İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 10 Bölüm 03

[ A+ ] /[ A- ]

Evlilikten Önce Hazırlıklar Kısım 2

 

 

SIRAYLA nöbet tuttuk. Bir şey olduğu takdirde diğer ikimizi uyandırmak üzere bir kişi uyanık kaldı. Arkadaşlarımı bir çatırtı sesi duyduklarında, sebebini araştırmak yerine diğerlerini uyandırmaları konusunda bilhassa uyardım.

Bir önceki kiracının öldürüldüğü yerde uyuyoruz: ikinci katın ucundaki yatak odasında. Kötü ruhun kendini gösterip göstermemesi yattığımız yerle ilgili olabilir sonuçta. Haydut veya benzeri bir şey olacağını pek düşünmedim, gerçi hepsi o kadar olsa güzel olurdu. Onları tutuklayıp loncaya teslim eder ve karşılığında verilen ödülü evlilik masraflarımız için kullanırdım. Sıradan bir canavar olsa daha da iyi. Tek yapmamız gereken arayıp öldürmek olurdu. Çantada keklik.

 

***

 

”Rudeus! Uyanın; o sesi duydum!”

Cliff nöbetteyken gerçekleşti.

Hemen uyanıp yerimden zıpladım ve saate baktım. Çok derin uykuya dalmamak adına herkes tek seferde iki saat uyuyacak şekilde yattık, kum saatiyle zamanı kontrol ediyorduk. Şu an daha iki kez çevirmişiz, bu da demek oluyor ki saat sabahın ikisi veya üçü. Kötü ruhun ortaya çıkması için mükemmel zaman.

”Zanoba’yı uyandır.” Cliff’e ufak bir komut vermemin ardından kapıya doğru ilerleyip kulaklarımı dört açtım.

 

Kiııırt…kiııırt…

Kıkk… kıkk…

Kiii…kiii…

 

Hassiktir. Harbiden duyabiliyorum – hem de açık seçik. Tıpkı gıcırdayan bir sandalye gibi. Şimdi bizzat kendim duyunca daha dehşet verici gelmeye başladı. Sağgörü Gözümü aktifleştirirken dudaklarımı ısırdım.

”Aahh.” Zanoba gözlerini ovalarken ağzı kocaman esnedi.

Uyandığına emin olduktan sonra elimi kapının koluna götürdüm. Sonra usulca, ses çıkarmadan kapıyı açtım. Koridordan aşağı baktım. Hiçbir şey.

Emin olmak için diğer tarafa da baktım. Hiçbir şey.

Sonra aşağı, sonra yukarı. Hiçbir şey.

Kulaklarımı dört açtım, fakat hiçbir şey duyamadım. Ses kesilmişti.

Zanoba ayağa kalkıp peşimden geldi. ”Nasıl duruyor, dışarısı?”

”Etrafta bir şey göremedim.”

Ya malikaneyi arayacaktık ya da tuhaf bir şeylerin olmasını bekleyecektik. Önceki sahip sesi umursamayıp yanlış işittiğini düşündü ve öldü, o yüzden aynısını yapmasak iyi olur gibi.

”Hadi kaynağını araştıralım,” diye karar verdim.

”Peki o zaman. Önceki pozisyona aynı şekil devam ediyoruz herhalde?” Zanoba sordu.

”Evet. Dikkatli olun.”

”Sen arkamı kolladığın sürece korkacak bir şeyim yok Usta.”

Sopayı eliyle kavradı. Cliff kaygılı görünerek peşinden gitti.

”Cliff-san, ne yapman gerektiğini hatırlıyor musun?”

”Ku-kutsal büyü.”

”Güzel. Sana güveniyorum.” Zanoba kalkanımız olacak, Cliff kutsal büyü kullanacak, eğer bu işe yaramazsa ben Kayaç Mermi büyümü kullanacağım. Hazırız. ”Zanoba, harekete geçelim.”

Gece yarısı teftişimiz başladı.

 

Gün içindeki araştırmamızdan evin planına çoktan hakimdim, bu sayede aramamız pürüzsüz geçti. İlk olarak ikinci katın tamamını aradık. Anormal bir şey bulamadık. Ardından dikkatlice alt kata indik. Her önünden geçtiğimiz odayı içinde bir şey saklanıyor mu diye şöminedir, fırındır altını üstüne getirerek tek tek aradık. Bir kez daha, hiçbir şey. Tüm odalar boştu.

