İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 10 Bölüm 12

Bölüm 12

Nostalji ve Hayal Kırıklığı

Oturma odasındaki koltuklardan birine tünemiş durumdaydım. Karşımda Ruijerd oturuyordu. Sylphie, Aisha ve Norn’a banyoya kadar eşlik etmişti. Sylphie de ben de ayılmıştık. Muhtemelen nefesimizde hâlâ alkol kokuyordu ama arındırıcı büyü en azından sarhoşlu ortadan kaldırmıştı.

Ruijerd’in çıtırdayan ateşin aydınlattığı yüzüne bakarken, ilk tanıştığımız zamanı hatırladım. Başka anılar da akın etti: Eris’le birlikte seyahat ettiğimiz zamanlar, yalnız üçümüzün olduğu günler ve başka tonla şey.

“Sahiden de uzun zaman olmuş,” dedim.

“Evet.” Ruijerd de gözlerini kısmış ve ağzının kenarlarını germişti. Tam hatırladığım gibi.

“Öncelikle, sanıyorum kardeşlerime buraya kadar refakat ettiğin için teşekkür etmeliyim.”

“Minnete gerek yok. Çocukları korumak son derece doğaldır.”

Doğru ya- Ruijerd benimle içinde aynısını yapmıştı. Birlikte seyahat ederken ona şakayla karışık lolicon dediğimi hatırlıyorum. Yine de Paul’un mektubunda bahsettiği kişinin Ruijerd olduğunu görmek beni şaşırtmıştı. Ghislaine olabileceği ihtimalini düşünmüştüm ama görevin çocuklara eşlik etmek olduğu düşünüldüğünde Ruijerd bu iş için en uygun kişiydi. Hatta o kadar ki, mümkün olsaydı onu ömür boyu Aisha ve Norn’un koruması olarak işe alırdım.
Her neyse, ikimiz sohbet etmeyeli uzun zaman geçmişti. O zamanlar ne hakkında konuşuyorduk acaba? Ruijerd sessizdi, havadan sudan konuşacak biri değildi.

“Bu arada, Eris’e ne oldu?” Açıkça sordu. Gerçekten cevaplamak istemediğim bir soruydu ama bilmeyi hak ediyordu.

“Pek çok şey. En baştan anlatmalıyım.”

Ona mülteci kampının önünde yollarımız ayrıldıktan sonra olanları anlattım. Eris ve benim nasıl birlikte olduğumuz hakkında. Hemen sonra nasıl ortadan kaybolduğunu ve beni umutsuzluğun derinlerine nasıl bıraktığını. Nasıl mahvolduğumu. Aradan geçen iki yılı annemi arayarak nasıl geçirdiğimi. Elinalise ile nasıl tanıştığımı ve neler olduğunu nasıl öğrendiğimi. İnsan-Tanrı’nın tavsiyesine nasıl uyduğumu ve bu okula nasıl kaydolduğumu. Bu benim Sylphie’yi yeniden bulmamı ve iyileşmemi sağlamıştı. Sonra düğünümüzden bahsettim.

“Anlıyorum.” Ruijerd tüm bu süre boyunca tek kelime etmeden sessizce dinledi. Sonunda, “Olur böyle şeyler,” dedi

“Olur böyle şeyler mi?” Tekrar ettim.

Sadece başını salladı. “Bu savaşçıların sık sık içine düştükleri bir durum. Eminim Eris senden nefret etmiyordur.”

“Ama ikimizin ‘dengeli’ olmadığını söyledi.”

“Bu sözleri gerçek anlamıyla mı söyledi, yoksa sen mi istediğin gibi anladın?”

“İstediğim gibi mi?”

“Evet. Eris’in kelimelerle arası hiçbir zaman iyi olmadı.” Ruijerd bunu biliyordu, çünkü kendisi de aynıydı. “En azından birlikte seyahat ederken senden hoşlanıyordu. Eğer tekrar görüşme fırsatınız olursa, soğukkanlılığını korumalı ve bu konuyu onunla konuşmalısın.”

