derin bir iç çektim. Bu çocuk hakkında normal olmayan bir şey var ve bunu, sözleşmemizden caymasını imkânsız hale getirecek şekilde ne olursa olsun bulacağım… Ne olursa olsun…

 

*******

 

Ders matematikti ve tüm dersler içinde özellikle bu zor olduğu için profesörü tüm dikkatimle dinliyordum. Hatta sadece ben değil, tüm sınıf derse oldukça ilgiliydi ama hepimizin arasında sıkılmış gibi görünen biri vardı: Aiden Tenebra.

 

Göz ucuyla ona baktım ve onun elindeki kalemi çevirerek ofladığını gördüm. Gözleri tahtada ve profesördeydi ama kendisi bambaşka bir dünyadaydı. Bu sabahtan beri, şimdiye kadar olduğundan çok daha dalgın görünüyordu. Sanki aklını karıştıran bir şey varmış gibi…

 

“Aiden! Madem dersi iyi biliyorsun, Fourier Dönüşümünü açıkla bana hadi?” Ne olduğunu bile bilmediğim bir şey sormuştu profesör, ama Aiden elindeki tablete bir şeyler karaladıktan sonra onu sınıfın tahtasına yansıttığında profesörün ağzı tıpkı öncekiler gibi açık kalmıştı. Bunu da doğru bildi demek…

 

Bu sorudan sonra, profesör bir daha ona bir soru sormadı ve soğuk terler dökerek dersi işlemeye devam etti. Ben ise hayran bir şekilde kafasını önündeki masaya koyup gözlerinin altında hafiften halkalar görülebilen Aiden’ı izlemeye devam ettim.

 

‘Ne buluyorsun ki o velette?’ Lithoa, ben hayran bir şekilde Aiden’ı izlerken zihnimden bana seslendi. Dün Aiden’a onun hakkında sorduğum sorulara karşın aldığım cevaplardan beri ondan nefret etmeye başlamıştı.

 

‘Çünkü o zeki ve bir profesörü düelloda yendiği söylentisi her yerde dolaşıyor.’ Açıkçası bu bir bahaneydi. Böyle çocuksa bir şey yüzünden birine hayran kalacak biri değilim ben ama yine de ilginç bir şekilde gözlerimi ondan ayıramıyorum.

 

‘Ama o 624’üncü sırada değil mi?’ Lithoa oflayarak konuştu, nitekim haklıydı da…

 

‘Öyle ama yine de ilgimi çekiyor.’ Bu üniversiteye girip birinci sıraya yerleştiğimde, burada benden güçlü birilerini bulamayacağımı düşünmüştüm ama bu çocuk, yani Aiden, ona sorulan her türlü soruyu doğru cevaplayarak etrafına bu dünyada bilmediği bir şey yokmuş gibi bir hissiyat yayıyordu.

 

İstediğim her an ona elimi uzatıp onu tutabilecek olsam bile, ona erişemezmişim gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum. Böylece kararımı verdim.

 

Onunla yakınlaşmalıydım… Ona yakın olursam, gelecekte bir sorun yaşamayacak gibi hissediyordum. Kalbimin derinliklerimde ona baktıkça hissettiğim şey, tam olarak buydu.

 

*******

 

Ben… Milyonlarca insanı ölüme terk edebilir miyim? Onların hayatını kurtarma şansım varken, bu dünyadan silinecek olan ruhlarını burada tutabilme imkânım varken, onları gerçekten terk edebilir miyim? Sevdiklerim ve seveceklerim mi yoksa milyonlarca insan mı?

 

Dün akşam bu düşünceler yüzünden doğru düzgün uyuyamadım bile. Hatta öyle ki artık düşüncesizce hareket etmekten korkuyorum. Ya hareketlerim bir kelebek etkisi yaratarak ölmemesi gereken insanları öldürtürse? O zaman onların yükünü omuzlayabilir miyim? Bilmiyorum… Bilmiyorum ama, bildiğim şey varsa o da kesinlikle Clara’nın ölmesini istemediğim.