”Usta, geriye sadece bodrum kalıyor.”

”Evet.”

Bodruma doğru adım adım ilerledik. Kapkaranlıktı. Gün içinde aradığımızda burada göze çarpan bir şey yoktu ama şimdi, aşağıdaki her neyse keyfimizi kaçıracakmış gibi hissediyorum.

Endişelenmeye başladım. Kalbim gümbür gümbür atıyor. Derin bir nefes aldım ve olur da merdivenden inerken arkadan bir şey saldırırsa diye tetikte kaldım. Sanki cehennemin dibine iniyorduk. Nihayet bodruma ulaştık.

”Nasıl duruyor?” Diye sordum.

”İçeride hiçbir hareket yok,” diye cevapladı Zanoba.

 

 

Lambamı kullanarak civarı aydınlattım. Görünürde bir şey yoktu, odanın kuytu köşelerinde bile. Üstelik önceki ev sahibi de eminim bodrumu kontrol etmiştir. Malikanedeki en şüphe uyandıran yer burası ne de olsa.

”Yatak odasına geri dönüp tetikte kalalım.”

Dikkatlice bodrumdan yukarı çıkıp ikinci kata geri döndük. Önceden bulunduğumuz yere doğru koridoru arşınladık.

”Zanoba, ufak da olsa uyuduğumuz odada saklanma ihtimali var, o yüzden kapıyı açarken temkinli olun.”

”Anlaşıldı.” Kapıyı açmadan önce sopayı sıkıca kavradı, diğer elini usulca kapı koluna götürdü.

“…”

Hiçbir şey olmadı.

”Görünüşe göre her yer temiz.”

Hiçbir şey yoktu. Sıfır saldırı.

”Fiuvvv.”

Artık istirahat edebiliriz. Belki de bu yaratık artık her neyse millete uykularındayken saldırıyor diye düşünmenin vakti gelmiştir. Ya da tuvaletteyken. Aklıma gelmişken, henüz bahçeye bakmadık. Yarın oraya daha detaylı bakalım.

Tam o anda, aniden arkamıza baktığımda oldu.

İşte oradaydı.

Koridorun sonunda, yerin dibindeydi, neredeyse sürünür halde. Sadece gövdesi merdivenlerin üstünden görülebiliyor. Başını bizden yana bakar gibi dikmiş duruyordu. İlkin insan olabileceğini düşündüm. Gözleri, burnu, ağzı vardı ama saçı ve kulakları yoktu.

Bir de hayatta olduğuna dair bir his oluşmadı bende.

“…”

Bizi izlerkenki hali, karanlığın içinde solgun yüzlü hayaletvari bir portreyi andırıyordu. Birkaç saniyeliğine birbirimizi izledik.

”Oh” diyerek bir şeyler söyleyecektim ki o anda harekete geçti. Vücudu doğruldu ve ikinci kata zıpladı. İnsan biçimindeydi…ama insan değildi. Dört kolu, dört bacağı vardı. Gecenin koyu karanlığında, elinde kazık gibi bir şeyi etrafa savurarak sessizce dört bacağı üstünde inanılmaz bir hızla doğruca üstümüze-

”Uahhhhh!”

Bacaklarım boşaldı ve hızlıca Kayaç Mermi oluştururken kıçımın üstüne düştüm. İçimde kendi evimi yok edeceğime dair bir ürperti yükseldi. Bir an duraksadım, en sonunda saldırımın gücünü azalttım. Topraktan gülle düşmanın omzunda parçalandı, fakat tek yapabildiği insan dışı mahluku sendeletmek oldu. Elindeki kazıkla üzerime geldi, kaçınmak için şeytan gözümü kullanmaya çalıştım, ama –

”Usta!” Zanoba önüme fırladı. Yaratık elindeki silahı kuvvetlice savurdu. Tam kalbine sapladı.

”Zanoba!”

Fakat delip geçmedi. Zanoba’nın kutsanmış cildi, yaratığın saldırısına yenik düşmek için fazla sağlamdı. Y-yaşa be! İşte benim öğrencim; bir çizik bile yok, diye geçirdim içimden.

Zanoba mahlukun suratını iki eliyle kavradı. Tüm sekiz uzvu Zanoba’ya yumruk yağdırırken havada debelendi.

