İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 10 Bölüm 09
9.BÖLÜM
Mektup
Sabah uyandığımda Sylphie kolumda uyuyordu. Beyaz saçlarını, solgun ensesini, uzun kirpiklerini görebiliyordum. Böylesi tatlı bir kız yatakta tek bir iç çamaşırı bile giymeden yanımda uyuyordu. Yüzü uyurken tamamen rahatlamış ve savunmasız görünüyordu.
Örtüyü kaldırdığımda kiraz gibi göğüslerini görebiliyordum. Üstlerinde morluklar vardı. Başka bir deyişle, öpücük izi. Dün gece ona yaptığım şeyin bir damgası. Önceki hayatımda, birine öpücük izi bırakmanın neden bu kadar hoş olduğunu anlamazdım. Şimdiyse uyandım ve onu gördüm. Kız arkadaşlarına pirsing ya da dövme yaptıran o korkunç erkek arkadaşların hissettiklerine benziyor. O kadar aşağılık olmasa da bir galibiyet duygusu hissetmiştim. Sylphie benimdi. Onu benden başka kimsenin almasına izin vermeyecektim.
Bu düşünceyle, küçük ben kalktı. Dün o kadar idman yapmamıza rağmen moral doluydu. Önceki hayatımda, gördüğü tek ilgi elimden geliyordu ve son birkaç yıldır kendi içine kapanıktı. Artık bacaklarını esnetebileceği bir yeri olduğuna göre gerçekten enerji doluydu
Kahretsin, sabahın bu kadar erken saatlerinde heyecanlanmaya başlayamam. Sylphie’nin bugün işi var. Bu enerjiyi antremana yönlendirmem gerekecekti. Bu yüzden kolumu Sylphie’nin başının altından çıkardım ve oraya bir yastık dayadım.
“Hıımm… Rudy, ondan içmemen gerekiyor…” Sylphie vücudunu gerneştirdi. Uykuda konuşması çok tatlıydı. Rüyalarında neyi içmemi istemediğini merak ettim.
Bir şekilde kendimi onun göğsünü avuçlarken buldum. Dikkatli olmasaydım onu uyandırırdım, bu yüzden çok nazikçe yaptım. İpek tofuya dokunur gibi. Namusluca. Her sabah böyle harika bir şey yaşadığım için dünyanın en mutlu erkeği ben olmalıydım. Hakkaniyetle, gerçekten mutlu olmak böyle bir şey miydi?
“Iım… Rudy…” Sylphie gözlerini hafifçe açtı ve bana baktı. Sonra elimi tuttu ve hâlâ yarı uykulu bir halde gülümseyerek, “Dikkatli ol,” dedi.
‘’Olurum.‘’
Sonra odadan çıktım. Tekrar birlikte uyuyabilmemiz üç gün sürecekti. O anı iple çekiyordum.
***
Son zamanlarda hayat gerçekten huzurluydu. Dikkat çeken tek olay Rinia ve Pursena’nın beni bir çocukla tanıştırmasıydı. Görünüşe göre, iki ay içinde sınıftaki diğer tüm serserilerle savaşıp onları yenen birinci sınıf bir suçluydu. Sonra o kadar havalara girdi ki Patron çetesine meydan okumayı denedi, ancak ilk hedefi Zanoba onu tamamen patakladı. Bütün bunlardan sonra, bir şekilde grubumun astlarından birisi oldu. Tamamen şaşırtıcı şekilde gelişti.
Çok yakın kaynaklardan aldığım bir bilgiye göre, üniversite Altı Şeytani Çember adı verilen Dört Göksel Krala benzer bir grup tarafından yönetiliyordu. Dedikoduya göre Çember’in lideri benim. Biri Altı Çemberi’mi yenebilirse, bana meydan okuma hakkını kazanacak. Bir shounen manga kurgusu gibi geldi. Buna Darbestival (Darbe Festivali) ya da onun gibi bir şey demeyeceklerdir, değil mi?
