İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 10 Bölüm 02

[ A+ ] /[ A- ]

Evlilikten Önce Hazırlıklar Kısım 1

 

 

Çevirmen: NatsuJun

 

EVLİLİK. Önceki hayatımda keşfetmediğim bir bölge. İhtimaller beni endişelendiriyor. Bu her ne kadar benim için önemli olsa da ailemle ilgili meseleleri sonuca ulaştırmadan cidden evlenebilir miyim? Gerçi gecikme sebebim evlilik olursa belki beni affederler. Üstelik tüm bu evlilik hengamesi nelere yol açacak merak etmiyor değilim. Sadece bu tatlı mı tatlı körpe kızcağıza dişlerimi geçireceğimi düşünmek bile ağzımı sulandırıyor…tabi işin akışını Sylphie’ye bırakırım elbette.

Sadece tek bir sorun kalıyor. Üstüne düşününce, bu dünyada evlilik işleri nasıl işler hiçbir fikrim yoktu. Daha önce hiç evlilik merasimi görmedim. Paul, Lilia ile evlenirken düğün yapmadı, sadece tüm köyün davetli olduğu bir kutlama partisiyle kapattı işi. Asiller muhtemelen nişan kesileceği zaman benzer partiler düzenliyordu, fakat ben hiç hakiki bir düğün törenine şahit olmadım.

Sahi ”evlilik” neydi? Evlenen bir adamın ne yapması gerekiyordu? Bu dünyada on altı yıl geçirdim ve hala bu kadar temel bir soruya cevabım yok.

Yo, bir dakika. Bilmemem sorun değil. Öğrenebilirim. Madem ne yapacağımı kendim bilmiyorum, en basitinden başkasına sorarım.

Meseleyi kafeteryada akşam yemeği yerken, yirmi altı yaşında ve daha önce evlenip boşanmış olan Zanoba’ya açtım.

”Evlilik ha? Ben evlendiğimde eşimin malikanesine hediye olarak besi hayvanı, askeri birlik ve yiyecek yollamıştım.” dedi Zanoba. Shirone Krallığı’nda erkeğin gelinin ailesine kutlama hediyeleri göndermesi adettenmiş.

”Ama sen bir prenssin. Asıl hediyeleri senin alman gerekmiyor mu?”

”Hm? Kraliyet ailesinden olup olmaman fark etmiyor. Tabi ki hediyeyi yollayan erkek adamdır.”

Bunun üzerine Cliff burnunu soktu. ”Millis’te tam tersi. Kadının kocasına çeyiz göndermesi gerekiyor.”

Gece geç vakitlerde bizimle yemek yemeyi alışkanlık haline getirmişti. Pek arkadaşı yoktu, muhtemelen yalnız hissediyordu.

”Hmm,” dedim. ”O zaman kızın ailesi baya zararda olmuyor mu?”

”Karşılığında erkek, karısının ailesi ne zaman ihtiyaç duyarsa destek olmakla yükümlüdür.”

”Demek işler böyle yürüyor.” Hem Millis hem de Shirone görünüşe göre aile bağlarının sıkı kurulmasına önem veriyor.

”Ama evlilik gelenekleri ırktan ırka fark ediyor,” diye devam etti Cliff.

”Elflerde nasıl mesela?” Diye sordum.

”Daha Lize ile evlenmedim, o yüzden fikrim yok. Ben laneti kaldırana kadar bekleyeceğime söz verdim. O zaten çoğu elfler gibi değil gerçi, ondan dolayı geleneklere takılacağını çok sanmıyorum.” Bu gidişle daha çok bekler gibi.

Tüm konuşmalara rağmen düğün merasiminin lafı hala edilmedi. Bu dünyada böyle bir konsept yok diye düşünmeye başladım. ”Peki biriyle evlenecek olsam, neye ihtiyacım olur?”

”Bir bakalım…En başta ev gelir, değil mi?” Cliff tahmin yürüttü.

”Aynen.” Zanoba başını sallayarak onayladı.

”Ne? Daha ortada fol yok yumurta yokken ev mi?” inanamayarak sordum.

”Dostum. Evin bile yoksa neden evleniyorsun ki?”

Cliff’in sözlerine başını sallayan Zanoba’ya bir bakış atmamla bu konuda aynı düşündüğünü fark ettim. Demişken, Paul evlenince Buena Köyü’ne taşınmıştı. O zamana kadar bir maceracı olarak hanlarda yaşıyordu ve bir ev alıp düzenli işe geçmek için Philip’in yardımıyla asker olarak işe kaydoldu.