Cliff büyüsünün sözlerini söyleyebilmek için hafifçe odanın dışına süzüldü. ”Bizi besleyen toprağı kutsayan Tanrım, sana sesleniyorum! Doğanın kanunlarını inkar eden ahmaklara kutsal yargını dağıt! Şeytan Çıkartma!” Asasından çıkan beyaz ışın dört bacaklı mahluka saplandı…ama hareket etmesine mani olmadı. Ne yani, ruh değil miymiş?

O halde, artık büyümü kullanmamın zamanı geldi. ”Zanoba, kenara çekil. Kayaç Mermi’yi kullanacağım!”

”Lütfen bekle Usta!” Zanoba yerinden kıpırdamadı. Üzerine yağan kazık, elbiselerini lime lime etse bile geri adım atmıyordu. Niye?

”Bu kadar yeter, çekil! Ben hallederim!”

”Lütfen bekle! Usta, yalvarırım!” Zanoba kollarıyla yaratığı sardı, sanki onu benden korumaya çalışıyordu. Kıyafetlerini paçavraya çevirerek yaratık çırpınmaya devam etti. Sırtı ortaya çıkmış, o kadar kırılgan duruyordu ki insanüstü güçler taşıdığına inanmazdınız.

Öyle birkaç saniye geçti. Sonra dakikalar. Düşman şiddetle çabalamaya devam etti, fakat hareketleri git gide daha üstünkörü olup bir yerden sonra durdu.

”Fiuvvv.” Durduğundan emin olduktan sonra Zanoba üstündeki yırtık pırtık kıyafetleri çıkarıp yaratığın ellerini ve ayaklarını bağladı. ”Usta, hadi odaya dönelim.”

”Tamam…”

Cliff odanın ortasında direnmiş, olanları dehşet içinde izliyordu. ”Y-yanlış anlamayın sakın! Kaçtığımdan falan değil. Sadece daracık koridorda olursam ayağınıza dolanırım dedim.”

”Ah, şimdi anladım. İyi düşünmüşsün.”

”D-dimi?”

Bahanesi yakından uzaktan ikna edici gelmiyordu ama hakkı var ben de çok korktum. Bir şey diyecek değildim.

”Usta…”

”Götümüzü kurtardın Zanoba. Ama yaptığın tehlikeliydi bunu bilesin. İsmi lazım değil, bir Şeytan Kral gibi ölümsüz değilsin.”

”Bu muazzam Usta. Lütfen, şuna bir bak.” Zanoba oldukça heyecanlıydı. Dediklerimi komple yok sayıp, beklenmedik takırtılar çıkaran her yeri bağlı saldırganımızı yere indirdi. Zanoba bir lambayı alıp onu aydınlattı.

”B-bu…bir kukla mı?”

Önümüzde beyaza boyanmış tahta bir kukla çöküvermişti. Dört kolu dört bacağı var. Tuhaf şekline rağmen el yapımı olduğu belliydi. Hep neden ayak seslerini duymadım diye merak ediyordum ki artık anlıyorum. Her ayağının ucuna koyu siyah bezler sarılmış. Kazık olduğuna inandığım şeyse kırık bir koldan başkası değilmiş – dört kolun ikisi kırık. Suratındakine burun ve ağız demeye bin şahit ister, gözleri camdan küreler şeklinde. Bunlar önceden bakakaldığım soğuk ve duygusuz gözler demek.

Dürüst olmak gerekirse, tüm bunlar dayanılmaz, tüyler ürpertici…ve her an tekrar hareket etmeye başlayabilir. Cliff de aynı düşüncede olmalı. Asasını hazırda tutmuş, dikkatle bakışlarını kuklada sabitliyor.

”Usta, bu olağanüstü bir keşif!” Diğer yandan Zanoba’ysa heyecanını bastıramıyor gibiydi.

”Zanoba, kuklaları ne kadar sevdiğin umurumda değil – ” diye konuşmaya başladım.

”Ama bu hareket ediyordu! Hareket eden bir kukla!”

Bunu dediğinde haklı olduğunu fark ettim. Bu kukla bize saldırdı. ”Hareket eden bir kukla”

Hareket eden bir kukla! Kendi kendine hareket edebilen bir kukla. Yani…bir otomat. Tıpkı bir robot gibi. Tıpkı…bir hizmetçi robot gibi. Oooh! Bu kelimeler aklımdan geçer geçmez içimde hakim olan korku bir anda dağıldı.

