Kıskançlık İçin Bir Çözüm Çözüm 7
Çevirmen: Gölge
Çözüm 7
Bu bölümü Akari’miz anlatıyor:
Tek bir günde, sadece birkaç sözle hayatın dramatik bir şekilde değişebilir.
Ama bu değişimin gerçekleşmesi için ihtiyacın olan şey cesarettir.
“Mangayı bugün bitirdim, bu yüzden itiraf edeceğim.”
Natsuki, Akari ve Miou’ya bunu söylemişti ve cesurca cepheye yöneldi.
Ve cesurca bir duyuru ile onlara, cesaretin her şeyi değiştirebileceğini öğretti.
İtiraf provalarında bile ne kadar gergin olduğunu onlara anlatmıştı, bu yüzden gerçeği on kat daha kötü olsa gerekti.
Her halükarda yan komşusu olan çocukluk arkadaşına sonunda itiraf edebilecekti. Bu Akari’nin düşünmek istediği bir şey değildi ama ya reddedilirse, arkadaşlıklarının kaybolma riski de vardı.
‘Ama Nacchan kaçmadı.’
Muhtemelen sebebi başarı şansının yüksek olması değildi. Sadece kalbinde ona olan duygularıyla Yuu’yu görmeye gitmişti.
“Detayları yarın okulda size anlatırım.”
Mesajın son satırıyla kalbi çarparken, Akari gece uyumakta oldukça zorlanmıştı.
O sabah alarm, neredeyse kahvaltı bile etmeden evden fırlamasından uzun süre önce kapanmıştı. Natsuki’nin tek bir kelimesini bile kaçırmak istemiyordu.
Öyle olsa bile…
Durum, Akari’nin beklentilerinin aksiydi.
Yemek zilini duyduğunda, Miou ile kitaplarını değiştirdi.
Her şeyde olduğu gibi, her zaman ilk sahne en önemli olandı ve Natsuki ve Yuu’yu o sabah gördüklerinden beri ikisi de tarif edilemez bir huzursuzluğa kapılmıştı.
“Miou-chan, bugün sanat sınıfına birlikte gitsek? Ya da hazırlık sınıfına?”
“Bilmiyorum.. Hemen anlamayacak mı?”
Birbirlerine yanaşıp fısıltı ile konuşurken, birinin arkalarında belirdiğini hissettiler.
Akari arkasına dönmemesi gerektiğini hissetti, yerine, Natsuki ilk konuşan kişi olmuştu.
“Yemek hakkında mı konuşuyorsunuz? Bugün dışarısı güzel, neden bahçeye çıkmıyoruz?”
Korkunç bir şey olmuştu. Hayır, umudu kesmek için erkendi.
Akari beceriksizce başını çevirdi ve Natsuki’yi zayıfça onayladı.
“Yani üçümüz mü?”
“Eh? …Ah, tabii! Başkasını çağırmak ister misin?”
Nacchan, başkasını çağırması beklenen tek kişi sensin!
Delilleri çürütme dürtüsünü kenara bırakıp, Yuu’ya göz attı.
Görünüşe göre Yuu, Souta ile kafeteryaya yönelmişti, sınıfın kapısına gelmiş olan Haruki de vardı.
‘H-ha? Bekle, Setoguchi-kun da mı…?!”
Yüzü solarken, Miou’ya yardım istercesine baktı.
Ama Miou’nun da kaşları çatılmıştı, görünüşe göre bir çıkış yolu düşünmenin tam ortasındaydı.
Yani, Yuu ve Natsuki yemeği ayrı yiyorlardı.
‘Hayır, kesinlikle öyle değil! Bir şeyler yapmam gerek!’
Diğerlerinin yeterince duyduğundan emin olduğunda Akari, Natsuki’ye sordu,
“N-Nacchan, bizim dışımızda bentonu* birlikte yemek istediğin başka biri yok mu?”
Gölge’den Not: Bento: Japonların, yemek kaplarına koyup yanlarında taşıdıkları öğle yemekleri.
“D-doğru!! Geeerrrçekkten iyi düşün olur mu?”
Miou’nun attığı hızlı adım sayesinde, anlaşılan Yuu ve diğerlerinin dikkatini çekmekte başarılı olmuşlardı.
