İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 10 Bölüm 01

Arka Çıkma

 

 

Bir anime sezonunun daha sonuna geldik. Mangayı okuyan bir kesimden güncelin denk geldiği yere göre çeviri talebi oldu. Hazır anime de yeni tamamlanmışken sıcağıyla el atalım dedik. Öncelikle manga okumayanların, ileriyle alakalı spoiler yemek istemeyenlerin okumasını önermiyorum. Birinci bölüm manganın 77.bölümüyle aşağı yukarı aynı. 10.Cilt bölümleri iki haftada bir gelecek. Manga ayda bir çıktığı için her türlü önden gideceğiz. Bir yandan kaldığımız yerden haftada bir bölüm vermeye devam edeceğiz, o yüzden lütfen daha fazla bölüm için ısrar etmeyiniz. Şimdiden keyifli okumalar.

 

 

Çevirmen: NatsuJun

 

SYLPHIE’YE SADAKAT YEMİNİ EDECEĞİM, nevresimlerdeki kırmızı lekelere bakarken aklımdan geçen buydu. Sylphie bana kıymetli bir şeyini verdi ve şimdi sıra bende. Benden ne isterse onu yaparım. Kumaşa geçen lekeyi bıçakla keserken bu yemini kendi kendime ettim.

Sorun şu ki Sylphie hislerini nadiren açığa vuruyor. Benimle olmak istediğini biliyorum, ama bunu muhtemelen açık açık söylemez. Belki Prenses Ariel’in koruması olması ile bir alakası vardır. Acaba Prenses ile bu konuyu konuşsam mı?

Kafam bu düşüncelerle meşgulken nevresimden kesip çıkardığım parçayı, toprak büyüsü ile oluşturduğum küçük bir kutu içerisine koydum ve kutsal köşeme yerleştirdim. Sonra ellerimi birleştirip dua ettim.

Nihayet, tekrar insan gibiyim.

 

***

 

Kendi bütünlüğümü kazandığım gün, aynı zamanda ayda bir gerçekleşen rehberlik dersinin olduğu gündü. Ayaklarım yere değmeyerek, hafifçe çarpık bacak yürüyen Sylphie’den ayrıldım ve sınıfa bir göz attım. İçeride Zanoba, Julia, Rinia, Pursena ve son olarak Cliff var. Her zamanki gibi Nanahoshi ortalıkta yok.

”Günaydın Usta.”

”Günaydın Üstat.”

Zanoba ve Julie beni görür görmez selamladılar. O anda Julie’nin aslında baya tatlı olduğu gözüme çarptı. Bu sene yedisine basacaktı – hala çocuk ama şimdiden uçları dışa bakan bukleli turuncu saçlarıyla çok tatlı. Başını okşadım. Şaşkınlıkla bana baktı, hemen sonra bakışlarını indirip titredi.

Galiba hala benden korkuyor. Yani onu yiyecek falan değilim…

”Günaydın Zanoba. Julie.”

Karşılık olarak onları selamlar selamlamaz Zanoba başını büküp hayal meyal duyulan bir sesle ”Hm?” dedi. Sonra, ”Usta, güzel bir şeyler mi oldu?” diye sordu.

”Ney?”

Demek fark etti. Zanoba her zaman benim için endişe duyardı, o yüzden güzel haber gelir gelmez paylaşmak istedim. Gerçi iktidarsızlığım iyileşti diye millete duyurmakta sorun yok ama biri nasıl oldu diye sorarsa işte o zaman sıçarım. Ne de olsa Sylphie’nin kim olduğunu ifşa edemezdim.

Meseleyi düşünerek bir sandalyeye çöktüm.

”Yo, Patron. Günaydın, nyaa.”

”Günaydın. Ham, ham…”

Rinia tenlenmiş körpe bacaklarını masanın üzerine atmış, Pursena’nın üniforması o kadar dar geliyor ki kıvrımlarından her an patlama tehlikesi yaşar halde kuru bir et parçasını kemirerek, her zamanki hallerinde oturuyorlar. Memelerindeki ganimetlere nasıl dokunurdum, sonra ıslanmış külotlarını sıyırıp altında yatan vadedilmiş topraklara bakardım diye hayal ettim. Bir anda gözüme daha şirin gelmeye başladılar.

”Miyavv?!”

”Hassiktir!”

Ben yaklaşırken burunlarını tıkadılar. Heh? Bu biraz şok oldu. Muhtemelen şu her zaman bahsettikleri kokudan dolayı  – azma kokusu. Uzunca birkaç senenin ardından işe geri döndüm bebeğim, herhalde kokum ondan yoğun olmalı.

”Ne yapsak ki?” Diye sordu Pursena. ”Galiba Patron artık kendine hakim olamayacak.”

”Ufaklık çalışmıyor sanıyordum, nyaa?”

”Benim karşı konulmaz güzelliğimden olmalı. Ahh, ne kadar günahkar bir kadınım.”

”O, o zaman sen onun kurbanı ol Pursena, miyav! Köyümüz bana emanet, nyaa.”

”Hayır, hayırrr. Belki aslında peşinde olduğu sensindir Rinia.”