”Haklısın,” dedim. ”Bu gerçekten olağanüstü.”

”Sonunda bana hak veriyor musunuz?”

”Evet. Tahrip etmediğimize sevindim. Zanoba, sezgilerin kusursuz.”

”Heh heh. Ne olduğunu ilk bakışta anlamıştım.”

”Senden de bu beklenir. Kuklalara olan yeteneğin benimkini geçti bile.” sırıtan öğrencime biraz prim verip gururlandığımı ilettim.

O bir yana…Hareket eden kukla. Aklıma gelmişken, bu evrende cansız olmasına rağmen hareket eden başka nesneler de vardı, mesela zırh gibi. Bu kukla ahşaptan oyulmuş ama belki taştan figürleri de böyle hareket ettirebiliriz? Ve eğer heykellerimi kendi başlarına hareket ettirmenin yolunu bulursam…ve eğer silikon tarzı deri yerine geçebilecek bir madde geliştirebilirsem, hani insanlarınki gibi…

İhtimallerin sonu gelmiyor.

”Zanoba, ne yapacağız? Kalbim gümbür gümbür atıyor!”

”Benimki de. Gözlerimden yaşlar geldiğini hissedebiliyorum!”

Şimdilik, kuklayı yaşadığımız yere götürelim. Sonrasında hareket etmesini sağlayan mekanizmayı araştırırız.

”Hey, siz ikiniz, yeter artık yeter!” Cliff’in birden sabrı taştı. Arkamı dönünce Cliff’i elleriyle asasını sıkıca tutmuş bize bakarken buldum. ”Şu an böyle şeyleri konuşmanın zamanı değil!”

”Nasıl şeyleri konuşmanın zamanı değil?!” Zanoba bir eliyle Cliff’in kafasını kavradı ve onu havaya kaldırdı. Ah, en son bu hareketi kullanmasının üzerinden hayli zaman geçti.

”Aggghhhhh!” Cliff Zanoba’nın kolunu tuttu, ama zerre hareket ettiremedi.

”Kukla hareket etti! Bunun ne kadar fevkalade olduğunu anlayamıyor musun?!”

”Ay, ay, ay! Dışarıda öyle yaratıklar var, hani şu kendi başına hareket eden zırh gibi!”

Yaratıklar. Bunu duymak asıl amacımızı hatırlamamı sağladı. Buraya gelme sebebimiz hareket eden bir kukla yakalamak değil, evin güvenliğinden emin olmaktı. Gerçi bu sayede bir taşla iki kuş vurabilirdim.

”Zanoba, bırak onu lütfen.”

”Hrrr…ama Usta – ”

”Cliff-san’ın haklılık payı var.”

Zanoba onu bırakır bırakmaz Cliff kendine gelmek için İyileştirme büyüsünü okudu. Amma mız mız bebek.

”Bu kukla büyük ihtimalle aradığımız ‘kötü ruhun’ ta kendisi.”

”Hmm.”

”Ve sadece bir tane olduğunun garantisi yok. Bu yerde böyle başkaları da var mı arayıp bulalım. O arada belki nasıl yapıldıklarına dair malumata ulaşabiliriz.”

”Anlaşıldı!” Zanoba sonunda ikna olmuş gibi başını salladı.

”Bu gece bize uyku yok. Kuklanın nereden geldiğini anlamak adına evde yorucu bir araştırma yapmamız gerek.”

Böylelikle evi üçüncü taramamız başladı.

 

İnsan boyutlu bir kuklanın saklanabileceği kadar büyük bir yer arıyorduk, fakat evi ikinci arayışımızda öyle bir yere rastlamamıştık. Bahçede olabileceğini düşündüm, çünkü orayı kontrol etmemiştik ama bu ipucu da sonuç vermedi. Kuklanın ayak izleri apaçık karda görünüyordu ama bir yere varmıyordu.

Evde gizli bir oda olduğundan şüphelenmeye başladım. Ev şüphesiz simetrik olacak şekilde dizayn edilmiş, belki de simetrik olmayan herhangi bir şey bulmamız gerekiyordur. Bu düşünceyle evin birinci ve ikinci katını plana göre bir anormallik var mı diye bakarak araştırdım ama bir şey bulamadım. Işığın az olması işimizi zorlaştırıyordu.

