İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 10 Bölüm 08

Selamlar, ben Rooty. Mushoku Tensei serisini bundan sonra muhtemelen ben çevireceğim. Açıkçası, bu bölüm ve sonraki bir kaç bölüm elimde güzel bir çeviri vardı sadece bir kaç ufak detayı değiştirdim ve umut ediyorum ki daha okunaklı hale geldi. Haftada en az 1 bölüm atmaya çalışacağım, seri çok uzun ve bitmiş durumda o yüzden gücüm yettiğince çevireceğim. İyi okumalar, yorum atmayı unutmayın.

 

 

Bölüm 8:

Ev ve Hayat

İKİ AY GEÇMİŞTİ. Sylphie ile evlendiğimizden beri. Üniversite yeni bir döneme girdi, ikinci sınıf öğrencisi oldum ve günlük hayatım dramatik bir değişim geçirdi.

Önce yurttan taşındım ve evden işe gidip gelmeye başladım. Her sabah kendi evimde büyük bir yatakta uyanıyordum. Sylphie yanımda olsaydı, birbirimize günaydın öpücüğü verirdik. Onun sabahları erken başladı, bu yüzden antrenmanımı yaptığım saatte uyandı.

Uyandığımda rutinime şehrin içinde bir kaç tur atarak başlardım, sonra Luke’la düellom sırasında yaptığım taş kılıcı sallama alıştırması yapıyordum. Her zamanki gibi, vücudumun etrafına bir savaşçı havası saramıyordum, ancak bu pratik yapmanın anlamsız olduğu anlamına gelmiyordu.

Bazı nedenlerden dolayı, Badigadi antrenmanım sırasında sık sık içeri girdi üstelik gürültülü, iğrenç bir kahkaha atarak çevreyi rahatsız etti. Yine de onu kibarca selamladım ve bazen idman ortağım oldu. Yetenek bakımından, Ruijerd ya da Ghislaine gibilerle yarışamazdı. Galiba, Eris’ten bile zayıftı… Aslında, hayır. Bu o güçsüz olduğu için değildi, sadece belki de tüm gücünü kullanmadığı için böyle bir hisse kapılıyordum. Ölümsüz bir vücudu olduğu için savunmanın gerekli olmadığını mı düşünüyordu? Öte yandan, bana her seferinde şaşırtıcı derecede faydalı tavsiyeler veriyordu. Belki de gerçekten çok güçlüydü.

Antrenmandan sonra evime doğru yola çıktık, Sylphie bizi kahvaltıya karşılayacaktı. Badigadi kendi tabağını bitirir bitirmez hemen ortadan kaybolurdu. Bu adam benim için gerçekten tam bir gizemdi. Ne düşündüğünü merak ediyordum. Bazı günler, hiç düşünmüyormuş gibi görünüyordu.

Badigadi’nin olmadığı günlerde Sylphie ve ben birbirimize sevgiyle yemek yedirirdik. Kahvaltı bittiğinde üniversiteye doğru giderdik, buraya yaklaşık otuz dakika yürüyüş mesafesindeydi. Zanoba bunun biraz elverişsiz olduğunu söylemişti fakat bana o kadar da uzakmış gibi gelmiyordu. Koşarsam çok hızlı yol alabilirim.

Ders başlamadan çok önce varmış olurduk. Sylphie ve ben yatakhanelerin hemen önünde yollarımızı ayırırdık ve ben de Zanoba ve Cliff’i kontrol etmeye gitmeden önce orada burada biraz zaman öldürürdüm. Cliff her sabah lanetleri araştırmak için burnunu taşa dayıyordu. Bir araştırma laboratuvarı talep etmişti ve zamanını orada sihirli eşyaları sökerek, tozlu kitapları karıştırarak ve kalıplar arayarak harcıyordu. Sonunda, kendi tasarımı olan bir büyülü alet üzerinde çalışmaya başladı.

Bana, “Bir laneti başkasına aktarmaktan bahsettiğini biliyorum ama bu konuda nasıl bir yol izleyeceğini bilmiyorum,” dedi. “Ama eğer teorim doğruysa, lanetleri yok edecek büyülü bir araç tasarlayabilirim.”

