Lunerra’nın Ekstrası Cilt 1 Bölüm 3

[ A+ ] /[ A- ]

Havada süzülmekte olan istatistik pencereme tekrar bir göz attım. Gerçekten de bir çöptüm… Aiden bu istatistiklerle bu üniversiteye girmeyi nasıl başarmıştı ki?

 

Aklıma sadece iki seçenek geliyor… Eski Aiden’ın ya inanılmaz bir teorik zekâsı vardı ya da ona torpil geçilmiş.

 

Ailemizin durumunu bilmesem bile Clara ile konuşurken üstünde gördüğüm kıyafet ve holografik teknolojinin her yerde olduğu bu dünyada kullandığım telefona bakılırsa çok da iyi değil gibiyiz… Yani Aiden oldukça zeki biri olmalı. Öyle ki böyle istatistiklere rağmen bir büyü üniversitesine kabul edilebilecek kadar zeki…

 

Eh, aslında bunun için çok endişelenmeme gerek yok. Sonuçta önceki hayatımda üniversite sınavını birincilikle geçerek girmesi bayağı zor bir üniversiteye burslu olarak girdim. Yani övünmek gibi olmasın ama ben de zekiyim. Ayrıca bu oyunun ‘hastası’ olduğum için büyü teorileri gibi şeylere fazlasıyla aşinayım.

 

Holografik penceredeki F’lerden oluşan istatistiklerime bir kez daha baktım. Böylece gözlerim ‘Büyü Gücü’ ve ‘Mana Verimliliği’ istatistiklerinde bir süre takılı kaldı.

 

Her fantastik evrende olduğu gibi, bu dünyada da büyü vardı. Uyanıştan sonra insanlığa yardım eden sistemin etkisiyle tüm vücudu ‘mana’ için katalizör olan insanlar, tıpkı damarlarında akan kan gibi vücutlarında depoladıkları bu manayı kullanarak büyüler yapabiliyordu ve açıkça söylemeliyim ki bunu denemek için bayağı bir heyecanlıyım.

 

Yatağımın üzerinde bağdaş kurduktan sonra gözlerimi kapattım ve odaklandım. Her ne kadar bu sırada aklıma öldükten sonra gittiğim o karanlık yer gelse de eğer bu travmayı atlatmazsam ağır uyku problemleri çekebileceğimden buna olabildiğince direndim.

 

Kendi manamı hissetmek oldukça garip bir histi, sanki bir havuzda yüzüyormuşsunuz ama havuz aslında vücudunuzun içinde gibi… Kısaca mana kavramı ve hissiyatı tamda oyunda anlatıldığı gibiydi fakat burada durmayacaktım.

 

İçimde akan bu mananın düşüncelerime göre hareket ettiğini, özellikle belli noktalardan geçerek oralarda emildiğini düşündüm ve ardından kaslarım bir anda bilinmeyen bir güçle doldu.

 

——————————–

Tebrikler! [Mana Güçlendirmesi(F)] yeteneğini öğrendiniz. Bunu kendi başınıza deneyimleyerek öğrendiğiniz için mana kapasiteniz küçük bir miktar arttı!

——————————–

 

Gözlerim kapalı olmasına rağmen görebildiğim mesajı umursamadım. Çünkü yapacaklarım hala bitmemişti.

 

Kaslarımı güçlendiren manayı yavaşça başıma doğru hareket ettirdim. Ardından onu gözlerime, kulaklarıma ve burnuma odakladım. Sonrasında buralara odakladığım mana, bir anda özgür kalmışçasına tüm bedenime yayıldı ve ince bir tabaka şeklinde derimin üzerini kapladı. Bu olurken ise bir ses duymaya başladım, pencerenin dışından esen rüzgârın sesi…

 

——————————–

Tebrikler! [Duyu Gelişimi(F)] yeteneğini öğrendiniz. Bunu kendi başınıza deneyimleyerek öğrendiğiniz için mana kapasiteniz küçük bir miktar arttı!

——————————–

 

Asıl istediğim şeyi başardığımda, gözlerimi açtım ve ter içinde olduğumu fark ettim. Odaklandığım için o sırada çok hissetmesem bile vücudumu aniden terk eden mana nedeniyle gerçekten yorulmuştum.

 

İkisi de F derece olan Büyü Gücü ve Mana Verimliliği istatistiklerim bana gerçekten sorun çıkarıyordu ama yüzümdeki pis sırıtışı bir türlü indiremedim.

 

Az önce, doğrudan sistem tarafından bana öğretilmeden bir yetenek kullanmıştım ve bu yüzden de sistem bana bu yeteneği direkt olarak kazandırmıştı. Yani bedavadan iki yetenek kazanmıştım ki bu, bu dünyada yaşayan herkes için gelişmenin ilk ve en basit adımlarıydı.