”Yarın gün ışığında tekrar bakmamız belki daha iyi olur,” diye öneride bulundu Cliff.

Aynı görüşteydik. Ancak bu gecelik işimize son vermeden, kuklayı üniversiteye taşıma kararı aldık. Kollarını ve bacaklarını sıkı sıkıya bağlayıp Zanoba’nın odasına yerleştirdik. Daha iyi bir ışıklandırmayla ne kadar eski olduğunun farkına vardık. Önceden soluk beyaz gibi görünüyordu ama şimdi orijinal beyaz boyasının soyulmaya başladığını ve yumak yumak küf topladığını görebiliyordum.

”Usta, bu…yeni bir kukla mı?” Julie sordu. Korkabileceğini düşünmüştüm, sanırım sadece meraktan soruyor. ”Temizleyeyim mi?”

Zanoba pazardan gelişigüzel kukla aldığında onları temizleme işi Julie’den soruluyordu. Zanoba onun, en iyi heykellere hayranlığını artırma yolunun onları temizleme ve parlatma talimi olduğunu düşünüyordu ve görünüşe göre eğitimi işe yarıyor.

”Acaba tekrar nasıl hareket etmesini sağlarız?” Zanoba merak ediyordu.

”Malikaneyle işimizi bitirdikten sonra bunu araştırırız.” Sabırsızlığını anlayabiliyorum ama sakin olman gerekiyor. Şimdilik onu toprak büyümle oluşturduğum bir kutunun içine mühürledik. Biz burada yokken Julie’ye saldırmasını istemiyorum.

Yolda bir miktar lamba satın aldıktan sonra malikaneye geri döndük. Şömineyi tekrar aramaya karar verdim, içine girip komple bir incelemeden geçireceğim.

”Hm, burası değil ha?”

Aramamı tamamlarken örümcek ağlarını ve isleri üstüme vurup uzaklaştırdım. Birden aklıma dank etti…yerlerde hiç is lekesi yoktu. Sanki temizlenmiş, yerler tamamen silinmiş gibiydi. Şimdi düşününce, kuklanın ayağına sarılı bezin etrafı simsiyahtı. Acaba her gece burayı o mu temizliyordu?

Şimdi, ikinci kat, birinci kat ve bodrum arasında en şüphe uyandıran bodrum duruyor. Bir kere daha lambalar elimizde aşağıya iniyoruz. Kapıyı arkamızdan açık bıraktım ki oksijensiz kalmadığımızdan emin olalım ve sırayla lambalarla yürüdük ki her yer aydınlık olsun. Bir çocuk kitabında masal anlatan olsam, İşte bak, her yer gün ışığı kadar parlak! derdim.

Duvarda koyu kare şekli vardı, karanlıkta fark etmediğimiz gizli bir kapı. Ev ilk inşa edildiğinde muhtemelen belli olmuyordu, fakat zaman geçtikçe tekrarlanan açılıp kapanmalarla birlikte özellikle menteşelerin etrafı kararmış. Ayrıca kapının açıldığı yerde de buna dair izler vardı.

”Hadi içeri girelim!” Cliff keyifli keyifli kapıya uzandı. Kendimi muhtemel bir saldırıya karşı hazırladım ve gözümü kapıya sabitledim ama sonrasında Cliff duraksadı.

”Bir sorun mu var?” Diye sordum.

”Nasıl açacağımı bilmiyorum.”

Ben de bir bakayım dedim. Haklıydı. Kapıyı çekip açmak adına ne bir kapı kolu ne de gedik tarzı bir şey yoktu üstünde. Ve kaldırıp açman gereken bir kapı gibi de durmuyordu.

”Usta, kırayım mı, ne dersin?” Zanoba teklifte bulundu.

Başımı salladım. Her ne kadar evi tadilattan geçirecek olsam bile, mümkünse hiçbir şey zarar gelsin istemedim. Yerdeki sürtünme izlerine baktım. Kapının açılabildiğine dair şüphem yoktu ve kapı bize doğru açılmak zorundaydı.

”Hm?”

İzlerde bir gariplik olduğunu fark ettim. İzler sola doğru üç döşemeye kadar devam ediyor ama duvardaki yıpranmış kısımla birleşmiyordu.

