Lunerra’nın Ekstrası Cilt 1 Bölüm 4

[ A+ ] /[ A- ]

Küçük yurt odamda ki küçük mutfağın küçük masasında oturan kısa, lacivert saçlı adama bakarak iç çektim. Eh, böyle bir şey bekliyordum ama sunumdan sadece birkaç saat sonra, bu kadar hızlı harekete geçmesini düşünmemiştim.

 

“Kahve veya çay?”

 

Olabildiğince özenli bir şekilde sordum.

 

“Çay alayım, lütfen bir kaşık tuz da koyun.”

 

Adam, altın sarısı keskin gözlerini üzerime dikerek bunları söyledi. Zevki bile oyundakiyle aynı…

 

“Tabii.”

 

Onu sorgulamadan hızlı bir şekilde iki çay hazırladım. Çaylardan birine şeker yerine tuz koyduktan sonra onu adamın önüne bıraktım ve karşısına oturdum.

 

“Buraya neden geldiğimi tahmin edebiliyor musunuz?”

 

Tuzlu çayından küçük bir yudum aldıktan ve tatmin olduğunu gösteren bir ifade yaptıktan sonra bana bunu sormuştu.

 

“Yani, hayır desem yalan söylemiş olurum.”

 

Tabii ki de buraya geleceğini biliyordum. Sonuçta üzerinde çalıştığın araştırmayı ‘ödünç alan’ kişi benim.

 

“Yani çaldığını itiraf ediyorsun öyle mi?”

 

Söylediği normal bir şeymiş gibi duruşunu bile bozmadan çayından yudum almaya devam etti.

 

“Eh, çalmaktan çok henüz %40’ını bile bitiremediğiniz bir araştırmayı kendim tamamladım demek yanlış olmaz.”

 

Bu kelimeler ağzımdan döküldüğü an, mutfaktaki atmosfer ağırlaştı ve hafifçe üşüyormuşum gibi bir hisse kapıldım.

 

Tüm bu fantastik dünyalarda olan ‘baskı’ dedikleri şey buymuş demek… Heyecanlanmadım desem yalan söylemiş olurum.

 

“Bay Tenebra, sizi saniyeler içerisinde öldürebileceğimi biliyorsunuz değil mi?”

 

“Evet, biliyorum.”

 

“O zaman bu cesaretiniz nereden geliyor?”

 

Hala sakin bir şekilde konuşuyordu ama gittikçe daha da öfkelendiğini hissedebiliyordum. Eh, tamamlamak için aylarımı harcayacağım bir araştırma biri tarafından çalınıp tamamlansa ben de öyle düşünürdüm.

 

“Açıkçası oldukça basit, Profesör Ulka.”

 

Çayımdan bir yudum daha aldıktan sonra gülümsedim. Eğer ondan korkarsam, o zaman bana zerre acımazdı. Hikâyedeki yeri oldukça önemli olan bu adam, zayıflardan nefret eden tiplerdendi. Bu yüzden karşısında zayıflık belirtisi göstermemeliydim.

 

“Sizinle bir anlaşma yapmak istiyorum.”

 

Bir katilin soğukluğuna sahip altın sarısı gözleri bayağı korkutucuydu ama onları aldırmadan gözlerinin içine baktım. Bu adamın kişiliğini iyi biliyordum, yanlış bir şey yapmadığım sürece korkmamı gerektirecek bir durum yoktu.

 

“Anlaşma demek? Duyalım bakalım.”

 

Evet, bu adam öfkelendiğinde etrafına düşünmeden saldıran tiplerden değildi. Her hareketini düşünerek atar, eğer gelecekte ona zarar verecek bir şey sezinlerse onu gram merhamet etmeden ortadan kaldırırdı. Şu an ise, benim hangi kategoriye ait olduğumu inceliyordu.

 

“Dediğim gibi, oldukça basit. Şu an araştırmakta olduğunuz teorilerin hepsini gözden geçireceğim ve boşlukları gidereceğim. Tabii, bu araştırmaları yapan kişi hep siz olarak görüleceksiniz. Ben sadece kendi payımı alıp sahneden çekileceğim.”