 

Tabii, bu kadar kolay iki yetenek öğrenince buna ‘hile’ diyebilirsiniz ama bu yöntemle öğrenilebilecek yetenekler hem en düşük yetenek seviyesi olan F ile başlıyor hem de sayıları oldukça kısıtlı. Çünkü manaya bir nitelik kazandırmadan kullanılabilecek yetenek sayısı oldukça az ve genellikle verimsiz ama bu, neredeyse hiçbir yeteneği olmayan benim gibi biri için büyük bir nimet.

 

Etkisi çok kısa süre sonra geçecek olan güçlendirmeyle birlikte gözlerimi kısarak az önce uzakta olduğu için düzgün okuyamadığım bir yazıyı net bir şekilde okuyabildiğimde, açıklanamayacak bir tatmin hissettim.

 

Benim için yepyeni bir duyu olan ‘manayı’ hissetmek, tıpkı hikâyelerdeki gibi onu kullanarak vücudumu ve duyularımı güçlendirmek o kadar muhteşem bir şeydi ki kendimi insanlığın tepesinde duran bir hükümdar gibi hissediyordum. Tabii, maalesef ki bu sadece eski dünyamda olsaydım geçerli olurdu…

 

Kendi hayallerime dalmadan önce lavaboya girerek terimden kurtulmak için kısa bir duş aldım ve ardından dolabımdan temiz kıyafetler çıkarak üzerimi değiştirdim. Sonrasındaysa odadaki tek aynanın karşısına tekrar geçip nasıl gözüktüğüme baktım.

 

Daha yeni kuruladığım kömür karası saçlarım oldukça şıktı. Gri renkli gözlerim beni sanki bir hayaletmişim gibi gösteriyordu ama sıradan görünümlü yüz hatlarıma iyi bir hava katıyorlardı.

 

Çekicilik istatistiğim her ne kadar E- olsa da eski dünyamdan daha yakışıklı olduğumu inkâr edemezdim. Gerçi… Bu önceki hayatımda en iyi F+ görünüşe sahip olduğum anlamına gelmiyor mu? Yani en kötünün bir tık iyisinin bir tık iyisi… Ah… Harika, şimdi eski bedenime göz göre göre çirkin demiş gibi hissediyorum. Ne kadar güzel…

 

Acı bir gülümsemeyle telefonumu cebime attıktan sonra derin bir nefes alarak odamın kapısına yürüdüm ve ilk defa odamdan dışarı çıktım.

 

Kimsenin olmadığı uzun bir koridor beni karşıladı. Tasarımı tıpkı oyundaki gibiydi, oldukça modern ve büyüleyici…

 

İç çekerek zamanı kontrol ettim ve saatin 14:12 olduğunu gördüm. Dersler başlayalı neredeyse beş saat geçmişti ve büyük bir ihtimal sınıfım ders işlemeye hala daha devam ediyordu ama bunu çok umursamadım.

 

İlk günü zaten ekmiştim, ayrıca yarın sınıfıma girdiğimde uyarıdan daha fazla bir şey almayacağımı da biliyordum. Bu yüzden bu dünyaya geldiğim ilk günümü rahat harcayabilirdim.

 

Sekizinci kattan aşağı ile asansörle inerken eski bir alışkanlık olarak bu süre boyunca yanıp sönen düğmeleri izledim ve sonrasında kendimi yurdun lobisinde buldum.

 

Lobi, odamın bulunduğu kattan kesinlikle daha kalabalıktı. Resepsiyonistler, birbirleriyle konuşan arkadaşlar ve ellerinde kitaplar taşıyan yaşıtlarım oradan oraya koşuşturuyordu.

 

Bazılarının sırtlarında ve bellerinde taşıdıkları silahları gördükçe Lunerra’nın içinde olduğum gerçeğini iliklerime kadar hissedebiliyordum. Kanım kaynıyordu ve böylece bu silahları büyük bir ilgiyle inceleyerek hedefime doğru yürümeye başladım.

 

Gelecek Odaklı İleri Düzey Büyü Eğitimi Üniversitesi, insanların kısaltmasıyla GİDÜ; ait olduğum krallığın en prestijli üniversitesiydi. Öğrencilerine sadece devasa bir kampüs sunmakla ve iyi dersler vermekle kalmıyor, onları özellikle büyü ve teorik alanda geliştirerek krallığa yararlı vatandaşlar olarak yetiştiriyordu.

 

Diğer üniversitelere göre kendine özel bir sistemi vardı ve az önce söyledim ama kampüsü gerçekten devasaydı… Öyle ki az önce çıktığım yurtlar dışında öğrencilerin dilediği gibi alışveriş yapabileceği bir AVM, düellolar için inşa edilmiş kocaman bir arena, her türlü aleti bulabileceğiniz çok işlevli ve devasa bir antrenman salonu… Bunun gibi daha türlüsü kendi başına küçük bir şehir oluşturuyormuşçasına sadece bu üniversitenin bir parçasıydı.

