İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 10 Bölüm 05

Evlilik Sonrası Parti Hazırlıkları

 

 

TADİLATLAR tamamlanalı bir hafta kadar olmuştu. Ariel bir jest olarak, nezaketen Sylphie’ye yedi gün izin vermişti, ben de bu süreyi tamamıyla Sylphie’ye sırnaşıp kendimi şımartarak ve karşılığında bir dediğini iki etmeyerek kullandım. Birlikte çifte kumrular gibi romantik geceler geçirdik.

…Ah keşke. Çünkü hiç de öyle olmadı.

Artık kendi krallığımın başı olduğuma göre, halletmem gereken işler vardı. Görünen o ki bu dünyada, kendi evini alan yeni evli çiftlerin yakın arkadaşlarını evlerine davet etmesi olağan bir şeydi. Sadece bir yeni eve taşınma kutlamasından öte, özellikle evlenip yeni bir ev alıyorsan yaptığın bir şeymiş. Kısacası evlilik sonrası parti.

Sylphie ve ben oturma odasındaki bir koltukta, alınlarımız birbirine dokunarak oturuyoruz. Bakışlarımızın altındaki nesnede, partiye davetiye yollayacağımız kişilerin listesi var. Ayrıca kim nerede oturacak diye karar vermek adına bir çizim bulunuyor.

”Gerçekten çok şahsına münhasır arkadaş gruplarımız var…”

Ben Elinalise, Zanoba, Julie, Cliff, Rinia, Pursena ve Badigadi’yi davet edeceğim. Sonrasında Jenius ve Soldat’ı da davet edip etmeyeceğime karar vermem gerek. Sylphie Ariel, Luke ve iki kişiyi daha davet edecek. Hep birlikte artı eksi birkaç kişiyi hesaba katmazsak, on bir kişi olacağız. Paul ve ailem de burada olsun istiyorum, fakat binlerce kilometre uzaktaki insanları davet edemezdim. Evliliğimi haber vermek adına bir mektup postalayabilirdim ama kim bilir onlara ulaşması ne kadar sürer?

”Davetliler arasında kraliyet, hayvan ırkı, bir şeytan, bir köle, bir maceracı var ve bazıları çenesini kapalı tutmayı beceremiyor bile. Tehlike çanları çalıyor.”

Rinia ve Pursena’nın hala Ariel’e karşı bir kini var ve yüz yüze geldiklerinde aralarında oluşacak kıvılcımları şimdiden görebiliyorum. Bu, benim önceki dünyamda bir evlilik olsaydı, en basitinden bir araya gelmemeleri için salonun iki ucuna oturtabilirdik onları ama evimizdeki en büyük odalar bile bu büyüklükte değil.

”Öyle mi diyorsun? Prenses Ariel böyle durumlarda ortamı kızıştıracak şeyler yapmaz.” dedi Sylphie.

”Yine de evimizde düzenlenen bir parti yüzünden keyfi kaçık halde eve dönmesini istemezdim. Belki sorunluları ayırmak adına partiyi ikiye bölsek iyi olabilir.”

”Hmm. Ama Prenses Ariel, gelecekte önemli mercilere gelebileceğinden, arkadaşlarınla gerçekten görüşmek istiyor.”

Kafamda Ariel’in makyaj yaparken gaza gelerek ”İşte şans! Evlilik sonrası partide normal zamanda görmediğim bir sürü seksi erkek olacak!” manzarası canlandı.

Elbette peşinde olduğu şey bu değil, biliyorum. Diğer özel öğrencilerle bağlantı kurmak istiyordu sadece. Ne de olsa Ariel bu, kurnazdır işini bilir.

”Peki o zaman, kendini kontrol edeceğini varsayıp davet edelim onu madem. Geriye sadece oturma düzeni problemi kalıyor.”

İstedikleri yere oturmalarına izin veremeyiz diye düşünüyordum. Onları önem sırasına göre oturtmak da güç olur gerçi. Kimseyi gücendirmeden nasıl bir oturma düzeni seçebiliriz ki? Badigadi hüküm süren bir Şeytan Kral, aramızda en çok otoriteye sahip olan o, fakat hemen sonra Ariel, Zanoba, Rinia ve Pursena geliyor. Gerçek bir kraliyet ailesi ya da eşdeğeri. Ayrıca Cliff, onu masanın sonuna koyarsak şikayet edecek biri gibi duruyor. Yo, bir dakika – kişiliğine rağmen, ona nezaket ve görgü kuralları öğretildi. Öylece çıt çıkarmayıp herkesi şaşırtabilir. Üstelik Elinalise’i yanına oturttuğumuz sürece, arkamızı sağlama almış oluruz.