 

Aslında son zamanlarda ona biraz fazla takıntılıyım ama bu konuda yapabileceğim bir şey tam anlamıyla yok. Tüm hayatını yalnızlıkla geçirmiş olan ben, birdenbire benim hakkımda endişelenen ve bana her gün en az 3-4 kere mesaj atan birine sahip olunca ister istemez onunla aramda bir bağ kurmuştum. Bu yüzden onun bu dünyadan ayrılabileceği düşüncesiyle birlikte tekrar yalnız kalmak istemiyordum.

 

Karar vermem gereken o an geldiğinde, ne yapacağım? Hiçbir fikrim yok… Profesör Ulka ile yaptığım sözleşme ile Clara’yı bir raddeye kadar koruyabileceğimi biliyorum ama bu sadece bir yere kadar geçerli olacak. Çünkü eylemlerimle dikkatini çekebileceğim düşmanlar, Profesör Ulka ne kadar güçlü olursa olsun farklı bir ligde olanlar… İşte tam olarak bu yüzden hareket etmekten korkuyorum.

 

“Aiden! Madem dersi iyi biliyorsun, Fourier Dönüşümünü açıkla bana hadi?” Dersine ilk kez girdiğimiz matematik profesörü, dalgın olduğumu fark etmiş olacak ki bana işlememize daha iki koca yıl olan bir soru sordu. Eh, üzgünüm profesör.

 

Önümdeki tablete yaklaşık iki dakika kadar bir formül ile açıklama yazdım. Bu sırada profesör çok bilmiş bir şekilde saçmaladığımı falan düşünüyormuş gibi bir bakış attı ama çizdiklerimi dijital tahtaya yansıttığım an tavrı 180 derece döndü.

 

Profesör yazdığım şeyleri üst üste üç kere kontrol etti ve her seferinde ağzı daha da açık kaldı. Bununla birlikte artık bu derste de uyuyabileceğim galiba…

 

“Sen… Sen… Bunu nasıl bildin?” Hafifçe iç çektim ve ardından ona yaklaşık iki yıl boyunca matematik denklemleri çalıştığımla ilgili bir yalan uydurdum.

 

Bu yalandan sonrasında tıpkı düşündüğüm gibi kafamı kollarıma koyup gözlerimi kapattığımda dahi profesör bana kızmadı ve böylece dersin yarısını kendi hayal dünyamda uyuklayarak geçirdim.

 

“Hey…” Kısık bir ses, kulaklarıma girerek beni uykumdan uyandırdı. Kafamı kaldırıp bana kimin seslendiğinde baktığımda ise, önümde dikilen beyaz saçları ve zümrüt yeşili gözleriyle Adrian’ı buldum.

 

Her zamanki gibi ifadesiz görünüyordu, galiba geçmişte yaşadıklarından sonra çok bir duygu belirtisi gösteremiyor ama maalesef ki bunun hakkında yapabileceğim pek bir şey yok. Çocukluk travmaları, her zaman en zorluları olmuştur.

 

“Pratik dersler başlayacak, ne kadar daha uyuyacaksın?” Oh? Demek benim için endişelendin… Oysa daha arkadaşlığımız için gerekli olan ilk adımları bile atmamıştım. Acaba benimle neden ilgileniyor? Gerçi, işime gelir… Çok da önemli değil.

 

“Uyandırdığın için teşekkürler.” Yerimden kalktıktan sonra tüm kaslarımın uyuşmuş olduğunu fark edip gerindim. Ardındansa hala önümde dikilen Adrian’a baktım. Lanet çocuk, harbiden yakışıklı…

 

“Yanlış anlama, sadece merak ediyorum ama… Söylentiler doğru mu?” Söyledikleriyle birlikte hafif bir iç çektim. Demek bana yaklaşma sebebin buydu…

 

“Abartıyorlar, tek yaptığım bir açıklık görüp profesöre kafa atmaktı.” Böyle konularda mütevazi olmak en iyisi, ona iyi biri olduğumu gösterirsem ona daha rahat yaklaşabilirim.

 

“Yani karşı saldırı yapabildiğin doğru… Karşı saldırı yapabildiysen o zaman saldırılarını atlattığının söylentisi de doğru olmalı.” Adrian kısa bir süre düşünüyormuş gibi yaptı, ardındansa elini bana uzattı ve ifadesiz bir şekilde konuştu.

