İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 10 Bölüm 04

[ A+ ] /[ A- ]

Dramatik

 

 

RANOA KRALLIĞI, Sharia’daki Büyü Şehri:

Şehrin öğrencilerle dolu bir bölümünde, pek çok sorunu olan bir malikane vardı. Araba yolundan aşağı attığınız bir adımla bakımsız bir bahçeyle karşı karşıya kalıyorsunuz ve sonrasında sizi kırık bir kapı karşılıyor. Duvarlarında ve tavanında rutubet aşındırması var ve yağmur yağdığında çatısı akıtıyor.  Şöminenin çalışır durumda olup olmadığı belirsiz, duvarların dış tarafı yosunlarla kaplanmış ve etrafını sarmaşıklar sarmış. Uzun lafın kısası, evden ziyade terk edilmiş bir harabe gibi duruyordu.

Durun, daha bitmedi! Ev lanetli çıktı.

İşe bakın ki, Rudeus Greyrat adında bir genç eve taşınmak istiyordu. Eski bir A-rütbeli maceracı, şimdiyse Sihir Üniversitesinde öğrenci olan Rudeus, evi kendisi ve gelecekte eşi olacak hanımıyla yaşamak üzere satın aldı. Tuhaf zevkleri var doğrusu. Birilerinin evlilik hayatına böyle bir evde başladığını pek görmezsiniz.

Bir adam bu müşterinin çağrısına cevap verdi: Büyük Vadili Balda, Basherant Dukalığındaki Büyücüler Loncasına bağlı, yenilikçi bir zanaatkar ve uzman bir mimar. Bir binanın düzenini tasarlamaktan, bu projeyi hayata geçirmeye kadar her şeyi kapsayan otuz yıllık bir deneyime sahipti. Millis’in Kutsal Ülkesinde hünerlerini geliştirdikten sonra, tecrübeleriyle Sihir Üniversitesi için müstakil bir okul binası inşa etmek gibi birtakım kayda değer başarılar elde etti.

Balda inatçı biridir, ama kuşkusuz maharetli ve özünde iyi bir adam. Yanında her zaman çekiç taşır, hoşuna gitmeyen bir şey gördü mü, bir yabancının evi bile olsa yerinden söker tekrar yapardı. Ustaların mizacı böyledir. İster binalar olsun ister kendi öğrencileri, çekiciyle her şeyi adam edebilirdi. Diğer lakabını bu sayede almıştı: Çekiç Balda.

”Aha. İşte geldik. Sen Kördüğüm olmalısın! Evlenecekmişsin diye duydum!”

Ustayı karşılayan kişi müşterinin ta kendisiydi, sokaklarda “Kördüğüm Rudeus” olarak bilinen, ancak usta tarafından daha içtenlikle “Kördüğüm” olarak anılan bir adamdı.

”Evet. Evim size emanet Bay Balda.”

Balda Rudeus’u tanıyordu. Talhand onun eski bir arkadaşıydı ve Rudeus’un namını Talhand’ın yoldaşı Elinalise’den duymuştu.

”Eşime ev alabildiğim için mutluyum ama gördüğün gibi, biraz elden geçmesi gerekiyor.”

”Eh, neden bir göz atmıyoruz?”

”Tabi, önden buyur.”

Eve girme teşebbüsleri ustanın kaşlarını çatmasıyla yarıda kaldı. ”Yahu bunun hali ne böyle? Kapı berbat vaziyette. Neredeyse menteşelerinden koptu kopacak.”

”Tam yerine oturmuyordu ve açılmıyordu, o yüzden kırmaktan başka çaremiz kalmadı” diye açıkladı Rudeus.

”Aah ah, cık” cüce yere tükürdü. ”Siz çocuklar önünüze geleni kırıp dökmeye bayılıyorsunuz. Eşyalara biraz saygınız olsun.”

”Kesinlikle katılıyorum.”

Müşteri, ustanın kızgın laflarını öylece kulak ardı etti. Kapının mahvolmasıyla hiç alakası yokmuş gibi konuşuyordu. Usta bu tarz tavırları pek umursamazdı ama hissettiklerini içine attı. Celallendirirsen, Kördüğüm Rudeus’un ne kadar korkunç birine dönüşebildiğini duymuştu.

”Peki kapıyı ne yapalım dersin?”

”Nasıl yani?” Rudeus sordu.