Bu arada, bu altı kişi Zanoba, Cliff, Linia, Pursena, Fitz ve Badigadi’den oluşuyordu. Eğer biri gerçekten hepsini yenmişse, bu bir İblis Kralı yenebilecek biriyle karşı karşıya kalacağım anlamına geliyordu. Hayır, almayayım. Zaten bu yılki ilk yarışmacı, daha hedef aldığı ilk kişi tarafından sefil bir yenilgiye uğratılmıştı. Onunla karşılaştığımda, çoktan başını öne eğmiş ve kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırmış bir köpek gibi uysal davranmaya başlamıştı.
Çocuğun Zanoba’yla arasına mesafe koyması ve böylece büyüsüyle menzilden saldırabilmesi sayesinde iyi bir dövüş gerçekleşmişti. Ancak Zanoba rakibinin manası tükenene kadar tüm saldırılara dayandı, ardından aradaki mesafeyi kapattı ve tek bir yumrukla zaferini perçinledi. Görünüşe göre menzilli dövüş Zanoba’nın uzmanlık alanı değildi. Ona rakibine bir taşla golf atışını yapmanın gizli Çin tekniğini öğretmek zorundaydım.
Her halükarda, benim haberim olmadan bir şekilde okulun patronu olmuştum. Hiç değilse serseri çocukların beni dinlemesini sağlıyordu. Bu özellikle de yakın zamanda bazılarını ana okul binasının arkasında bir öğrenciyi döverken bulduğumda işe yaradı. Sözlü olarak müdahale ettim, ancak gerekirse onlarla dövüşmeye hazırdım… Renkleri attı ve yaptıklarını bıraktılar.
Zorbaları sadece birkaç kelimeyle durdurabilmek güzeldi. Böyle bir güce sahip olmak hiç de fena değildi. Yaşadığım sürece, başkalarının zayıfları taciz etmesine izin vermeyecektim. Zorbalığa uğrayan kişi bir şekilde suçlu olsa bile.
Sonra bir gün nihayet Paul’dan mektup geldi.
***
Sevgili Rudeus,
Mektubunu aldım. Büyü Üniversitesi’ne mi kayıt oluyorsun?
Tebrik ederim. Kendi yolunda yürümene sevindim. Eminim bunu Elinalise’den zaten duymuşsundur ama Roxy, Talhand ve Elinalise sayesinde Zenith’in yerini bulduk ve onu almak için yola çıktık. Elinalise’e selamlarımı ilet. Elbette, bunu yaparsan muhtemelen iğrenmiş görünecektir.
Asıl konuya gelelim. Şu anda Doğu Limanı’ndayız. Sırada Begaritt Kıtasına gitmek var. Oraya daha önce hiç gitmedim ama İblis Kıtası’ndan sonra dünyanın en sert yerlerinden biri olduğu söyleniyor.
Çocukları yanıma almakta tereddüt ettim. Norn ve Aisha henüz sadece dokuz yaşındalar. İşte o zaman ikisini senin bulunduğun yere gönderme fikri aklıma geldi. Elbette tek başlarına gidecek halleri yoktu. Ginger onlara eşlik etmeye gönüllü oldu ama bunun yeterli olup olmayacağından emin değildim.
Tam o sırada biriyle karşılaştım. Senin tanıdığınmış. Çocukları sana getirme görevini üstlenmeyi teklif etti, ben de kabul ettim. Eminim onu gördüğünde şaşıracaksın. Çok güvenilir birisi.
Dürüst olmak gerekirse, acı verici bir karardı. Düşünüp durdum, ya yol boyunca başlarına bir şey gelirse? Ya korkunç bir şey olursa ve ben orada olmazsam? Her ne kadar onları yanımda istesem de, güvende olmalarını da istiyorum. Senin de öyle.
Oraya vardıklarında, ne kadar küçük olursa olsun yaşayacakları bir yer bul ve onları okula gönder. Onları okul masraflarını karşılayacak kadar parayla birlikte gönderdim. Yaşam ve kağıt paralarıyla. Oldukça büyük bir meblağ. Sakın bu paraya kadın satın alma, tamam mı?