Aralarında bir köle olarak, en düşük mevkiye Julie sahipti, o yüzden en sonda o otururdu. Gerçi Zanoba’yla onu ayırmak istemem. Daha hala bir çocuk ve dili akıcı olarak kullanamıyor. Ayrıca, o benim öğrencim.  Yapabileceğim bir şeyler olmalı.

”Prenses’in hizmetlileri statü olarak ne konumda?”

”Ehm, orta derece asilzadeler.”

Sylphie’nin anlattıklarına bakarak, ikisinin de kadın olduğunu farz ettim. Nereye oturacaklarını karar vermesi zor geliyordu. Aynı şeyi Luke için de söyleyebilirim. Muhtemelen onu Prenses’ten çok ayrı tutmamak iyi olur. Çok mümkün gibi gelmiyor, ne de olsa davetliler benim arkadaşlarım, fakat olur da Ariel bir şekilde suikasta uğrarsa her şey boka sarardı.

”Hm? Birini unutmuyor muyuz?” Sylphie listeyi incelerken sordu.

Bir göz gezdirdim. Birini unutmuş muyduk? Kim olabilir ki? Unuttuğumuzu sanmıyorum. Tabi Bayan Goliade’yi kastetmiyorsa?

”Ah, doğru ya! Nanahoshi-san! Onu da davet etmemiz lazım!”

İsimleri tekrar kontrol ettim ve emin oldum, listede Sessiz Nanahoshi’nin (Yedi Yıldız) adı yoktu. Onu sahiden unutuvermiştim. Fakat…

”Acaba gelir mi ki” dedim.

”Eminim gelecektir.”

”En azından davet edebiliriz, herhalde.” Onu dışlamak gibi bir niyetim yoktu ama sanki kendini bu dünyaya kapatmış gibiydi. ”Tüm bu hazırlıkları yaptıktan sonra, ya kimse gelmezse ne yapacağız?”

İsmi lazım değil bir animenin, Yılbaşı bölümü geldi aklıma. Etkinlik için karakter varını yoğunu verip bir pasta yapar ve sonra kimse gelmeyince kafayı yer. Baya iç parçalayıcı bir bölüm.

”En azından Prenses Ariel ve Zanoba oradan olacaktır, onun garantisini veririm. Prenses Ariel seni daha yakından tanımak istiyor, Zanoba’ya gelince, gelmezse güvenini sarsacağının eminim bilincindedir.” Sylphie tek nefeste tüm kaygılarımı savuşturmayı başardı. Tabi ki Ariel üç takipçisiyle birlikte gelecekti ve iki öğrencim, Zanoba ve Julie, burada olacaklar. Bu altı kişi kesinlikle katılacaktır. Biz Zanoba’yı davet etmesek bile, muhtemelen kendini evimizin kapısında gösterecek ve katılmasına izin vermemiz için yalvaracaktır. ”Demek böyle şeyler üzerine endişe duyuyorsun ha?”

Y-yani çok da rahatsız olduğum söylenemez. Böyle küçük şeyleri kafaya takan biri değilimdir. Ben kafası rahat bir adamım!

”Eminim Rinia ve Pursena da gelecektir. Hayvan ırkındakiler üst statüden birinin davetini geri çevirmezler” diye vurguladı Sylphie.

”Sahi mi?”

”Evet, eğer gelmezlerse, onlara tekrar hadlerini bildirmemiz gerekir.”

Sylphie hayvan ırkının adetlerine göre işlerin böyle işlediğini söyledi. Şimdi üstüne düşününce, belki de Gyes Ruijerd’in çılgına dönmesinden korktuğundan önümde diz çöküp özür dilemiştir. Eris onu tekmelediğinde bile hiç şikayet etmemişti.

”Bence Cliff de muhakkak gelir, ne de olsa özellikle davet istedi” dedim.

”Şahsen Elinalise’in de gelmesini isterim” diye fısıldadı Sylphie.