 

Odadaki atmosfer daha da ağırlaştı. Ne olursa olsun sakinliğini koruyabilen Profesör Ulka’nın kaşlarının çatıldığını gördüğümde istemsizce sırıtmıştım.

 

“Yanlış anlamayın, size aptal demiyorum. Tek amacım para kazanmak ve kendime arka çıkacak birini bulmak. Araştırmaları sırf para için değil, onları gerçekten sevdiğiniz için yaptığınızı biliyorum. Bu teoriyi sunduğumda özellikle sizi izliyordum ve o an öfkeli değildiniz, beni öldürmek gibi bir amacınızda yoktu. Sadece mutluydunuz, çünkü bilmediğiniz bir şeyi öğrenmenin heyecanıyla yanıp tutuşuyordunuz.”

 

Üzerimde bir baskı hissetmeye başladım. Kendimi bırakırsam diz çökebilecekmişim gibi bir baskıydı bu ama yine de gülümsedim. Neden mi? Çünkü ben güçsüz biriydim. Eğer bu baskıya dayanabiliyorsam o zaman bu Profesör Ulka’nın üzerime çok gitmediği anlamına geliyordu. Amacı sadece gözümü korkutmaktı.

 

“Sen… En başından beri amacın buydu değil mi?”

 

Ulka’nın soğuk ifadesinde bir gülümseme belirdi. Açıkçası sokakta böyle bir adam görseydim deli olduğunu düşünüp arkama bile bakmadan kaçardım galiba ama şu an bir amacım vardı.

 

“Eh, bence ikimiz içinde kazan-kazan durumu. Az önce dediğim gibi tek amacım para kazanmak ve gerektiğinde bana arka çıkacak birini bulmak. Sizin tek isteğiniz ise bilmediğiniz şeyleri öğrenerek sıkıntınızı gidermek. Bu anlaşma neticesinde amacıma ulaşmakla kalmayacağım, bir de teorilerin yükünü size bırakıp kimliğimi saklı tutabileceğim. Siz ise öğrendiklerinizin keyfini çıkaracaksınız.”

 

“Doğru anladıysam, sunabileceğin çok fazla teori var değil mi? Hayır… Sormam bile saçma… Yoksa en başından bana böyle bir teklifle gelmezdin… Tek merak ettiğim şey… Sunmayı planladığın teorilerin ne kadarı bana ait ve bunlara nereden eriştin?”

 

Sorduğu sorunun ardından omuzlarımın üzerindeki baskı bir anda geri çekildi ve odadaki atmosfer eski haline döndü.

 

Evet! Bu şekilde Ulka’yı tarafıma çekmeyi başardım ama yine de ona sırlarımı söyleyemezdim. Bu yüzden sağ elimin işaret parmağını dudağıma götürerek sessizlik işareti yaptım ve hafifçe gülümsedim.

 

“Bu da benim meslek sırrım olarak kalsın.”

 

“Krallığa tek bir yazı göndererek son zamanlarda yaptığın her şeyin raporunu alabilirim, kendine bu kadar güveniyor musun gerçekten?”

 

“İstediğiniz her şeyi yapabilirsiniz Profesör, dediğim gibi bu bir meslek sırrı.”

 

Sonuçta ne kadar araştırırsa araştırsın, benim bu dünyadan olmadığım hakkında bir şey bulamazdı. Eh, tabii geçmişimi araştırabilir ama bulabileceği tek şey bir gecede garip bir şekilde değiştiğim olur.

 

“Peki, anlaşmanı kabul edeceğim ancak soracağım iki şey daha var. Bunlardan biri, araştırmalardan ne kadar pay istediğin. İkincisi ise, bana en azından bildiğin teorilerden birinin konusunu söyleyebilir misin? Açmana gerek yok, sadece konu başlığını duymak istiyorum.”

 

“Pay olarak %35 almayı düşünüyorum, sizin içinde uygundur bence. Bildiğim bir teoriye gelirsek…”

 

Hafızamda henüz bu dünyaya açıklanmamış tüm teorileri yokladım ama hangisini seçmem gerektiğinden tam emin olamadım… Çünkü aşırı ileride keşfedilecek bir şeyi şimdi ortaya koyup hikâyenin akışını değiştirmek istemiyorum ama bir yandan düşünme faslını çok uzatmamam gerekiyor… Yoksa bu manyak, bir şey uydurmaya çalıştığımı düşünerek onu kandırdığımı zannedebilir…

 

“Mananın Atmosferdeki Kaynağı, nasıl?”