”Üstelik kızlar erkek yurduna gidemez. Normalde çiftler evlendiklerinde yurdu terk eder veya evlenmek için mezuniyeti bekler.”

Şimdi bahsedince düşündüm de doğru, daha önce evli çiftlerin öğrenci yurdunda kaldığını hiç duymadım. Evli çiftler için özel bir yurt falan yok.

”Eğer eşin yüksek standartta ve kendi yeri olan biriyse orası ayrı hikaye, diğer türlü bu işlerde kalacak yeri sağlamak tamamen erkeğe bakar.” diye ekledi Cliff. Biraz adaletsizce geldi ama belki bu dünyada normal kabul edilen budur. Hal böyleyken, evi benim sağlamam tek çıkar yol duruyor. Doğrusu bunu yapmasam, partnerim hakkımda hayal kırıklığına uğrayabilir.

”Anlaşıldı. Yani ilk ev o halde.”

Bunu deyince Cliff şüpheli bir bakış fırlattı. ”Dur bir dakika. Rudeus, sen evleniyor musun?”

”Şey, evet.”

”Kiminle?” Sylphie’nin adını söylemem doğru olur mu acaba? Öyle veya böyle gerçek kimliği elbet ortaya çıkacak ama şimdilik gizli tutmaya karar verdim. ”Hastalığımı düzelten insanla.”

”…Aa, anladım. Ee adı yok mu?”

”Ehm, şu an için gizli tutmak zorundayım.”

”Peki. Yani olur da Millis’in müridi çıkarsa bana haber ver. Şehirdeki piskoposu tanıyorum, gayri resmi olmasını kabul edersen eğer bir tören ayarlayabiliriz.”

Demek Millis inancına göre gerçekten düğün töreni tarzı bir şey var! Gerçi ben Millis’e bağlı değilim ve Sylphie’nin de olmadığına eminim.

”Usta, maddi konuda eksiğin olursa destek çıkabilirim?” diye teklif etti Zanoba.

”Hayır, hayır. Bu konuda sırtımı sana yaslarsam baya ezik hissederim kendimi.” Bunu söylerken cesur görünmeme rağmen, piyasadaki konut pazarı ile alakalı en ufak bir fikrim yok. Birikimlerimin yeteceğini umuyorum. ”Her halükarda, yarın şehirdeki evlere bir göz atacağım. Eğer kendi başıma halledemeyecek gibi olursam yardımını isteyebilirim.”

”Tabi ki. Bu şehirdeki en büyük evi bile almaya gücüm yeter, o yüzden canınızı sıkmayın.” dedi Zanoba gülerek.

Ufak ülkenin kraliyet fertleri bile bizim gibi avamlardan bambaşka seviyede.

 

***

 

Sonraki gün emlakçıya gittim. Bölgenin derebeyi genelde rezidanslar için kirayı belirler, fakat Sharia’da belli bir bölgenin efendisi konumunda kimse yok. Bunun yerine Üç Büyü Milleti ve Büyücüler Loncası bölgeyi bir emlak ajansı vasıtasıyla ortaklaşa yönetiyor ve ortaya çıkan problemlerin üstesinden geliyorlar. Bu ”problemler” ne gibi şeylerdir hiç bilmiyorum.

Tabi ben kendimce kolaylık olsun diye emlak ajansı diyorum, resmi adı aslında Arsa Yönetim Bürosu. Boş evlerin alım ve satım işleriyle uğraşıyorlar, ayrıca insanların boş arsaya bina inşa etme izinlerini çıkarıyorlar. Orada bulunan resepsiyon görevlisine bir ev baktığımı söyleyince elime bir liste uzattı. Her sayfada mevcut evlere dair katalog bilgileri: adres, arsa boyutları, bina boyutları, kaç oda olduğu ve ücreti şeklinde yazıyordu. Bir hayli seçeneğe denk geldim – ufak, tek kişilik odalardan hakiki köşklere kadar.