Teorisi, büyülü eşyaların ve lanetlerin temelde aynı görevi gördüğüydü. Bir nesneye yapılan lanet, büyülü eşyalar üretirken; kişiye yapılan lanet, Lanetli Çocuk’a sebep oluyordu. Başka bir deyişle, büyülü nesnenin etkileri hakkında bir şeyler yapabiliyorsanız, o zaman lanet hakkında da yapabilirdiniz. (“Herhangi bir şey” gibi belirsiz bir ifade kullanması, araştırmasının henüz başlangıç aşamasında olduğunun bir kanıtıydı).

“Şu anda yardımına ihtiyacım yok. Bu benim araştırmam, bu yüzden lütfen bana bırak da kendim halledeyim. Benim için gurur meselesi.”

Oyuncaklarını almak için orada olduğumu düşünen bir çocuğa benziyordu. Ona yardım teklif eden Nanahoshi olsaydı bir şeyler yapabilirdi ama benim yapabileceğim pek bir şey olmadığını düşündüm.

Öğleden sonraları Elinalise ve Cliff’in beraber olma olasılığı yüksekti, bu yüzden o zamanlar ziyaret etmekten kaçındım.

Zanoba bütün gününü kendi araştırma odasında geçiriyordu. Genellikle, malikanede keşfettiğimiz yazıyı deşifre etmeye çalışıyor ya da yanağını otomatik oyuncak bebeğine sevgiyle sürtüyordu. Şimdiye kadar hiçbir ilerleme kaydetmemişti ama bu beklenen bir şeydi. Tutkusu yadsınamazdı. Eninde sonunda soruşturmayı kapatacağından emindim.

“Siz Julie’ye göz kulak olun, Usta. Bunu ben hallederim.”

Anlaşılan araştırmasına burnumu sokmamdan korktu. Bulmacayı tek bir bakışta çözüp arayışını sonlandıracakmışım gibi konuştu. İnsanlar gerçekten yeteneklerimi abartıyordu. Uzmanlık alanımın dışında hiçbir şey bilmiyordum.

Konuyla ilgili not olarak, Zanoba, araştırma molaları sırasında kızıl ejder figürü üzerinde kademeli bir şekilde ilerlemeye devam ediyordu. Julie yakınlarda oturmuş bir heykel yapıyordu. Ona çalışması için kendi masasını vermişti ve özenle pratik yapıyordu.

“Üstat, talimatınız için minnettarım.”

Onu artık geceleri çalıştıramadığıma göre göre sabahları dünya büyüsünü öğretiyordum. Onu bulduğumuzdan bu yana yaklaşık bir yıl geçti ve büyümesi şaşırtıcıydı ancak seri üretim planlarımızı hayata geçirmek için henüz çok erkendi. Şimdilik yapabileceğim tek şey, sürekli tekrarlama yoluyla pratiğe odaklanmasıydı.

Sylphie’ye göre, eğer bir çocuk gençken aynı sihir eğitimini uygulamaya devam ederse bu onun uzmanlığını arttıracaktı. Bu nedenle, sadece  dünya büyüsüne odaklanmasını sağladım. Eğer Sylphie’nin teorisi doğruysa, Julie yakında bu büyüde uzman olacaktı. Biraz daha ilerledikten sonra bir sonraki aşamaya geçebilirdik. Aceleye etmeye gerek yoktu.

Öğle yemeği için kafeteryaya gittim. Çeşitli sebeplerden dolayı evden yiyecek getirmemeye karar vermiştim. Birinci katın köşesindeki koltuklar bizim özel kullanımız içindi – ‘’Bizim’’ Zanoba, Julie, ara sıra Badigadi veya Cliff ve Elinalise ile Rinia ve Pursena’yı kapsıyor. Bu günlerde, Luke ya da Sylphie
neredeyse her gün gelirlerdi. Bizimle yemek yemezlerdi, ama bir şeyler değiş tokuş ederlerdi. ayrılmadan önce birkaç kelime ettiler. Onlara göre, bunun nedeni Ariel ve benim arkadaş olduğumuzu insanlara duyurmak içindi.