Önceki hayatımda eski bir ninja köyüne okul gezisi düzenlenmişti, orada da böyle gizli bir kapı vardı. Bu hatıram aklıma gelince kapının sol yanına bastırmayı denedim. Bir gıcırtı geldi fakat kapı açılmadı. Çok ağırdı.

”Zanoba, tam şuraya bastırır mısın?”

”Hmm.”

Bastırdığı anda kapı tamamıyla açıldı. Demek dün gece duyduğumuz ses bundan kaynaklanıyordu ha? Kapının iç tarafında bir kolu var, o yüzden bariz bir şekilde içeriden açması kolay olmalı.

”Tuzak olacağını sanmıyorum ama yine de dikkati elden bırakmayalım” diyerek bir elimde lambayla odaya girdim. İçinde sadece bir masa ve ahşap sütun olan daracık bir oda. Masanın üzerinde birkaç kitap ve içinde mürekkep bulunan bir şişe mevcut. Şişe çatlamış ve içindekiler tamamen kurumuştu.

Ahşap sütuna gelince, nasıl anlatsam? Tabut gibi biçimlendirilmiş ve boşluğunda kuklanın boyutlarına uyan çentikler vardı. Yakından bakınca, ahşapta kukla başının gömülü olduğu yere denk gelen saydam bir kristalin varlığını fark ettim. Muhtemelen burada yatarken elektriksel değil de büyüsel anlamda şarj oluyordu.

”Cliff, bu ahşap sütuna dair bir bilgin var mı?”

Başını  salladı. ”Maalesef; böyle bir şeyi ilk defa görüyorum.”

Çekimser halde uzanıp dokunmayı denedim. Elektrik çarpacağından falan değil, aktif olmadığından emin olmam lazım. Bir etki oluşmayınca dikkatimi masada duran kitaplardan birine yönelttim. Uzun süredir orada durduğu belliydi fakat neyse ki böceklerin kitabı yediğine dair bir iz görmedim. Belki kukla onlardan kurtulmuştur?

Ön kapağında okuyamadığım bir dilde bir başlık ve arma vardı. Kitabın içi aynı şekilde okuyamadığım bir yazı dilindeydi, bu da demek oluyor ki ya Gök Tanrı dilinde, ya Deniz Tanrı dilinde veya daha önce hiç görüp duymadığım gizli bir dilde olmalı. Gerçi hem arma hem de yazım bir yerlerden tanıdık geliyor. Nerede görmüş olabilirim? Üniversite kütüphanesinde belki?

Sayfaları birer birer geçerken birtakım çizimlere denk geldim. İnsan vücudu ve büyü halkalarıyla alakalı çizimlerdi bunlar. Sayfaları daha ileri çevirdiğimde ise dört kollu dört bacaklı kuklaya rastladım. ”Zanoba?”

”Efendim?” Girişte duran Zanoba yanıma geldi.

”Galiba bulduğumuz kukla bu. Ne dersin?”

”Ne yazıyor okuyamıyorum ama sanırım haklısın” diyerek onayladı.

”Nerede? Ben de bakayım” dedi Cliff yine işimize burnunu sokarak.

Üçümüz sayfaları çevirirken kitaba bakakaldık. Kaplaması oldukça eskiydi ve yaprakları neredeyse kopacak gibi. Çizimlerin yanında ok işaretleri vardı, hemen altında bir şeyler yazılmış, muhtemelen dipnot veya yorum olmalı. Kuklanın kollarına dair çizimler, büyü halkaları ve daha fazla ok işaretiyle gelen dipnotlar var. Sayfa kenarları detaylandırılmış çizimlerle doluydu.

”Sadece çizimlere bakarsak, tıpkı büyü aygıtlarını oluşturmak için kullanılan büyü halkalarına benziyor.” diye mırıldandı Cliff.

”Sahi mi?”

”Evet, son zamanlarda araştırdığım için biliyorum. Kukla sihirli bir aygıt olmalı.”

”Demek öyle.”

Önceki sahip – hayır, bu evin ilk sahibi – muhtemelen yasak araştırmalar yürütüyordu. Tahminimce kuklayı evi koruması için kullanıyordu ki görünüşe göre bunda başarılı olmuş, çünkü bu zamana kadar malikaneyi kollayıp içeri girenlere saldırmaya devam etmiş. Sonra evin asıl sahibi ortadan kaybolmuş. Artık eserini yarım bırakıp başka bir yere mi gitti yoksa yakalandı mı, hiçbir fikrim yok. Çalışmasının meyvelerini geride bıraktığını düşününce, yüksek ihtimalle görülmez bir kaza sonucu tahtalıköyü boylamış olmalı.