 

Bunları söylerken gülümsedim ve Ulka’nın gözlerinin içine baktım.

 

Ulka anlamsız bir şekilde bana baktı, göstermemeye çalışsa da heyecandan sıçramak istediğini biliyordum. Çünkü o böyle bir adamdı, bu karakter bilgiye aç psikopat bir manyaktan daha fazlası değildi.

 

“Bunu kanıtlayabilir misin…”

 

“Evet ancak zamana ihtiyacım var, çünkü emin olmam gereken bazı önemli noktalar var.”

 

Eh… Ona her şeyi şıp diye bildiğimi söylersem istediği bilgiyi aldıktan sonra bana olan ilgisini kaybeder. Bu yüzden ona sunacağım teoriler arasında belirli bir zaman olmalı.

 

Bu zamanı ise ya param dibi görmeye başladığında ya da anlaşmamız gereği yeni bir şey sunmak için çok vaktim kalmadığı zamanlar olarak ayarlamayı düşünüyorum.

 

“Haha… HAHAHA!”

 

Ulka deli gibi kahkaha atmaya başladı, ben ise bu manyağı gülerek izledim.

 

“Eh, o zaman anlaşmamı kabul ettiğini varsayıyorum?”

 

El sıkışmak için ona elimi uzattığımda, Ulka çocuksu elime bir süre bakakaldı. Ardından delicesine gülümsedi ve altın sarısı gözleri ışıltıyla parıldadı.

 

İlk başta ne olduğunu anlamadım, bu yüzden saniyelik bile olsa panikledim ama sonrasında önümde beliren holografik pencere ile ne olduğunu anladım.

 

——————————–

Ulka DeLaor, sizinle bir sözleşme yapmak istiyor. Sözleşmenin şartları:

 

1-) Aiden Tenebra, Ulka DeLaor’a yardım ettiği her teori için araştırmadan %35 pay alacak.

 

2-) Ulka DeLaor, sözleşme süresi boyunca Aiden Tenebra’ya gücünün yettiğince arka çıkacak.

 

3-) Aiden Tenebra, eğer Ulka DeLaor’u kandırırsa veya sözleşmeye uymazsa gereğince cezalandırılacak.

 

4-) Ulka DeLaor, sözleşmeye uymazsa uygun bir şekilde cezalandırılacak.

——————————–

 

Eh, demek bir sözleşme yapmak istiyor. Şartlarda benim aleyhime bir şey yok gibi, zaten tek amacı kaçmamı engellemek olmalı. Bu yüzden reddetmek için bir nedenim yok.

 

Sözleşmeyi kabul ettiğimi hayal ettim ve böylelikle bedenimden küçük bir miktar mana çekildi. Ardından holografik ekranın üzerinde bir tik işareti belirdi ve böylece sözleşme tamamlandı.

 

“Harika… Harika! Teorilerini dört gözle bekliyorum Aiden!”

 

Ulka masadan kalktığı gibi odanın kapısına doğru yürüdü. Yeni bir oyuncak keşfetmiş küçük bir çocuktan farksızdı.

 

“Umarım amacına ulaşırsın küçük dostum!”

 

Böylece kapıyı açarak yurttan çıktı ve odamda yeniden yalnız kaldım.

 

Şimdiye kadar tuttuğum nefesi verdim ve sırıttım. Ulka oyunda sevdiğim bir karakterdi, deli bilim adamları her zaman hoşuma gitmişti ama onunla yüz yüze konuşmak kanımı kaynatmıştı. Bu dünyada tecrübe edebileceğim gerçekten çok şey var…

 

Yüzümdeki sırıtışla beraber yatağıma uzandım ve ardından gözlerimi kapattım.