Elinalise? Sebebini merak ettim. Daha önce bu ikisini konuşurken görmedim hiç.

”Ona sormak istediğim ufak bir şey var” diye açıkladı durumu Sylphie. ”Çok dişe dokunur bir şey değil gerçi.”

Ne olduğunu merak ettim şimdi. Yoksa ben daha önce Elinalise ile yattım mı diye soracak? Eh, aramızda bir şey geçmedi, o yüzden detayları sorar mı diye kafama takmadım.

Her halükarda plana koyulmuştuk. Onun üzerinde davetlinin katılımına şöyle güzel bir ziyafet çekmemiz gerekir, o yüzden alışverişe çıkmaya karar verdik. Birlikte, yan yana yürüyerek Alışveriş Bölgesine vardık.

”Sebzeleri almadan önce sana yeni kıyafetler almak istiyorum Rudy” diye teklif etti Sylphie.

Giydiklerime bir bakındım. Her zamanki gri cübbemi giyiyordum. Gün içinde sıcak tutsun diye kalın kaban giymeme gerek yoktu.

”Şey, cübben sana yakışıyor ama dışarıda böyle şeylere dikkat eden insanlar var ve seni böyle yamalı, yıpranmış kıyafetler içinde görürlerse…ehm, şey, anlarsın ya? Yoksa cübbene çok mu bağlandın?”

Gardırobumda ne var ne yok pek umurumda olmamıştı. Maceracı olduğum zamanlarda benden çok daha paçoz giyinen tipler görmüştüm. Gerçi evet, Sylphie’nin yanında böyle dağınık bir kıyafetle dolansam millet onun karakterini sorgular. Onu böyle insan içinde utandıramazdım.

”Galiba öyle. Şeytan Kıtasında aldığım ilk cübbe bu, o yüzden bağlandım ama yırtık pırtık duruyor.”

Sahip olduğum diğer kıyafet ise kürklü yelek. Bir büyücüye yakışır kıyafet değildi, o yüzden bir süredir giymiyorum. Ayrıca Sylphie ile birlikteyken giymek için baya pejmürde. Aynı haydutlar gibi dururdum.

”O halde giyim mağazasına gidelim. Beğendiğin kıyafetleri al” dedim.

”Teşekkürler. Bana bırakabilirsin.”

Çok şık bir mağazaya yöneldik, ben olsam hayatta adım atmayacağım bir yerdi. Sylphie güneş gözlüklerini takıp Fitz karakterine geri döndü.

”Ah, Fitz Efendi, sizi görmek ne güzel. Düzenli uğradığınız için teşekkürler.” Dükkan sahibi içtenlikle Sylphie’ye eğildi. Görünüşe göre buranın düzenli müşterisi – başka bir deyişle Fitz adı altında Prenses Ariel mekana müşteri oluyordu. Asura Krallığına hizmet eden bir yer. Paramız yeter mi ki? Bu çok kaygı uyandırıcı.

”Bana büyücüler için olan cübbelerinizi gösterir misiniz?”

”Elbette. Buradan lütfen.”

Anlaşılan, böyle şık bir dükkanda bile büyücüler için cübbe bulunuyordu. Sanırım makul bir şey; büyücüler her yerde, özellikle Sharia’da. Burası soylu çocuklarının bile büyücü olduğu bir şehir.

Pahalı görünen malzemelerden yapılmış düzinelerce göz alıcı giysinin bulunduğu bir bölüme yönlendirildik. Görünüşe göre büyücü cübbeleri, satıcılardan bağımsız olarak esasen aynı biçim ve tarzda üretiliyor, ancak buradakilerde zarif işlemeler vardı.

”Af edersiniz, hangi elementi daha çok sevdiğinizi sorabilir miyim?” diye sordu mağaza sahibi.

”Ah tabi. Sanırım su ve toprak olmalı.”

”O halde buradakine ne dersiniz? Yüce Ormanda bulunan yağmur ormanı kertenkelesinin postundan yapıldı ve suya oldukça dayanıklıdır. Tasarımcısı Foglen’dir. Kendileri kraliyetin saray büyücülerine model üretir.”

Hmm. Hafızam beni yanıltmıyorsa, yağmur ormanı kertenkeleleri öyle suya özellikle dayanıklı değildi. Yolculuklarımızda onlarla savaştık ama su büyümü onlara kullandığımda kolaylıkla donuyorlardı.