Sadece takılıyorum. Seni tanıyorum, eminim iyi bir iş çıkaracaksın. Ve evet, bunu kendim yapmam gerektiğini anlıyorum. Berbat bir baba olduğum için üzgünüm. Bunu senden istediğim için kendimi kötü hissediyorum ama lütfen bana bu iyiliği yap.
Düşündüm de, sen zaten 15 yaşındasın. Gerçi sanırım bu mektup sana ulaştığında on altı ya da on yedi yaşında olacaksın. Her iki durumda da, artık bir yetişkinsin. Doğum gününü birlikte kutlayamadığımız için kendimi kötü hissediyorum. Norn ve Aisha’nın onuncu doğum günlerini de kutlayamayacağım. Neyse. Hep birlikte geri döndüğümüzde büyük bir parti verebiliriz – bir aile olarak.
Anneni bulmayı bana bırak. Fittoa Arama ve Kurtarma Birliği fiilen dağıldı ama benim yanımda çok fazla ateş gücü var. Lilia, Talhand, Roxy, Vierra, Sherra ve benimle birlikte Begaritt Kıtası’na gidip dönebiliriz. Eğer işler yolunda giderse, bir ya da iki yıl içinde Ranoa’da size katılabiliriz.
Lilia’yı çocuklarla birlikte göndermeyi düşündüm ama görünüşe göre benim için onlardan daha çok endişeleniyor. Ne rezillik ama. Kendimi acınası hissediyorum.
Her neyse, Lilia Aisha’ya güveniyor. Kıza öğretebileceği her şeyi öğretti. Aisha bir dahi. Dürüst olmak gerekirse, senin ve Aisha’nın nasıl ortaya çıktığını düşününce, kendi genlerimin gücünden biraz korkuyorum.
Norn, o normal bir çocuk. Sen ve Aisha gibi değil. Ona karşı çok sinirlenebilirisin ama sabırlı olmaya çalış. Korkarım onu şımarttım. Ve bu onu biraz bencil yaptı. Sizden nefret ediyor ve Aisha ile iyi anlaşamıyor, bu yüzden orada kendini yalnız hissedebilir. Ağabeyi olarak, lütfen ona karşı nazik ol.
Her ihtimale karşı onlara bu mektubun bir kopyasını da verdim. Onlara kimin baktığını düşünürsek, iyi olacaklarından eminim, ancak bu mektubun gelişinden itibaren altı ay içinde ortaya çıkmazlarsa, dışarı çıkıp onları aramanı istiyorum.
Yani, işin özü bu. Her şeyi sana bıraktığım için kendimi kötü hissediyorum. Ama teşekkür ederim.
-Paul Greyrat
***
Dürüst olmak gerekirse, suçluluk dolu bir mektuptu Paul.
Norn ve Aisha’nın buraya gelmesi konusunda biraz gergindim ama Begaritt Kıtası’na sürüklenmelerinden daha iyi olduğunu düşündüm. Onları Zenith’in ailesiyle bırakamaz mıydı? Hayır, bu da kendi sorunlarını beraberinde getirebilirdi. Norn bir yana, Aisha Zenith’le kan bağı yoktu.
Muhtemelen buraya seyahat etmeleri sorun olmazdı. İblis Kıtası ile karşılaştırıldığında, Orta Kıta nispeten güvenliydi. Adam kaçırma bu dünyada o kadar yaygındı ki bu bir endişe kaynağı olabilirdi ama bunu yapanlar genellikle savunmasız kişileri hedef alıyordu. Eğer Norn ve Aisha’nın yanlarında iki yetenekli korumaları olsaydı, muhtemelen cazip bir hedef olmazlardı.