Yürümeyi kesmelerini duymanın verdiği rahatlıkla, Natsuki buradaki amacı anlasın diye Akari devam etti,
“Mesela, örnek verirsek.. S-sevgilin?”
Düz bir top atışından uzak, bu, sert bir hızlı top kadar vahşi bir atıştı.
Her ne kadar bunu böyle dillendirmeyi hedeflememiş olsa da, artık çok geçti.
Beklendiği gibi bu, Natsuki’nin anlaması için yeterliydi, ifadesi donup kalmıştı.
“Neden bu arkadaşlar sabahtan beri tuhaf davranıyorlar?”
Olabildiğince sessizce konuşurken, Akari ve Miou el ele tutuştular.
“Diyorum ki! Sen ve Setoguchi-kun birbirinize her zamanki gibi davranıyorsunuz!”
“Nacchan, şu an sadece utandığının farkındayım ama sen bizimleyken muhtemelen Setaguchi-kun’un gelip seninle durması daha da zordur…”
Durum bu hale geldiğinden her şeyi söylemekten başka çare yoktu ama Natsuki inatla omuzlarını dik tutuyordu.
“S-Sorun yok! Yuu ve benim için bu durum normal!”
Köşeden izlemekte olan diğer üçlü, çoktan Akari’nin söylemeye çalıştığı şeyi çözmüş gibi görünüyorlardı.
Haruki kahkaha patlatırken, Souta kahkahasını tutuyordu ve Yuu da kulağına kadar kızarmıştı ve tavana bakıyordu.
“Sana söylemedim mi? Böyle oynarsan yanlış anlaşılmaz mıydı?”
Haruki durumu ciddiyetle gösterse de sırıtışı yerindeydi.
“İnsanlar, çıkmaya başladığınız günün ardından ayrılmışsınız gibi düşünürlerse oldukça sıkıntılı olacaktır.”
Souta yüzüne uysal bir bakış atarak eklemişti ama dudağının köşesi de seğiriyordu.
“He, he.. İstediğinizi söyleyin.”
Yuu yüzü öncesi kadar kırmızı iken onların sözlerini oldukça sertçe karşılamıştı.
Natsuki kadar utandığı ortadaydı.
‘Haha. Nedense biraz heyecan verici.’
Doğal bir gülümseme ile parmağını yüzüne bastırırken Akari önündeki sahneye memnuniyetle baktı.
Ama Yuu çok geçmeden diğer yöne dönmüştü.
“Aynısı senin için de geçerli Hayasaka ve senin de Aida.”
“T-Tamam!”
Akari ve Miou isimlerini duydukları anda, aynı anda cevaplamışlardı.
Tıpkı mangalardaki gibi, hatta yerlerinde minicik zıplamışlardı da.
“Avvv ne zorbaca~ Yuu kızlara sataşıyor~”
“Öyle deme Haruki. Yuu da bu şekilde korkutulmaktan fazlasıyla şoka uğradı.”
“Hmm, gerçi onun korkak bir kedi olarak yetiştiğini de hatırlamıyorum.”
Haruki ve Souta aralarında sınırsızca şakalaşırken Natsuki de aralarına katılmıştı.
Çocukluk arkadaşı olduklarından ötürü tamamen uyumlulardı.
“Farkındasınızdır beyler, her şeyle dalga geçen sizinle uğraşmak gerçek acının ta kendisi. Her seferinde bir şeye odaklanmama müsaade etseniz olmaz mı?!”
“Setoguchi-kun, annemi anımsatıyor.”
“Ah, aynen.”
Miou mırıldandı ve Akari de sessizce katıldı.
Neredeyse aynı anda gülmeye başladılar. Yuu onlara kulak misafiri olmuştu ve Haruki ve diğerlerini suçlayarak bağırdı, “Gördün mü?”
“Hayasaka ve Aida bile bıktı sizden!”
“Evet, evet. O üzgün suratı yapmayı kes ve söylemek istediğini söyle.”
Zorlama olsa da Natsuki, konuşmaya döndü ve Yuu konuşmadan önce derin bir nefes alıp verdi.
Yuu arkasını döndüğünde, Akari 1.80 boyundaki arkadaşına gergince baktı.
“Endişenizin farkındayım ama biz iyiyiz. Im, nasıl söylesem… Şu an birlikte olsak da önceden çocukluk arkadaşıydık bu yüzden bir anda değişmek zor. Yani şu anki yakınlığımızdan çok daha memnunum, bu yüzden…”
Akari, Yuu fazla tereddüt ederek konuştuğundan sersemlemişti.