Her şeyi yanlış mı anladım? Dengeli olmadığımızı söylediğinde, sadece benim seviyemde olmadığını mı kastetmişti? Güçlenmek için mi gitmişti, böylece bahsettiği dengeyi sağlayıp geri mi dönecekti? Bu durumda, belki de “Beni bekle” demek istemişti.

Öyle olsa bile, artık bunu söylemek için çok geçti. Ne demek istemiş olursa olsun, yine de üç yılımı acı içinde yaşamıştım. Üç yıl boyunca uzaklardan fısıltısını bile duymadım. Sonunda beni kurtaran kişi Eris değil, Sylphie’ydi. Şimdi ne yapmam gerekiyordu, Sylphie’yi bir kenara bırakıp Eris’le birlikte mi olmalıydım? Bu imkansızdı.

Ayrıca, dürüst olacaksam, Eris’le tekrar karşılaşma düşüncesi beni hâlâ biraz korkutuyordu. Ruijerd’in söylediklerine güvenmiyor değildim ama benden gerçekten bıkmış olma ihtimali de vardı. Ona uzlaşma niyetiyle yaklaştığımda bana yumruk atması ve gözlerimin içine bakmayı reddetmesi kalbime gerçek bir darbe olurdu.

Hadi, bunu düşünmeyi bırak, dedim kendime. Gerçek ne olursa olsun, geçmişi değiştiremezdim. Bunun üzerinde durmanın bir faydası olmayacaktı.

Konuyu değiştirdim. “Bunca zamandır neredeydiniz, Ruijerd-san?”

“Ah, doğru.” Hâlâ söylemek istediği bir şey varmış gibi görünüyordu ama yine de başını salladı. “Siz ikinizle yollarımı ayırdıktan sonra güney bölgesindeki ormanlık alana doğru yola çıktım.”

Görünüşe göre Ruijerd, Orta Kıta’da saklanan Superd Kabilesi’nin bir ormanda olacağını tahmin etmişti. Ejderha Kral Dağları’nın güneyindeki sık ormana doğru yola çıkmış ve burada iki yıl boyunca kapsamlı bir araştırma yapmıştı. Sonuçta, Superd’den bir ize rastlamadı, ancak Işınlanma Hadisesi sırasında öldüğüne inanılan kişilere ait birkaç eşya bulmuştu. Bunları en yakın kasabaya bırakıp yoluna devam etmişti.

Orman araştırmasından sonuç çıkmayınca, sahil boyunca güneye yönelmiş ve Doğu Limanı’na varmıştı. Millis’ten gelen bilgileri orada yakalamayı, sonra da Çatışma Bölgesi’ni araştırmak için kuzeye gitmeyi planlıyordu. Ancak şans eseri Paul ile karşılaşmıştı. Bundan sonra her şey Paul’un mektubunda yazdığı gibi gerçekleşmişti. Paul kızları gönderip göndermeme konusunda tereddüt ettiğinde, Ruijerd onlara refakat etmek için gönüllü olmuştu.

“Ben de senin ustanla tanıştım.”

“Efendi Roxy?”

“Evet.” Ruijerd’in yüzünde gergin bir gülümseme vardı. “Tarif ettiğinden farklı görünüyordu.”

“Gerçekten mi? Ne şekilde?”

“Adımı söylediğim anda alnımdaki mücevheri gördü ve dehşete kapıldı.”

Düşündüm de, Superd Kabilesi’nin korkunç katiller olduğunu bana söyleyen Roxy’ydi. Superd korkusuyla yaşayan bir Migurd mensubu olarak tepkisi muhtemelen kaçınılmazdı. Ruijerd’i görünce dehşet içinde titreyen Roxy’yi görebilmeyi isterdim.

“Buraya kadar Bayan Ginger ile birlikte seyahat ettiğinizi duydum.”

“Evet. Akşam geldik ve üniversiteye gittik ama seni orada bulamadık.”