Kuklaya gelince, bir şeyler uyanmasına sebep oluncaya kadar bu tahta sütunda uyuyordu muhtemelen. Sonra evi temizleyip devriye gibi gezmeye ve denk geldiği davetsiz misafirleri öldürmeye başladı. Galiba işi biter bitmez tekrar şarj olmak üzere tahta sütuna dönmeye programlanmış.

En azından şu an için en makul çıkarımım böyle. Gerçi eğer bahçede devriye geziyor olsaydı, şimdiye dek biri görmüş olurdu illaki…Ama yok, buraya ilk geldiğimizde ön kapıyı kırdık ve bu binadaki tek kırık kapı oydu. Belki kuklanın orijinal programlamasında bahçeyi devriye gezmek vardır, fakat evde kapılar kapalı kaldığı için bu rotadan sapıp evde mahsur kalmış olabilir. Ve biz eve girerken kapıyı kırdığımız için normal rotası olan bahçeye dönmesine izin verdik, muhtemelen tam içeri girip merdivenlerden yukarı çıktığımızda da peşimize takıldı.

 

***

 

İyice güvende olmak adına, evde kuytu köşe ne varsa tekrar tekrar aradım ve birkaç gün daha gözcülük ettim. Artık geceleyin ses gelmiyordu. Güvenli olduğundan emin olunca, emlak ajansına gidip işi resmiyete dökerek kontratı imzaladım. Kötü ruh konusuna gelirsek, onlara bunun şeytani bir yaratık olduğunu ve evin bodrumundaki gizli bir odada pusuya yattığını anlattım.

Yarına evin temizliğini ve tadilatını yapmaları için birilerini ayarladım. Mobilya için şimdilik en gerekli şeyleri almaya karar verdim. Belki hala benim Japon yanım böyle konuşmama sebep oluyor ama geri kalanına Sylphie ile birlikte karar vermek istiyorum, ona sakladım. Üstelik, daha bir ay kadar eve taşınamayacağız, önce bir tadilatlar tamamlansın.

Sylphie’nin suratındaki heyecanı hayal edebiliyorum. ”Gördün mü, işte yeni evimiz!” Derim.

”Vauuvv! Rudy, harika görünüyor!”

”İçinde bir sürü odası var. Yani ne kadar çocuğumuz olursa olsun hepimize yetecek kadar yer var!”

”İnanılmazsın; geleceğimizi bile düşünmüşsün! Kollarına al beni!”

”Hay hay, aşkım. Zaten yatağı bizim için hazırlamıştım.”

”Rudy, götür beni!”

Biliyorum, böyle olma ihtimali yok ama düşüncesi bile sırıtmama yetiyor.

Bir dakika. Hayal kırıklığına uğramaz, değil mi? ”Öğk, Rudy, sadece bu kadarına mı gücün yetiyordu?” gibisinden.

Yok canım, Sylphie o kadar bencil değil. En azından öyle olmadığına eminim.

Neyse ki çabalarımız meyvesini verdi. Sadece birkaç gün içinde elime yeni bir yer geçti ve içeride bırakılmış hazinelerin bir kısmına sahip oldum. Kuklanın büyülü aygıt olduğuna gayet eminim. Muhtemelen böyle durumlarda protokole uygun olan keşfimi Büyücüler Loncasına teslim etmek olurdu, lakin henüz resmi bir üyesi değilim.

 

Süreç aşağı yukarı tamamlanınca, bodrumda kalan araştırma materyallerini de yanıma almaya karar verdim. Zanoba tahta sütunu taşıdı, ben de kitap tarzı şeyleri yüklendim. Bunları kuklayı araştırmak üzere kullanacağız.

”Usta?”

Üniversiteye giden yolda yürürken Zanoba yüzünde ciddi bir ifadeyle bana seslendi. Kocaman tahta sütunu omzunda dengelemişti. Akıl almaz bir ağırlığı vardı fakat Zanoba kaldırmakta sorun yaşamıyordu. Şüphe uyandırmamak için etrafını bezle sardık ki dışarıdan bakanlara tabut gibi görünsün.