Diğer insanlara karşı çok hassas biri olmak, Akari, Yuu’nun insanlarla konuşurken sözlerini dikkatle seçtiğini biliyordu. Kafasındakileri her zaman doğruca söyleyen Natsuki ile çift olmuştu, Akari onları iyi bir takım olarak yorumladı.
‘Ama… Sanki bir şeyler yanlış gibi…’
Miou’ya bakınca onunda biraz dalgın olduğunu gördü.
Yanında duran Natsuki’ye gelince, sessizce yere bakıyordu.
‘Evet, bu iyi değil.’
Belki de her şeye burnunu sokuyordu ama en yakın arkadaşı bu kadar hayal kırıklığına uğramışken bir şey yapamadan duramadı.
Bir adım ileri attı ve bahane üretip duran Yuu’ya baktı.
“Setoguchi-kun! Bunu Nacchan ile konuştun mu?!”
“…Ha?”
Akari, Yuu’nun şaşırmasını şüpheli olarak yorumladı.
‘Gerçekten de Nacchan ile konuşmadığını biliyordum..!’
Aniden hüzünle kaplanan Akari, kalbindeki huzursuz hisleri vurdu,
“Nacchan’ın söylediklerini dinlemen gerek! Söylemese bile eminim, Nacchan seninle yemek istiyor. Okuldan sonra seninle beraber eve yürümek ve el ele tutuşmak da… Ah, ve birlikte kek yemek de kulağa iyi geliyor!”
Akari, aklını toparlamadan önce fikri geldiği gibi söylemişti.
Natsuki, Miou ve diğerleri de sessizdiler.
‘Ah, utanç verici…’
Artık tuhaf hisseden Akari bakışlarını zemine indirdi.
‘Çok mu fazlaydı? Yani ikinci kısmı benim yapmak istediğim şeylerle doluydu…’
“Yuu az önceki bir kızın iç görüsüydü. İyi kullandığından emin ol.”
Yuu’nun omzuna biri pat pat vuruyormuş gibi ses geldi, ardından Souta’nın sesi takip etmişti.
İşareti alınca Natsuki ve Haruki de konuşmaya başladılar.
“Yani basitçe, kendini geri tutma ve bir erkek arkadaş olarak hava at.”
“Ya sırf Haruki dedi diye Yuu ile önünde el ele tutuşursak..”
“Muhtemelen şöyle derdi: ‘Niye flört ediyonuz?’”
Haruki ciddi ciddi konuşurken, Natsuki ve Yuu onunla alay etmişlerdi.
“Kesinlikle öyle!”
“İkiniz anlamıyorsunuz değil mi? Flört ederken başkalarının sizinle dalga geçmesi en iyi kısımdır, değil mi?”
“Kes sesini Mochita.”
Yine, çok uyumlulardı.
Çevresindeki sesler onu cesaretlendirirken Akari başını yavaşça kaldırdı.
Herkesin yüzüne baktığında, mutsuz olan kimse yoktu.
Aslında herkes gülüyor ve neşeyle sırıtıyorlardı.
‘N-Ne rahatlama…’
Burnunu ovuştururken, biri ceketinin koluna uzanıp onu çekiştirmişti.
Bakınca, genişçe gülümseyen ve kendisine yaklaşıp, fısıldayan Miou’yu gördü.
“Endişelenme. Ben de onların el ele eve yürümelerinin ya da okuldan sonra çıkmalarının eğlenceli olacağını düşündüm.”
“….M-Miou-chaaan! Seni seviyorum~!”
Kendini tutamayan Akari, kollarını sarılmak için Miou’nun etrafına sardı ve nedense Haruki ve Souta irkildiler.
Akari buna tepki veremeden sırtında bir ağırlık hissetti.
“Adil değillll! Ben de sizi seviyorum kızlar, biliyorsunuz!”
Natsuki’nin somurtan yüzünü görünce, Akari de Miou da kahkahalarını tutamadılar.
“Baksana, kız arkadaşın seni çoktan aldatıyor.”
“…Sorun değil. Gerçek sevgilisinin kim olduğunu ispatlayacağım.”
“Vayy! Yürü be Yuu!”