 

“Adım Adrian ve aslında bir köylüyüm… Bu yüzden şehir hayatını çok iyi bilmiyorum ve arkadaşım da yok. Rica etsem bana yardım eder misin?” Böyle bir şeyi ifadesiz bir şekilde söylediğinde çok komik göründüğünü biliyor muydun? Öyle ki karamsar halime rağmen kahkaha atmak istiyorum ama bunu yapamam. Fırsat ayağıma gelmiş, geri teper miyim hiç?

 

“Tabii ama seçtiğimiz silahlar farklı… Pratik dersten sonra buluşmaya ne dersin?” Adrian başını sallayarak beni onayladığında kendimi hile yapmış gibi hissediyordum… Vay be, bu kadar kolay olmasını gerçekten beklemiyordum.

 

Kolumu kaldırarak saatimin üzerine iki kez tıkladım. Ardından saatin üzerinde bir hologram belirdi ve hala önümde dikilen Adrian’a döndüm.

 

“Numaran?” Sorumdan sonra Adrian bana numarasını verdi ve ben de onu saatime kaydederek hafifçe gülümsedim.

 

“Pratik eğitim bitince sana mesaj atarım, müsait olduğumuz bir saat denk getirince de buluşuruz.”

 

“Bana uyar… Gerçekten teşekkürler.”

 

“Sorun değil, hala biraz zamanımız var. Ayrılana kadar birlikte gitmeye ne dersin?” Böylece ondan onay aldığımda sınıfın çıkışına doğru yöneldim ve soyunma odasına kadar Adrian ile beraber yürüdük.

 

Yol boyunca Adrian bana bir şey soracak gibiydi ama onu zorlamadım, eğer sormaktan çekiniyorsa kendisine bırakmak daha iyi.

 

“Şey, garip kaçacak ama… Bu kadar şeyi nereden öğrendin?” Elimde olmadan sırıttım, zeki olmak istiyorsun demek… Bu biraz çocukça değil mi?

 

“Ailem yedi yıl önce öldü ve şimdiye kadar kız kardeşimle yaşadım. Bu yüzden iyi bir geleceğimin olması için durmadan çalıştım ve şimdi, böyleyim.” Benim için uydurması en kolay yalan buydu. Gerçi zeki olduğum yalan değil ama… Öyle işte.

 

“Yani çabaladım diyorsun.”

 

“Evet ama maalesef istatistiklerim yerin dibinde.” Bir an duraksadım, sonrasındaysa iç çekerek duyabileceği şekilde mırıldandım.

 

“Hiçbir zaman başkalarından üstün olduğunu düşünme, her zaman senden daha yüksekte biri vardır.” Adrian mırıldandığım şeyden sonra kaşlarını çattı.

 

“Yaşlı bir adam gibi konuştun.”

 

“Hayat beni yaşlandırdı.” Bu kelimeler ağzımdan çıktığı an Adrian sustu ve başka bir şey demedi. Çünkü kendisi de benim gibiydi. Hatta onun hayatı benimkinden katlarca kez daha zorlu geçmişti, öyle ki ona böyle diyerek ona hakaret etmiş gibi hissediyordum ama yine de bunu yüzüme yansıtmadım.

 

Soyunma odasına girdiğimizde, tüm gözler doğal olarak üzerimize döndü ve fısıldaşmalar başladı. Eh, bir şey diyemem. Birinci ve 624’üncü sıradaki elemanlar yan yana yürüyerek sohbet ediyor, ben olsam ben de şaşırırdım.

 

Üzerimi antrenman kıyafeti ile değiştirdikten sonra birlikte ayrılacağımız koridora geldiğimde, Adrian’a eğitiminde kolaylık diledim.

 

“Teşekkürler…” Adrian ayrılmadan önce bana kısa bir süre daha baktı ve ardından eğitmeni ile buluşmaya gitti. Ben de böylelikle arkasından bakakaldım. Sırtındaki mızrağı ile tam bir savaşçı gibi görünüyordu…

 

Adrian gözden kaybolduğunda hafifçe iç çekerek saatimi açtım ve Profesör Calvin’in bana en son attığı mesaja baktım. Tıpkı oyunda olduğu gibi benimle antrenman salonlarından birinde buluşmak istemişti.

 

Ana binadan çıkarak antrenman salonlarının olduğu binaya doğru yürüdüm ve olaysız bir şekilde devasa binanın önüne geldiğimde sakin bir şekilde içeri girdim.