Korumalarından bahsetmişken, Ginger bir şövalye ve Zanoba’nın imparatorluk muhafızlarının eski biriydi. Ne kadar yetenekli olduğunu hatırlayamıyorum. Ama Shirone şövalyeleri Su Tanrısı Stili konusunda eğitimliydi, bu yüzden bir refakat görevi için faydalı olabilirdi.
Sonra Paul’un güvenilir dediği diğer kişi vardı. Kim olabilir? Geese olabilir mi? Eris olmasına imkan yoktu. Paul ve benim tanıdığımız başka kim güvenilirdi? Ah! Düşündüğüm kişi olabilir mi? Orta Kıta’yı aradıklarından bahsetmişlerdi ama belki de şansları Paul ile yollarının kesişmesine izin vermişti. Eğer haklıysam, üstesinden gelebilirlerdi. Aslında, Ginger’ın yardımına bile ihtiyaçları olmayacaktır.
Mektubuna bakarak Paul’un bana ne kadar güvendiğini anlayabiliyordum. Beklentilerini karşılamak zroundaydım. Ne de olsa onun en büyük oğluydum. Sylphie ile evlenerek ve bu evi hazırlayarak doğru seçimi yaptığım için de rahatlamıştım. Özellikle de ikincisi. Bir sürü odamız vardı. Kız kardeşlerimi evimizde rahatça ağırlayabilirdik.
Görebildiğim en büyük sorun, iki kız kardeşimin de henüz çok genç olmasıydı. Sevişme seanslarımız onların eğitimi için pek iyi olmazdı. Ama yine de, onları bizimkilerden uzak odalara koyabileceğimizi düşündüm. Aslında onların gelişini dört gözle bekliyordum. Ne kadar yakında olacağını merak ediyordum. İki ay sonra belki?
Bekle, ondan önce yapmam gereken bir şey vardı.
“Bu tam olarak ilk önce Sylphie’ye danışmam gereken bir şey.”
Onu aramaya çıktım. Şu anda mutfakta kahvaltı hazırlıyor olmalıydı. İçeri girdiğimde onu sebze doğrarken buldum. Bıçak kesme tahtasına her indiğinde ritmik bir gümbürtü geliyordu. Çok kısaydı, küçük omuzları ve ince bir gövdesi vardı. Onu böyle görmek içimi ısıttı.
“Sylphie!” Kollarımı arkasından geçirdim. Sonra ellerimi önlüğünün içerisine soktum ve yumuşak göğüslerine dokundum.
“Hoop!”
“Olamaz!”
Baktığımda Sylpie parmağını kesmişti. Kıpkırmızı yarası şişip kesme tahtasının üstüne sıçradı. Ona sarıldığım anda kendini kesmişti.
“Aaahhh!” Çığlık attım.
“Bu abartılı bir tepki Rudy. Hele elimde bıçak varken bunu yapman çok tehlikeli.” Sylphie, nadir görülen bir şekilde, çığlığıma sitemkâr bir şekilde karşılık verdi. Parmağındaki yarayı çabucak iyileştirdi. Sözsüz bir şekilde büyü yapma şekli o kadar doğaldı ki, sanki bu onun için ikinci bir doğaydı.
“Üzgünüm. Yemek yaparken sana sarılmayacağım.”
“Evet, sadece biraz bekle. Yemek birazdan hazır.”
Mutfaktan çıktım ve yemek masasında beklemeye başladım. huzursuz ve suçlu hissediyordum. Sandalyeme oturdum ve bekledim. Sonra, Sylphie mutfaktan çıkınca başımı kaldırdım. “Az önce yaşananlar için çok özür dilerim.”
“Gerçekten o kadar kızmadım. Her zamanki gibi üzgün olduğunu söyleyebilirsin.”
“Tamam, üzgünüm,” diye düzelttim.
“Bu daha iyi. Bir dahaki sefere dikkatli ol.”
Sylphie yanıma oturdu ve yemek yemeye başladık. Son zamanlarda o kadar sevildiğimi hissettim ki, bana olan sevgisi bittiğinde ne olacağından korktum.