”Hmm…”

Açıkçası ev ne kadar büyük olmalı bilmiyorum. Şöyle bahçeli ve kocaman bir köpek için odası olan bir yer harika olabilir…ya da belki kasabada bir apartman? Ufak bir yerde yaşamak umurumda olmazdı ama Sylphie Prenses’in koruması ve bunun yanında iyi de arkadaşlar. Bu demek oluyor ki Prenses ara sıra onu görmeye gelebilir, eğer kraliyetten birini ağırlayacaksak eski püskü bir apartman dairesinde yaşayamayız. Bununla birlikte, birikimlerim kısmen soylular için yapılmış o şatafatlı rezidansların ücretini karşılamaya yetmez. Belki de Zanoba’nın teklifini kabul etmeliyim? Olmaz, ona cüzdan muamelesi yapmak garip olurdu. Neticede elimdekilerle düzgün bir ev alabilirim.

Belki de Sylphie’yi yanımda getirmeliydim. Böyle büyük meblağlar söz konusu olduğunda eşine danışmak gerekmez mi? Fakat bu dünyada, anlaşılan evi alıp kadını içinde karşılamak erkeğin göreviymiş. Bunu kendi başıma beceremezsem Sylphie’nin gözünde küçük düşebilirim. En azından ona güvenilir olduğumu göstermem gerek.

”Yani ucuz, bir sürü odası olan büyük bir ev.” Listede buna uyanları aradım. ”Hm?”

Listenin en altında bir tanesi gözüme takıldı. Yıpranmış, renkleri kaybolmuş bir sayfada malikane tarzı bir şeyin tanıtımı vardı. Yerleşik Bölge’nin köşesinde bir yerde bulunuyordu, yani üniversiteden çok çok uzakta olmasa gerek. Ücretinde yazdığına göre burayı satın alabiliyor hatta üste param artıyordu. Tek kötü yanı evin yaşı.

”Peki bu nasıl? Niye bu kadar uygun?”

Sorduğum görevli tasalı bir tebessümle yanıtladı. ”Dürüst olmak gerekirse, o malikane lanetli.”

”Lanetli mi dediniz?”

”Söylenenlere göre gecenin yarısında gıcırtı sesleri geliyormuş ama kaynağını aramaya gelince bir şey bulamıyorlarmış. Evin önceki sahibi sadece rüzgardan dolayı biraz gıcırdıyor diyerek tuttu…ve bir sonraki gün vahşice öldürülmüşlerdi.”

Ciddi misin? Gerçi bunun gibi kötü ruhların ele geçirdiği lanetli köşk masallarından dünya kadar var. ”Ruhları def etmeye çalışmadınız mı?”

”Maceracılar Loncasına bir talep oluşturduk aslında, ama…görevi alan ilk parti de vahşetle katledilmişti. O günden sonra görevi almak isteyen olmadı.”

Verdikleri görevin E-seviye olduğundan bahsederek devam etti. Sonradan seviyesini yükseltmek istemişler ama bunun için gereken ücret karşılanmamış. Üstüne bir de Maceracılar Loncası ile bir anlaşmazlık yaşanınca anlaşılan bir sürü işin içinden çıkılmaz karmaşa bunun tuzu biberi olmuş.

”Peki Büyücüler Loncası bu işe el atmadı mı?”

”Onlar emlakçılığın alanlarına girmediğini ve kendi başımızın çaresine bakmamız gerektiğini söylediler.”

”Peki ya ben bu işin üstesinden gelir de mekanı arındırırsam? Bana bedava yapar mısınız?”

Görevli bana Kafan mı güzel senin? der gibi bir bakış attı.

”Af edersiniz” dedim. ”O halde geçici sözleşmeye ne dersiniz? Önümüzdeki birkaç gün yeri kendim görmeye gideceğim. Eğer beğenirsem satışı resmiyete dökeriz. Böyle olur mu?”

”Pekala, lütfen adınızı yazın.”

Pazarlık girişimim başarısız oldu ama oradan yürümeye devam ettim, söylendiği yere adımı yazıp imzaladım. Kefil adı yazabileceğim bir alan bırakmışlardı, ben de oraya Prenses Ariel ve Badigadi’nin isimlerini yazıverdim. Sonra teslim ettim.

Bir göz gezdirince görevlinin benzi soldu ve geri adımlar attı. Hemen sonra menajer kılıklı biri ellerini ovuşturarak çıkageldi. Sadece ismimi yazarak böyle muamele görüyorsam baya meşhur olmalıyım. Bir dakika, yoksa bu gerçekten Prenses Ariel ve Badigadi’nin isimlerinden mi böyle oldu? Veya üçünün birleşimi?

Kısa bir tartışmanın ardından talep edilen ücreti yarıya indirebildim. Görünüşe göre hiç niyetim olmamasına rağmen yaygaracı bir VIP müşteriye dönüştüm.