Luke ile pek sohbet etmedim ama saçları uzadıkça daha kadınsı görünmeye başlayan “Efendi Fitz” ile daha çok samimiydim. Bazıları hala onun bir erkek olduğunu düşünüyordu ve yakın olduğumuzu gördüklerinde bize garip bakışlarla bakıyorlardı. Sylphie, Fitz kişiliğindeyken halka açık sevgi gösterilerinden hala hoşlanmıyordu. Bir keresinde poposuna dokunduğumda çok üzülmüştü. Kızmadı ya da bana ters ters bakmadı, sadece üzgün görünüyordu. Bana insanların içinde ucube gibi davranmamam gerektiğini söyledi.

 

Yeterince makuldu bu. Sylphie sosyal anksiyete için endişelenecek tipte biri değildi ama muhtemelen insanların kocasının çükünü pantolonunda tutamayan bir tür seks delisi bir mankafa olduğunu düşünmesini istememiştir. Onun iyiliği için uslu durmaya karar verdim.

Öğle yemeğinden sonra hep derse giderdim. Her zamanki gibi, ileri düzey iyileştirme ve orta seviye detoksifikasyon (zehir giderme) dersi alıyordum. Pursena’nın yanında otururdum ve tamamen bilgiyi ezberlemeye, birbirimize şifa büyüleri yapmaya ve et yemeye odaklanırdık. Dersimin olmadığı günlerde Rinia’ya saldırı büyüsü öğretirdim.

“Son zamanlarda bize dokunmuyorsun nya.”

“Hala heyecanlı kokuyorsun ama bize dokunmaya çalışmamanın ne kadar garip hissettirdiğini unutamam.”

Bu ikisi iyi davranışıma karşın şaşkınlıklarını gizleyemediler ama ben Sylphie’ye sadakat yemini etmiştim ve başka kızlara dokunmayacaktım. Pursena cilveli kıkırdamalarla bana takıldı ama ben onu görmezden geldim. Rinia bazen bana iç çamaşırını gösterirdi ama ben gözlerimi kaçırmaya çalışırdım. Ne yazık ki, kökleşmiş içgüdülerimi yenemedim dolayısıyla bugün mavi giydiğini biliyordum.

Öğleden sonra sona erdiğinde Nanahoshi’yi ziyaret ederdim. Her zamanki gibi huysuzdu. Libidom geri döndüğüne göre onu bu dünyanın insanları arasında öne çıkaran minyon Japon yapısını ve özelliklerini takdir edebiliyordum. Son hayatımdan beri tercihlerim değişmiş olmalı çünkü onun kasvetli havasını o kadar çekici bulmadım. Ancak beni bir nostalji duygusuyla doldurdu.

“Bil diye söylüyorum, bana elini uzatırsan ağlayarak Orsted’e gideceğim.”

“Lütfen bunu yapma.”

“Hıh.”

Çok fazla bakarsam böyle şeyler söylerdi. Orsted’den ne kadar korktuğumu biliyordu. Zaten ona dokunmak gibi bir niyetim yoktu. Temelde mesafemizi koruduğumuzu teyit ediyordu.

Nanahoshi her zaman sinirli ve sabırsız bir hava yayardı.
Bununla birlikte, son altı ay içinde onun denenmemiş büyülü çember stoğunu tüketmiştik. Bir sonraki aşamaya geçme zamanı gelmiş gibi görünüyordu.

Nanahoshi ile işim bittiğinde Syphie ile tekrar buluşurdum. Onun koruma görevleri eskisi gibi aynı programda devam etti ancak yeni evlendiğimizden beri Prenses ders bittikten sonra bir süre evine gitmesine izin veriyordu. Hala geceleri Prensesi korumak zorundaydı bu yüzden akşam yemeği yedikten, biraz temizlik ve banyo yaptıktan sonra hemen okula geri dönecekti. İki kat zahmetli gibi görünüyordu. Onu çok zorluyordum.

Ancak Sylphie öyle hissetmiyor gibiydi. “Geri dönecek bir evim olmasını seviyorum. ‘’ gibi bir şeyler söylerdi.