“Öyleyse, ne oldu? Sen normalde bu kadar heyecanlı değilsindir.”
“Ha evet, babamdan bir mektup geldi.”
“Ne? Paul-san’dan mı?”
Şaşkın karıma mektubu uzattım. Başlarken yüzü gergindi. Ama yüz ifadesi kısa süre sonra hayal kırıklığına dönüştü. “Oh. Evlilikle ilgili mektubumuz henüz gelmedi demek.” Anlaşılan ailemin evlenmemize vereceği tepkiyi öğrenmek istiyordu. Okumaya devam ettikçe ifadesi ciddileşti. Sonunda mırıldandı, “Anlıyorum.” dedi, “Bu harika Rudy. Herkesin güvende olmasına sevindim.”
“Öyle.” Düşününce, Sylphie anne ve babasını kaybetmiş olmasına rağmen bu konuyu hiç düşünmeden açmıştım. Belki de kalbimde nezaket eksikliği vardı.
Sylphie yüzüme baktı ve hüzünle gülümsedi. “Yapma Rudy, suratını öyle yapma. Annemin ve babamın öldüğü doğru, ama şu anda sen varsın ve Elinalise var. Yalnız değilim.” Bunu söylerken elimi tuttu ve güldü.
Son zamanlarda daha da sevimliydi. Son derece kısa saçları uzamıştı ve giderek daha kadınsı görünüyordu. Sevimli kulakları pürüzsüz beyaz saç tellerinin arasından çıkıyordu. Bu kız benim eşimdi. Hayal değildi, değil mi?
“Sylphie…”
Bu güzel kızla yeni bir aile kurmak istedim. Bu arzu doğal olarak yüzeye çıkıyordu, ancak doğum söz konusu olduğunda zorlanacak olan Sylphie’ydi. Sevimli derecede küçük bir poposu vardı, ancak kalçalarının darlığı doğum sırasında sorunlara neden olabilirdi. Bu dünyada iyileştirici büyü vardı, bu yüzden doğum sırasında ölüm nadirdi, ancak bu yine de büyük bir rahatsızlık yaşamayacağı anlamına gelmiyordu.
Daha da önemlisi, gerçekten çocuk yetiştirmeye hazır mıydık? Dürüst olmak gerekirse, Sylphie ve benim hala fazla yaşam deneyimimiz yoktu. Sabit gelirlerimiz vardı ve yetişkin sayılırdık ama başka bir insanın ebeveyni olabilir miydik?
Sorun değil, dedim kendime. Dünyadaki diğer tüm canlılar gayet iyi başardı. Ben de yapabilmeliydim. Yapamasam bile, yanımda Sylphie vardı.
Sorun değil, dedim kendime. Dünyadaki diğer tüm canlılar
Ben de yapabilmeliyim. Yapamasam bile Sylphie yanımdaydı. Elimizden gelenin en iyisini yapmalıydık. Paul muhtemelen iki yıl içinde ortaya çıkacaktı. Lilia çocuk yetiştirme konusunda deneyimliydi ve Zenith ile Sylphie iyi anlaşıyordu. Paul’e gelince, o da muhtemelen torununu göreceği için heyecanlanırdı.
Bekle, kahretsin. Bunu düşünmenin sırası değildi.
“O mektupta okuduğun gibi, kardeşlerim gelecekler. Burada bizimle yaşamalarına izin vermeyi düşünüyorum ama senin için sorun olup olmayacağından emin değilim,” dedim.
“Elbette, yaşayabilirler. Ev çok daha canlı olacak,” dedi dişlek bir sırıtışla.
Öyleyse sorun kalmadı.
Akşam yemeğini bitirdikten sonra oturma odasına geçtik. Büyü çalışma zamanıydı. Sözler olmadan hala iyileştirme büyüleri yapamıyordum ancak kelimeleri ezberleyerek ve teoriyi inceleyerek idare edebiliyordum. Sessiz büyü yapmak tek teknik değildi. Yetenekli olduğumu düşünüyordum ama bu dünyadaki en yetenekli kişi olmaktan çok uzaktım. Temellerimin sağlam olduğundan ve mevcut yetenek seviyemi koruduğumdan emin olmak daha iyiydi.