”Malzeme kalitesi, dizayn tarzı şeyleri diyorum. Belli bir tercihin yoksa kendi bildiğim gibi yapabilirim” diye açıkladı Balda.

”Malzeme açısından özellikle şu olsun dediğim yok ama senden sağlam bir kapı yapmanı istiyorum. Ayrıca, lütfen üstünde kapı tokmağı olsun.”

”Tabiki. Giriş kapısı olacak sonuçta.”

İçeri girdiklerinde ustanın suratı yine karmaşık bir ifadeye büründü. ”Bu evin gerçekten tuhaf yanları var.”

”Öyle mi?”

”Zemin kat garip bir şekilde iyi yapılmış, buna kıyasla duvarlar ve tavanın işçiliği berbat. Sanki evin en önemli yeri bodrummuş da geri kalanı laf olsun diye yapmışlar gibi.”

”Bunların hepsini bir bakışta mı anladın?”

”Ne sandın.”

Balda’nın gözleri kolaylıkla neyin iyi neyin kötü yapıldığını ayırt edebiliyor. Zemin, merdivenler, ikinci kat, yemek salonu, mutfak ve şömine kısımlarının işçiliği kaliteli. Ta yüz yıl öncesinde, yetenekli bir inşaatçının mimari becerilerini ve sihir yeteneklerini burayı yapmak için kullandığını anlayabilmişti. Fakat başka biri, duvarlara ve tavana tadilat yapmıştı. İşler orada boka sarmış.

”Meh, bunlar çabucak düzeltilebilir.”

Ustanın sözleri güven temin ediyordu. Rahatlayan müşterisi onu büyük yemek salonuna götürdü.

”Büyük bir oda he? İyi de gün ışığı alıyor” dedi Balda.

”Şömine ne durumda sence?”

”Bir bakayım.” Cücenin gözleri çalışır durumda olup olmadığı belirsiz olan şömineye kilitlendi. ”Hoş bir şömineniz varmış. Biraz eski püskü, muhtemelen üzerinde oynama yapmamamız daha hayra alamet olur.”

”Emin misin?”

”Buyur, buradaki kazınmış damgaya bak.” Balda, Rudeus’un sanki daha önce bir yerde gördüm dediği ambleme işaret etti. ”Bu, dahi bir zanaatkarın damgası. İsmi zamanla kayıplara karıştı, fakat Asura Krallığında üzerinde onun damgası olan büyülü aletler hala yüksek meblağlara satılır. Bunların çoğu küçük aygıtlardır gerçi. Ama kim derdi ki aynı kişi böyle bir yerde şömineyi yapmış olsun?”

Müşteri, daha birkaç gün önce bu evde bulduğu günlüğün armasını düşündü ve sonunda buna çok benzediğini fark etti. Görünen o ki evin asıl sahibi bunları kendisi yapmıştı.

”Ee, bu koca odayı ne yapmak istiyorsun?” Diye sordu Balda.

”Güzel soru. Sen olsan böyle bir odayı ne için kullanırdın?”

”Yani, kocaman bir alan. Büyük bir masa koy ortasına ve partiler için kullan. Evin diğer tarafındakini yedek diye ayır. Eğer bir şey olur da bu odayı kullanamazsan, yerine o odayı kullanabilirsin.”

”Yani çoğunlukla kullanılmayacak öyle mi?”

”Çoğunlukla hayır. Gerçi, zaten çoğumuz için evdeki büyük bir oda yetiyor da artıyor.”

”Galiba haklısın. O zaman diğer taraftaki salonu oturma odası yapalım.”

”Hay hay.”

Müşteri ve usta diğer odaya ilerlerken konuşmalarına devam ettiler.

”Evde iki mutfağınız var. Ama ikincisinde fırın yok.”

”O halde kullanılmıyor muymuş?” Rudeus sordu.

”Gider deliği var, muhtemelen banyo ve çamaşır işleri için kullanılıyormuş.”

”Ah doğru ya banyo!”

Usta önce mutfağa, sonra da yıkanma alanına baktı. Sıhhi tesisatta bozulma ve tıkanma olup olmadığını kontrol etti, sonra başını salladı. ”Buranın tamire ihtiyacı yok. O kadar kullanılmasına rağmen iyi durumda. Gerçi işin aslı pek kullanılmamış da olabilir.”

”Sana bir şey danışmak istiyordum” dedi müşteri konuya kendi önerisiyle devam ederek.