 

İlk adımlarımı oldukça güzel atmıştım. Para sıkıntısı çözülmüştü ve sıkıntıya girdiğimde kullanabileceğim sağlam bir arka plan kazanmıştım. Artık yapmam gereken tek şey yarına kadar dinlenmek ve istatistiklerim konusunda neler yapabileceğimi düşünmekti…

 

*******

 

Çalan alarmın sesiyle gözlerimi açtım. Esneyerek yatağımdan doğruldum ve ardından alışkanlık olarak bilgisayarımın olması gerektiği yere doğru yürüdüm ama eski odamdan farklı bir yerde olduğumu fark ettiğimde gözlerim genişledi. Ah… Doğru, ben ölmüştüm.

 

Dün akşam uyuduğum sırada, sanki hiçbir şey olmamışçasına eski odamda uyanacağıma dair içimde bir his vardı. Bu yüzden kendimi buna hazırlamıştım ama hala buradaydım. Hala Aiden Tenebra’ydım ve üniversiteye gitmem gerekiyordu…

 

Saati kontrol edip ‘08:01’ sayılarını görünce iç çekerek mutfağa doğru yürüdüm. Kendime basitçe birkaç yumurta kırdım ve başladım yemeye…

 

Yemeğimi yerken düşündüm, şimdi ne yapmam gerekiyordu? İkinci adımımı nasıl atmalıydım? Sistemi açarak F’lerle dolu istatistik pencereme baktım. Bu istatistikleri yükseltmek için yapabileceğim en iyi şey neydi?

 

Aklıma ana karakteri getirdim. O lanet ruhun yardımıyla büyük bir ihtimal çok dan tüm istatistikleri en azından D- seviyesindedir. Tabii birkaç yetenekte kazanmıştır… Bir de iki üç ustalık aldıysa demesin keyfine.

 

Düşündüm, düşündüm ve düşündüm. İstatistiklerimi istikrarlı bir şekilde yükseltmenin en iyi yolu, tabii ki egzersiz yapmaktı ama ben öyle bir günde sekiz saat boyunca kılıç sallayabilen biri değilim. Gerçi… İş büyüye gelirse bayağı eğlenceli olduğundan belki olabilir ama fiziksel şeyleri gerçekten sevmiyorum.

 

O zaman ne yapmam gerekiyor? Akademideki tüm ana ve yan görevleri aklıma getirdim. Hepsinin ödüllerini teker teker hatırlamaya çalıştım ve hem işime yarayabilecekleri hem de şu an ki halimle hangilerini yapabilecek kapasitede olduğumu düşündüm.

 

Açıkçası aklımda karman çorman bir liste oluşmaya başlamıştı. Yapabileceğim şeyleri az çok biliyordum ve bu yüzden heyecanlıydım ama önümde büyük bir problem vardı: Ben harbiden bayağı güçsüzdüm. Hem fiziksel olarak hem de mental olarak…

 

Bir zindana girsem en iyi seçenekle basit bir goblinle bile baş edememe ihtimalim vardı. Eh, eski hayatını tehlikeden uzak bir şekilde geçiren birinden çok bir şey beklemeyin. Yaratıklarla oyunda savaşmak ve onları gerçek hayatta görmek arasında dağlar kadar fark var. Goblini gördüğüm an donup kalmazsam o bile benim için bir başarıdır.

 

Düşüncelere dalmış bir şekilde son lokmamı ağzıma attığımda, telefonumdan bir ‘bip’ sesi çıktı. Böylece gelen bildirimi kontrol ettim ve sonra yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi.

 

——————————–

Clara: Uyandın mı?

——————————–

 

Günaydın veya onun gibi bir şey yazmıyordu… Galiba benden biraz tırsıyor. Eh, ona bir şey diyemem. Yıllardır beni görmezden gelen abim bir günde değişeceğini söylemiş olsa ben de ondan biraz tırsardım.

 

——————————–

Ben: Evet, uyandım. Günaydın Clara.

——————————–

 

Clara bir süre bana yanıt yazmadı. Galiba rüya görmediğine emin olmaya çalışıyordu.

 

——————————–

Clara: Günaydın… Dersin başlamak üzere acele et!

——————————–

 

Böylece başka bir şey yazmadan çevrimdışı oldu. Bana nasıl davranması gerektiği hakkında sorun yaşıyor olmalı, şimdilik yapabileceğim tek şey ona zaman tanımak.