Haruki ve diğerlerinin arkadaki muhabbetini duyunca Natsuki’nin yüzü pancar gibi kızardı.
Mutluluk göz yaşları eşlik ederken, Akari kendine karşı dürüst olmaya çalışan arkadaşının elini bıraktı.
“Hadi Nacchan.”
“…Tamam.”
Sesi zar-zor fısıltıdan daha yüksek çıkmıştı ama başını kesinlikle sallamıştı.
Sonra Yuu’nun elini tuttu ve birlikte sınıftan çıktılar.
‘Çok göz kamaştırıcılar… Ah ‘umut’ dedikleri şey bu mu?’
Tüm bu zamandır aradığı kayıp parça eline düşmüştü.
Tutuyormuş gibi elini yumruk yaparak sıktı ve hızla kapıya yöneldi.
Acele etmezse hızlıca çizemezdi, öyle olursa kaybedeceğini hissetti.
“Bekle Hayasaka! Neden bugün dördümüz yemiyoruz?”
“..Ha? Dördümüz…?”
“Hayasaka, Miou, Mochita ve ben.”
Haruki kendisini işaret ederken otuz iki diş sırıtarak bitirmişti.
“Emin değilim…”
Akari neredeyse kendi kendine konuşur gibi mırıldandı, Haruki kafası karışırken başını eğdi.
“Sorun ne? İyi hissetmiyor musun?”
Haruki onu bir cevaba iterken Akari, Miou’yu kontrol etmek için kaçamak bakışlarını duvara kilitledi.
‘Miou-chan başı belada görünüyor…’
Önceden muhtemelen Miou birlikte yeme teklifini mutlulukla kabul ederdi.
Ama Haruki’nin hoşlandığı biri olduğunu öğrendiğinden beri onunla arasına mesafe koymaya çalışıyor gibi görünüyordu.
Bu yüzden geçen gün Haruki onu selamladığında, yanlışlıkla Akari de onu görmezden gelmişti.
Çıkmıyor olsalar da her gün eve birlikte yürümeleri öyle bir izlenim bırakmıştı. Haruki bunun farkında olmasa da bu durum işleri daha da zorlaştırıyordu.
‘Serizawa-kun, Miou-chan’a karşı nasıl davranacağı ile ilgili mücadele ediyor gibi ama henüz…’
“Geride bırakılan bir benmişim gibi…”
Souta küt diye mırıldanmıştı.
İfadeyi kime yönelttiği belirsizdi ama kulağa çok pozitif bir ifade taşıyormuş gibi gelmiyordu.
Endişeyle Akari ona baktı ama gözleri buluştuğunda Souta tekrar nazikçe gülümsedi.
‘Az öncekini yanlış mı duydum?’
Emin olmak için soramadan, Souta kolunu Haruki’nin omzuna attı.
“Üzgünüm Haruki, seni hayal kırıklığına uğratıyorum ama bizim hala yapmamız gereken bir film düzenleme çalışmamız var. Yuu’ya gerisini halledeceğimizi söylediğimizden, sözümüzü tutmalıyız değil mi?”
“Ihh… En azından bir yemek molası versek..?”
“En azından? Yerine şu zamanı çalışmak için kullansak? Tüm öğle arası boyunca tamamlayabileceklerini küçümseme! Bu değerli bir süre, bu yüzden iyi kullanalım.”
Souta sırıttı ve daha itiraz etme şansı bulamadan Haruki’yi çekti.
Geride kalan tek kişiler Miou ve Akari bir süre sessizce durdular.
“…Haruki-kun gerçekten de heyecanlı duruyordu ha?”
Miou’nun sözlerinde hüzünlü bir şeyler vardı.
Haruki’nin bu keyfinin sebebini biliyor olmalıydı.
Bunu duyunca Akari ilk kez durumun farkına vardı.
“Ah! Doğru, sen bir yere gitmiyor muydun Akari-chan?”
Miou sanki bir şeyler tersine çevrilmiş gibi, her zamanki gibi konuştu.
Ancak Miou, parlak gözlerle Akari’ye baktığında, Akari hemen Miou’nun elini tuttu.
“Miou-chan neden bugün sanat sınıfında yemiyoruz?”
♥ ♥ ♥ ♥ ♥
Yaklaşık bir hafta sonra, okulun ardından Akari Kariyer Rehberlik Bölümü tarafından çağrıldı.