“Iıığmmh..”
Şu anda Sylphie yarattığım su topunu etkisiz hale getirmek için Büyü Bozma’yı kullanmaya çalışıyordu. Parmağının ucuyla elimi işaret etmişti ve homurdanırken yüzü kıpkırmızıydı. Su topunu etkisiz hale getiremeyeceğinden emin olmak için manamı su topunu korumak için kullanıyordum.
Dalgalanan sıvı topu patlarsa, kazanan o olacaktı. O yatakta bana ne isterse yapma hakkını kazanacaktı. Bu hakka gerçekten ihtiyacı olduğundan değil – tek yapması gereken bir şey söylemekti ve ben de ona uyacaktım. Bu arada, topun şeklini sonuna kadar koruyabilirsem, kazanan ben olacaktım. O zaman onu yatakta istediğim kadar sevgi yağmuruna tutabilirdim. Gerçi kazanamasam bile bunu yapabilirdim sanırım.
Sylphie şu anda ateş büyüsü hariç tüm saldırı büyüsü okullarında İleri seviyedeydi. Ayrıca ileri düzey iyileştirme ve detoksifikasyon büyüsü de biliyordu. Başka bir deyişle, beceri seviyeleri bu şekildeydi:
ATEŞ BÜYÜSÜ: Orta Düzey
SU BÜYÜSÜ: İleri Düzey
DÜNYA BÜYÜSÜ: İleri Düzey
RÜZGAR BÜYÜSÜ: İleri Düzey
İYİLEŞTİRME BÜYÜSÜ: İleri Düzey
DETOKSİFİKASYON BÜYÜSÜ: İleri Düzey
Son derece yüksek istatistiklere sahipti.
Daha yeni öğrendim ama bu altı büyü türüne, en sık kullanılan altı tür için Temel Altı deniyormuş. Üniversite, öğrencilerinin ikinci ve üçüncü yıllarında altı türün hepsinde başlangıç seviyesinde yeterliliğe ulaşmalarını hedefliyordu. Bunu başardıklarında, bir ana dal seçebilir ve kalan yıllarını ustalıklarını İleri seviyeye yükseltmek için harcayabilirlerdi.
Yine de eğer birinin büyü yeteneği yoksa, kendini sadece tek tip büyüye çalışmaya adasa bile Orta seviyede tıkanıp kalır. Veya mana havuzları çok küçük olur ya da birleşik büyüleri yapamazlar. Bırakın Aziz seviyesine yükselmeyi, birden fazla alanda İleri seviyeye ulaşabilen neredeyse hiç öğrenci yoktu. Sylphie ve Cliff gibi istisnai öğrenciler sözde her on yılda bir ya gelir ya gelmezdi.
Yine de son yıllarda bu okulda her yıl böyle istisnai bir öğrenci oluyordu. Onlara dâhi diyebilirsiniz ama ben insanların tanrı olarak adlandırdığı canavarlara kıyasla onları sıradan görüyordum.
Temelde bir yolcu uçağının yakıt deposuna sahip ortalama bir araba gibiydim. Benzinim bitmeden istediğim mesafeye gidebiliyordum ama hızım kayda değer değildi. Bu yakıt deposuna bir jet motoru ekleseydiniz, araba parçalanırdı. Dizayn açısından çöp gibiydim. Yine de ne kadar kullanırsam kullanayım benzinin hiç bitmemesi güzeldi.
“Bu arada, Sylphie.”
“N-ne? Şu an konsantre oluyorum.”
“Çocuklarımızın da sihir konusunda yetenekli olacağını düşünüyor musunuz?”
“Ne?” Sylphie’nin konsantrasyonu bozuldu. Hala büyülenmemiş büyüsü fışkırdı ve daha önce dalgalı olan su topu mükemmel bir küreye geri döndü. Onu dondurdum ve önümdeki bardağa koydum.