 

Kalabalığın arasından geçerek bir yürüyüş yoluna geçtim ve parlak bir şekilde gülümsedim. Mana ile dolu, eski dünyamdan katlarca kez daha temiz hava akciğerlerime girdiğinde dünyalarımız arasındaki farkı tekrar anladım. Burada sadece nefes almak bile cennette hissetmenize neden olabilirdi…

 

Yürüyüş yolunca ilerlerken belirli bir binanın önüne geldiğimde duraksadım ve yüzümde tekrar bir gülümseme belirdi.

 

Önümdeki binanın üzerinde, Mana Araştırmaları Laboratuvarları yazıyordu ve bu dünyadaki ilk hedefim olan burası, beş parasız beni ve kız kardeşimin maddi sorunlarını kökten çözecek olan yerdi.

 

Görkemli binanın önünde heyecanlanmıştım, içim içimi yiyordu ve hızlı bir şekilde girişten içeri girdim.

 

Koşuşturan önlüklü insanlar her yerdeydi. Bana ne olduğunu merak ettirecek kadar aceleleri vardı ama onları görmezden geldim ve böylece resepsiyona yaklaştım. Oldukça kısa bir sıra bekledim ve sonunda sıra bana geldiğinde, karşımdaki kişi oldukça güzel bir bayan oldu.

 

“Buyurun, ne için gelmiştiniz?”

 

“Bir teori ispatlayacağım.”

 

Resepsiyonist, söylediklerimle birlikte tek kaşını kaldırarak bana baktı. Açıkçası ne düşündüğünü anlamak zor değildi, üzerimdeki garip kıyafetlere bakılırsa ‘bir teori ispatlayacak’ zeki birine benzemiyordum.

 

“İspatlayacağınız teori neydi acaba?”

 

Soruyla birlikte hafifçe gülümsedim.

 

Ah… Bu dünyaya geleli gerçekten çok sık gülümser oldum… Lunerra gerçekten de ait olduğum yer galiba.

 

“Bilginin manaya işlenmesi.”

 

Ağzımdan çıkan kelimelerle birlikte resepsiyonist genişleyen gözlerle bana baktı. Beklediğim tepki de tam olarak buydu zaten.

 

“Pardon ama ne dediğinizin farkında mısınız?”

 

“Evet.”

 

Sakin bir şekilde cevap verdim çünkü kadına kendinden emin biri izlenimi vermek istemiştim. Nitekim işe de yaramış gibiydi ki kadın oturduğu yerden ayağa kalkarak arka taraflarda ayakta duran bir çalışana yerini almasını söyledi.

 

Çalışanlar kendi aralarında kısa bir konuşma yaptılar ve kadının yerini alacak olan çalışan, neyi ispatlamaya geldiğimi duyduğunda onunla aynı tepkiyi verdi.

 

Eh, böyle tepki vermeleri oldukça normaldi. Çünkü manaya aktarılabilen nitelik sayısı oldukça çeşitli olmasına rağmen, ‘bilgi’ dediğimiz şey apayrı bir noktadaydı.

 

Şöyle örnek vereyim: Mesela manaya ateş niteliği kazandırdınız. Bu takdirde mana, bir ateşin özelliklerini taklit ederek ona dönüşür. Yani bir nevi ateşi, mana kullanarak baştan üretmiş (bir nevi kopyalamış) olursunuz.

 

Peki, bundan ayrı olarak ‘bilgi’ nedir? Bilgi, belirli özellikleri olan ‘ateşten’ oldukça farklıdır. Mesela ateşin sıcak olması, ateş niteliğinin bir özelliğidir ama bundan ayrı olarak ‘sıcaklık’ bilgisi manaya işlenebilirse o zaman mananın taklit ettiği şey ne olursa olsun bu şey sıcak olacaktır.

 

Yani manaya belirli özellikleri olan su, hava veya ateş gibi nitelikler kazandırmak yerine ona doğrudan özgün hayal gücünüzle belirlediğiniz özellikleri aktararak tamamen kendine özgü bir nitelik taklit ettirebilirsiniz.

 

Bununla yapılabilecek komboları, yeterli mana kapasitesiniz olduğu sürece gerçekleştirebileceğiniz büyüleri hayal edin. Şimdi anlattığım çok daha ciddi bir mesele gibi gözüküyor değil mi? Tabii, maalesef bu sadece ‘düşünülen’ şey. Çünkü gerçek, hayal ettiğimizden biraz daha farklı.

 

“Baştan uyarmak istiyorum, eğer bir şaka yapıyorsanız dönmeniz en iyisi olur.”

 

“Hayır, şaka yapmıyorum.”

 

Kendimden emin bir şekilde konuştum ve kadın kısa bir süreliğine gözlerimin içine baktı. Ardındansa iç çekerek bana onu takip etmesini söyledi ve karmaşık binanın koridorlarından geçmeye başladık.

 

Binanın içine doğru ilerlemeye devam ettikçe, çevremin de değişmeye başladığını fark ettim. İlk olarak etraftaki insan sayısında önemli bir düşüş vardı ve artık gördüğümüz insanlarda beyaz önlükler giyen, tam bir bilim insan tiplemesinde kişilerdi. Bu yüzden girmemin yasak olduğu bir yere doğru ilerliyormuş gibi hissetmekten kendimi alıkoyamamıştım.