Yurtta kaldığımı sanıyorlardı. Tabii ki o sırada bara gitmek için çoktan ayrılmıştım ve sanırım sordukları hiç kimse nereye gittiğimi bilmiyordu, bu yüzden onun yerine adresimi sordular. Beni bir şekilde gözden kaçırmadıklarından emin olmak için üçü evimi ararken Ginger daha fazla yere bakmak için ayrıldı. Ancak yol boyunca ya Aisha ya da Norn sokağı karıştırdığı için ya da evin yerini tarif eden kişi bunu yanlış yaptığı için kayboldular. Onlar şehirde dolaşırken Ruijerd benim ayak izlerimi bulmuş ve onları takip ederek evimize ulaşmıştı.

“Demek böyle oldu,” dedim. “Minnettarım. Çok teşekkür ederim.”

“Bana teşekkür etmene gerek yok.”

Sözlerine gülümsemekten kendimi alamadım. En büyük gurur kaynaklarımdan biri, böyle bir adam tarafından dost olarak kabul edilmekti.

“Her neyse, buraya çok hızlı gelmişsiniz,” dedim. Mektup daha geçen ay gelmişti. Buraya gelmelerinin en erken iki ya da üç ay süreceğini düşünmüştüm.

“Küçük kız kardeşin çok hevesliydi.

“Hangisi?”

“Aisha. Onun sayesinde bu kadar hızlı seyahat edebildik.”

Ruijerd’in dediğine göre, Aisha geceleri de seyahat edebilmeleri için bir tüccar kervanına eşlik etmelerini önermişti. Bu tür kervanlar genellikle yabancıları kabul etmezdi, bu yüzden Aisha onlara Ruijerd ve Ginger’ın muhafız olarak hizmet vermesini, karşılığında da kendisinin ve Norn’un kervana katılmasına izin vermelerini teklif etti. Pazarlıklar kolay olmasa da iyi bir anlaşmaydı.

Kervanları varış noktasına her ulaştığında, başka bir kervan aramak için en yakın kasabaya hareket ediyorlardı. Kervanların bu şekilde hızla değişmesi sayesinde çok verimli bir şekilde seyahat edebiliyorlardı. Kervanların programları ve yerleri hakkında bilgi topluyor, hatta bazen kendilerine daha uygun bir kervana atlamak için önceki kasabaya geri dönüyorlardı. Üçü Aisha’ya neden geri dönmek zorunda olduklarını sorduğunda, “Çünkü bu yol daha hızlı” diye cevap vermişti. Bu kız hayret vericiydi.

“Bu senin için zor olmuştur, değil mi? Gündüzleri yol alıp geceleri gardiyanlık yapıyordun, bu her zaman uyanık olduğun anlamına geliyor.”

“O kadar kötü değildi. Dinlenmeden sürekli seyahat etmeye alışkınım ve bir süredir bu böyle. Ama…”

“Ama?”

“Uzun zamandır birisi ilk defa bana emir veriyordu.” Bunu söylerken yüzünde ince bir gülümseme vardı. Belki de Laplace Savaşı zamanını hatırlıyordu.

Aisha, seni küçük gıcık yaratık. “Şey, ben ne diyeceğimi bilmiyorum, kardeşim size çok sorun yaratmış-”

“Bu yalnızca gülünç bir hikaye.” Ruijerd her zamanki gibiydi, çocuklar söz konusu olduğunda yumuşuyordu. Ama buna aldırmasa bile, Aisha’yı insanlara emir veren biri olarak yetiştiremezdik. Daha sonra ona aklımdan geçenleri söylemem gerekecekti.

“Ama sen durmadan çalışırken o kütük gibi uyudu, öyle değil mi?” Karşı çıktım.

“Uyumuyordu. Sürekli bir sonraki rotamızı hesaplıyor, mümkün olan en verimli şekilde seyahat edebilmemiz için plan yapıyordu.”

Hmm. Tamam, yani bütün işi Ruijerd’e yaptırmıyordu. Eğer durum buysa, onu suçlayamazdım.

“Yine de o hâlâ bir çocuk,” diye ekledi.