 

Kirli tabağı sonra yıkamak için tezgâhın üzerine koyduktan sonra dolabımın önüne doğru yürüdüm ve onu açtım.

 

GİDÜ’nün şık tasarımlı üniforması karşımdaydı. Bu oyunu dışarıdan oynayan biri olarak değil, gerçekten de bu üniversitenin bir öğrencisi olarak bu üniformayı giyecektim ve o kadar heyecanlıydım ki tamamen hazır olmam bir dakikamı ancak almıştı.

 

Beyaz kumaş üzerine mavi desenler bulunan kırmızı kravatlı üniformamın içinde aynanın karşısına geçerek kendime baktım. Çok yakışıklı olmayabilirdim ama kötü bir görünüşüm yoktu.

 

Aynadan uzunca bir süre kendimi inceledikten sonra telefonuma baktım. Saatin ‘08:34’ olduğunu gördüğümde ise gülümseyerek odamdan dışarı çıktım ve ciğerlerime temiz hava çektim.

 

Koridorda sınıfına gitmek için koşuşturan bir sürü öğrenci vardı. Dünün aksine sekizinci kat bayağı aktifti ve bunu görmek beni mutlu etmişti.

 

Tıpkı geçen günkü gibi birkaç kişiyle birlikte zemin kata indim ve ardından ana binaya doğru yürümeye başladım.

 

Öğrencilerin arasından geçerken herkesin yüzüne özellikle dikkat ettim. Sadece ara sıra karşılaştığım figüranlardan bazılarının yüzlerini hatırlayabiliyordum, hatta bir ara profesörlerden birine saygısızlık ederek atılan bir öğrenciyi gördüğümde sırıttım. Gördüğüm her şey bana burasının Lunerra olduğunu tekrar ve tekrar hatırlatıyordu.

 

Ana binaya doğru yürümeye devam ediyordum, derslerde neler işleyeceğimizi merak diyordum ama sonra bir anda duraksadım.

 

Ah… Ben gerçekten aptalım. Ana binaya yürüyorum, yürüyorum ama hangi sınıftayım ki? Bu yılın ilk sınıflarında her biri 25 kişiden oluşan 25 sınıf var ve hangi sınıfa ait olduğum hakkında en ufak bir fikrim yok.

 

Ana binaya doğru yürümeye devam ederken telefonumu çıkararak uygulamalara baktım. Mesajlaşma uygulamasında Clara’dan başka kimse yoktu. Aiden pisliği intihar etmeden önce e-postasını da temizlemiş gibi görünüyordu.

 

Acı bir gülümsemeyle bir şey bulma ümidi içerisinde telefonumu karıştırmaya devam ettim ama sonra birdenbire bir şeye çarparak dengemi kaybettim.

 

Telefonum elimden fırlayarak benden yaklaşık iki metre uzağa düştü, yere yığılmış bir şekilde göğsümde bir ağrı hissediyordum ki neye çarptığımı anlayabilmek için önüme baktım.

 

Karşımda bulduğum şey, uzun açık kahverengi saçlara sahip tıpkı benim gibi yere yığılmış bir erkek oldu. Çocuk, okyanus mavisi gözlerini açarak bana baktı ve gözlerim genişledi.

 

Görüntü bir anda animasyondan gerçeğe döndüğünden tanımakta biraz zorluk çekmiş olsam da bu öğrenciyi biliyordum, önümdeki kişinin ismi Julian’dı ve hiç uğraşmak istediğim biri değildi.

 

“Ah… Özür dilerim, dikkat etmiyordum.”

 

Hızlı bir şekilde özür diledim ama onun önünde duruşumu bozmadım. Korkudan değil de saygımdan özür diliyormuş gibi görünmüştüm ki amacımda buydu. Çünkü eğer bu çocuğa korktuğumu gösterirsem, o zaman onun hedeflerinden biri olma ihtimalim vardı.

 

Ona basit bir şekilde özür diledikten sonra hafifçe gülümsedim ve uzağa fırlamış olan telefonuma baktım. Ah… Harika, ekranı çatlamış.

 

“Biraz daha dikkat et be çocuk! Üniformam mahvoldu!”