 

Peki, böyle hissetmeme rağmen neden sırıtıyordum? Çünkü daha önce oyunda gördüğüm bu ortamı şimdi birinci şahıstan görmek o kadar farklı, o kadar heyecan verici hissettirmişti ki kendimi tutmasam insanların kolayca fark edebileceği bir şekilde titreyebilirdim.

 

“Lütfen içeri girin ve bekleyin.”

 

Çalışanın bana seslendiğini, ancak onu bir iki adım geçtikten sonra fark edebildim.

 

Böyle bir yerde, böyle bir amaçla buraya geldiğimde dalgınlığa yenik düştüğümü görmek onun şüpheli bir ifade takınmasına neden olmuştu. Eh, ona haksızlık edemem. Ben olsam be de kendimi şüpheli bulurdum.

 

“Üzgünüm, bina o kadar güzel ki dalmışım.”

 

Söylediklerimden sonra çalışan bana garip bir şekilde baktı.

 

Üzgünüm ama ben böyle şeyleri her zaman görmüyorum… O yüzden bana öyle bakmayı kes lütfen, kendimi turist gibi hissediyorum.

 

Çalışan boydan boya vücudumu süzdü, ardındansa iç çekerek yüzünden okunabilen bir gerginlikle birlikte bana odayı tekrar işaret etti. Ben de böylece odaya doğru ilk adımımı attım.

 

Oda tam anlamıyla devasa bir amfiydi. Gittikçe yükselen sıraların önünde kocaman ve dijital bir ekranın bulunduğu bir sahne ve apar topar buraya gelmiş gibi koltuklara heyecanlı bir şekilde yerleşen yetişkinler gözüme çarpan ilk şeyler olmuştu.

 

Kanımın kaynadığını hissedebiliyordum, çünkü hayatımda en hoşuma giden şeylerden biri olan ‘büyü’ hakkında bu kadar insanın önünde detaylı bir konuşma yapacaktım.

 

‘Sakin ol Aiden… Sakin ol… Farklı bir amaç için olsa bile oyunun içinde buraya daha önce geldin… Aynı sahneyi bilgisayar ekrandan da olsa yaşadın… Sakin ol ve bilgini konuştur…’

 

Olabildiğince sakin bir şekilde dijital tahtanın önüne yürüdüm ve kürsüye geçerek beklemeye başladım. Ben bekledikçe içeri daha çok yetişkin girdi, beni gördükçe her birinin kaşları çatıldı ve huzursuz bir ifadeyle yerlerine geçtiler.

 

Tabii bu huzursuzlukları sunumum ve teorim ortaya çıkana kadar geçerliydi. Beni küçümseyerek ezmeye çalışan bu bilim insanları, yakında onlara söyleyeceğim şeylerle birlikte ne yapacaklardı acaba?

 

Ben amfiye girdikten yaklaşık 10 dakika sonra, neredeyse tüm sıralar dolmuş gibi göründüğünde şimdiye kadar kapalı olan dijital tahta bir anda açılarak aydınlandı. Ardındansa koltukların arkasında bana başını sallayan çalışanı gördüm ve derin bir nefes aldım.

 

Binadaki, hayır… Kampüsteki en üst insanlar şu an beni izliyordu. Burada çuvallarsam akademiden atılma ihtimalim bile vardı ama kendime güveniyordum. Sonuçta bu teoriyi hiçlikten çıkarmamıştım, birazdan bu insanlara anlatacağım şeyler bundan hemen hemen yedi ay sonra zaten bulunacak olan şeylerdi.

 

“Öhöm…”

 

Dikkati üzerime toplamak için öksürdükten sonra kendi aralarında sohbet eden yetişkinlerin hepsi sustu, amfideki tüm gözleri üzerime odaklandı ve böylece tüm sahne artık benimdi.

 

“Değerli üstlerim, kendimi açıklama konusunda çok iyi biri değilim. Bu yüzden ne anlatacağımı zaten duyduğunuzu düşünerek direk konuya gireceğim.”

 

Zaten iyi olmadığım bir şeyi batırarak atmosferi ağırlaştıracak şeyler yapmak istemiyordum. Bu yüzden direk olarak dijital tahtaya yaklaştım ve ilk olarak ekrana iki kelime yazdım; Bilgi ve Nitelik.

 

“Manaya aktarabildiğimiz nitelikler, oldukça fazla.”

 

Nitelik yazısından bir ok çıkarak aşağı doğru çektim ve altına ateş, su, hava, toprak, elektrik gibi en bilindik nitelikleri yazdım.

 

“Tüm bu nitelikler, doğada zaten var olan şeyler ve içerdikleri özellikler bütünüyle onları ‘nitelik’ olarak tanımlıyoruz. Mesela en basitinden ateş; sıcak, şekilsiz, gerekli koşullar sağlandığında yayılabilen ve daha sayabileceğim tonla kimyasal ve fiziksel özelliğe sahip bir ‘nitelik’.”