Anlaşılan, Aisha keyifli mola vermeme planına insanların dayanma gücünü katmamıştı. Yolculuğun bir bölümünde, o ve Norn bitkinlikten baygın düşmüşlerdi. Aisha’nın kafasındaki programa göre, havanın seyahat etmelerini zorlaştıracağı kış mevsiminden önce buraya ulaşmaları gerekiyordu. Mektuba göre daha erken gelmelerinin sebebi buydu.

“Bayan Ginger da zor zamanlar geçirmiş olmalı. O nasıl?”

“Aslında hızımızdan oldukça memnundu. Majestelerini mümkün olduğunca çabuk görmekten başka bir şey istemediğini söyledi.”

Görünüşe göre bu dünyada beyin yerine kasları çalışan çok insan vardı. Ginger kesinlikle sadık biriydi. Muhtemelen şimdiye kadar Zanoba ile yeniden bir araya gelmiştir. Julie’yi gördüğünde nasıl tepki verecekti? Keşke bunu görmek için orada olabilseydim.

Ruijerd, “Görünüşe göre Prens’e hizmet etmeye devam etmek niyetinde,” dedi.

“Anlıyorum. Bu arada, burada ne kadar kalmayı planlıyorsunuz?” İlgisiz bir şekilde sordum. Cevabın yaklaşık bir hafta olacağını düşünüyordum. Onu tüm arkadaşlarımla tanıştırmam o kadar uzun sürmezdi zaten. Zanoba’nın çok sevineceğinden emindim. Linia ve Pursena’nın da muhtemelen söyleyecek bir kaç şeyi olurdu. Cliff’in ne düşüneceğini kim bilebilirdi? Aslında Ruijerd ve Badigadi çoktan tanışmış olabilirdi bile.

Ruijerd’in cevabını duyduğumda bu düşüncelerim bir anda sona erdi: “Yarın ayrılıyorum.”

“Bu çok… yakın.”

“Birinin doğudaki ormanın derinliklerinde bir şeytan gördüğünü duydum. Bunu kontrol etmem gerek.”

Ruijerd bir sonraki durağının kokusunu almıştı bile. Biraz daha kalmayı göze alabileceğini düşünmüştüm ama onu tutmam duyarsızlık olurdu.

“Ayrıca,” dedi, “yoluna çıkmak istemiyorum.”

“Tabii ki, hayır. Asla yoluma çıkmazsın.” Ona asla bir baş belası gibi davranmazdım.

“Burada olmak da biraz… zor.”

Sesinde bir yalnızlık vardı. Belki de Eris ve benim birlikte olmamamız biraz şok etkisi yarattı. Ruijerd’in nasıl hissettiğini tam olarak bilmiyordum ama onun yerinde olsaydım, Sylphie’ye bu kadar sevgiyle sokulmamı izlemek bana da biraz zor gelebilirdi. “Sanırım bunun için seni suçlayamam.”

Arkadaşlığımızda bir çatlak oluşmuş gibi hissettim. Belki de Eris bizi bir arada tutan temeldi.

“Rudeus.”

Adımı söylediğinde başımı kaldırdım. Görünüşe göre, bir noktada ondan gözlerimi kaçırıyordum. Ruijerd bana inceden gülümsedi. “Düşürme şu suratını. Tekrar geleceğim.”

Zorla gülümsemeye çalıştım, tek yapabildiğim buydu. Sylphie ile evlendiğim için pişman değildim. Ancak bulunduğum noktada, istemsizce bir hata yaptığımı hissediyordum.

“Eğer Eris’le karşılaşırsam, ne düşündüğünü öğrenirim.”

“Lütfen yap,” diye cevap verdim, doğrudan gözlerinin içine bakarak. İçlerinde yanan hafif bir ışık buldum.

Kısa bir süre sonra Sylphie banyodan çıktı. Norn görünüşe göre banyonun ortasında uykuya dalmıştı, Aisha ise suyun içinde oldukça hırçın davranmış ama çıkar çıkmaz uykuya dalmıştı. Banyonun rahatlatıcı etkisi böyleydi. Ilık su, yorgun bir beden için harikalar yaratabiliyordu.

“Bütün her şey için teşekkürler.”