 

***

 

Birkaç gün sonra bahsi geçen malikaneye vardık. Yapılalı yüz yıldan fazla olmuş ama bina sağlam duruyor. Bu dünyada pek çok şey mana ihtiva ediyor, belki bu yapının çürümeye karşı koyabilmesinin sebebi de mana içermesi olabilir.

Malikanenin iskeleti taş ve çamurdan oluşturulmuş, yerdeki döşemelerse ahşaptan. Duvarların kenarını yosun ver sarmaşıklar kaplamış, onun dışında gerçekten güzeldi. Ben daha harabe bir şey bekliyordum.

”Girelim mi Zanoba-san? Cliff-san?”

A-rütbeli bir maceracı olabilirim ama bilmediğim ve muhtemelen musallat olunan bir yere tek başıma dalacak kadar yürek yutmadım. Zanoba’dan bana eşlik edip güvenilir kalkanım olmasını rica ettim. Olur da bir yerden eli bıçaklı kırmızı saçlı bir oyuncak bebek fırlarsa, buna bir son versin diye. Cliff’in de gözlerinden gelmek istediği okunuyordu, ben de kırmadım davet ettim. İleri seviye kutsal büyüde tam bir dâhidir kendileri, yani karşımıza habis bir ruh tarzı canavar çıkarsa kesinlikle işimize yarar.

”Saygıdeğer bir bina. Biraz küçük gibi ama sanırım bu kadarı yeterli.” diye yorumda bulundu Zanoba.

Cliff katılmadı. ”Burası sence de iki kişi için çok büyük değil mi? Başlangıç için ufak bir şeylerle yola çıkabilirsin, sonra paranı biriktirir ev iyice kalabalıklaştı mı başka bir yere taşınırsın.”

Aralarındaki farkı ikiye bölersem, burası tam olarak mükemmel boyutta demek oluyor bu. ”Özel birtakım hadiseler sayesinde burası pahalıya patlamayacak. Hadi içeri girelim.”

”Burası senin için uygunsa benim başka diyecek sözüm yok Usta.” diyerek cesurca içeri daldı Zanoba. Onun için hazırladığım sopayı tutuyordu. İçeri silahsız girmememiz gerekir diye düşündüm ama Zanoba, kendisi de itiraf ettiği üzere, insanüstü kuvvetinden ötürü eline hangi silahı versek kırılacaktı. Ben de toprak büyüsüyle ona bir sopa yaptım. En azından kıracaksa bunu kırsın, masrafı yok.

Cliff ortamızdaydı. Başını ileri geri kımıldatırken elleriyle sıkıcı pahalı görünen bir asayı tutmuş etrafı kolaçan ediyordu. Muhtemelen tetikte kalmaya çalışıyordu ama bana daha çok korkuyormuş gibi geldi.

Son olarak ben grubun arkasındayım, arkadan saldırı büyüleriyle destek sağlayacağım. Partide en önemli iş Cliff’i korumak olacaktı, hem şifacımız hem de gerektiğinde saldırı desteği sağlayabilir. Takımımızın en tecrübelisi olarak götümüzü kollamak benim işim.

Parçalı taşlarla döşenmiş patikayı aşıp evin girişine vardık. Tahta kapı çatlaklarla dolu ve kenarındaki menteşe bozulmuştu. Bunun tamire ihtiyacı var.

”Herhangi bir tuzağa basma tehlikemiz olduğunu sanmıyorum ama yine de azami dikkatle hareket edelim” diyerek hızla Sağgörü Gözümü aktifleştirdim.

”Emredersin Usta.”

Zanoba elini kapının koluna götürdü ve kapıyı olduğu yerden söküp açtı. Hiç duraksamadan.

”Tamam, ortalığı yıkıp dökme şimdiden.” diye fırçaladım.

”Özür dilerim. Kapı yamulmuştu ve açılmıyordu. Zaten tamir etmeniz gerekecekti her türlü.”

”Eh, bir dahakine bir şey kıracağın zaman haber ver tamam mı?”

”Tabi, Usta” diye cevapladı Zanoba. En azından terbiyesini takınmaya devam ediyor.