 

Bir adım öne çıkarak bakışlarımı soğuklaştırdım ve daha sakin bir hâle büründüm. Çünkü eğer bu insanların karşısında bir zayıflık gösterirsem, o zaman beni sömürmeye çalışırlardı. Bu yüzden onlara sadece konuşabilen biri değil, ayağı yere sağlam basan sert biri olduğumu göstermeliydim. Geleceğe doğru ilk adımlarımı ancak böyle atabilirdim.

 

“Sistem aracılığı ile bir yetenek kullandığımızda aslında mananın sistem tarafından oluşturulan bir rün ile işlenerek nitelik kazandığını zaten herkes biliyor.”

 

Dijital tahtada yazan şeyleri küçülttüm ve ardından ekrana büyük harflerle ‘rün’ yazdım.

 

“Peki rünler ne? Mananın bu rünlerden geçerek evrendeki şekilli veya şekilsiz her türlü madde, form veya enerjiyi taklit edebilmesini sağlayan bu rünler nasıl çalışıyor?”

 

Söylediklerimle birlikte sunumumu izleyen herkesin gözleri genişledi.

 

En başında oluşturmayı amaçladığım ortam yavaşça ortaya çıkıyordu. Bugün anlatacaklarımın genel başlığı ‘bilginin manaya işlenmesi’ olabilirdi ama aslında anlatmayı planladığım birkaç şey daha vardı ki bunlardan biri rünlerdi.

 

Sakinliğimi ve soğukluğumu olabildiğince koruyarak ekrana motifler çizmeye başladım. Çizgiler, bağlantılar ve kaligrafi gibi görünen semboller birbirleriyle birleşerek kimsenin şimdiye kadar çözemediği ama herkesin ne olduğunu bildiği bir ‘rün’ ortaya çıktı.

 

Dokunmatik kalem ile çizmek için yaklaşık altı dakikamı harcayan rünü işaret ettim ve tekrar kalabalığa döndüm.

 

“Bu herkesin bildiği, ateş niteliğinin rünü. Bir eşyaya işlendiğinde ona mana aktarıyoruz ve eşya alev alıyor, kamp ateşi için üretilen bir cihazın üstüne bunu kazıyoruz ve kişi sadece vücudundaki manayı buna aktararak bir ateş yakabiliyor. Peki, bu rün aslında ne anlama geliyor?”

 

Çizdiğim rünün hepsini sildim ve ardından bu sefer rünün bağlantı noktalarını biraz daha açarak onu daha geniş bir şekilde çizdim.

 

“Bu da tıpkı az önce çizdiğim gibi bir ateş rünü. Tabii bağlantı noktaları ve mananın izleyeceği yol daha uzun olduğu için biraz verimsiz ama sonuç olarak bunu da bir ateş rünü olarak kullanabiliriz.”

 

Çizdiğim rünü tekrar sildim ve bu sefer bağlantı noktalarını daha da açarak aynı rünü yeniden çizdim.

 

“Bu da ateş rünü ama dünya üzerinde kimsenin bunu kullandığından şüpheliyim. Sonuçta aşırı verimsiz ve ona ne kadar mana dökersek dökelim oldukça küçük bir miktar ateş ortaya çıkaracak ama ben, sizden başka bir şeye dikkat etmenizi istiyorum.”

 

Çizdiğim rünün bağlantı noktalarından üç tanesinin üzerini çizdim ve ardından çizdiğim noktaların arasında kalan bölgeyi yuvarlak içine alarak vurguladım. Sonrasındaysa geri kalan tüm rünü sildim ve herkesin dikkatini bu motife vermesini sağladım.

 

“Hiçbir yerde göremeyeceğiniz, tek başına tamamen anlamsız bir motif… Değil mi?”

 

Ortamdaki sessizliği kimse bozmadı, ben de bu yüzden konuşmaya devam ettim.

 

“Fakat hadi birbirine girmiş bu çizgileri biraz daha açalım.”

 

Çizdiğim motifi silmeden çizgilerini dolambaçlı hale getirmek yerine biraz daha ‘düz’ bir hale getirdim böylece, tahta da artık garip geometrik şekillerin birleşimiyle ortaya çıkmış başka bir motif vardı.

 

“Anlamsız görünüyor, hepiniz bunun hiçbir işe yaramayacağını düşünüyorsunuz. Nitekim haklısınız da… Bu haliyle buna ne kadar mana aktarırsanız aktarın elde edeceğiniz şey tam olarak ‘hiçbir şey’ olur.”

 

Biraz nefeslendim ve sunumumu dinleyenlere baktım. Hepsi ilgiyle bana ve tahtaya bakıyordu, ne güzel…

 

“Hadi bunu şimdilik burada bırakarak başka bir şeye geçelim.”