 

Her taraf üzerinde silah bulunan öğrencilerle kaynıyordu. Baltalar, mızraklar, yaylar ve kılıçlar her yerdeydi ama asıl önemli olan bunlar değildi. Çünkü her şeyden önce burada başlatmam gereken bir etkinlik var.

 

Hızlı bir şekilde sağ ön taraflara doğru baktım ve ardından lobinin koltuklarında oturan turuncu saçlı bir adam gördüm. Böylece yüzümde bir gülümseme belirdi. Üzgünüm profesör… Ufak bir işim var, sanırım biraz geç kalacağım.

 

Adamın yanına doğru yürüdüm ve ona hiçbir şey söylemeden tam karşısındaki koltuğa oturdum. Bu sırada adam yüzüme bile bakmamıştı, buraya rastgele oturan biri olduğumu sanıyor olmalı.

 

“Mevsimler geçip gidiyor değil mi?” Adam kaşlarını çatarak yüzüme baktı ama ben onu umursamadan konuşmaya devam ettim.

 

“Özellikle sonbahar, ama ilginç bir şekilde yapraklar dökülmedi.”

 

“Sebebi ne sizce?” Güzel, amacımı anladı.

 

“Fırtına öncesi sessizlik.”

 

“Tam olarak neyin sessizliği?”

 

“Küresel değişimlerin sessizliği.” Adam gülümsedi ve ardından ceketinin içinden madeni paraya benzer bir şey çıkartıp bana uzattı.

 

“Yaklaşık üç gün sonra. Kabalık olacak ama hangi parçadan olduğunuzu sorabilir miyim?” Madeni parayı aldıktan sonra koltuktan kalktım ve yakamı düzelttikten sonra ona soğukça baktım.

 

“Üzgünüm, bilmene gerek yok.” Adama bundan başka bir şey söylemedim ve onun konuşmasını beklemeden arkamı dönüp resepsiyona doğru yürüdüm.

 

Adam arkamdan bakakalmıştı ama onu çok umursamadım, sonuçta ikimizde işimizdeydik ve onunla bir daha görüşmem gerekmeyecekti.

 

Madeni parayı cebime attıktan sonra resepsiyona yaklaştım ve ardından gözlerini üzerime diken kadına gülümseyerek sordum.

 

“Oda 012 neredeydi acaba?” Kadın söylediklerimden sonra önündeki holografik bilgisayara bir şeyler yazarak ekrana baktı ve sonra tekrar bana döndü.

 

“Aiden Tenebra… Değil mi?”

 

“Evet.” Yaka kartımı işaret ederek kadına gösterdim, böylece kimliğimden emin olmuş oldu.

 

“Bir kat aşağı indikten sonra düz ilerleyip 2’nci koridordan sağa dönün, önünüze çıkacaktır.”

 

“Teşekkürler.” Cevabımı aldıktan sonra resepsiyondan ayrılarak merdivenlere doğru yürüdüm. Üzeri silahlarla dolu korkutucu öğrencilerin yanından geçtim ve tıpkı resepsiyonistin söylediği şekilde ilerlediğimde, oda 012’nin önündeydim.

 

Kapıyı tıklattıktan sadece 10 saniye sonra kapı ardına kadar açıldı ve Profesör Calvin, içeri girmem için kenara çekildi.

 

Bir şey demeden içeri girdim ve sayısız kez gördüğüm antrenman odası, nostaljik bir şekilde öylece önümdeydi.

 

Burası her şeyiyle hatırladığım gibi… Neredeyse 200 metrekarelik tam dörtgen bir alan, ortada devasa bir açıklık ve kenarlarda sayısız silah. Hiçbir fark yok…

 

“Geç kaldın.”

 

“Üzgünüm profesör, çok ufak bir işim çıktı ama yalnızca üç dakika geç kaldım. Bundan sonra daha özenli olmaya çalışacağım.” Profesör kaşlarını çatıp yüzüme baktı. Ben de gözlerimi kaçırmayarak onunla bakıştım ve ardından profesör iç çekerek pes etti.

 

“Neyse… Kılıcını neden almadın?”