”A-ama sen Patronun kadını olursan, tüm dünyayı ele geçirebilirsiniz, biliyorsun değil mi, nyaa? Her gün etli açık büfe miyavv.”

”…Ö-öyleyse ne yapalım. Seni korumak için kendimi feda ediyorum.” Pursena bu garip laf alışverişi üzerine gücünü toplayıp yanıma yanaştı. Kirpiklerini çekici bir şekilde kırptı ve göğüslerini daha belirgin hale getirmek için kucakladı. ”Hee hee…Dokunacaksan bana dokun – Ayyy!”

Başına bir karate darbesi indirdim. O ”Hee hee” de neydi amına koyayım? Benimle dalga mı geçiyor? ”Oturun yerinize. İkinize de dokunacak değilim.”

Pursena ellerini koruma iç güdüsüyle başına kaldırdı ve kuyruğunu bacaklarının arasına sokup yanımdaki yere oturdu. Benimle böyle dokunma mesafesine gelmesi nadirdir. Diğer yandan Rinia, benim uzağımdaki bir sandalyeye sürünerek çöktü. Şaşırtıcı bir biçimde temkinli davranıyordu. Normal tavırlarının tam aksine.

”Rudeus, bir sorun mu var? Normalden farklı bir havan var.” Cliff başını uzattı.

Anlaşılan seks yapmanın bir erkeği ne kadar değiştirdiği ile alakalı söyledikleri doğruymuş. Gerçi bu benim ilk seferim değil. ”Farklı, ne açıdan?” Diye sordum.

”Sanki şey gibi…özgüvenle dolup taşmışsın falan. Öyle geliyor bana, galiba.”

Zanoba’ya doğru baktım, o da onayarak başını salladı. Özgüven ha? Lafını etmişken, Hitogami de bir erkek olarak özgüvenimi geri kazanmam hakkında bir şeyler zırvalamıştı. Demek kastettiği şey buymuş. Gerçi olduğumdan daha kendimden emin hissetmiyorum ama.

”Şey, millet, benim için yaptığınız her şeye minnettarım. Detaylara çok inemem ama hastalığım sonunda düzeldi.”

İlanım karşımdaki kalabalıktan birkaç ”Oohh” tepkisi aldı. Zanoba memnuniyetle başını salladı, Cliff omzuma bir şaplak attı. Rinia ve Pursena birbiriyle bakıştı, diğer yandan Julie’yse kafası karışmış halde başını eğdi.

”Yani, her halükarda tebrikler.”

”Aynen. Tebrik ederim Usta.”

”Tebrikler.”

”Tebrik nyaa.”

Her nedense etrafıma dizilip alkışlamaya başladılar. Doğru, oldukça özel bir hadise ama yine de biraz utanç verici. Tıpkı bazı TV animelerinin son bölümü gibi bu. Belki beni kutladıkları sıra aynı zamanda ölecekleri sıraya işarettir.

”Ama Patron artık düzeldiyse başımız belada demektir miyav. Tüm kız öğrencilerin namusu tehlike altında artık nyaa.”

”Hamile kalmak istemiyorsan çok yakınına yaklaşma.” Rinia ve Pursena müstehcen şakalarına devam ediyor.

”Çok ayıp. Ben bir centilmenim.” Ve ellerimi Sylphie’den başkasına uzatacak değilim, çok çok teşekkürler.

 

***

 

Rehberlik saati bitince, ek derslere katılmak için öğretmenler odasına yöneldim. Geçen günkü yolculuğumuzda katılmadığım zamanı telafi etmek istedim. İçeri girdiğimde ortamda bir soğukluk vardı.

Müdür Yardımcısı Jenius beni durdurdu. ”Bay Rudeus, bir şey mi oldu?”

Sanırım gerçekten bir şeyler beni değiştirmiş. Doğruyu söylemek gerekirse biraz mahcup oluyorum. ”Üç senedir başımı ağrıtan bir sorundan kurtuldum da. Rahatlamış hissediyorum, hepsi bu.”

”Ah gerçekten mi? Duyduğuma sevindim” Başını sallayıp zoraki bir gülücük attı. ”O halde, üniversiteyi bırakmayı mı düşünüyorsunuz?”

”Heh?” Başımı kaldırdım.

Düşününce hak verdim. Buraya kaydolma sebebim iktidarsızlığımı tedavi etmekti. Bunu hallettiğime göre, Begaritt’e gidip ailemle bir araya gelmek iyi bir fikir olabilir. Ama…

Bu sene içinde pek çok şey yaşadım. Zanoba ile tekrar bir araya geldik ve Julie’yi evlat edindik. Rinia ve Pursena ile arkadaş olduk, aynı zamanda Cliff ile derinden bağ kurduk. Sonra bir de Nanahoshi var, önceki hayatımdan buraya ışınlanan biri. Buluşmamızın bir tesadüf olmadığını düşünüyorum. Hatta belki Hitogami’nin beni buraya getirme sebebi Nanahoshi ile buluşmamdır, Sylphie ise kekin üstündeki krema gibi.