Sylphie üç günün ikisinde gece nöbetçisiydi. Bu, dinlenmek için sadece bir günü olduğu anlamına geliyordu. Şimdiye kadar hiç izin almadığını düşünürsek oldukça fazlaydı. Şimdi bir gün izin alması bile, onun yerine Prensesi korumak için şahsen gönüllü olan Elinalise sayesindeydi. Konuştuklarını hiç görmemiştim ama anlaşılan iyi anlaşıyorlardı. Elinalise’nin gelişigüzelliği ve Ariel’in düşünceli doğası göz önüne alındığında ikisi yağ ve su gibi görünüyordu ama Sylphie’ye göre Ariel o kadar da saf değildi. Sadece rol yapıyordu.

Sylphie’nin gece görevi olmadığı günlerde, birlikte eve dönerken markete uğrayıp üç günlük yiyecek alırdık. Satılanlardan çoğu fasulye, patates ve kuru et gibi raf ömrü uzun olan şeylerdi. Pirinç istiyordum. Nanahoshi’nin geliştirdiği dağıtım yollarını genişletirsek belki güneyden pirinç ithal edebilirdik. Her halükarda daha sonra düşünmem gereken bir konu.

Eve vardığımızda yemek vakti gelmişti. Erkeksi görünüşünün aksine Sylphie iyi bir aşçıydı. O kadar çok tarif bilmiyordu ama yemekleri bana çocukluğumu hatırlatırdı. Buena Köyü’nde büyürken yediğim yemek gibi tadı vardı, bu mantıklıydı çünkü ona öğreten Lilia’ydı.

Önlüğü açıkken çok tatlı görünüyordu, mutfakta dolaşıyordu. Onu arkadan kollarıma almak istiyordum. Bir keresinde yemek yapmasına yardım etmeye çalıştım ama beni kibarca reddetti. Görünüşe göre yemek yapmakla ilgili, şef ya da başka bir şey gibi olmasa da başka kimseyle paylaşmak istemediği bir şey vardı. Önlükten başka bir şey giymemesini önermeyi düşündüm ama beni geri çevireceğini hissettim.

Akşam yemeği zamanında bazen misafirlerimiz oluyordu, “Misafirler” derken daha önce konuk ettiğimiz on üç kişiyi kastediyorum. Cliff ve Elinalise diğerlerine karşın daha sık gelirdi. Zanoba, belki de ketum davranarak, nadiren gelip gidiyordu. Nanahoshi banyomuzu kullanmak için ayda bir gelirdi. Muhtemelen daha sık ziyaret etmek istedi ama bunu yapmaktan kaçındı. Herhangi biriniz yanlış fikre kapılmadan şunu söyleyeyim, banyo yaparken ona bakmadım. Nanahoshi bu konuda çok dikkatliydi. Buraya sadece Sylphie evdeyken geldi.

Akşam yemeği bitip misafirlerimiz gittiğinde tatlı tatlı zaman geçirmek için baş başa kalmıştık. Sylphie, “Efendi Fitz” olarak gün boyu ağırbaşlı davrandı ve onu uzaktan görünce heyecanlı bir köpek yavrusu gibi yanına koşmak istememe rağmen benzer bir sınırlama ve dürüstlük sergilememi bekliyordu. Aksine geceleri sevgi dolu ve itaatkardı. Ne istersem yapardı. Kendimi kaybedip pis bir şey söylediğimde bile isteklerimi memnuniyetle yerine getirirdi.

“Asura Sarayı’ndaki insanlarla karşılaştırıldığında sen tamamen normalsin,” dedi. Sylphie benden hiçbir şey istemedi. “Ne yapmak istiyorsan onu yapmak istiyorum, Rudy.” dediğinde sakin tarafım, mantıklı tarafıma vuruyordu.

Birkaç kez günaha yenik düştüm ve tam da bunu yaptım. Ama ona bir obje gibi davranmaya devam edemedim. Elbette, seksi severdim. Hayal ettiğim her şey buydu. Yine de Sylphie benim karımdı. Saygı. Bu doğru, ona saygı duymak zorundaydım.

Ya da öyle düşündüm, ama o parıldayan gözlerle bana bakıp “Kendini dizginlemek zorunda değilsin,” dediğinde denemek bile aptalca geldi. Zayıf bir adamdım. Hayatımda en az bir kere söylemeyi denemek istediğim ya da söylediğim sözler vardı. Hayatımda en az bir kere yapmayı denemek istediğim ya da yaptığım şeyler vardı. Son iki ay içinde bunların yarısını listemden çıkarmayı başarmıştım. Sylphie’ye hiçbir şey için baskı yapmamış olmama rağmen. Onun istemediği şeyi yapmadık.