 

Çizdiğim şekli parmağımla sürükleyerek tahtanın kenarına aldım ve bu sefer ‘elektrik’ rününü çizmeye başladım.

 

Az önce ateş rününe yaptığım işlemlerin her birini teker teker bu rüne de uyguladım ve sonuç olarak ortaya yine geometrik şekillerin iç içe girdiği garip bir şey ortaya çıktı.

 

Ancak geçen seferkinin aksine bunu yaptığımda, ortamdaki tüm gözler genişledi. Şimdiye kadar sessize sedasız yerinde oturan yetişkinlerden bazıları, refleks olarak ayağa kalkmıştı. Çünkü az önce daire içine aldığım bölümle şu an elektrik rününden çıkardığım bölüm, birbirinin tıpatıp aynısıydı.

 

“Ateş rünü ve elektrik rünü, ikisi de birbirinden farklı nitelikleri belirtiyor. İkisi de manayı farklı birer enerjiye, forma dönüştürüyor ancak onları yeni keşfettiğim bir yöntemle ayırdığımızda bu şekilde belirli bir şekil ortaya çıkıyor.”

 

İfademden ve tavrımdan hiç ödün vermeden arkamı yetişkinlere döndüm. Onlar hiç umurumda değilmiş gibi, verdikleri tepkiler benim için hiçbir şeymiş gibi anlatmaya devam ettim.

 

“Şimdi, bu benzerliğin tesadüf olduğunu düşünebilirsiniz. Çocuk bulmuş bir şey, para kazanmak için sallıyor diyebilirsiniz. Çünkü bu benzerliği bulsak bile bunların ne anlama geldiğini hala bilmiyoruz.”

 

Tabii, onlar bilmiyordu… Benim için durum farklıydı ve şimdi onlara bunu kanıtlayacaktım.

 

“Peki, size bu motifin ne olduğunu söyleyeyim. Bu motif, mananın taklit edeceği maddenin halini belirtiyor: yani plazmayı.”

 

İfadeler daha da şaşkına dönüyor, gözler daha da genişliyordu. Arkam onlara dönük olsa bile bunu hissedebiliyordum ama devam ettim.

 

“Teknik olarak bu bir dil ve bunu ben keşfettim, ismini ise açıklayıcı bir şekilde oldukça yakıştığını düşündüğüm ‘Mananın Dili’ koydum ama keşfettiğim bu şeye bir dil olarak yaklaşırsanız hata etmiş olursunuz. Çünkü bu dil herhangi bir harf, kelime veya cümle yapısı içermiyor.”

 

Nefes almak için biraz duraksadım.

 

“Bu geometrik şekillerin birbirine girmiş görüntülerini bir harf olarak değil ama bir ‘anlam’ olarak almalıyız. Mesela tahtada bulunan bu iki motif, size az önce bu ikisinin ‘plazma’ anlamına geldiğini söylemiştim ama bu ‘plazma’ kelimelerde ‘harf’ olarak nitelendirdiğimiz şeylerin birleşiminden oluşmuyor. Aksine, bu motifin kendisi ‘plazma’ anlamını taşıyan başlı başına bir ‘bilgi’. Bunu bir nevi filtre olarak düşünebilirsiniz.”

 

Böylece sunumumun ilk yarısını bitirmiş oldum. Daha anlatacaklarım vardı ama ‘bilginin manaya işlenmesi’ konusu burada bitiyordu. Çünkü ‘bilgiyi’ ne olursa olsun kendi başına manaya işleyemezdiniz.

 

Buradaki herkesin söylediklerime birlikte bunu anladığından emindim çünkü daha birkaç dakika önce bu motife kendi başına mana aktardığınız takdirde hiçbir şey olmayacağını söylemiştim.

 

“Sunumun konusu aslında burada bitiyor, ama ben izninizle rünlerle ilgili olana devam etmek istiyorum.”

 

Ortamdaki sessizlik, bana istediğim onayı zaten vermişti.

 

“Az önce dediğim gibi, bu motifin anlamı ‘plazma’ fakat kendi başına buna mana aktardığımızda bir anlamı yok. Çünkü, evrende yalnız başına ‘plazma’ dışında bir özelliği olmayan bir madde yok.”

 

Bazılarının gözlerinde hayal kırıklığı görülebiliyordu, çünkü sunumun nereye doğru gittiğini anlamaya başlamışlardı.