Ustanın gözleri kocaman oldu. ”Aklına ilginç şeyler geliyor genç adam. Ama gerekli malzemeler bende yok, sana pahalıya patlayabilir.”

”Gerekenleri büyüyle kendim halledebilirim.”

”Demek her şeyi düşündün he? Öyle olsun o halde. Bakalım elimizden ne kadarı geliyor.”

Ve böylece müşteri parlak fikrini ustaya emanet etmişti.

 

***

 

Sonraki gün, Balda’nın on çırağı bir araya gelip tadilatlara başladı.

 

VARAN 1: KAPI

Sabahın erken vaktinde, pahalı bir ağaç gövdesinden oyulmuş çerçeveye uyacak kadar büyük bir kapıyı taşıdılar.  Sağlam kapının dış tarafında aslan siluetinde bir tokmak konmuş, bu tokmağın kenarındaysa güvenlik önlemi olarak kapının kenarına uzanan sihirli bir çember gömülmüştü.

”Çok bir numarası yok ama birileri zorla kapıyı açmaya çalışırsa, şiddetli bir ses evin içinde yankılanacak” diye anlattı cüce. ”Alarmlı saat de olabilir diyorsun.”

Müşteri ustanın fikrine küstahça kahkaha attı.

 

VARAN 2: YIKANMA BÖLGESİ

Ustanın tecrübeli komutları altında bu bölge baya bir elden geçecekti. Öncelikle, alanı ikiye ayırmak için bir bölme yerleştirildi. Taş döşemenin yerini fayanslar aldı ve köşedeki gidere kadar tek tek dizildi. Diğer köşesine, üç kişinin içine girebileceği büyüklükte taştan bir kare kutu inşa edildi.  Altındaki zemin kutunun yerleşebilmesi için hafif girintili yapılmıştı. Sonra tavana yakın bir yere pencere yapıldı. Bu odayı tam olarak ne yapmayı düşünüyorlar ki?

 

VARAN 3: BODRUM

Müşteri ve usta bodrumun karanlığında direndiler.

”Burası bodrum için güzel bir alanmış. Öyle güzel yapmış ki nadiren fare probleminiz olur.”

”Evet. Şey, buradaki gizli kapı var ya. Arkasına böyle bir oda daha yapmanı istiyorum.”

”Niye böyle acayip şeyler isti – ah, unut gitsin. Bir şey demiyorum. Ben Millis’in sadık bir müridiyim ama anlaşılan sen öyle değilsin.”

Müşterinin isteklerini yerine getirmek için bodrum katına malzemeler ve teçhizat getirildi, gizli kapının köşelerindeki lekeler tamamen yıkandı.

 

***

 

İki hafta sonra, tadilat nihayet tamamlandığında, müşteri karısını da yanında getirdi.

”Ah, merak ettim acaba bana ne göstereceksin. Ay çok heyecanlı!”

”Öyle konuşuyorsun ki, sanki eline kağıt vermişler oradan okuyor gibisin Sylphie. Sakın bana gizlice bilgi toplayıp her şeyi öğrendim demeyesin?”

”Ha? Neler söylüyorsun? Dediklerinden hiçbir şey anlamadım.”

Rudeus, tuhaf bir şaşkınlık numarası yapmaya devam eden karısıyla cilveleşti ve ikisi karda ilerlemeye başladılar.

”Sanırım benim yokluğumda, tanıdığım bayan doğrucu Davut yalancılıkta mastır yapmış.  Gerçi düşününce, belki de sevinmeliyim. Ama şimdi bile böyle bariz yalanlar söyleyebiliyorsan, korkarım ileride bana tekrar yalan söylersin.

”Hepsi senin suçun Rudy. Prenses Ariel’in adını kullanırsan tabiki neler döndüğünü öğrenirim.”

”Özür dilerim.”

”Bana bir şey anlatmazsan endişelenirim tamam mı. Yaniii, sen çok yakışıklısın…” Sylphie’nin sözü boğazında düğümlendi.

”Aldatacağımı mı sanıyorsun? İşte bu sinir bozucu.”

”Hayır, yani…şey, biliyorsun. Benimkiler pek – anla işte, memelerim. Biraz küçükler.”

Adam karısının yüzündeki endişeyi görünce yüzüne kocaman bir sırıtma yayıldı. ”Ne yani, meme büyüklüğün için mi endişe ediyordun? Merak etme, bu yaşlı sevgilin eşitlikten yana. Ayrım mayrım yapmam. Hua ha ha!”