“Aisha beni hatırlıyor gibiydi. Kim olduğumu hemen tahmin etti. İkimizin de tanıdığı başka birinin aksine tabii.”

“Saçların daha uzun, güneş gözlüğü takmıyorsun ve erkek kıyafetleri giymiyorsun, bu yüzden pek sayılmaz.”

“Ama Norn beni hatırlamıyor gibiydi.”

“Üç ya da dört yaşındaki bir çocuğun diğer mahalle çocuklarını hatırlaması nadirdir.”

“Sanırım.”

Sylphie kızlara pijamalarını giydirmiş ve onları aynı yatağa yatırmıştı. Onlarla konuşmak yarına kalmıştı artık.

“Sizinle tanışmak bir zevk. Ben Sylphiette Greyrat.”

“Evet. Ben Ruijerd Superdia.”

Sylphie ve Ruijerd beceriksizce el sıkıştılar. İkisi de geçmişte yeşil saçlarından dolayı acı çekmişlerdi, ancak artık ikisi de bu rengi kullanmıyordu. Ruijerd saçlarının tamamını kazıtmış, Sylphie’ninki ise Işınlanma Hadisesi sırasında beyaza dönmüştü.

“Iımm, Bay Ruijerd, oda olarak nereye geçmek istersiniz?”

“Her yer olur.”

“Rudy, ona büyük odayı verelim mi? Özel bir misafir, değil mi?”

Ruijerd’in odanın büyüklüğü konusunda özellikle endişeleneceğini düşünmüyordum. Zaten yatağı da kullanmazdı. “Nerede istersen orada uyuyabilirsin. Evimizi kendi evin gibi gör.”

“Tamam, öyle yapacağım o zaman. Ben uyumaya gidiyorum.” Ruijerd konuşmasını bitirdi ve ayağa kalktı.

“Tamamdır, iyi geceler.”

Sylphie ve ben öylece durmuş, o evin içinde ilerlerken onu dinliyorduk. Görünüşe göre, çocukların uyuduğu odaya giriyordu. Lolicon piçi! Tamam, sadece şaka yapıyorum. Birlikte seyahat ettiğimizde, uyurken bile gözlerini bizden ayırmazdı. O tam da böyle bir adamdı. Ayrıca, bilerek ayak seslerini duymamıza izin vermişti. Şüpheli bir şey peşinde olsaydı, sessiz ve gizli hareket ederdi.

“Onu kızdıracak bir şey mi yaptım?” Sylphie endişeyle sordu.

Ruijerd biraz kaba davrandı. Görünüşe göre Sylphie’yle olan evliliğim hakkında bazı çelişkili hisleri vardı.

“Hayır, yanlış bir şey yapmadınız. Yeni tanıştığı insanlara ısınması biraz zaman alıyor, hepsi bu.”

“Hepsi bu kadarsa tabii.” Sylphie’nin yüzünde hafif buruk bir ifade vardı.

“Hadi yatağa gidelim, tamam mı?”

“Tamam.”

O gece akşam yemeği yememiştim ama aç bile değildim. Ah, en azından Ruijerd’e yiyecek bir şeyler ikram etmeliydik, diye düşündüm şömineyi söndürüp ön kapının kilidini kontrol ederken. Evdeki en kullanışlı güvenlik sistemine zaten sahiptik ama yine de güvende olmak istiyordum.

Işıkları kapattıktan sonra Sylphie ve ben birlikte ikinci kata çıktık. Sonra yatağa girdik.

Sylphie orada, “Bugünü atlayalım, tamam mı?” dedi

“Ha? Evet, tabii.”

O gece seks yapmayı erteledik – regl dönemi dışında bir nedenle ilk kez ertelemiştik.

***

Ertesi sabah, her zaman yaptığım gibi yatakta uyandım. Sylphie hâlâ uyuyordu. Normalde kolumu yastık olarak kullanıp top gibi kıvrılarak uyurdu ama bugün kendi yastığını kullanıyordu ve yüzünde gergin bir ifade vardı. Normalde, ona olan sevgim, bir tutam cinsel arzuyla birlikte beklenmedik bir şekilde ortaya çıkar ve göğsüne dokunmak için uzanırdım. Sonra, o mükemmellik kaynağını avucumun içine aldığımda, üzerime bir mutluluk dalgası yayılırdı.