”Eğer toprak tercih edecekseniz, bu size yakışabilir. Begaritt Kıtasındaki Devasa Toprak Solucanının derisinden yapıldı, kum fırtınasına bile karşı koyabilir. Bunun dizaynını da parlak çırak Flone yaptı. Kendileri renkleri oldukça yaratıcı kullanmakla tanınırlar. Üstelik, yaratıkların sizi görmesini de zorlaştırıyor.” Konuşurken elinde tuttuğu çöl kamuflajı işlemeli cübbeyi kaldırdı. Bu şaşaalı dükkanlarda dizayncının adını vermek olmazsa olmaz bir şey mi diye merak ettim.

Kamuflaj desenini beğenmedim diyemem ama bir şeyler doğru gelmiyordu. Eğer böyle bir dizaynı seçeceksem, daha ziyade kış kamuflajını tercih ederim.

”Syl – yani, Fitz Efendi, siz hangisini beğendiniz?”

”Bir düşüneyim…bu nasıl? Şu an giydiğine baya benziyor” dedi, giydiğimden daha koyu bir tonda bir cübbeyi çekip çıkarırken, neredeyse siyah renkteydi. Bu renge ne diyorlardı yav? Kömür grisi mi? Giydiğimden daha karmaşık duruyor hem de. Üzerinde cepleri var ve kolları katlamak için siyah düğmeler konmuş, bir de kemer gibi kullanabileceğim bir ipi var.

”Bu Şeytan Kıtasında bulunan Şanslı Sıçanın derisinden yapıldı. Tasarımcısı Kazra. Sakin dizaynlarıyla bilinirler, o yüzden de daha çok yaşça büyük kişiler tarafından tercih edilir.”

”Şanslı Fare mi?”

”Hayır efendim, Şanslı Sıçan.  Lağım Sıçanının bir üst türü ve D rütbesine eş bir canavar. Kürkleri muhteşemdir, zehir ve aside karşı muazzam dirençlidir.”

Şansa bak, son dediği canavarı Şeytan Kıtasındayken görmüştüm. Lağım Sıçanı yarım metre boyunda ve Şanslı Sıçansa ondan daha büyük. İlk gördüğümde küçük dilimi yutmuştum. Bu devasa haşerelerden oluşan bir sürü, aralarında sadece bir Şanslı Sıçanla birlikte bir depoyu istila etmişti. Ruijerd ve Eris işlerine çabucak bitirirken, ben sanırım arka planda afallayıp kalmıştım.

O bir yana, cübbeyi beğenmiştim. Karımın iyi bir zevki vardı. Beni endişelendiren şey fiyat etiketi – ve artık göz atmamla da netleşti ki, evet pahalıydı. Bunun parasıyla Şeytan Kıtasında güzel bir ev alırsın.

”Eh, isimler doğamızı temsil eder derler” diye söyledim. ”Eğer içinde ‘şanslı’ geçiyorsa, belki de bana şans getirir. Sanırım bunu alacağım.”

”İsimler doğamızı mı temsil eder? Cüretimi mazur görün ama adınızı sorabilir miyim?”

”Ah tabi. Adım Rudeus Greyrat.”

”Aman Tanrım, demek Greyrat ailesinin bir ferdisiniz? Kabalığımı bağışlayın. Efendi Luke şirketimizin kıymetli müşterilerindendir, o yüzden bu seferlik alışverişinizde size indirim yapacağım.”

Yoksa bu düşündüğüm şey mi? Luke’un gözüne girmenin bir yolu mu? Hayır, öyle olamaz. Belki sadece tekrar alışverişe gelelim diye bizi cesaretlendirmeye çalışıyordur. Sebebi her neyse artık, indirime memnun oldum.

”Luke buraya sıklıkla gelir mi?” Sylphie sordu.

”Eminim bunu zaten biliyorsunuzdur, Efendi Fitz?”

”Ah tabi. Yani demek istediğim, benimle gelmek dışında da gelir miydi.”

”Evet, buraya her zaman farklı kadınlarla gelir.”