”Yaşlı sevgilim? Ah, hey, uluorta dokunmaya başlama hemen! İnsanlar görüyor!”

”Peki hanımım. Özür dilerim.”

Eve vardıklarında adam, tıpkı kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırmış bir köpek gibi sessizdi. Karısı güneş gözlüklerini düzeltti ve hayal kırıklığıyla homurdandı. ”Yaptığın yere ve zamana dikkat et. Böyle şeyleri gece vakti yatak odasına sakla! Anlaşıldı mı?”

”Emredersiniz Sylphiette Hanım. Bir daha asla yapmayacağım.”

”Ah, ş-şey yani eğer gerçekten o kadar kendini tutamıyorsan…o zaman hmm…”

”Oho? Biraz daha yüksek sesle konuşman gerek evladım, bu yaşlı sevgilinin kulakları artık eskisi kadar işitmiyor.”

İkili yeni evlerine bir göz gezdirdiler.

 

ÖNCESİ:

Taşlar yosun tutmuş ve evin dışını sarmaşıklar sarmıştı. Pencereler kırılmış ve ön kapı yerinden follamak üzereydi. Rudeus Malikanesi dıştan bakana bir cadının evini andıran ürkütücü izlenim veriyordu.

 

ŞİMDİ:

Önceki yosun tutmuş taşların hepsi temizlenip cilalanmış ve dış duvarların tümü saf beyaz boya ile boyanmıştı. Daha önce orijinal gölgesini ayırt edemeyeceğiniz kadar donuk olan çatı şimdi parlak yeşildi. Giriş yoluna sağlam koyu kahverengi çift kapı yerleştirilmişti. Kapılarda, tıpkı bekçi köpeklerini andıran aslan biçimli parlak altın menteşeler vardı.

Bunları görünce eşi elleriyle ağzını kapattı.

”Ne düşünüyorsun?”

”Hm, ah ne mi düşünüyorum?”

”Çatı için senin orijinal saç rengine yakın bir renk seçtim. Sen belki saç rengini pek sevmiyordun ama benim çok hoşuma gidiyordu.

”Hah? Ah, demek öyle. Aah…” evin içine hayranlıkla bakarken, çığlığını tutmak istercesine elini sıkı sıkı ağzına bastırdı.

”Hadi evin geri kalanı gezelim.”

İkili içeri girdiler. Ön girişte, ayaklarını silmeleri için bir paspas duruyordu; bu, müşterinin bu dünyanın iç mekanda ayakkabı giyme kültürüyle ilgili duygularının bir temsiliydi.

”Sağımızda yemek salonu var. Solumuzdaysa oturma odası. Önce hangisini görmek istersin?”

”Ehm, sanırım önce yemek için olan?”

”Demek yemek salonunu tercih ettin! Pekala. Burayı gördüğünde eminim daha çok seveceksin. Böyle gel.” Müşterinin gerginliği, sanki bir oto galeride satıcısıymış gibi konuşmasına yansıyordu.

İkili antreden soldaki daya doğru yürüdüler. Önceki geniş, boş oda hatırı sayılır bir değişime uğramıştı. Öncelikle, içine uzun bir masa konmuş. Şimdilik sadece masa vardı ama on kişiye yetecek kapasitesi var gibiydi. Duvarlar beyaz duvar kağıdıyla kaplıydı ve köşede küçük bir çiçek buketi olan bir vazo vardı. Büyük şömine, odanın geri kalanından ayrılan yepyeni kırmızı tuğlalarla onarılmıştı.

”Vay canına, burası muhteşem.”

”İster burada yeriz ister oturma odasında” dedi adam.

”Bu kadar uzun masayla ne yapacağız ki?”

”Eminim insanları eve davet ettiğimizde kullanışlı olacaktır.”

”Ah, çok mantıklı. Doğru haklısın. Daha misafir ağırlayacağız.” Kız güneş gözlüklerini çıkarıp kulaklarının arkasını kaşıdı.

Adam yüzünde şefkatli bir ifadeyle ona doğru uzanıp başını okşadı. Müşterinin içten içe masadaki koltukları yalnızca potansiyel misafirlerle değil, aynı zamanda çocuklarıyla da doldurmayı düşündüğüne şüphe yok.

”Peki o zaman! Oturma odasına.”