Ama bugün o hissi yaşamadım. Onun yerine, kendimi kötü hissediyordum. Yükselen ejderham için iyi bir gün değildi. Ruijerd burada olduğu için mutlu olmalıydım ama Eris gerçekten aklımı kurcalayıp duruyordu. Kendimi kasvetli ve huzursuz hissediyordum.

Kendimi çok istekli hissetmesem de yine de günlük antrenmanlarıma başlamaya karar verdim. Beş dakika -hayır, on dakika- yapacağım egzersizin beni canlandıracağından emindim. Bu düşünceyle kendimi dışarı attım.

Tüyler ürpertici bir sahne beni bekliyordu.

Başka biri zaten ön girişimizde duruyordu. Aslında iki uzun figür: Biri kel bir savaşçı, yeşil saç rengini gizlemek için kafasını kazıtmış bir adamdı. Bölgede yaygın olan kutup giysilerinden hiçbirini giymemişti, sivil giysiler içindeydi ve elinde bir mızrak vardı. Ruijerd.

Sonra diğer adam vardı. İri ve kaslı bir vücudu, zift gibi siyah bir teni ve mor saçları vardı. Badigadi altı kolunu göğsünde birleştirmiş, Ruijerd’in önünde dururken son derece heybetli bir aura yayıyordu.

Havadaki soğukluk çok şiddetliydi. Uçucu. Biri kibrit çakarsa patlayabilir.

Badigadi gülümsemiyordu, ki bu nadir görülen bir durumdu. Aslında, yüzünde hiçbir ifade yoktu. Ruijerd’in sırtı bana dönüktü, bu yüzden yüzünü göremiyordum.

Bu birbirlerini tanıdıkları anlamına mı geliyordu? İkisi de Laplace savaşı zamanından beri hayattaydı: biri Laplace’ın imparatorluk muhafızlarının kaptanı, diğeri ise karşı taraftaki ılımlı grupta yer alıyordu. Ruijerd şu anda Laplace’tan tüm kalbiyle nefret ediyordu ama o zamanlar içinde bulundukları koşullar muhtemelen oldukça farklıydı.

“Hmm.” Badigadi bana bir bakış attı. Sonra bir kez daha Ruijerd’e baktı. “Demek bu kadar.” Merakını gidermiş gibi başını salladı. Sonra başka bir şey söylemeden topuklarının üzerinde döndü. Uzaklarda kaybolurken ayaklarının altındaki kar çıtırdadı.

Ruijerd sessizce omzunun üzerinden bana baktı. Biraz endişeli görünüyordu. Onu soğuk terler içinde görmek nadir görülen bir şeydi.

“Kral Badi ile aranızda bir şey mi oldu?”

“Uzun zaman önce.”

Gerisini kısa cevabından çıkarabilirdim. Superd Kabilesi’nin deliliğinin, dost ya da düşman, yollarına çıkan herkese saldırmalarına neden olduğunu duymuştum ve buna Badigadi’nin bazı insanları da dahil olmalıydı. Hükümdarlığa ne kadar bağlı olmasa da, o hâlâ bir kraldı.

Savaştan sonra ilişkilerinin nasıl olduğunu merak ettim Badigadi kadar iyimser birinin Superd’den intikam almak isteyeceğini düşünemezdim. Aksine, muhtemelen Superd’in zarar verdiği güçsüz vatandaşları savunmuştu. Superd’in yıkıcı eğilimlerinin nedeni Laplace olsa bile, Ruijerd yine de insanları öldürmüş ve Badigadi bunun intikamını almıştı. Böyle olduğunu düşünüyordum.

Hayır, bekle. Badigadi’nin Superd Kabilesi’nin başına gelenlerin nasıl ve neden Laplace’ın suçu olduğunu bilmemesi mümkündü. Bir dahaki buluşmamızda onunla bu konuyu konuşmalıyım.