İsteksiz hissederken, yolunda attığı her adım diğerinden daha ağırdı.
Okul ondan belli başlı görevlerde yardım istemişti ama bunun için çok da yeterli olduğunu hissetmiyordu.
‘Nihayetinde onları geri çevirmem gerektiğini biliyordum… Ama Erichan-sensei de benden yapmamı istediğinden…’
Ne kadar yavaş yürürse yürüsün sonuçta hedefine ulaşacaktı.
Rehberlik odasının önünde Akari derin bir nefes aldı ve kendini canlandırdı, kapıyı açtı.
“M-Merhaba.”
“Hey, Hayasaka yani diğeri sendin ha?”
“..Serizawa-kun…”
Pencerenin önünde durduğundan, Haruki bir süre öncesinden beri camdan dışarıyı izliyor olmalıydı.
Akari’nin odaya girdiğini görünce, camın önünden kımıldayıp odanın ortasındaki uzun masaya yaklaştı.
“Öğretmenler geç geleceklerini söylediler, o yüzden, hadi onları beklerken biraz oturalım.”
“T-Tamam.”
İçgüdüsel olarak cevaplamıştı ama bu durumun ne kadar tuhaf olduğunu fark etti.
‘Belki de geçen gün olanlar canını sıkmıyordur, gerçi…’
Akari’nin önceden onu görmezden geldiğini, Haruki’nin unutması gayet mümkündü.
Akari, tam Haruki’nin karşısına oturmaya karar vermeden önce nereye oturacağı konusunda tereddüt etti.
Haruki kollarını başının arkasında birleştirdi ve tamamen rahat bir pozisyonla sandalyesine yaslandı. Nerede ve kiminle olursa olsun davranışları asla değişmezdi.
‘…Ama her zaman en çok Miou-chan ile birlikteyken eğleniyor gibi görünüyor.’
Geçen hafta sanat sınıfında yemek yerken Miou-chan’ın söylediğini hatırlayınca, Akari’nin bakışları doğal olarak indi.
Sadece ikisi yalnız kaldığında, Miou’nun gözyaşları akmaya başlamıştı. Kendini bu kadar çok ağlarken görünce şaşırdığına bakılırsa, tüm bu zamandır kendini tutuyor olmalıydı.
“Nacchan’ın, Setoguchi-kun ile çıkmaya başladığını ilk duyduğumda gerçekten mutluydum. Gerçekten onlar için mutluydum…”
Miou alt dudağını biraz büzdü, sonraki sözünü söylemek için tereddütlüydü.
“Miou-chan sorun ne?”
“..Ben… kötü biriyim. Başta elbette Nacchan hoşlandığı kişi ile birlikte diye sevinmiştim ama ben… aslında o kişi Haruki-kun değil diye mutluydum.”
Daha fazla bir şey söylemek istemiyordu, Akari, Miou’yu kucaklamak için çekti.
Miou’nun yerinde olsa muhtemelen o da kendini böyle düşünmekten geri tutamazdı.
‘Sevdiğin kişi başkasından hoşlandığında elbette ki ona destek olamayabilirsin.’
Ama bunu sesli söylerse Miou’nun daha çok ağlayacağının farkındaydı.
Sonuçta Akari’nin yapabildiği onun yanı başında olmaktı.
“Yine de, broşörlerde fotoğraflarımız olması konusunda nasıl hissedeceğimden emin değilim.”
Haruki’nin konuşması aniden Akari’yi gerçek dünyaya döndürdü.
Görüş açısını geri getirmek için gözlerini kırpıştırdı ve Haruki’nin çenesini avuç içine yaslayıp mutsuzca dinlendiğini gördü.
“Fotoğrafların küçük olacağını söylediler, yani sıkıntı yok. Ben daha çok röportaj konusunda endişeleniyorum…”
Haruki’nin rahat tavrından olsa gerek, Akari de kendini habersizce konuşurken bulmuştu.
“Ihh, onu unutmuşum.”
Haruki yüzünü buruştururken Akari gülümsemesini tutamadı.
Okul, onlara Sakuragaoka Lisesi’ne kayıt yaptırmak isteyen yeni öğrencilere yayımlanacak olan bu broşürleri gösterip, gösteremeyeceklerini sormuştu.