Oturma odasına geçtiler. Önlerinde geniş, misafirperver, aile odaklı bir alan vardı. Koltuklar şöminenin etrafına kurulmuş. Yanına bir sürahi ve üzerinde birkaç bardak bulunan bir masa konmuş. Zanaatkar, müşterinin rahatlatıcı bir ev arzusunu yapmacıklığa kaçmadan uygulamada muhteşem bir ustalık sergilemişti.

”Burası bir harika. Buna oturabilir miyim?”

”Tabi ki oturabilirsin! Ah, lütfen yastıkların çok sert olduğunu söyleme zahmetine girme, farkındayım. Söylenene göre zamanla yumuşayacakmış.”

”Daha oturmadım bile. Aslına bakarsan Rudy, bir süredir tuhaf konuşuyorsun.”

”Sadece birazcık heyecan yaptım.”

Karısı dikkat ederek koltuğa oturdu. ”Hiç sert değil aslında.”

Müşteri karısının yanı başına oturdu. Sonra kolunu omzuna doladı ve ikisi yüz yüze ve göz göze geldiler. Karısı usulca gözlerini kapadı ve –

Adam karısını çekip tekrar ayağa kaldırdı. ”Ne-neden diğer odalara bakmıyoruz? Sırada mutfak var. Rudeus Malikanesi fantastik bir yemek hazırlama alanına sahip; gel de gözlerinle gör!”

”Ah, tabi!”

Mevcut taş fırının yanı sıra mutfakta en yeni pişirme ekipmanları da bulunuyordu. Bütün bir domuzu doğrayacak kadar büyük bir tezgah ve devasa kazana sahip bir ocak vardı. Ayrıca depo amaçlı fıçılar, kavanozlar ve toprak kaplar vardı.

”Baya normal.”

”Gerçekten öyle.”

Kocasının ifadesi ciddileşince, karısı da ciddi bir şekilde başını salladı. Burası da bitince, sıradaki bölüm olan yıkama odasına geçtiler. Koridorda yürüyüp giriş kapısından içeri girdiler. Girdiklerinde karısı başını eğdi.

”Ha? Baya küçükmüş.”

Odada büyük bir leğen ve yıkama tahtası dışında bir şey yoktu. Çamaşırları yıkamak için yeterince geniş bir yerdi ama dikkatin çeken arka taraftaki kapı oldu.

”Bir bak bakalım.” Müşteri kapıdan geçerken eşine öncülük etti.

Karşısında onu bekleyen manzaraysa muazzam bir banyoydu.

 

ÖNCESİ:

Sadece çamaşır yıkamak için kullanılamayacak kadar büyük, taş fırını olmayan sade bir odadan başka bir şey değildi. Issız yedek bir mutfak bölgesi.

 

ŞİMDİ:

Zemin fayansla döşenmiş ve odanın kenarında ılık suyla dolu büyük bir küvet vardı. Açıyı öyle bir ayarlamışlar ki su, monte edilmiş gidere rahatça ulaşıyordu. Eskiden taşla kaplanmış olan oda şimdi şık bir banyoydu.

 

”Hmm, acaba bu bir ihtimal…banyo olabilir mi?” Hanımı sordu.

”Anlayacağını bilmem gerekirdi. O zaman banyonun ne olduğunu biliyorsun yani?”

”Ah tabi ki. Kraliyet sarayında yaşarken biraz tecrübe etmiştim. Ama bu kadar büyüğünü ilk kez görüyorum. Kaplıca denilen şey bu mu oluyor?”

”Kaplıcalardan biraz farklı bu.”

Şaşkınlığını gizleyemiyordu. Müşteri, eşinin hareketlerini merakla izliyordu. Sadece suratına bakarak karanlık iç sesinin ”Birlikte banyoya girmeyi dört gözle bekliyorum, heh heh heh” dediğini neredeyse duyabiliyordunuz.

”Sana göstereyim diye içini suyla doldurmuştum ama normalde içini boş tutarız.”

”Peki. Nasıl kullanacağımı bana sonra öğretirsin. Ahh!”

Kollarını birden üstüne atarak kucakladı. Anlaşılan karısının sözleri onu duygu seline boğmuştu.

”N’oluyorsun ayol?” diye söylendi.

”Seni birlikte banyo yapmaya nasıl ikna ederim diye düşünüp duruyordum. O yüzden sen böyle deyince, birden kendimi tutamadım.” dedi müşteri.

”Cidden bunun için mi endişe duydun? Banyo sonuçta tek başına yaptığın bir şey değil, haksız mıyım? Prenses devamlı hizmetçileriyle birlikte giriyor. Hatta benim bile yıkanmasına yardım etmişliğim vardır.”