Sylphie utangaç bir şekilde bacaklarını birbirine sürttü, yüzü kıpkırmızıydı. “O-onlar doğana kadar bilemeyiz.”
“Ve onların doğması, kocan olarak benim sıkı çalışmama bağlı, değil mi?” Gülüp geçiştirmeye çalıştım ama Sylphie bacağımı sıvazlamaya başladı. Narin elleri gıdıklıyordu. Ben de ona omuzlarının arasını okşayarak karşılık verdim. Günün bu saatinde ona dokunabilmek güzel bir histi. Saniyeler içinde oturma odamızdaki hava cinselliğe dönüştü. Sylphie kollarını bana sararken yüzünü boynuma gömdü. Çok şeker.
Kocan şu anda yoğun çalışmaya başlamak üzere, diye düşündüm.
Her halükarda, bırakın doğmayı, henüz hamile bile kalınmamış çocuklar hakkında konuşmak biraz abesle iştigaldi. Kuluçkadan çıkmadan tavukları sayma, ya da her ne deniyorsa. Önce bir yumurtaya ihtiyacımız vardı.
“Ah, ama içimde güçlü bir elf geni var, bu yüzden benim için biraz zor olabilir… Çocuk sahibi olmak istiyorsun biliyorum ama bu birkaç ay, hatta birkaç yıl gerektirebilir. Büyükan-, yani Bayan Elinalise de bana aynı şeyi söyledi. Yani, hemen hamile kalamamam olasılığı çok yüksek.”
Sylphie geri çekildi ve biraz endişeli görünerek başını öne eğdi.
Evlenmemizin üzerinden birkaç ay geçmişti. Sağlıklı bir seks hayatımız vardı. Bunu söylemek biraz kabaydı ama tabancamın tetiğini sonunda çektim ve bir anda eroge’den fırlamış gibi bağırdım. “Hamile kal!” Kelimelerin arkasında derin bir anlam yoktu; sadece onları bir video oyunu yerine gerçek hayatta söylemeyi denemek istedim. Yine de Sylphie buna içerleyebilirdi.
“Ama şey, eğer çocuk sahibi olamazsam, istersen bir metres alabilirsin.”
“Şu anda öyle bir planım yok.”
“Ama Rudy, sen çocuk istiyorsun, haksız mıyım?”
Sylphie’nin bakış açısından bakmaya çalıştım. Ya kısır olan ben olsaydım? Ve Sylphie ne pahasına olursa olsun çocuk sahibi olmak isteseydi, yani onu hamile bırakacak başka bir adam mı bulmalıydı? Böyle bir şey olursa kendimi öldürebilirdim. Bu yüzden Sylphie’ye bunu asla yaşatmayacaktım.
“Saçmalama. Çocuk istediğimden değil. Sadece birbirimize olan aşkımızın fiziksel bir temsilini istiyorum.”
“Rudy…”
“Seni seviyorum, Sylphie. Prensesim.” Bunu söyleyen ben olmama rağmen, kelimeler yine de tüylerimi diken diken edecek kadar sevimsizdi. Sylphie’ye gelince… bu dünyanın insanları bu tür sözlere inanılmaz duyarlıydı. Geçenlerde “Gözlerindeki güzelliğe içelim” dediğimde kıpkırmızı oldu. Son derece etkiliydi. Ama bu kadar kolay utanırsa devam edemezdik.
“Ben de seni seviyorum.” Koluma sarıldığında gözleri nemlendi. Utanarak dudaklarını büzdü, yanakları al al oldu.
A+ İletişim.
İşler bu kadar heyecanlı hale geldiğine göre, ikinci kata geçme zamanı gelmişti. Onu bir prenses gibi kucağıma aldım. Sylphie kollarını bana doladı ve vücudunu bana teslim etti. Bu kalbimin çarpmasına neden oldu. Sevinmiştim hala havasındaydı.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.