Sonunda eve girebildik. İlk oda lobi. Önümüzde, sağında ve solunda birer kapı bulunan üst kata çıkan bir merdiven var. Merdivenin iki yanındaki koridorlar evin daha derinine doğru gidiyordu. Çok toz çıkmadığına göre emlak ajansı düzenli olarak buranın temizliğini yapıyor olmalı. Dışarıdan bakınca perili bir malikane gibi görünebilir, ama artık içerideyiz ve binanın muazzam doğal parıltısını kendi gözlerimle görebiliyorum. Burası hoş bir yer.

”Usta, nasıl yapalım dersiniz?”

”İlk katın sağ tarafı ile başlayalım. Her odaya tek tek bakacağız. Bir tuzak olduğunu sanmıyorum ama yerler veya tavan çürümüş olabilir, o yüzden ayaklarınıza ve başınıza dikkat edin.”

”Anlaşıldı.” Zanoba başını salladı.

Cliff omzundan ağrı dönüp bakarak. ”T-tam gaz gidiyorsun he.”

”Eh, ne de olsa ben A-rütbeli bir maceracıyım” diye cevapladım.

”D-doğru, öyleydi değil mi?” Bir şeyler Cliff’i tedirgin ediyor gibi. Gerçi doğru, geçen gün Elinalise ile zevkli bir maceraya çıkmışlardı değil mi? Acaba nasıl geçti.

”Ah doğru, geçen günkü maceranız nasıldı?”

”…Resmen canıma okudular.”

”Yani sonuçta S-rütbeli onlar, ne bekliyordun.”

Uzun Adım Lider’in üyeleri tahminen ona çok sert davranmamışlardır. Sonuçta bir çaylakla karşı karşıya olduklarını biliyorlardı. Söz konusu kişinin eleştirileri nasıl yorumladığı ise ayrı bir mesele. Cliff kendince bir dâhiydi. Muhtemelen ona daha önce hatalarını gösteren biri olmadı.

”Ne yapmam lazım?”

”Düşmana denk gelirsek, temel seviye kutsal büyü kullanarak onlara saldır.”

”A-anlaşıldı. Peki ya düşmanımız ruh değilse?” diye sordu.

”O durumda geride kal. Zanoba veya ben hallederiz.” Bunu demem üzerine Cliff biraz darılmış göründü, arkasından bir şey söylesem daha iyi olacak diye düşündüm. ”Senin büyün çok kuvvetli, eve zarar vermemen için diyorum.”

Neyse ki bu açıklamamla birlikte memnun olmuş gibiydi. Onun gibi bir acemiye ilkin tek bir görev vermek en iyisi.

”Zanoba, her ne kadar ufak bir ihtimal de olsa burada dolanan canavar belki büyü kullanıyor olabilir. Gardını düşürme.”

”Sen o işi bana bırak.” Meğer Zanoba korku nedir bilmezmiş. Tam bir savaşçı ruhuna sahip, bu beni de yüreklendiriyor.

 

Sağdaki kapı yirmi tatami genişliğinde ferah bir odaya açılıyordu. Çokça güneş alan, büyükçe şömineye sahip bir oda. Hem yemek salonu hem de oturma odası olabilir.

Benim ilgimi cezbeden şömine oldu. ”Cliff-san, acaba bu şömine büyülü bir alet olabilir mi?”

”E-emin değilim. Bir bakayım.” Cliff içine bir göz atmak istedi.

”Bekle. İçinde bir şey olabilir.” Şömineyi kendim incelemek üzere onu durdurdum. Bir şeyler tersti, fakat neyin yanlış olduğunu bulamadım. ”Hm?”

Bu civarda buz gibi geçen kış, şömineyi olmazsa olmaz kılıyordu. Eğer bu büyülü bir aygıtsa, tüm evi ısıtabilmeli. Eğer değilse, birtakım oynamalar yapmayı düşünebilirim. Gerçi Sylphie ile birlikte çıplak bedenlerimizin sıcağın karşısında el ele tutuştuğu manzarayı kolay kolay aklımdan çıkaramıyorum…

”İçeri biraz hava yollayacağım. Eğer içeride canavar varsa uçarak üstümüze gelebilir, o yüzden dikkat edin.” İkisi de savunmaya çekilince şömineden bacaya doğru büyü yaptım ve güçlü bir rüzgar dalgasıyla içini doldurdum.

Hiçbir şey olmadı. Kulaklarımla dikkat kesildim ama hiç hareket sezemedim. Biraz is döküldü, hepsi bu kadar. Üstüne bir de bacaya ateş yollayabilirdim, fakat herhangi bir yerinde hasar varsa eğer, evi ateş sarabilirdi. Şimdilik kafamı içine sokup bacaya bakmakla yetineceğim. Hayal meyal de olsa gökyüzü görünüyor.