”Dışarıdaki kabilelerin birinde, karı ve kocanın birbirini yıkadığı bir gelenek var. Daha önce duymuş muydun?”

”Yok duymadım. Biraz utanç verici duruyor ama elimden geleni yaparım.”

Konuşmaları bitince merdivenlerden yukarı çıkarak ikinci kata vardılar. Tavan, parlak ahşap panellerle güzelce restore edilmiş ve yağmur yağdığında üzerine damlama sorunu ortadan kaldırılmıştı. Müşteri, eşini doğrudan en sondaki kapıya götürdü.

”Şu an, ikinci katta dizaynını benim yaptığım tek oda burası.”

”Vay canına.” İçeri girmesiyle karısının gözleri şaşkınlıkla kocaman oldu. Odadaki en göze çarpan şey, elbette, üç kişinin rahatça uyuyabileceği kadar geniş olan büyük yataktı. Üstünde sadece bir yastık vardı: müşterinin favorisi. ”Niye yatak bu kadar büyük?”

”Sorman kabahat güzelim. Tabi ki bir başına kaldığımızda keyfimize bakalım diye.”

”Ah, demek öyle. Mantıklı olabilir. Hee hee hee.”

İkisinin de yüzünde manalı bir sırıtış vardı.

 

***

 

Ve böylece yeni evimizi Sylphie’ye belgesel usulü tanıtmış bulundum.

Yatağa oturup benimle sarmaş dolaş oldu. Keyfi yerindeydi, yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Burayı beğendiğine sevindim. Onu yatırıp karı kocalığımızı pekiştirmek istiyordum ama önce konuşmak istediğim ufak bir mesele var.

 

 

”Sylphie, nişanlandığımızı ilan edeli yaklaşık üç hafta oluyor. Biliyorum çok uzun bir süre değil, fakat bu konuyu sanki sonrasında konuşmadık hiç.”

”E-evet.”

Bu kadar dik konuşmamın sebebi bunun ciddi bir konu olmasından kaynaklanıyor.

Sylphie de bunu anlamış olacak ki doğruldu.

”Evlenelim, dememize rağmen açıkçası, ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Kafama eseni yapıp bu evi satın aldım ama dürüst olayım, aceleye getirmiş gibi hissediyorum.”

”B-ben hiç öyle görmüyorum. Yaptığın her şey beni çok mutlu etti. Aslında, böylesine lüks ve güzel bir yerde yaşamayı hak ediyor muyum diye kendime soruyordum.”

”Sahiden mi? Bunları doğal karşılamana sevindim ama geleceğimiz adına neler yapacağımızı konuşalım istiyorum.”

Gelecek. Bunu dememle suratı kıpkırmızı kesildi ve her nedense kıpır kıpır hareket etmeye başladı. ”Şey, sen nasıl istersen, benim için sorun yok. Fakat damarlarımdaki elf kanı baskın akıyor, o yüzden hamile kalmam güç olabilir.”

”A-anladım.”

Uuu, kulağa çok seksi geldi. Sonuçta burası modern Japonya değil. Yeni evli olmamıza rağmen çocuk sahibi olmayı ekonomik gerekçelerle ertelemek istediğini falan duysam hayal kırıklığına uğrardım. Aynen öyle. İçgüdülerime sadığım. Demek istediğim, çiftleşme üzerine olan doğal hayvansal içgüdü. Başka bir deyişle çocuk yapmak.

Yine de onun kariyerini de göz önüne alıp anlayışlı olmayı düşünüyorum. ”Peki Prenses Ariel ile işin konusunda ne yapacaksın?”

Prensesin tüm bu meseleler hakkında ne düşündüğünü bilmiyorum ama hamile kalırsa Sylphie işe nasıl devam eder kestiremiyorum. Bir ihtimal ben veya başka biri, çatışma olursa yerini doldurabiliriz ama korumanın tek yaptığı bu değil elbette.

”Neyi kastediyorsun?” diye sordu.

”İki işi bir arada yapmak senin için zor olmaz mı?”