Sylphie mağaza sahibiyle konuşmaya devam ederken, dükkandaki elemanlar tarafından ölçülerim alınmak üzere başka yere götürüldüm. Bizim baktığımız cübbe sadece sergi icabıymış, ölçülerimi terziye göndereceklermiş. Kadın çalışan mezura kullanarak önemli ölçülerimi aldı, acaba bunu sihirli eşyalar dükkanında da satıyorlar mıdır. Sylphie ile onun ölçülerini aldığım bir sahnenin fantezisini denemek istedim.

”Elimizde ham maddeler var, bu sayede üç gün içerisinde tamamlayabiliriz. Eğer adresinizi bildirirseniz evinize kadar teslim edebiliriz.”

Hem mutlu hem de utangaç tavırlarla yeni evimizin adresini paylaştık.

 

Onun ardından sebze alışverişine gittik. İlk olarak baharat aldık. Ardından çabuk bozulmayacak şeyler. Nanahoshi’nin geliştirdiği dağılım rotasını kullanarak, kolaylıkla pişirme yağına da ulaştık. Aynı zamanda birkaç donmuş balık ve çabuk bozulmayacak sebzeleri alıp, daha sonra almak üzere biraz et sipariş ettik.

”Yemek pişirebiliyor musun Sylphie?”

”Evet. Annemden ve Bayan Lilia’dan öğrenmiştim. Ah, gerçi yaptığım yemek senin ağız tadına uyar mı bilmiyorum.”

”Emin ol yemeğin yarısını kömür karası yaksan da çok lezzetli olduğunu söyleyeceğim.”

”Kömür karası yakmak mı? Yok artık, kimin için bu kadar yemek yapmayı öğrendim sanıyorsun?”

İyi bir moda zevki, iyi yemek yapma bilgisi. Aklıma gelmişken, çamaşır ve temizlik işlerini yapabildiğini de söylemişti. Görüntüsünün aksine, karıcığım oldukça kabiliyetli bir kadın.

”Sylphiette-san, o kadar ideal bir eşsin ki sana layık olamayacağım diye korkmaktan kendimi alamıyorum” dedim.

”Sen de benim ideal kocamsın bir kere.”

”Ş-şey, eğer bir yanım senin için ideal değilse, kulaklarımı dört açtım dinliyorum. Beklentilerine ulaşmak adına çok çalışacağım.”

”Öyle diyorsan, daha dediğim dedik ol. Bazı zamanlar çok teslimiyetçi oluyorsun.”

Daha dediğim dedik? Peki ya öyle yapmam yoldan geçen bir tanrının canını bir şekilde sıkarsa? Bu dünyada onlara garip baktınız diye sizi ölümüne tekmeleyecek insanlar var.

Gerçi bir yandan da, ben olsam cesaret kırıntısı olmayan ve evde oturma odasına kıvrılmış gazete okumaktan başka bir şey yapmayan bir adamla evli olmak ister miydim? Asla.

Peki o zaman. Şu an itibariyle daha özgüvenle hareket edeceğim, sanırım. Bugünden itibaren tam bir kendini beğenmiş göt lalesi olacağım.

”Hmph. Sylphie. Beni ne kadar sevdiğini göstermeyi unutma. Gevşeklik istemem.”

”Ehm, demek istediğim tam olarak bu değildi ama peki. Elimden geleni yaparım” Sylphie elini yumruk yaparak konuştu.

Ayaya, Sylphieciğim ne kadar tatlısın! Hemen şurada öpücüğe boğmak istiyorum onu!

Ama kendimi tuttum. Sylphie pek kalabalık sokaklarda temas edilmesinden yana değil. Eğer ona dokunmaya çalışırsam muhakkak beni azarlayacaktır. Ama elimi omzuna atarsam kızmaz bana değil mi? Yo, belki ilk olarak elini tutarak başlamalıyım? Tabi ya, iç çatışmalarıma o kadar dalmışım ki iki elimin de alışveriş poşetleriyle dolu olduğunu unuttum. Pofff.

”Büyük tabaklar da almamız lazım. Ah, gerçi sen onları hemen yapıverirsin.”

”Topraktan yapılan tabaklardan memnunsan sıkıntı yok” dedim.

”Senin yaptıkların sadece topraktan yapılmış gibi durmadığı için sorun olmaz.”