Emin olmak adına parmağımın ucuyla bir ateş yakıp etrafımı aydınlattım. İçeriye saklanmış bir şey algılamadım. Muhtemelen güvendeyiz.

”Gerisini sana bırakıyorum Cliff-san.”

”Tamamdır.” Şöminenin içini araştırdı ve hemen sonra sihirli bir çembere denk geldi. Son zamanlarda harıl harıl sihirli aygıtları ve lanetleri araştırdığını düşününce pek şaşırmadım.

”Kullanılır halde mi?” Diye sordum.

”İçine ateş yakmadan kesin bir şey diyemem ama çalışır vaziyette duruyor.” diye değerlendirdi Cliff.

Güzel. ”Tamam. Teşekkür ederim.”

Başımı salladım ve oradan, sağ taraftaki girişin en içinde kalan diğer odaya gittik. Zemin taştan ve taş fırına benzer bir yapı var, yani büyük ihtimalle evin mutfağı. Sözde taş fırının hemen yanı başında yırtık bir elbise parçası yere düşmüş. Elime aldığımda bunun yırtık pırtık bir önlük olduğunu fark ettim. Belki Sylphie burada benim için yemek hazırlar, tabi üstünde önlük dışında hiçbir kıyafet olmadan. Heyecanlanacak bir şey daha buldum.

Hayır, unut şimdilik diyerek silkindim. Buraya kötü ruhların kökünü kazımak için geldik – veya bu evi her ne ele geçirdiyse artık. Şu an çadırı dikmenin zamanı değil evlat.

Taş fırının içini ve canlı bir varlığın girebileceği her yere baktım. ”Tamam, burada bir terslik yok. Sıradaki.”

Merdivenin arkasında bodruma açılan bir kapı keşfettik, şimdilik onu sona saklamaya karar verdik. İlk katta saat yönünün tersine tüm odaları tek tek taradık ve bir anormallik saptamadık. Bazı yerlerde epeyce toz kümesi oluşmuştu, ama ev o kadar iyi konumda ki inşa edileli yüz yıl geçmiş demezsin. Belki bir önceki sahibi evi tamir falan etmiştir.

”Demek bu sonuncusu ha?”

Birinci katın tamamı bitmişti. Evin planından, malikanede her şeyin simetrik olarak aynı olduğunu biliyordum, sadece sol tarafta mutfağa karşılık gelen odada taş fırına benzer yapı yoktu. Belki yemek pişirme dışında bir amaca yönelik kullanılıyordur, çamaşır yıkama gibi. Her neyse, biz ona şimdilik mutfak diyelim.

İki mutfak, iki büyük oda, dört küçük oda ve iki tuvalet. Sanki neredeyse iki ayrı evi bir binada birleştirmişler gibi. Tek merdiven lobide bulunuyor.

”Sizce hangisinde kötü ruh olma ihtimali daha fazladır? Bodrum mu ikinci kat mı?”

”Bence bodrumda.” dedi Zanoba.

”Ben de bodrum derdim.” dedi Cliff.

Ortak görüşte olduğumuza göre ilk bodruma yöneldim. Merdivenin arkasındaki kapı ikinci kata açılıyor, orada da aşağı inen bir merdiven dizisi görünüyor. Elimizdeki lambaları yakıp Zanoba ve Cliff’e uzattım.

”Ben şeytan gözümü kullanıp ortanızda etrafı kolaçan edeceğim. Tehlikede olduğumuzu düşünseniz bile lambaları bırakmayın. Karanlıkta size destek çıkamam.”

”Ha ha ha, ben Kutsanmış Çocuğum! Korkacak bir şey yok.” diye bağırdı Zanoba merdivenlerden inerken. Herif ölüme davetiye çıkarıyor.

Daha dikkatli ol diye içimden çıkıştım ona. Kapıyı açtığın anda üstüne bir ok yiyip yemeyeceğini asla bilemezsin. Gerçi Zanoba’yı biliyorsam, gelen ok da üzerine çarpıp tınk sesiyle vücudundan seker.

Bodrumun daha derinine giden bir kapıya vardık.

”Hm. Burada bir şey yok.”

Birkaç boş tahta raf da olmasa kullanılmamış bir depo alanı derdim. Işığımı etrafa doğrulttum, fakat etrafta pusuya yatmış bir şey hissetmedim. Duvarda bir çeşit leke vardı ama insan şekline hiç benzemiyordu. Duvarın kenarları biraz çürümüştü, ama hepsi o kadar. Bunları sonra değiştiririm.