”Prenses’le bu konu hakkında çoktan konuştum.” Hah. Mantıklı. ”En az önümüzdeki iki yıl boyunca bu ülkede kalmayı planlıyoruz ki sonrasında bile mezun olduk diye hemen apar topar Asura Krallığına yarış edecek halimiz yok. Burada kabaca beş yıldan bahsediyorum. Yani, şeyy…”

Görünüşe göre Sylphie’nin koruma görevini bırakmaya niyeti yoktu. Bırakmanın lafı bile edilmemiş olması, Ariel ve Luke ile olan bağının ne kadar güçlü olduğu hakkında ciltler dolusu şey anlatıyordu. Tamamen bana bel bağlayan eski Sylphie olsa ne derdi merak ettim. Muhtemelen her şeyi bir kenara atıp beni takip edeceğini söylerdi. Bu da beni mutlu ederdi, ama…

”Af edersin. Şimdi düşündüm de, senin için pek adil olmuyor, değil mi? Bana böylesine şahane bir ev aldın ama Ariel ile olan işimden dolayı evde fazla zaman geçiremeyeceğim. Galiba karın olmayı hak etmiyorum, değil mi?” Yüzü kederle doldu ve suratı düştü.

Burada erkek çalışır kadın evinde oturur gibisinden katı ve kati kurallar yoktu, belki bu dünyada kadınlar ile erkekler arasında o kadar da sosyal güç uçurumu yoktur. Yine de sıklıkla kadınların rutini böyle.

”Belki de sana yetemiyorum?” Gözlerinde yaşlar biriken Sylphie sordu.

Biraz suçlu hissettim. İki senedir cinsel hayatım yoktu. Libidom nihayet kendine geldiğinde, o iki -hayır, üç yıldır- biriken beyaz-sıcak alev patladı ve kafamdaki tek düşünce Sylphie = onunla seks yapmama izin verecek biri oldu.

Bunun çok da kötü bir şey olduğunu düşünmedim. Sonuçta bunu Sylphie başlatmıştı, hatta ilk seferi olmasına rağmen bana afrodizyak içirip istediğimi yapmama izin verecek kadar ileri giderek. Şehvetine düşkün hayvan ırkının bile hevesini kıracak kadar seks manyağı olmama rağmen. Beni ürkütücü bulsa bile bunu bana yansıtmadı. Sabahları uyandığımda bana bakıp gülümserdi.

Peki şimdi değil de ne zaman? Sylphie değil de başka kimle? Eğer bir kere daha tereddüt edersem ve sonucunda gider başka biriyle evlenirse, biliyorum ömrüm boyunca pişman olacağım. Eğer benden alınırsa – bir dakika, doğru ya. Sylphie zaten bana ait.

”Sen benimsin Sylphie.”

”He?! Ah, evet. Sadece seninim Rudy.”

”N’olur – evlen benimle.”

Aklıma gelmişken, bunu sanırım ilk defa özellikle soruyorum.

”…Evet.” Başını sallarken yanakları alev alıyordu. Ardından rahatlayarak küçük bir nefes verdi.

”Lütfen koruma işini dert etme. Evle ben ilgilenirim. Sen ne yapman gerekiyorsa onu yap.”

”Tamam.”

”Şey, gerçi eğer mümkünse birkaç güne bir benimle yatmanı istiyorum.”

”Heh?”

Upppss. Cinsel arzularım yine araya kaynak yapmaya başlamıştı.

”Uyumaktan kastın, öyle mi?” diye sordu.

”Yo, yo, yo, tabi ki sadece sen istersen. İçinden gelmiyorsa sadece minik memelerini avuçlamama izin ver, böylece her şey yoluna girer.”

”Ehm, denerim, olur mu? Kendini sürekli tutmanı istemem, anlaştık mı?”

”Olur, ama kendine çok yüklenme sen de. Yorulduğunda dinlenmen gerekir. Yatarken veya uyandığımızda sana biraz dokunmama izin verirsen, gerisini ben hallederim.”

Ahh, arzularım söz dinlemeden ağzımdan bir bir dökülüyor. Gerçi Sylphie’nin yanında işi ağırdan almanın bir alemi yok doğrusu. Sonuçta ben böyleyim.

”Memelerimi o kadar mı çok seviyorsun?”

”Onlara tapıyorum.” dedim.

”Ama Luke onların hiç çekici olmadığını söylemişti.”

”Sen öyle kendini bilmez züppelerin dediğine inanma.”

Erkeğin yaşı ne kadar küçükse, memelerin büyük veya küçük olmasıyla o kadar kafayı bozmuştur. Oysa önemli olan bu değil. Önemli olan kalbi. Değil mi memesever keşiş?

”Ama benim memelerimle seninkiler arasında pek fark yok?”