Demek tüm mesele görüntüden ibaret ha? Meh, eğer tek istediği göze hitap eden bir şeyse, bir tabak yapıp öyle güzel parlatırım ki bakınca yüzünün yansımasını görür. Japonya’da yapılan fırında pişen tarzda tabaklar burada pek popüler değil gibi. Anlaşılan, Japonların daha estetik duran wabi-sabi tarzı şatafatlı şeylerini seviyorlar. Belki de işleri çığırından çıkarıp porselen falan yapmalıyım? Ancak ne yaparsam yapayım, rengi gri veya kahverengi olacak sonuçta.

”Başka ihtiyacımız olan bir şey var mı?” Diye sordum.

”Şey, misafirlere sunmak için biraz çay lazım.”

Siyah çay ve çay bardakları ha? Peki, dert değil. Belki bir kilim alsak iyi olur hazır gelmişken. Her ihtimale karşı bir misafir odası hazırlamak iyi bir fikir olabilir.

”İleriden misafirlerimiz için yatak ve dolap gibi şeyler alalım mı gelmişken?”

”Ah, iyi fikir.”

Evimiz o kadar büyük ki içini doldurmak yavaş yavaş birikimlerimin hepsini eritiyordu. Önceden sihirli aletler tarzı şeyler alarak paramı çarçur etmediğime sevindim. Hala kenarımda biraz param var evden aldığım indirim sayesinde, ama her alışverişimizde peyderpey azalıyordu. Belki de canavar avlamaya gidip biraz cep harçlığı kazansam iyi olacak? Hayır, bunu yapamam. Böylesine boktan bir sebep için çıkıp da katletme görevinde tahtalıköyü boylasam ne kadar ahmakça olurdu değil mi?

Birden Paul’un neden düzenli bir maaş için şövalyeler birliğindeki mevkisine geri döndüğünü anlayabilmiştim.

”Şey, Rudy, endişelenme. Prenses Ariel’e çalışmamdan ötürü benim de param var.”

”Ah, üzgünüm.”

Eğer ihtiyaç dahilinde olursa, Soldat’ın veya başkasının partisine katılırım diye düşünmüştüm. Bekle, hayır. Maceracılar karşılığında görece ufak bir ücret için evlerini günlerce terk ederler. Belki ben de kendi adıma düzenli maaş alan bir meslek bulsam iyi olacak.

Evlilik gerçekten karmaşık bir süreç.

 

***

 

O günün gecesi, Sylphie’yi banyoda bana katılmaya davet ettim, amacım nasıl kullanılacağını öğretmekti. Tabi asıl amacım onunla banyoda kaliteli bir zaman geçirmekti. Bu bir kitap olsaydı, anlatımı şöyle başlayabilirdi: Bir sapık, dişlerini tatlı körpe bir kıza geçirmeye hazırlanıyordu.

Bu gece yapacağım. Yapacağım! İzle beni Baba!

Bir dakika ”Baba” dediğim Paul değil mi? Yok kalsın, istemem.

”Pekala” diye açıklamaya başladım. ”Bizim evimizdeki banyo yapma etiği Asura kraliyet ailesinden biraz farklı olacak.”

Öncelikle yıkama bölmesine girdik ki üst değişme kısmıyla birleşince iki katı bir alan oluyor. Sonra ona elbiselerini çıkarıp sepetlerden birine koyması gerektiğini söyledim. Bu seferlik elbiselerini ben çıkardım, sonra onları katlayıp sepete fırlattım.

Sylphie’nin fazla vücut yağlarından arınmış çocuksu bir görüntüsü vardı, ama tamamen kemikten ibaret değildi. İnce olmasına karşın kaslı bir vücudu var. Memeleri küçük olabilir ama hala yumuşak ve biçimliydiler. Ona baktığım anda nefesimin dengesi şaşmaya başladı.

”Şey, ehm, beni senin soyman illa gerekli mi?” Sylphie sordu.

”Hayır.”

”Bir de niye bu kadar derinden nefes alıp veriyorsun?”

”Çünkü azdım.”

”Ehm, peki azman banyoya girmemiz için gerekli mi?”

”Hayır.”

Onu çevik hamlelerle soyarken her sorusuna uygun cevaplar verdim, böylece banyo bölgesine çabucak girebilirdik. Duş veya aynamız yok ama bir kova ve sandalyemiz var. Eğlencesine kovaya ”Kerorin” yazdırmıştım, tıpkı Japonya’daki halka açık banyolarda bulunan kovalarda aspirin reklamı yapılması gibi.