”Ne oldu?”

”Hareket eden kuklayı araştırma meselesini tamamen bana bırakmanız için seni ikna edebilir miyim?”

Göz göze geldik. O yuvarlak çerçevelerin ardında önceden hiç görmediğim bir kararlılık yatıyordu.

”Mana havuzum acınacak kadar küçük olabilir ve ellerim fazlasıyla beceriksiz biliyorum. Hatta Julie için yapmamız gereken kızıl ejderha heykelinde bile sana ayak bağı oluyorum. Neredeyse hiç yol kat edemedim.”

Ona bunun doğru olmadığını temin etmek en kolayı olurdu ama içinde böyle bir dert olduğunu biliyordum. Düşüncesizce konuşamazdım. Zanoba devam etti. ”Fakat bu çalışmayı yürütebileceğimi hissediyorum. Açıkçası kitaba bakınca sanki yazarın bunlarla neyi başarmak istediğini anlıyor gibiyim.”

Hm. Demek benzer tutkuları paylaştıkları için bu kuklayı icat edenin düşüncelerini sezebiliyor ha?

”Bunlar bir yana, dilini tanımak ve kendi dilimize çevirmek bir hayli zaman alabilir. Belki de araştırmayı senin yürütmen daha hızlı olur” diye öneride bulundu.

Ondan çok emin olmazdım. Sonuçta tüm zamanımı kuklaları araştırmaya harcayamam. İşleri Zanoba’ya bırakmak daha faydalı olabilir. Ama…”Diyelim ki kukla tekrar kontrolden çıktı, ne yapacaksın?”

”Tekrar kontrolden çıksa bile ona zarar vermeden tekrar yakalayabilirim. Sen de gördün zaten, değil mi?”

Doğru gerçekten. Gece kafasına göre hareket etme fikri dehlet verici, fakat bu tahta sütunda şarj edilmediği sürece muhtemelen tekrarlanmayacaktır. Onu Zanoba’nın odasında bırakmak tehlikeli gerçi, o yüzden üniversitenin araştırma dairelerinden birini ödünç almak iyi bir fikir olabilir. Sağlam kapısı olan bir tane.

Yo, bir dakika. Bunun sahiden de yasak bir büyü olma ihtimali var. Nanahoshi de büyü daireleriyle benzer tarzda araştırmalar yapmasına rağmen, belki bunu kampüste yapmasak daha iyi olur. Belki gerekirse ondan benim yerime usturuplu bir konuşma yapmasını isteyebilirim. Sonuçta loncanın A rütbesine sahip bir üyesi.

”Usta lütfen! Plan sonunda gerçekleşmişken, bu işte tek katkımın para katmak olmasını istemiyorum!”

Görünüşe göre Zanoba bu konuyu iyice düşünüp taşınmış. Böyle azimle figürinlere odaklanması biraz düşündürücü geliyordu ama eğer böyle hissediyorsa, belki de ona bırakmalıyım.

”Yalvarırım! Bu araştırmayı bana emanet et!”

Galiba sessizliğimi isteksizlik olarak yorumladı. Tahta sütunu kenara bırakmış elleri ve dizleriyle yere kapanmış, ellerini genişçe açarak karın içinde secdeye kapanmıştı.

”Tamam tamam anladım. Yeter ayağa kalk! Sana bırakacağım.”

”Gerçekten mi?!” Hemen zıplayıp ayaklandı, yüzünde katıksız bir neşe hakimdi. Amma çabuk değiştin he.

”Yasaklanmış büyüler bölgesine giriyor olabilirsin haberin olsun” diye uyardım.

”Yasaklanmış büyü mü?”

”Evet. Şimdilik üniversitedeki araştırma dairesini ödünç alalım, sen de çalışmanı orada yürütürsün.”

”…Teşekkürler!” Hızlıca tahta sütunu tekrar kaldırdı, neredeyse burnumun ucuna çarpacaktı. Çok yakındı! Yanlışlıkla kafama gelse ne yapacaktı acaba?

”Sokağın ortasında dikkati üzerinize çekmeyi keser misiniz artık?” Diye homurdandı Cliff.

 

Ve böylece Zanoba robot kukla araştırmasına başladı ve ben yeni evime kavuşmuş oldum. Sırada: tadilatlar!

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.