 

“Çünkü kendime ait bir kılıcım yok.” Kayıtsız bir şekilde söylediğim bu cümleden sonra profesörün gözleri genişledi.

 

“Sen… Yoksa… O yüzden mi düello sırasında duruş almadın?” Bir kılıcımın olmamasından daha önce hiç eğitim almadığımı tahmin edebildin demek… Hakaret etmek istemem ama oyunda hatırladığımdan daha zeki çıktınız profesör…

 

“Maalesef evet, kılıç hakkında en ufak bir bilgim yok.”

 

“Ah…” Profesör elini yüzüne götürüp acı bir şekilde gülümsedi. Galiba önüne sıfır kılıç bilgisiyle çıkan ilk kişiyim… Gerçi dünyanın mevcut durumu düşünüldüğünde gerçekten de absürt bir durum.

 

“O zaman sormam gerek, kendine ne kadar güveniyorsun Aiden?” Aldığım soruya karşın gülümsedim.

 

“Amacım üniversiteden birinci olarak çıkmak.” Profesör hafifçe iç çekti ve ardından ‘deliler hep beni buluyor zaten’ diye kısık bir sesle mırıldandı.

 

En başında mırıldanacaksan bunu neden benim duyabileceğim şekilde söylüyorsun ki? Gerçi ben de aynısını az önce Adrian’a yaptım… Özür.

 

“Neyse, kenardan bir kılıç al ve karşıma geç.” Profesör odanın tam ortasındaki açıklığa geçti ve ben de köşeden oldukça sade bir kılıç kapıp karşısına dikildim.

 

“Raporda F seviye olsa bile kılıç ustalığın olduğu yazıyor, bunu doğuştan mı öğrendin?”

 

“Evet.” Aslında en ufak bir fikrim yok ama bunu araştıracağını sanmıyorum… Zaten Aiden’ın çelimsiz vücudunu düşünürsek kesin eğitim almamıştır, bu yüzden yalan söylemediğime %80 falan eminim.

 

“O zaman biraz bile olsa yeteneğin olmalı… Kılıcını dikey şekilde savurur musun?” Bana söylenenle birlikte kılıcımı havaya kaldırdım ama bunu yaptığım an profesör dibimde biterek beni durdurdu.

 

“Dik durarak kılıç sallamak sana boşa enerji harcatmaktan başka bir şey yapmaz. Aşırı dik durma ve ayaklarını biraz olsun aç. Dengeni kılıcını savuracağın şekilde ayarla ve duruşunu olabildiğince bu şekilde al.” Onu sorgulamadan dediği gibi yaptım ve ardından kılıcımı tekrar havaya kaldırarak savurdum.

 

“Tekrar.” Aynı duruş ile kılıcımı tekrar savurdum.

 

“Ayaklarını biraz daha aç, tekrar.” Kılıcım, bir daha havayı yardı.

 

“Sendeliyorsun, ayaklarından destek olarak dengeni olabildiğince sağlam tut.” Neden bilmiyorum ama garip bir şekilde kanım kaynamaya başladı…

 

“Kılıcı çok fazla sıkı tutuyorsun, böyle yaparsan esnekliğini kaybedersin. Tutuşunu gevşet ama abartma, yoksa bu seferde savuruşun güçsüzleşir.” Kılıcımı her yanlış savuruşumda, profesör hatalarımı düzeltti. Kılıcımı doğru bir şekilde savurmaya her yaklaştığımda ise vücudumda yayılan garip bir heyecanla birlikte dünyadan soyutlanmaya başladım.

 

Kılıç savurmak… Bana mucizevi bir şekilde eğlenceli gelmişti ama ben fiziksel işlerden nefret eden biriydim. O zaman neden şimdi saatlerce kılıç savursam bile yorulmayacak gibi hissediyorum? En ufak bir fikrim yok…

 

Hatalarını düzelt… Kılıcı havaya kaldır… Ağırlığını, savuruşu yapacağın yere ver ve kılıcı dikey bir şekilde savur…

 

Bu şekilde, en az 15 dakika boyunca profesörün rehberliğinde kılıç savurdum ama sonrasında profesör birdenbire beni durdurdu.