Canavar falan yok. Biraz zevksiz oldu ya.

”Peki, sırada ikinci kat var.”

Bodrumu terk edip girişe döndük. Oradan ikinci kata çıkan merdivenlere yöneldik. Ayağımızın altındaki ahşap hiç gıcırdamadı bile.

İkinci kat aynı şekilde tamamen simetrik yapılmış. İki tarafın sonunda da yatak odasına bağlı birer oda vardı. Onun dışında birçok ekstra yatak odası mevcut, her biri altı tatami boyutlarında. Toplamda altı oda yapıyor; dördü ufak oda ve ikisi on iki tatami ebatlarında orta boyutta oda. Orta boy olanlar iç yatak odasıyla bağlantılı yapılmış. Ve son olarak bir de balkonu var.

”Hmm…”

Bu odaya kocaman bir yatak koyalım diye karar aldım. İçine kolaylıkla üç kişinin sığabileceği bir yatak. İki normal yatağı yan yana bitiştirmek de belki iyi olabilir. Yo, bir dakika – eğer yatak küçük olursa, uyurken birbirimize sokulup yatarız, hiç fena fikir değil. Sonra, sabah uyandığımda sıcaklığını yanı başımda hissederim. Ve minik memeleri devamlı avuçlama mesafesinde olurlar. Hem de hiç fena fikir değil.

Her hâlükârda, yatak önemli. Sonuçta her gün kullanacağımız bir şey – şey, yok, sadece sevişmek için demedim. İnsanın uyuması da lazım yahu.

”Cliff-san.”

”E-efendim? Bir şey mi buldun?”

”Sence evli çiftler için büyük yatak mı daha iyi olur?”

”Heh?” Cliff düşünürken kısa bir sessizliğe gömüldü. Sonra derin bir nefes aldı. Sonunda iç geçirdi. ”Bak dostum. Elbette, bu ilişkinin önemli bir noktası. Ama sadece buna odaklanırsan partnerine iyi davranmış olmazsın.”

”Ah. Şey, tabi, galiba haklısın.”

Her nedense sözleri ikna edici geldi – muhtemelen tecrübeye dayanarak konuştuğundan. İkisi bir başına kaldıkları anda, gözleri şehvetten dönmüş Elinalise’in üstüne atladığını kolaylıkla hayal edebiliyorum.

Söylediklerini kalbime kazıyacağım. Sanırım büyük yatak alsam iyi olacak.

”Fiuvvv, burada da bir şey yok ha?” Son odaya şöyle bir baktıktan sonra iç geçirip söyledim.

”Galiba geceyi burada geçiriyoruz. Tıpkı planladığımız gibi.” dedi Zanoba.

”Evet. Sana güveniyorum.”

Güvende olmak için evi önceden aramak istedim, gerçi bir şey çıkacağını düşünmüyordum. Anlatılan hikayelere göre, ruhlar kendilerini çıtırtı sesleriyle gece gösterirler. Korkunç. Muhtemelen bir canavar burayı mesken bellemiş, ama ne çeşit bir yaratık bilmiyorum. Şehrin ortasında olduğumuzdan çok güçlü bir şey olacağını düşünmüyorum. Gerçi, evi arındırmak için gönderilen düşük rütbeli maceracılar vahşice katledilmişti. Tedbiri elden bırakamayız.

Belki gerçek aslında oldukça basittir: haydutlar geceleri burayı sığınakları olarak kullanıyordur mesela. Çatırtı sesi onlar ön kapıyı açmaya çalışırken çıkıyor olabilir. Yok – ön kapı kırıktı. Peki ya arka kapı? Ama burada hiç, birinin yaşadığına dair iz bulamadık.

Evet, afallamış durumdayım. Belki Elinalise ve diğerlerini de çağırmalıydım. Hayatı boyunca pek çok şey görmüş geçirmiş; belki bize yardımı dokunurdu. Gerçi benim ufaklık sahnelere geri döndüğüne göre, Lize etrafımdayken tahrik olmama konusunda kendime güvenemiyorum. Şimdiden aklıma geliyor – gece yarısı nöbet tutuyorum ve bir gölge sürünerek üstüme geliyor, kulağıma baştan çıkartıcı şeyler fısıldıyor. Ama Cliff yanı başımızda uyuyor derdim. Ve sonra Ee n’olmuş? diye cevaplardı.