Yine de onun için bir şeyler yapmak istedim. “Sylphie, senin için yapmamı istediğin bir şey var mı?” diye sordum.

“Ne? Ah, tamam. Bana daha önce neyin sözünü verdiğini hatırlıyor musun?”

Bunu duyar duymaz yere kapandım. “Özür dilerim, hatırlamıyorum.”

Telaşlandı ve beni yukarı bakmaya zorladı, “Bu senin hatan değil, yıllar geçti. Önceden kullandığın şeyi hatırlıyor musun? Büyüyü bozmayı. Bana öğretmeni istiyorum.”

“Sorun değil. Sana her şeyi öğreteceğim.”

“İleri seviye iyileştirme büyüsü biliyorum. Bu konuda ders alıyorsun değil mi? Sana öğretebilirim.”

Akşam yemeğinden sonrasını birbirimize sihir öğreterek geçirdik. Sylphie’ye Büyü Bozma’yı öğretirdim ve o bana büyülü sözler olmadan büyüyü nasıl kullanacağımı öğretirdi. İkincisinin gerçek bir amacı yoktu ama sadece öğrenmekten memnun değildi. Neden olduğunu merak ettim. Eşine yardım etmediğinde mutlu olamayan biri miydi? Yoksa insanlardan yardım almaktan rahatsızlık mı duyuyordu?

Sözler olmadan büyüyü yapamayacağım doğruydu, bu yüzden onun öğretmesini minnetle kabul ettim. Ondan öğrenmek istediğim her şeye göz kulak olabilirdim.

“Iıı, sözleri kullanmadan diğer büyü türlerini yapmaktan o kadar da farklı olduğunu sanmıyorum.” dedi.

Bende öyle düşünürdüm ve yine de gerçek şu ki, sözler olmadan iyileştirme büyüsünü kullanamazdım. Sylphie’nin nasıl çalıştığı hakkında açıklamasını dinledikten ve söylediklerini uygulamaya koymaya çalıştıktan sonra bile.
“Büyünün alıcı ucunda olmanın nasıl bir his olduğunu anlamaman mümkün mü, Rudy?”

İyileştirme büyüsü, başka birinin vücuduna dokunmayı ve kendi mananızı ona aktarmayı, mananızın akışını değiştirmeyi ve yaralarınızı iyileştirmek için kullanmayı gerektiriyordu. Başkasının manasını benimkine karıştığını hissedemezdim. Daha basit bir ifadeyle, sağ işaret parmağınızı sol avucunuza bastırmak gibiydi fakat yalnızca parmağın bir şey hissetmiş olmasıydı.

Saldırı büyüsü benim için nefes almak kadar kolaydı. Bu garipti. Belki de sözler olmadan yapamadığım sadece iyileştirme değil, her türlü destek büyüsüydü? Belki sadece -savaşlarda olduğu gibi- başka bir dünyadan reenkarne olmuş insanların ustalaşamayacağı bir şeydi. Ya da belki de iyileştirme yeteneğim yoktu.

“Biraz rahatladım biliyor musun? Aslında yapamayacağın şeyler var,” dedi Sylphie karakteristik gülüşüyle.

Birisi tarafından herhangi bir şeyde gölgede kalmak can sıkıcıydı ama Sylphie’nin beni yenebileceği hiçbir şey olmadığını düşünmesi cesaretini kırıyordu. Bu yüzden beni rahatsız etmesine izin vermedim.
İyileştirme büyüsü konusundaki boşa girişimlerimin aksine Sylphie kısa sürede büyü bozmanın temellerinde ustalaştı. Hala pratiğe ihtiyacı vardı ama sonunda onu savaşta kullanabileceğinden emindim. Sylphie gerçekten olağanüstü bir öğrenciydi. Eris, Ghislaine, Zanoba, Julie, Rinia gibi birçok insana sihir öğretmiştim ama onun aralarında en hızlı olan kişi olduğunu hissettim. Kendisi dahi bile olabilir.