 

“Pis sırıtıyorsun çocuk, kılıç sallamak eğlenceli mi geldi?” Ne? Sırıtıyor muydum? Bunun farkında bile değildim ki…

 

Profesör ona gösterdiğim şaşkınlığa karşın bir kahkaha patlattı. Ne yani… O kadar komik mi gerçekten?

 

“Demek farkında bile değildin! Neyse, kılıcı sevmen iyi bir şey ama artık durman gerek. Çünkü bedenin zorlanmaya başladı.” Duyduklarımla birlikte kaşlarım kalktı… Sahiden, garip bir şekilde kaslarım ağrıyordu ama bunu ancak şimdi fark edebilmiştim.

 

“Vücudun o kadar zayıf ki 15 dakika kılıç sallamakla bu hale geldin. Dayanıklılığın F seviyeydi senin değil mi?” Demek sorun buydu… Oyunun içerisinde dayanıklılık sadece yaratıkların bana verdiği hasarı azalttığından otomatik olarak burada da o işe yarayacağını düşünmüştüm ama anlaşılan dayanıklılık istatistiği, staminayı da arttırıyor.

 

“Kendimi zorlamam iyi bir şey değil mi? Bu sayede dayanıklılığım daha hızlı artar.”

 

“Dediğin doğru ama sadece kılıç sallayarak gelişmek yerine daha verimli yollarda var. Kılıç kullanırken vücudundaki tüm kasları kullanırsın Aiden. Bacakların, kalçan, kolların… Kısacası her kasın gelişmiş olmalı ve seninkiler maalesef öyle değil. Bu yüzden sana bir egzersiz programı ayarlayacağım ve her gün buna uyacaksın.” Profesör kendi kendini onaylıyormuşçasına hafifçe başını salladı ve ardından vücudumu boydan boya süzdü.

 

“Aynı şekilde sırık gibisin, bu yüzden öğünlerini ‘sağlıklı’ bir şekilde arttır.” Mantıklı olduğu için bir şey demeden başımı salladım. Gerçi bu adam yıllardır eğitmenlik yapıyor… Onun ağzından mantıksız bir şey çıkma ihtimali var mı ki?

 

“Anladıysan güzel… Şimdi vücudunu daha fazla zorlamak istemediğimden kılıç savurmayı bırakalım ve mana kontrolüne geçelim ama kılıcı elinden bırakma.” Profesör bağdaş kurarak yere oturdu ve bana da aynısını yapmamı söyledi. Ben de ona karşı çıkmadan karşısına geçtim.

 

“Gözlerini kapat, kılıcını sıkıca tut ve manana odaklan. Ardından onu kılıcı tuttuğun eline doğru hareket ettirdiğini hayal et ve mananı kılıcına aktar.” İstediğim bir yeteneği öğrenmek üzere olmanın heyecanı ile vücudumda dolanan manaya odaklandım ve ardından manam, yavaşça kılıca doğru akmaya başladı fakat amaçladığım şey bir türlü olmuyordu. Bir şeyler yanlış gibiydi ama ne olduğundan emin değildim.

 

“Mananı sadece kılıca aktarıyorsun ama bu yeterli değil. Vücudundan çıktığında dahi onu kontrol etmeye çalış, onun kılıcın içine doğru girdiğini hayal etmekle durma ve mananın orada emildiğini, emildiği şeyi daha sağlam ve güçlü yaptığını hayal et.” Manam yavaşça kılıca doğru akarak onun tarafından emilmeye başlandığında, kapalı olan gözlerimin önünde holografik bir pencere belirdi.

 

——————————–

Tebrikler! [Mana Aktarımı(F)] yeteneğini öğrendiniz. Bunu kendi başınıza deneyimleyerek öğrendiğiniz için mana kapasiteniz küçük bir miktar arttı.

——————————–

 

Yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi ama bunun sebebi, öğrendiğim bu yetenek için değildi. Gülümsememin sebebi; bundan sonra gelecek olan bildirimdeydi.

 

——————————–

Tebrikler! [Mana Güçlendirmesi(F)], [Mana Aktarımı(F)] ve [Duyu Gelişimi(F)] yetenekleri birbiri ile birleşerek [Mana Uzmanı(F)] ustalığını meydana getirdi!

 

Öğrendiğiniz yeni ustalık ile mana kapasiteniz bir miktar arttı.