Düşünüyorum da, gelecekte Ruijerd figürlerini seri üretip satmayı planladığımı söylesem nasıl tepki verirdi?

“Bay Ruijerd, açık olmak gerekirse, bu adam bu şehre geldiğinden beri bana iyi davranıyor. Geçmişte neler olduğunu sadece hayal edebilirim, ancak…”

“Merak etme. Onunla dövüşmek gibi bir niyetim yok.” Ruijerd bunu söylerken sert bir şekilde gülümsedi. Oysa birkaç dakika önce öldürme niyetini açıkça ortaya koymuştu. Çıktığım zaman çıkmamış olsaydım eğer… “Yine de onu burada göreceğimi hiç düşünmemiştim.”

“Görünüşe göre buraya beni görmeye gelmiş,” dedim.

“Ahh, bu onun karakterine uyuyor.” Ruijerd eve dönmeden önce bir kez daha gülümsemek zorunda kaldı.

Bütün bu karşılaşma beni şaşkına çevirmişti. Neşeli, uyumlu Badigadi’nin herkesle iyi geçinebileceğini düşünüyordum.

 

Eve döndüğümde Sylphie uyanmış ve kahvaltı hazırlıyordu. Nedense hizmetçi kıyafeti giymiş olan Aisha da yardım ediyordu. Norn hâlâ uyuyor gibi görünüyordu. Onu uyandırmak niyetiyle üst kata çıktım. Kapıyı çaldım ve hemen kapı tokmağına uzanmaya başladım, ancak bir önsezi duygusu kapıyı açmama engel oldu. Onun yerine, ona seslendim. “Kahvaltı vakti geldi, lütfen aşağıya gel.”

Cevap gelmedi, ama dinlemek için gerildiğimde, giysilerin hışırtısını duydum. Görünüşe göre üstünü değiştiriyordu. Sürpriz bir soyunma sahnesini başlatmaktan kaçınmıştım! Ne de olsa artık aptal bir baş kahraman değildim.

“…Tamam.” Kapının arkasından sesini duyduğumda rahatladım ve birinci kata döndüm.

Beşimiz birlikte kahvaltı ettik. Aisha yaşına göre iyi sofra adabına sahip görünüyordu ve güzel yemek yiyordu. Ruijerd her zamanki gibi sadece bir çatal kullandı. Hâlâ yarı uykulu görünen Norn, pek de zarif bir şekilde yemek yemedi. En azından çatal kullandığını söyleyebilirdim. Bu, etini bıçakla kesip ağzına atan Eris’ten bir adım ileriydi.

“O zaman benim için gitme vakti geldi.”

Yemeğimiz biter bitmez Ruijerd yola çıkmaya hazırlandı. Çok az eşyası vardı, bu yüzden fazla bir şey taşımıyordu. Beşimiz onu uğurlamak için şehir kapısına doğru yola çıktık. Ruijerd bunun gerekli olmadığını söyledi, ancak bu bir gereklilik sorunu değildi. Bir arkadaşı uğurlamak çok normaldi.

Yürürken pek sohbet etmedik. Sonunda Norn, neredeyse fark edilmeyecek kadar sessiz bir şekilde Ruijerd’in gömleğinin eteğine tutundu. Ancak Ruijerd bunu fark etti ve hızını biraz yavaşlattı. Onlara uymak için gevşedim.

Norn, Ruijerd’den ayrılmak istemiyor gibiydi ve ben de bu hissi anlıyordum. Belki de kalması için ona yalvarmalıydım. Arayı kapatmak için bir gece yeterli değildi ve onu tanıştırmak istediğim insanlar ve görmesini istediğim bir yığın şey vardı.

Ama Eris’in düşüncesi beni engelledi, beklendiği gibi. Ruijerd’i rahatsız etmek istemedim. Sylphie’nin herhangi bir hatası yoktu; sadece Eris’le aramı düzeltene kadar Ruijerd’le gerçekten konuşamayacağımı hissediyordum. Ama şu anda nerede olduğunu bile bilmiyordum.