“Ama bu biraz haksızlık değil mi? Eğer bunu yaparsan bir sihirbaz hiçbir şey yapamaz.”

“Yedi Büyük Güç’dan biri de benzer bir teknik kullandı.”

“Gerçekten mi? Demek oradan öğrendin. Yedi Büyük Güç’ten birisiyle tanışıklığın mı var?”

“Hayır, ben değil Nanahoshi tanıyor.” içlerinden birinin beni neredeyse öldüreceğini söyleseydim Sylphie muhtemelen endişelenirdi. Orsted’den bahsetmeyi kendime saklasam iyi olacak. İnsanlara büyü bozmayı nasıl kullanacaklarını öğrettiği için bana gelmeyeceğinin garantisi yoktu.

“Bu bilgiyi kimseyle paylaşmamalısın. Büyü Bozma’yı da öyle. Eğer Yedi Büyük Güç’ten birisi peşimizden gelirse, onlarla boy ölçüşemem.”

“Anladım. bu bir sır,” dedi Sylphie ciddiyetle başını sallayarak.

Sylphie’nin gece nöbetinde olduğu günlerde, ben de temizlik ve çamaşır işlerini yapıyordum. Genel olarak, Sylphie’nin kıyafetlerini yıkıyordum ve buna iç çamaşırları da dahil. Tabii ki, kocası olarak. Herhangi bir sapkınlık eyleminden kaçınarak. Onları cebime atmadım ya da odama götürmedim.
Şahsi zevkim için kullanmadım. En fazla bir kokladım. Sylphie zaten genç ve aktif libidomu üç günde bir tatmin etmeyi başarıyordu.

Ayrıca Sylphie’ye göre baştan savma bir iş yapmış olsam da evi de aşağı yukarı temizledim. Bir maceracıyken, taşındığım her han odasını temizlerdim ama bunun dışında dağınık bir tiptim. Sylphie izin günlerinde temizlik yapardı ama bu malikane ikimizin tertemiz bırakamayacağı kadar büyüktü. Temizliğin bir zorunluluk olduğunu düşündüm fakat ev çok büyüktü. Belki de bir hizmetçi tutmamız gerekiyordu.

Bir hizmetçiyi düşünmek bana Lilia’yı hatırlattı ve Paul ile diğerlerinin Zenith’le yeniden bir araya gelip gelmediklerini merak ettim. Elinalise ve yoldaşlarının annemin yerini tespit etmelerinin üzerinden üç yıl geçmişti. Roxy ve Talhand’ın İblis Kıtası’nı geçip Millishion’a varmalarının bir ya da iki yıl alacağını tahmin ediyordum. Hafızam beni yanıltmıyorsa, daha sonra Begaritt Kıtası’nın Labirent Şehri Rapan’a doğru yola çıkacaklardı ve bunun bir yıllık bir yolculuk olacağını sanmıyordum. İlk mektubumu bir yıl önce göndermiştim. Bir buçuk ay önce. Planlandığı gibi ulaştıysa, yakında bir cevap almam gerekiyordu.

Daha sabırlı olmalıydım. Elinalise endişelenecek bir şey olmadığına dair bana güvence vermişti ama yine de endişeliydim. Roxy olayla ilgileniyordu ve ona güveniyordum. Sakin olmalı ve beklemeliydim.

Şimdi düşündüm de, Buena Köyü’nün yok olmasıyla Paul ve diğerlerinin yaşayacakları bir yer kalmamıştı. Belki de Millishion’a yerleşmeye karar verirlerdi,
Ama bu tarafa yönelirlerse bu evde birlikte yaşayabilirdik. Şimdi düşününce, evlenmemin ve bir ev almamın ailemin iyiliği için olduğunu söyleyebilirsiniz. Tabii ki bu sadece benim düşündüğüm bir şeydi.
Yani bu, uygun bir bahaneden başka bir şey değildi.

Her halükarda, benim gibi eskiden eve kapanmış birinin aileme bakıyor olabileceğini düşünmek! Bu biraz dokunaklıydı… Yine de, bu konuda bir karar vermek zor olacaktı. Sylphie ile iki kişilik aşk yuvamın mahremiyetini dağıtmaya.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.