 

Öğrendiğiniz yeni ustalık ile [Mana Verimliliği] istatistiğiniz, F+ dereceye yükseldi!

——————————–

 

Sonunda be! Profesörün bana az önce öğrettiği mana aktarımı yeteneğini elde etmeyi daha önce zaten denemiştim ama maalesef son noktayı kaçırdığım için beceremediğimden bir süre sonra pes etmek zorunda kalmıştım. Yine de bu ustalığı gerçekten istemiştim! Çünkü ustalıklar, yeteneklerden kat kat daha önemli ve işe yarar şeyler.

 

Şöyle anlatayım; yetenekler bedeninizden mana çekerek sistem sayesinde büyü yapabilmenizi sağlıyor. Bunların yanında ustalıklar ise yeteneklerden bağımsız olarak hem aktif hem de pasif şekilde çalışıyor ve yeteneklerin tekil işlevindense çok daha geniş etkilere sahipler. Örnek olarak [Mana Uzmanı(F)] ustalığının açıklamasını okuyalım hadi.

 

——————————–

Mana Uzmanı(F)

Kişi, manasını normalde olduğundan çok daha özgür ve akıcı şekilde hareket ettirebilir. Aynı şekilde manayı istediği gibi nesnelere veya canlılara aktararak onları güçlendirebilir, mananın kendisine karşı duyarlılık kazanılır ve verimlik büyük ölçüde artar.

——————————–

 

Bu ustalığın oyun içerisindeki tek işlevi mana verimliliğini arttırmak olsa da şu an gerçek hayatta olan benim için bu oldukça önemli bir şey. Çünkü mana uzmanı, dünya üzerindeki her insan için öğrenmesi oldukça kolay bir ustalık ve genellikle gelişimin ilk basamağı olarak görülüyor. Tabii seviyesi arttıkça yanında gelen özelliklerde cabası!

 

“Artık gözlerini açabilirsin.” Profesörün sözleriyle heyecanlı bir şekilde gözlerimi açtığımda, fark ettiğim ilk şey tuttuğum kılıcın hafifçe parıldadığı oldu.

 

Mana, kesinlikle kılıca farklı bir hava katmıştı… Kılıç eskisinden daha keskin, göze daha hoş görünüyordu.

 

“Oldukça hızlı öğreniyorsun, o zaman hadi bugünlük eğitimi bitirmeden bir şey daha deneyelim…” Profesör ayağa kalktı ve ardından bana da ayağa kalkmamı söyledi.

 

“Şimdi senden mananı vücudunun etrafına yaymanı istiyorum.” Bana ne yaptırmaya çalıştığını anlamıştım ama yine de heyecanımı gram kaybetmeden ayağa kalkarak dediğini yaptım.

 

Mana, yavaşça vücudumu terk ederken ona odaklandım ama bununla durmadım. Manayı, vücudumun dışında olsa bile hissetmeye çalıştım. Onu diğer duyu organlarımın yerine koydum ve ardından, bedenimin çevresi bir anda üç boyutlu olarak gözlerimin önüne serildi.

 

Bir an dengemi kaybedecek gibi oldum, çünkü normalde başınızın önündeki iki gözünüzle görürken birden üçüncü kişi bakış açısına geçmek, hem de çevrenizi 360 derece görebilmek o kadar garip bir şeydi ki başım dönüyordu… Gerçi görüş alanım vücudumdan sadece bir metre yarıçap uzunluğunda bir küre şeklindeydi, geri kalan her şey zifiri karanlıktı ama yine de bu midemi bulandırmaya yetmişti.

 

Bu duyguya alışmaya çalıştım, midem bulanmasına rağmen buna karşı direndim ama sonrasında birdenbire üzerime aşırı bir yorgunluk çöktü. Dişimi sıkarak yorgunluğa direnmeye çalıştım ama sadece saniyeler sonrasında, 360 derece görüş açım bir anda karardı. Ah… Şimdi ne olduğunu anladım… Manam bitti.

 

Hayal kırıklığı içerisinde gözlerimi açtığımda, profesörle tekrar göz göze geldim. Nedense yüzünde pis bir sırıtış vardı.