“Okulumuzun sadece derslerde değil, sanat ve ders dışı aktivitelerde de bulunduğunu göstermek istiyoruz. Bu sebeple bunu katılmanızı gerçekten isteriz Hayasaka-san.”
Matsukawa-sensei böyle dese de Akari endişe içindeydi.
Çiziyordu ve sanat kulübündeydi çünkü bunu bir hobi olarak seviyordu. Okulun ondan istediği gibi konuşup hava atmak konusunda ne yapması gerektiği ile ilgili hiçbir fikri yoktu.
“Şey, gerçekten bunu bu kadar zor olarak düşünmeyelim. Bu giriş sınavı ya da onun gibi bir şey hakkında tavsiye vermeye benzemiyor. Sadece onlara lisenin eğlenceli kısımlarını gösterelim ve motive edelim.”
Haruki’nin bu sözlerini duyunca daha fazla duymak istedi, Akari huzursuzluğu sönmüş gibi hissetti.
Ve gösterdiği bu kayıtsız gülümseme Akari’nin kalp atışlarını hızlandırdı.
‘…Miou-chan eminim ben senden daha beter bir insanım.’
Her birinden sakladığı bir şey vardı.
Natsuki’den gizlediği şey Haruki’nin ona itirafıydı.
Miou’dan sakladığı şey ise Haruki’nin hoşlandığı kişiyi keşfetmiş olmasıydı.
Ve kendisinden sakladığı şey ise…
“Hey, Hayasaka.”
Akari kendisine seslenildiğini duyunca başını suçluluk duygusuyla salladı, gözlerinde hüzün vardı.
Haruki oturuşunu düzeltti ve doğrudan ona bakmaya başladı.
Daha önce de tüylerini diken diken edecek kadar dikkatli baktığı bir zaman olmuştu.
Yaz tatilinden önce Sanat Sınıfı’ndaki buluşmada.
“Söylesene, ‘aşk’ın rengi hangisi?”
Haruki’nin sesi sanki hava durumun sormuşçasına sıradandı.
Ama cevap beklerken takındığı delici bakışlar zıtlık oluşturuyordu.
“Bu resim için teşekkürler.”
“…Ha?”
“Hani şu kiraz çiçekli resim. Filmimiz için boyadığın.”
Ses tonu, bakışları ve sözleri çok uyumsuzdu, Akari kendini sözcüklerin içerisinde kaybolmuş bir şekilde buldu.
Akari’nin başını sessizce salladığını görünce Haruki bakışlarını birazcık yumuşattı.
“Çizimini gördükten sonra son sahneyi değiştirdim. Başta karşılıksız hislerle bitirmeyi planlamıştım. Başrol ve senpaisi birbirlerine karşı bir şeyler hissediyor ancak söyleyemiyorlar.”
“…Sana bunu değiştirten neydi?”
Akari bunu sordu ama çoktan cevabını biliyor gibi hissediyordu.
Bir parçası mümkün olmadığını söyleyerek bunu inkar ediyordu.
Ama diğer parçası tıpkı hayal ettiği gibi-
“Bu resme baktığında doğru yolu hissediyorsun, değil mi? Sanki bir umut ışığı görmek gibi ve böyle olunca da trajik aşk hikayesi ile sonlandırmanın bir yolu kalmıyor.”
Haruki bunu söyleyince Akari ağlamak istedi. Bunu görmenin başka yolu yokmuş gibi.
‘Çizimim gerçekten de sonu değiştirebilirdi…’
Ve “umut ışığı”nı söylediğinde, Akari kendini bitmez bir tünelde koşarken çıkışı bulmuş gibi hissetti.
O “umut ışığı” uzun zamandır aradığı şeydi.
“…Hayasaka, ‘aşk’ın ne olduğunu anlamış gibisin.”
Haruki bu sözleri dile getirirken ifadesinde çeşitli farklı duygular belirdi.
Renkler gibi; bir şekilde üzgün, mutlu, şaşkın hepsi birden belirdi ve sonra kayboldular.
Ve sonunda geriye keskin bakışları kaldı.
“Bir ilişki yaşamak ve çizim arasında seçim yapsaydın hangisini seçerdin?”
Tıpkı öncesi gibi ona bir soru yöneltmişti.
Burada başkası olmadığından, başka birinin önce cevaplamasını bekleyemezdi.
Akari gözlerini kapattı ve bunu yaparken gördüğü şeyi söyledi.