”Banyoya girmeden önce omuzlarının üzerinden su dökeceksin. Şimdi otur ve bu bez parçasıyla sabunu kullanıp vücudunu yıka.”

”Baksana Rudy, neden bu sandalyenin ortasında bir delik var?”

”Seni daha kolay yıkayabilmek için, tabi ki.” Bez parçasını sıcak suyla ıslattım, köpürttüm ve Sylphie’nin vücudunu yıkamaya başladım. Daha çok kulaklarının arkasına odaklandım, sonra köprücük kemiklerindeki boşluğa, sonra sırtına ve diğer kolayca kirlenen yerlerine. Daha narin yerleri için elimi kullandım, özellikle bez parçası ile sürtemeyeceğim alanlar. Deliği koyma sebebim de buydu.

”Şey, bezi bir süredir kullanmıyorsun ve sadece oralarıma odaklanıyorsun. Bir de şeyin arkadan bana sürtüyor.”

”Ahaha, pardon.”

Demek arzularım irademin önüne geçti. Böyle olmaz. Evimizin banyo etikleri arasında bu yoktu.

”Şey, eğer gerçekten kendini tutamıyorsan, ehm, yani, istersen şuracıkta yapabiliriz ne dersin?”

”Onu banyo bittikten sonra yapacağız.”

Banyo öncelikli. Önce bedenlerimizi yıkamamız lazım.

”Vücudunun her yerini yıkadıktan sonra, sırada başın var. Şimdi gözlerini kapat.”

”P-peki.” Sylphie gözlerini kısarak kapattı. Çok tatlısın. Bir an için onu öpüp seksi anlar adına kendime çekesim geldi ama bu düşünceyi zihnimin karanlıklarına iteledim. Bir an olsun gardımı indirmemin sonu ölümcül olabilir. Fiuvvv, tüm bu yıkama işleri tam bir eziyet.

”Saçlarını suyla ısladıktan sonra sabun kullanıp köpükle. Sadece başına değil, vücudunda kıl olan tüm yerlere yap. Muhtemelen saçlarını çok sık yıkaman gerekmeyecek.” Konuşurken saçını şampuanlamaya devam ettim. Yıkaması kısa ve kolaydı. ”Bitirdikten sonra her yerini sıcak suyla iyice yıkadığından emin ol.” Büyü kullanarak su üretip saçlarını yıkadım.

Kıkırdamaya başladı. ”Bu nedense bana ilk tanıştığımız zamanları hatırlattı.”

Ah, doğru…O zaman da sıcak su kullanıp onu temizlemiştim. Te Buena Köyündeki zamanlar, hani şu köyden yeni yeni kendi başıma çıkmaya başladığım. Sylphie’yi komşu çocukları aşağılamış, ağlarken bulmuştum. Babasına öğle yemeğini götürürken çocuklar etrafını çevirmiş ve çamur atmaya başlamışlardı. Sonra onu kurtardım, sıcak suyla üstünü başını yıkayıp sıcak havayla onu kuruladım. O zamanlar erkek gibi görünüyordu, kısmen saçlarının kısa olmasından öyle.

Ah, anılar bir bir canlandı. Bu küçük oğlanın bir gün sevimli hanımım olacağını hayal dahi edemezdim. Hayat sizi gerçekten beklenmedik yolculuklara çıkarıyor.

”Yıkamayı tamamladıktan sonra, sırada banyo var. Dikkatli ol; kolayca kayabilirsin.”

Sylphie direktiflerimi takip edip kendini suya bıraktı. Suyun yakmayacak kadar sıcak olmasını sağladım, böylece uzunca suyun keyfini çıkarabilecektik.

”Ah, kollarıma ve bacaklarıma sinen sıcaklığı hissedebiliyorum. Harika geldi bu.”

Demek tam kararında. Ne güzel.

Sylphie’nin banyodan keyif aldığını görünce tatmin olup kendimi yıkamaya başladım. Açıkçası bundan ziyade Sylphie’yi köpürtüp bedenini kullanarak beni yıkamasını isterdim, ama bu günlük kendimi tutuyorum. Her şeyi bir anda yapmaya gerek yok. Ona dikkatle ve kibarca davranacaktım.