 

“Gerçekten harikasın… Eğer istatistiklerini düzgün bir şekilde arttırabilirsen gelecekte bir canavar olabilirsin biliyor musun?” Canavar? Üzgünüm profesör… Ama benim amacım oralarda değil. Basit birer canavar olarak yaklaşmakta olan kıyamette hayatta kalabilirim belki ama Clara’yı koruyabileceğimin garantisi yok. Eğer aklımdaki her şeyi gerçekleştirmek istiyorsam yapmam gereken şey, sağduyuyu aşacak bir varlık olmak. Clara’yı gerçek anlamda ancak böyle koruyabilirim.

 

“Motivasyon için teşekkür ederim… Yarın görüşürüz profesör…” Böylece kılıcı, aldığım yere geri koymaya gittim ama profesör bunu fark ettiğinde beni durdurdu.

 

“Kılıcım yok demiştin… Pratik eğitimden bağımsız olarak çalışacaksan kılıç sende durabilir.”

 

“Ah… Teşekkür ederim.” Böylece yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi. Çünkü gerçekten de kendime eğitim için bir kılıç almak istiyordum ama hala daha param olmadığından biraz zor durumdaydım…

 

“Sorun değil, senden gerçekten iyi şeyler bekliyorum Aiden.” Profesörden aldığım övgüyle birlikte antrenman odasından belimde kılıcımla çıktım ve yurt odama doğru yürümeye başladım.

 

Binadan çıktığımda tenime vuran güneş ışığıyla birlikte rahatladığımı hissettim… Hava eylül ayından beklenmeyecek derecede ne aşırı sıcak ne de aşırı soğuktu. Bunun üzerine birde beni oldukça yormuş bir eğitimden çıkmıştım, gerçekten ferahlamıştım.

 

Gülümseyerek odama doğru yürüdüm ve bu sırada saatimi açarak rehberime kayıtlı üç kişiden biri olan Adrian’a, şu an müsait olduğum hakkında bir mesaj attım.

 

Mesaja uzun bir süre görüldü gelmedi, galiba tarih profesörü onu biraz zorluyor… Umarım bu daha sonra bana zorluk çıkarmaz…

 

Gerçi neyse, şimdiye kadar Adrian’ın kişiliği hakkında kötü bir şey sezinlemedim. Bu yüzden gelişmesinde şimdilik bir sakınca yok gibi… Umarım öyledir…

 

Sıkıntısız bir şekilde yurt odama girdikten sonra kısa bir duş alıp üzerimi rahat kıyafetlerle değiştirdim. Ardındansa her zaman yaptığım gibi kendimi yatağıma bırakarak derin bir nefes aldım.

 

Bugün, vücudumda çok bir şey değişmemiş olsa bile geliştiğimi hissetmiştim… Genele bakıldığında bu değişim, zerre olarak bile zor görülse bile istikrarlı bir şekilde ilerlersem sonunda güçlenebileceğimi biliyordum. Biliyordum ama… Bu tabii ki yeterli değildi.

 

Ne kadar çalışırsam çalışayım sadece egzersiz yaparak kısa sürede güçlenemem. Bu yüzden birtakım hilelere ihtiyacım var ve bir sonraki amacım, tam olarak bu hilelerden birini elde etmek.

 

Antrenman binasının olduğu yerdeki turuncu saçlı adamdan aldığım madeni parayı cebimden çıkarttım ve ona bakarak hafifçe gülümsedim. İşte bu basit görünümlü madeni para, istediğim hileyi almamda bana yardımcı olacak olan şeydi.

 

~bip

 

Madeni paraya bakarken saatim öttüğünde, ilk önce Adrian’ın mesajımı okuyarak bana geri dönüş yaptığını düşünmüştüm ama ekrana bakarak ‘Adrian’ ismini göremediğimde böyle olmadığını anladım.

 

Kaşlarımı çatarak ekrana çift tıkladım. Böylece saatin daha büyük ve rahat olan holografik görünüme geçerek bildirimin ne hakkında olduğunu kontrol ettim. Sonrasındaysa pis bir şekilde sırıtmaktan kendimi alı koyamadım. Çünkü ekranda gördüğüm şey, tam olarak şuydu:

 

——————————–

Banka hesabınıza 20.000.000W yatırıldı.

——————————–

 

Evet, sunduğum teoriden kazandığım parayı sonunda göndermişlerdi. Artık gerçek anlamda zengindim.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.