 

Julian hışımla ayağa kalkarak bana düşmancıl bir şekilde baktı. Umarım kara listesine girmemişimdir… Cidden bu çocukla uğraşacak halim yok, çok üşeniyorum.

 

“Tekrar özür dilerim, dediğim gibi telefonuma daldığım için benim hatam. Özür olarak sana bir yemek ısmarlamama ne dersin?”

 

Bu çocuğun hedefi olmaktan kurtulmamın tek yolu buydu.

 

Onu yemeğe davet etmek, hem gereksiz para harcamaktan kaçınmayacak kadar zengin olduğum hem ondan korkmadan iletişim kurabileceğim anlamına geliyordu. Yani onun gözündeki ‘zayıf’ imajına ters bir şekilde hareket ediyordum ki yüzündeki ifadeye bakınca başarılı olduğumu anladım.

 

“Tamam… O zaman seni affedebilirim.”

 

Julian üniformasının tozlanmasından dolayı hala kaşlarını çatıyor olsa da en azından yola gelmişti. Bu yüzden mutluydum ama sonrasında gözlerimin içine bakarak bana odaklandı.

 

“Ah… Sen… İsmin Aiden mı?”

 

 İsmimi bilmesine oldukça şaşırdım, Julian beni nereden tanıyordu ki?

 

“Evet? Tanışıyor muyuz?”

 

Kaşlarımı çatarak konuştum, bu sohbetin nereye gideceğini cidden merak ediyordum. Eğer Julian bu bedenin eski sahibini tanıyorsa birkaç şey öğrenebilirdim.

 

“Hayır, tanışmıyoruz. Aynı sınıfta olduğumuz için yüzünü ve ismini panodan hatırlıyorum.”

 

Peki hala… İşte bunu gerçekten beklemiyordum, çünkü onunla aynı sınıfta olmam demek ana karakterle de aynı sınıfta olduğum anlamına geliyordu fakat onun sınıfında daha önceden Aiden diye biri olmadığına emindim.

 

Gerçi bunun sebebi belki de eski Aiden’ın üniversitenin ilk gününden önce intihar etmesidir ama oyunun ilk dersi sırasında sınıfın 25 kişi olduğunu iyi hatırlıyorum, yani böyle bir durum söz konusu değil.

 

Yani bu dünyaya gelmem için özellikle oluşturulmuş bir varlıksın huh Aiden… En başından sende benim gibi bu dünyanın parçası değildin, senin için kötü hissetmedim desem yalan olur.

 

“Anladım… Dün bayağı bir rahatsız olduğumdan sınıfa gelememiştim fakat şimdi iyiyim.”

 

Demek 1-C sınıfındaydım… İyi bari, en azından artık hangi sınıfa gideceğimi biliyorum. Hem ana karakterle aynı sınıfta olmak hikâyenin ana görevlerine doğrudan katılmamı sağlayabilir. Bu yolla onun hangi sona doğru ilerlediğini gözlemlemiş olurum. Aslında bu bayağı iyi oldu…

 

“Neyse… Yemek ısmarlama sözünü unutmasan iyi edersin.”

 

Böylece Julian beni burada bırakarak ana binaya doğru ilerlemeye koyuldu. Ben de kısa bir iç çekerek belli bir mesafeden onu takip ettim.

 

Yaklaşık 10 dakikalık bir yürüyüşün ardından, sonunda 1-C sınıfının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım ve olabilecek en sakin şekilde içeri girdim.

 

Sınıf, tıpkı geçen gün teorimi sunduğum gibi bir amfiydi ama biraz daha küçük versiyonuydu. Hangi öğrencilerin nerede oturduğu, hatta çöp kutusunun konumu bile tıpkı hatırladığım gibiydi. Burayı böyle görmek kanımı kaynatıyordu ama bunları çok umursamadan sınıfın sol köşesine doğru baktım.

 

En sol orta sırada, sınıfın cam kenarında sessiz sedasız dışarıyı izleyen çocuğu gördüğümde istemsizce yutkundum.

 

Beyaz renkli saçları ve zümrüt yeşili gözleriyle çekicilik istatistiği en az C+ olan ana karakter, yani Adrian Caleo bir soylu olmamasına ve oldukça ifadesiz görünmesine rağmen nefes kesici bir asilliğe sahipti.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.