”Bu hiç doğru değil. Benimkiler sıkılaşmış göğüsler, seninkilerse küçük, tatlı memeler. Dünya kadar fark var arada. Bana inanmıyorsan, neden dokunup kendin görmüyorsun?”

”Tabi, olur.”

Göğsümü şişirdim, Sylphie kibarca göğüslerimi hissetmek üzere eliyle uzandı. ”Haklıymışsın, çok farklılar. Seninkiler baya sert.”

”Hmph!” Homurdandım.

”Vauuvv!”

Göğüslerimi sıktım, birden yapınca Sylphie panikleyerek elini çekti. ”Pektorallerim sana ait aşkım, ne zaman istersen çekinmeden dokunabilirsin.”

”B-benimkiler de sana ait, sadece ne zaman ve nerede dokunduğuna dikkat et.”

”Peki ya şimdi?”

”A-ama ö-önemli bir konu konuşmuyor muyduk?”

Ah doğru ya. Konuyu saptırdık iyice.

”Doğru doğru – konuşmak istediğim şeye geri dönelim. Bir şeye ihtiyacımız olduğunda veya bir şeyden rahatsız olduğumuzda oturup dürüstçe açık açık konuşalım, tamam mı? Böylece evliliğimiz daha huzurlu ilerler” diyerek aceleyle konuyu özetledim.

Sylphie başıyla onayladı. ”Evet, katılıyorum.”

”Ve bu bağlamda, senin bana söylemek istediğin bir şey var mı?”

Sylphie bir süre düşündü, sonra gözlerini düşürdü. Yüzünde mahzun bir ifadeyle gülümseyerek, ”Bir daha asla, bir anda ortalıktan kaybolma, olur mu?” dedi.

”Tamam.” Doğru. Birinin aniden bırakıp gitmesi yürek parçalayıcı bir durum. ”Anlaşıldı. Birden ortalıktan kaybolmayacağım.”

Acı tecrübelerimle sabit, önemsediğin biri birden çekip gidince ne kadar acı veriyor bilirim.

Böylelikle, önemli konuşmamız sonuna gelmişti. Hala konuşmamız gereken ve çözüm üretmemiz gereken bir şeyler muhtemelen kalmıştır ama şimdilik bu kadarı yeterli.

”Pekala, başlayabilir miyim?”

”B-buyur.” Göğsünü bana çevirirken yüzünde ürkek bir ifade vardı.

Dokunmak üzere elimi uzattım, sonra kendimi frenledim. Geçen sefer hayvan gibi şey yapmıştım. Bu sefer şehvetime ket vurup kibarlığı ön plana almak istiyorum. O yüzden usulca kucaklayıp onu yatağın üstüne yatırdım.

”A-avuçlamayacak mıydın?”

”Onu geceye ve sabaha saklayalım.”

”P-peki.”

Yüzlerimiz dip dibe birbirimize bakıp durduk. Nemlenmiş gözlerinde kendi yansımamı görebiliyordum. Usulca onları kapattı. Başını okşayıp beceriksiz bir buse kondurdum.

 

***

 

O gece, yorgun argın bedenimi zorla çekerek bodruma indim. Yer altındaki depo bölümünde, yeni taşındığımız için henüz hiçbir şey yok. Yerleştirilmiş birkaç rafı hesaba katmazsak içerisi bomboştu. Daha derine yürüyüp elimi cüce ustanın restore ettiği gizli kapıya koydum.

 

ÖNCESİ:

Açılıp kapanırken gıcırdayan, çok ses yapan bir kapıydı. Gizli bir kapı denmesine rağmen kenarları o kadar pisti ki yeri bir bakışta belli oluyordu.

 

ŞİMDİ:

Kapıyı açan ve kapatan cihaza, sessiz olmasını sağlamak için bol miktarda yağ uygulanmış yeni metal yerleştirilmiş. Bodrum duvar panoları da tamamen yenilenmiş. Artık kimse bakınca kapının nerede olduğunu anlayamaz.

 

Sessizce kapıyı açtım. İçeride, cilasız ahşaptan küçük bir mabet vardı. Orası, cilalı siyah taştan yapılmış idolümün sunağının bulunduğu kutsal mabedimdi. Eski tozlu araştırma odası tamamen temizlendi ve kutsal bir mekana dönüştü. Orada, herkesin uykuya daldığı gecenin sükunetinde, bu yeni kutsal diyarından tanrıma dualarımı ilettim.

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.