İkinci kattaki yatak odası bölgesinde ayaktayken ”Dikkatli olun” diye bağırdım. ”Ruh hemen kendini göstermeyebilir, o yüzden geceyi burada geçireceğiz.”

”Hm. Julie’yi merak ediyorum.”

”Elinalise ne yaptı acaba?”

Julie zeki bir çocuk. Köle olarak statüsünün farkında ve kimseyi gidip uluorta kışkırtacak değil – özellikle soyluların yaşadığı bir yurt şubesinde, asla. Zanoba’nın onun için endişelenmesine gerek yoktu. Diğer yandan Elinalise hem popüler hem de kaprisli. Cliff’in yokluğunu fırsat bilip ilişkiye girebilir.

Düşüncelerim hala muhtemelen her zaman olduğu gibi Prenses’in korumalığını yapan Sylphie’ye kaydı. Korkmaya değecek bir şey yoktu. Bir dakika, ona dışarı çıkacağımı haber verdim ama geceyi başka bir yerde geçireceğimden bahsetmedim. Ya konuşmak için odama kadar gelir ve beni bulamazsa? O soğuk odada beni beklerken kendi kendine ”Rudy epey gecikti” diye söylenebilir.

”Güneş batmak üzere” diyerek düşüncelerimi böldü Zanoba.

Yatak odasının penceresinden güneşin yansımasını görebiliyorum. Şu an yola çıkarsam, kampüse vardığımda alacakaranlık olacak. Sylphie muhtemelen kız yurduna dönmüş olur çoktan. Ona doğrudan söylememiş olsam bile en azından kapıma bir not bırakıp gece orada olmayacağımı söylemem gerekirdi. Değil mi?

Peki, hadi bakalım. Derhal yola koyulalım.

Yo, bir dakika. Peki ya yokluğumda bu ikisi öldürülürse? Yok, olmaz. Sonuçta ben, bu partinin lideriyim.

Sakin ol dedim kendime. Büyütülecek bir şey değil. Sonrasında her şeyi anlattığımda Sylphie anlayış gösterecektir. Fakat…dur biraz. Sanki uzun zaman önce böyle bir şey duymuştum. İlişkide ”Bu seferlik” dediğin her şey zamanla birikir ve nihayetinde partnerinle senin aranda kocaman bir yarık oluşur. Siktir. Şimdi içimde kötü bir his var.

Çözümü bariz: bilerek ölümün kucağına zıplamak. ”Zanoba.”

”Efendim? Ne oldu?”

”Bu görevi bitirelim, evleneceğim.”

”Aynen. Bunu çabucak tamamlayalım ki burada büyük bir kutlama yapabilelim” dedi Zanoba, hafifçe başını onaylarken .

Olamaz. Apaçık söylememle içimdeki huzursuzluk iyice kötüleşti. Eğer ”Kutlama, oleyy! Bu tam ihtiyacımız olan şey!” diyerek cevaplasam, içimden bir ses evliliğe kadar hayatta kalamam diyor. Belki gömlek cebime sert bir şeyler koysam iyi olacak. Gömleğimde cep olmaması dışında bir problem yok. Eğer .357’lik bir Magnum mermisi aniden üstüme gelse, imkanı yok kurtulamam.

Cliff kendini tekrardan konuşmaya dahil etti. ”Beni ve Lize’i davet etmeyi unutma sakın.”

”Tabi ki. Neden davet etmeyeyim ki?”

”Sadece bir hatırlatma. Ben olayın dışında kalsam yine neyse, ama onun başına gelirse üzülürüm.”

Cliff gerçekten atmosferi okuyamıyor…bu da muhtemelen dediği tarzda toplanmalarda dışlanmasının yegane sebebi. Ben tabi ki onu davet ederim, ve Elinalise’i unutmamak lazım. Her neyse, sosis şöleninden sıkıldım artık. Bir an önce acele edip eve gitmek, Sylphie’ye ve memelerine kavu – Öhöm, odaklan.    Sonra ona istediğim kadar dokunurum.

Kafamda bu düşünceler varken gün, gece oldu.

 

Bu sırada kız yurdunda, Sylphie çoktan Rudeus’un ev almaya gittiği haberini öğrenmişti. Şu an yatağında, kollarıyla yastığı sıkı sıkı sarmış, olabilecekleri hayal ederken yatakta yuvarlanıyor.

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.