Ben bunları düşünürken şehrin girişine vardık. Ruijerd bana “O halde kendine dikkat et,” dedi.

“Sen de öyle,” dedim.

Vedalaşmamız kısa sürdü. Söylemek istediğim çok şey vardı. Sadece o anda kelimeleri bulamadım. Sanki sonsuza dek veda ediyor gibiydik. Ortalık biraz daha sakinleştikten sonra onunla tekrar konuşmam gerekiyordu. Ginger’a gelince, görünüşe göre dün onunla çoktan vedalaşmıştı.

“Bizimle ilgilendiğiniz için teşekkür ederiz!” Aisha neşeyle selam verdi. Hızlı seyahat planlarının Ruijerd olmadan asla işe yaramayacağını kesinlikle anlamıştı. Ruijerd’in onları da bilmedikleri tehlikelerden koruduğundan emindim.

“Aisha, Rudeus’tan çok fazla şey talep etme.”

“Evet, biliyorum!”

Ruijerd sert bir şekilde gülümsedi ve başını okşadı.

“Ah-aa, şey, Ruiherd-san…” Norn hâlâ Ruijerd’in gömleğini bırakmamıştı. Onun gitmesini istemediğini açıkça belli eden endişeli bir bakışı vardı.

“Merak etme, tekrar görüşeceğiz.” Ruijerd elini başının üzerine koyarken ona küçük bir gülümseme sundu. İkisini görmek eski anılarımı canlandırıyordu. Aynı endişeli ifadeyi takındığım zamanlarda Ruijerd de başımı okşardı.

Norn yere baktı, sonra başını kaldırdı. Bir şey söylemeye çalıştı, sonra dudaklarını büzdü. Sonunda kararını verene kadar yüzü birkaç farklı ifadeye büründü. “Ben de seninle gelmek istiyorum!” diye ilan etti.

Ruijerd onun başını okşarken sıkıntılı görünüyordu ve hiçbir şey söylemedi. Ancak saniyeler geçtikçe Norn’un gözleri hızla yaşlarla doldu.

“Şu andan itibaren bana değil, Rudeus’a güvenin,” dedi.

“Ama yapamam! O ve babam-”

“Bu geçmişte kaldı. O çoktan yaptıklarının sorumluluğunu aldı. Baban da öyle. Yolculuğumuz sırasında yaşadığı zorluklardan bahsetmiştim. Sen bile bunu kabul ettin.”

“Ama dün sarhoştu! Ve bu sefer geçen seferkinden farklı bir kızla birlikte! Ona güvenemem!”

Bunu söylediğinde etrafımızdaki hava soğumuş gibiydi, belki de sadece hayal gücümdü. Ne de olsa Sylphie’ye Eris’ten bahsetmiştim. Hile yapmıyordum ve bir playboy olmaya çalışmıyordum -gerçi Norn’a muhtemelen öyle görünmüyordu.

Ruijerd önce bana sonra da Sylphie’ye baktı ve kendini gülümsemeye zorladı. “Erkekler ve kadınlar arasında işler böyle yürür. Olur böyle şeyler. Bu kesinlikle abinin sadakatsiz bir insan olduğu anlamına gelmez.” Elini kızın başından çekti.

“Oradaki, sen. Bana adını bir kez daha söyler misin?”

“Ah, evet. Ben Sylphiette.”

“Sylphiette. Öyleyse bu ikisini ve Rudeus’u sana emanet ediyorum.”

“Elbette!”

Ruijerd en sonunda Sylphie ile karşılıklı konuşmuştu. Ona karşı duyguları kesinlikle karmaşıktı, ama kötü niyet beslememesi için dua etmiştim.

“Peki o zaman, tekrar görüşeceğiz.”

Artık onu göremeyene kadar gidişini izledim. Bir zamanlar onun uzaklaşan figürünü izlerken, ona karşı minnettarlıkla doluydum. Şu anda Aisha ve Norn’un da aynı şeyi hissettiğinden emindim.

 

***

 

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.