 

“Tekrar alevi esas alalım. Sunumun en başında söylediğim gibi, alev niteliği kendi başına bir sürü kimyasal ve fiziksel özelliği taşıyor. Sıcak, yayılmacı ve ‘plazma’ gibi… Yani kısaca, manayı niteliğe dönüştüren bu rünler aslında manaya bu ‘filtre’ ile özellik ekleyerek gerekli koşullar sağlandığında evrende bu özelliği taşıyan maddeyi, enerjiyi veya formu taklit ediyor. Yani ateş rününün içerisinde, size az önce gösterdiğim ‘plazma’ gibi bilgiler içeren farklı farklı bir sürü ‘anlam’ var ve bu anlamların bütünü, ateş dediğimiz şeyi oluşturuyor. Bu yüzden üzülerek söylemek istiyorum ki, önceden herkesin hayal ettiği gibi bizi sadece hayal gücümüzle sınırlayan büyüler yapmamız imkânsız. Çünkü büyü yaparken, mana kullanarak ortaya çıkan her şey zaten bu evrende en başından beri var olan ve ‘taklit’ edilen şeyler. Yani ateş rünün içerisindeki ‘sıcak’ anlamını, eğer ‘soğuk’ anlamı ile değiştirirseniz o zaman elde edeceğiniz şey bir hiç olur. Rün çalışmaz, çünkü evrende etrafına sıcaklık yaymak yerine sıcaklığı emerek etrafını soğutan bir alev yok. Bu yüzden de mana bunu taklit edemez.”

 

Böylece, artık bu yetişkinlere anlatacağım başka bir şey kalmamıştı ve bu yüzden sadece soru alacaktım.

 

Sahneye çöken sessizlikle herkes sunumumun bittiğini anlamıştı ve çok geçmeden koltukların arasında kısa sarı saçlara sahip 30’lu yaşlarında bir kadının el kaldırdığını gördüm. Sonrasındaysa ona konuşması için onay verdim.

 

“Az önce bize anlattıklarınız, gerçek anlamda büyü dünyasında yeni bir çağ başlatacak şeyler… Ancak merak ettiğim bir şey var, az önce bize şu an tahtada bulunan ‘plazma’ anlamı gibi motiflerin harflerden oluşmadığını ve kendi başına bir anlam içerdiğini söylemiştiniz. Peki, en başta rünü parçalamak için kullandığınız metot ile rünleri sayısız ‘anlama’ bölsek bile bu ‘anlamların’ gerçekten neyi belirttiğini nereden bileceğiz? Eğer mananın dilinde bir harf değil de sadece ‘anlamlar’ varsa, o zaman elimizdeki rünün gerçekten ne anlama geldiğini nasıl anlayacağız?”

 

Eh, bu da teorimin en büyük kusuruydu. Kısaca bunu bilemezdik, imkânsızdı çünkü kadınında dediği gibi mana dili harflerden oluşmuyordu. Bu yüzden onu tanımlayamıyorduk.

 

“Maalesef, bu da teorinin tek kusuru. Bunu bilmek kısaca imkânsız. Sadece diğer nitelikler ile aralardaki belli benzerlikler ile bunları keşfedebiliriz, yani deneme yanılma yapmaktan başka bir yol yok.”

 

Bunu söylerken bir yandan sırıtmamak için kendimi zor tutuyordum. Çünkü oyunun forum sayfasından bu dille alâkalı o kadar çok ‘anlam’ öğrenmiştim ki bir niteliği parçalarına ayırdığımda onu açıklayamamam neredeyse imkânsızdı.

 

Aslında düşünüldüğünde, bu biraz hile gibi gelebilir. Ben de öyle olmasını isterdim ama ne yazık ki değil. Çünkü anlamların neye yaradığını bilsem bile onları nasıl birleştirebileceğimi bilmiyorum. Bağlantı noktaları aslında kendilerini açık ediyor ama bir niteliğin kendi içinde o kadar çok anlamı var ki onları birleştirmem gerçekten çok zor ve zaman alan bir şey.

 

Hem bunu başarsam bile az önce tahtaya çizdiğim rünler bile aşırı ilkel ve basit şeyler. Onlarla küçücük bir ateş yakmaya çalışsam bile hem çok verimsiz olur hem de kısa bir süreliğine yandıktan sonra büyük bir ihtimal söner. Bu yüzden maalesef ki bunu öyle kolay kolay hile niyetine kullanamam.

 

“Başka sorusu olan var mı?”

 

Bunu tüm amfiye bakarak söyledim ama kadının sorusu herkesin aklındaki tek şey olduğundan kimse başka soru sormadı. Zaten anlattığım şeyleri hepsi anlamıştı, bu yüzden bir problem de yoktu.

 

“O zaman bu teorinin sunumu burada bitiyor. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.”

 

Hafifçe eğilerek onlara selam verdim, böylelikle kısa bir sessizliğin ardından amfi de tek bir alkış duyuldu. Ardından başka biri alkışa katıldı ve kısa bir süre sonra, tüm amfi yüksek sesli alkışlarla dolmuştu.

 

Alkışlar devam ederken, gözlerim belli bir noktada durdu ve yüzümde hafif bir gülümseme belirdi. Bu sunumda amaçladığım şeyi bu ufak kontrolle birlikte tamamlamıştım, hatta oldukça iyi ilerlemiş gibi duruyordum ki onunla göz göze gelip sırıtmamak için kendimi zor tutuyordum.

 

“Teşekkürler.”

 

Basitçe teşekkür ederek iç çektim, ardından yanıma gelen bir grup fark ettiğimde ise bakışlarım az önce sabitlendiği yerden onlara döndü.