“…”

Birden, Sylphie’nin beni gözetlediğini fark ettim. Bir ara vücudunu nasıl yıkayacak dışarıdan bakıp fikir edinmek istiyor diye düşündüm, ama öyle değil gibiydi. Benim sahip olduğum, onda olmayan bir kısım ilgisini çekmiş olmalı. Merakına veriyorum.

”Fiuvvv.”

Yıkanmamı tamamlayınca banyoya daldım, elimdeki havluyu başıma koydum. Sıcacık suya daldığımda, kan akımımın hızlanıp üşümüş kol ve bacaklarıma kadar yayıldığını hissettim. Ahh, banyo harika bir icat. İnsan kültürünün nirvanası. Önceki yaşamımda banyolardan nefret ederdim, özellikle yıkanmayı karın ağrısı olarak gördüğüm zamanlar. Şimdiyse bu hissiyattan keyif alıyorum. Karlarla kaplı bir ülkede yaşamak bana banyonun ne kadar değerli bir şey olduğunu öğretti.

”Bu arada, kendini kuruladığın havluyu suyun içine bırakma” dedim.

”Neden ki?”

”Suyu kirletir.”

Gerçi bir aile olduğumuzdan çok umurumda değildi. Bu dünyada halka açık banyolar olmadığından, bu kuralı uygulamaya gerek yok. Bunları düşünürken Sylphie bana doğru sokuldu. Elimi tuttu ve nemli başını omzuma yasladı.

”Daha ne kadar burada kalmamız gerekiyor?”

”Sıcaklığı kemik iliklerine kadar hissedinceye kadar.” Elimi omzuna sardım ve onu kendime doğru çektim. Yapmamla birlikte kendini çevirdi ve vücudu sanki kucağımda oturuyor pozisyonunu aldı. Bedenlerimiz birbirine sürtüyor, yüzlerimiz birbirine dönük. Sylphie’nin memeleri göğsüme sürtünüyordu.

Siktir. Artık kendimi tutamayacak gibi hissediyordum.  Böyle durumlarda erkekler irade gösterir kadınlarsa aşklarını belli eder. Ve aşk derken, o aşk suyundan bahsetmiyorum.

”Hee hee, bu biraz zevkliymiş” diyerek güldü.

Üstünden ona baktım. Zarif sırtından küçük poposuna ve su yüzüne çıkmış tekmeleyen ince bacaklarına kadar her şeyi görebiliyordum. Göğsümde ve omuzlarımda birtakım hareketler oluyordu; Sylphie bana sokulup yüzünü boynuma yaslıyor. O pozisyondan elleriyle vücudum okşamaya başladı.

Heh heh, buyur bebeğim istediğin kadar okşayabilirsin. Kaslar bunun için var.

Uzun zaman önce Sylphie’ye bakıp, bir gün yakışıklı bir adam olacak diye düşünmüştüm. Onun yerine büyüyüp sevimli ve güzel bir kadın olarak beklentilerimin ötesine geçti. Belki de ona duygularım olduğundan taraflı yaklaşıyorumdur, yine de. Çıplak bir halde bana sokulan bu güzel kadın. Böyle giderse, giderleri tıkayacak bazı şeyler yapacağız.

Sırtını okşadım, sonra koltuk altlarını ve sonra belinin yan kıvrımlarını. Mmmh, ne kadar da zarif.

”Rudy, gıdıklıyorsun” dedi Sylphie bedenini kıvırtarak.

Arzularımın sembolü bir süredir ona doğru bastırıyor ama hiç şikayette bulunmadı. Eve yürürken ona dokunursam kızıyor ama böyle bir sahnede gardını tamamen indirmiş. Benim insafıma kalmış. Ne yaparsam yapayım, izin verir.

Sonra gözlerimin içine baktı. Ben de onunkilere baktım. Bakışlarımız buluştu. Ve birden Sylphie kıkırdamaya başladı, yüz ifadesini koca bir diş dolusu sırıtma böldü. ”Rudy, sana aşığım” diye söyledi yanağıma bir öpücük kondururken.

Siktir.

”Aaggh!”

Onu kollarıma alıp prenses taşır gibi bir hışımla banyodan çıkardım. Oysa daha banyo etikleri eğitimimin ortasındayım ama işimiz bitince devam etmeye her zaman vaktimiz olurdu. Hala şıp şıp damlatarak ikinci kata yolumu çizdim.

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.