“Eskiden, çizim için her şeyi bir kenara atabilirdim.”
“Oh? Peki ya şimdi?”
“Şu an ben.. İkisini de istiyorum.”
Haruki böyle bir cevabı beklemiyormuş gibi gözlerini kocaman açmıştı.
“Senin kesinlikle çizimi seçeceğini düşünmüştüm. Ama şu an bu geçmişte kaldı ha?”
‘Serizawa-kun…. Üzgün görünüyor…? Ya da doğrusu hayal kırıklığına uğramış?’
Belki de düşündüğü şey, artık çizimi o kadar da umursamıyor olduğuydu.
Bunun bahane üretmek gibi durmamasını umut ederek Akari tekrar konuşmaya başladı.
“Sorduğun soru… Çizim ve ilişki arasında olmasaydı bile, yine de sadece çizimi seçeceğimi sanmıyorum. Çünkü çizim zaten benim bir parçam.”
Akari çizimin hiçbir şeyle kıyaslanamayacağını açıkladıktan sonra Haruki susmadan önce sessiz bir not mırıldandı.
Uzağa baktı, kafasının arkasını kaşıdı ve biraz güldü.
“Yani biz gerçekten de aynı şeyi düşünüyoruz.”
Bu gülüşü görünce Akari, güzel hislerin etrafına yayıldığını hissetti.
Bu daha önce hiç hissetmediği bir şeydi.
‘Garip, anlaşılmak beni mutlu ediyor ama…’
En son biri onunla anlaştığında, kalbi sıkılıyormuş gibi acı dolu hissetmişti.
Mesela-
“Yuu bu bir kızın iç görüsü. İyi kullandığından emin ol.”
Geçen hafta sınıftaki Souta’nın sesini hatırladı.
O an hiçbir şey hissetmemişti ama şimdi, nedense göğsü acımaya başlamıştı.
‘Ha..? Ha? Bu his de ne…?’
Akari muhtemelen bunun sebebini bildiğini hissetti, kalbini daha da hızlandıran bu tomurcuğun adını.
Ama henüz bunu yüksek sesle söylememeye karar verdi.
Bundan önce henüz, yapması gereken çok şey vardı.
“Seri.. Haruki-kun!”
“E-Evet?”
Haruki, ani sesle ve adıyla çağrılınca şaşkınlıkla gözlerini kocaman açarak cevapladı.
‘Düşününce, Mochizuki-kun da bunu bir kez yapmıştı; ‘Aka.. Hayasaka-san!’’
Bu anıyı sevgiyle hatırlayan Akari, doğrudan Haruki’ye baktı.
“Lütfen arkadaşım ol!”
Aralarına bir sessizlik düştü ve Haruki gözlerini birkaç kez arka arkaya kırpıştırdı.
Tüm bu zaman boyunca Akari, parlak kahverengi gözleriyle bakışlarını onun üzerinde tutmaya devam etmişti.
“Im, Ama ben zaten bizim arkadaş olduğumuzu sanıyordum..”
Hayal kırıklığı içinde cevaplamıştı.
Akari vücudundan gücün-kuvvetin çekildiğini hissetti ve yaslandığı sandalyesine geri çöktü.
Bunu daha önce söyleseydi, belki sonuç daha farklı olurdu.
Akari kafasını sağa sola sallayarak düşüncelerini kovaladı.
‘Birçok şey oldu, birçok gözyaşı, birçok acı his.. Ama tam da bu yüzden pes edemem, tam burada duruyorum.’
“Eh? Dur, arkadaş olduğumuzu düşünen tek kişi ben miydim?”
“Hayır, öyle değil… Teşekkür ederim.”
Akari bunu tüm hislerini sözlerine yükleyerek söyledi.
Bu tomurcuk henüz çiçeklenmemişti ama boşa gittiği anlamına da gelmezdi.
Bunun yeni bir çiçeğin filizlenmesi için güç olacağından emindi.
‘Neden bilmiyorum ama şu an gerçekten gidip Mochizuki-kun’u görmek istiyorum.’
Aralarında biraz boşluk bırakarak istasyona giden yokuşa yürüyeceklerdi.
Sonra İstasyonun oradaki Hoshiya’ya gidecek ve sevdikleri kekleri birbirleriyle paylaşacaklardı.
Ve sonra bir gün-
-Bölüm Sonu-
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.