 

“Üniversitenin bir öğrencisisiniz değil mi? Ben kıdemli Mana Araştırmacısı Liara Ther.”

 

Sunumun başında bana küçümseyici gözlerle bakan bu insanlar, şimdi benimle saygı eki kullanarak iletişim kuruyordu. İşte beklediğim etki tam olarak buydu.

 

“Aiden Tenebra ve evet, üniversitenin bir öğrencisiyim. Ayrıca birinci sınıfım.”

 

Kendimi kısaca tanıttım ve böylelikle birkaç dakika önce bana sununun tek sorusunu soran Bayan Liara’nın yüzünde bir gülümseme belirdi.

 

“Yanlış anlamayın, sadece emin olmak için soruyorum ama bunu kendi başınıza keşfettiniz değil mi?”

 

“Evet, ne kadar araştırsanız da bu teori hakkında uğraşan kimseyi bulamazsınız. Gerçi… Belki benim gibi düşünen birileri vardır ama bu kadar ilerlemediklerine eminim, çünkü eğer ilerleselerdi dünya bunu çok dan duymuş olurdu.”

 

Sözcüklerime karşımdaki kadını çok rahatsız etmeyecek şekilde vurguladım. Asıl amacım başka olsa bile, söylediklerimi duyduğunda kadının yüzündeki gülümseme daha da genişledi.

 

“Ekibimize katılmak ister misiniz Bay Tenebra? Sizin gibi dehaları aramızda görmeyi çok isteriz.”

 

Evet, bu tam olarak duymayı beklediğim şeydi.

 

“Üzgünüm, ancak kabul edemem.”

 

Bir saniye bile düşünmeden teklifi reddettim, sebebi ise basitti.

 

“Çünkü birinci önceliğim teori değil, her ne kadar bunu yapmayı sevsem de maalesef bir bilim adamı veya araştırmacı olmayı planlamıyorum. Yine de eğer bunun gibi teorilerim olursa size sunmaktan çekinmem.”

 

Teknik olarak ana mesleğim bilim adamı olmayacaktı ama eğer ‘keşfettiğim’ şeyler olursa onları kullanarak para kazanmaya devam edecektim.

 

Elimin altında tuttuğum şeyler düşünülürse, buradan kesinlikle çok para kazanabilirdim. Gerçi, sadece az önce sunduğum teori ile birlikte büyük bir ihtimal yedi sülaleme yetecek kadar para kazanacaktım ama yine de kimse daha fazla paraya hayır demez değil mi?

 

“Anladım… Yazık oldu ancak fikrinizi değiştirirseniz ekibimiz size her zaman açık Bay Tenebra. Az önceki sununuz kayıt edildi ve doğrudan krallığın büyü komitesine giderek onay bekleyecek. Tabii ki, teorinin önemi göz önüne alındığında kimliğinizi saklı tutacağız ancak bu paranızı almanızı engellemeyecek. Büyü Komitesinin, böyle önemli bir teoriye boş kalacağını sanmıyorum.”

 

“Bilgilendirme için teşekkürler, kimliğimin saklı kalmasını ben de isterim bu yüzden oldukça iyi oldu… Beni dinlediğiniz için tekrar teşekkür ederim, artık odama gidip yarın için dinlenmek istiyorum.”

 

“Tabii, çalışanımız size binanın çıkışına kadar eşlik edecektir.”

 

Hafifçe başımı eğerek ona teşekkür ettikten sonra tıpkı söylediği gibi bir çalışan yanıma gelerek beni amfiden çıkardı ve geldiğimiz koridorlardan geri döndük.

 

Sonunda lobiye geldiğimizde çalışan önümde saygıyla eğilerek beni uğurladı ve binadan gülümseyerek çıktım. Evet, böylelikle ömrüm boyunca harcasam bile bitiremeyeceğim kadar paraya sahip olacaktım ama bu daha ilk adımımdı. Çünkü ne kadar paraya sahip olursam olayım, bir arka planım yoktu ve sıradan bir ekstraydım.

 

Aslında bu arka plan sorununu Bayan Liara’nın az önce yaptığı teklifle çözebilirdim ama eğer bunu yapsaydım tüm zamanımı o laboratuvarda geçirmem gerekirdi.

 

Dediğim gibi, asıl amacım teorilerle değil. Benim yapmak istediğim şey… Bu fantastik dünyanın tadını tam olarak çıkarmamı sağlayacak şey, tabii ki de ana karakterinde olduğu gibi bir ‘avcı’ olmak. Klişe bir hayal değil mi? Ama gönlümde istediğim şey gerçekten bu.

 

Gelecek hayallerimle birlikte yürüyüş yolundan odama doğru yürümeye başladım. Tenime değen güneş ışınları ve yumuşak rüzgârın tatlı esintisiyle içime çektiğim tertemiz hava cennette hissetmemi sağlarken mutlu bir şekilde yoluma devam ettim.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.