Elbette benim için en önemlisi Sylphie. O burada kaldığı sürece ben de buradayım. Prensesin koruması illa ki tehlikeyle burun buruna gelecektir, her ne kadar katabileceğim çok şey olmasa da elimden geldiğince korumak istiyorum onu.

Prenses Ariel şu an beşinci senesinde. Büyük ihtimalle mezuniyete kadar kalacaktır, benim merak ettiğimse ondan sonra ne yapacağı. Diyelim ki Asura Krallığı’na dönmek istiyor, benim ona eşlik etmem doğru olur mu? Hastalığım düzeldiğine göre, dört bir yana koşuşturmadan, önce bir Paul’la görüşmem gerekirmiş gibi hissediyorum. Buraya kaydımdan beri ona düzenli olarak mektup yolluyorum. Eline ulaştı mı, bilmeme imkan yok, ama bir tanesi bile ulaşsa ve ola ki cevapladı, üniversiteden ayrılırsam cevabı bana ulaşmamış olur.

O yüzden şimdilik beklemem gerek. En azından Paul bir cevap gönderene dek bu şehirde kalırım.

”Hayır” dedim Jenius’a. ”Mezuniyete kadar kalır mıyım emin değilim ama şimdilik öğrenci olarak devam etmeye niyetliyim.”

”Ah gerçekten mi? Duyduğuma memnun oldum” dedi yine zoraki bir gülücükle. Bu gülücüğün altındaki mutluluk mu değil mi hiç anlamıyorum.

 

***

 

İktidarsızlığım düzelmesine rağmen Nanahoshi bunu fark etmedi. Pek fazla konuşmazdık, o yüzden bana dikkat etmemiş olabilir.

Konuştuğumuzda da aramızdaki jenerasyon farkını sıklıkla hissederdim. Bir keresinde orta okula giden bir kızın ayın kudreti adına kötüleri cezalandırdığı yerden gönderme yaptım. Nanahoshi’nin bu göndermeyi anlayacağına neredeyse emindim ama sadece başını büküp, Sen neden bahsediyorsun be? der gibi bakış attı. Galiba günümüz veletleri Ay Savaşçısı’nı bile duymamış. Aslında Nanahoshi doyumsuz bir manga ve hafif roman okuyucusu. Ona serideki karakterlerin yedi ejder topunu toplamaya çalıştığı animeyi bilip bilmediğini sorduğumda, bunu duydum diye karşılık vermişti.

Önceki dünyada o on yedi yaşındayken ben otuz dört yaşında oluyorum. Bu beni iki katı yaşlı yapıyor. Ayrıca buraya benden on yıl sonra gelmiş, bu da aramızdaki yaş farkını daha da artırıyor.

Elbette bu konuda bir şey yapamam. Baya bildiğin jenerasyon farkı işte. Ay Savaşçısı’nı bilmemesi yine anlaşılabilir, animenin yayınlandığı dönemi göz önüne alınca. Yine de beni eskilere götürüyor. Belki bu ortak paydanın olmaması hemen sonrasındaki sorunun ağzımdan kaçmasına sebep oldu.

”Nanahoshi-san, biriyle çıkıyor olsan ondan beklentilerin ne olurdu?”

Eli kaydı çok kötü. Bir şeyler karaladığı kağıdı un ufak edip fırlattı. ”Durup dururken neyin nesi? Aşktan mı bahsedelim?”

”Yani öyle bir şey.”

”Hala belli olmuyorsa söyleyeyim, en yakın zamanda eve dönmek istiyorum. Bunu biraz ciddiye alabilir misin? İşin gücün lakırtı yapmak. Biraz ağzını kapatıp ellerini çalıştırsan daha çok yol alırdık.”

Böyle demesine rağmen, Nanahoshi goygoy muhabbetinden nefret etmezdi. Aksine çalıştığımız zamanlar ara sıra böyle ufak tefek laklaklara son derece açık olurdu, tabi ölçülü olduğu müddetçe. Böyle cevap vermesi akla sadece bir soru getiriyor.

”Bu senin şu tarz insanlardan olduğunu mu gösteriyor? Hani olur ya, romantik yaşantısı olmamış kimseler?”

”Cık!” Sertçe dilini cıklattı. ”Ben de daha önce aşık oldum. Her ne kadar kavga edip orada bitirmemize rağmen.”

Aklıma gelmişken, buraya çağırıldığında tam bir sevgili kavgasının ortasında değil miydi? Taliplerinden sadece birine mi aşıktı, yoksa kendi hareminin güzide yıldızını mı oynuyordu artık bilmiyorum, ister özür dileyecek olsun ister kavgasını sürdürecek olsun eve gitmek zorundaydı.

Aslında böyle düşününce, diğer ikilinin de buraya çağırılmış olma ihtimali yüksek. Ama Nanahoshi dışında bu tarz birilerinin söylemine denk gelmedik, yani aynı şekilde çağırılmama ihtimalleri de var. Diğer yandan, böyle bir dünyaya bir başına ve mana olmadan gelip sağ kalma ihtimaliii…Yok, bundan bahsetmemeliyim. Belki Nanahoshi çoktan bunların hesabını kitabını yapmıştır, şu ana kadar ne kadar şanslı olduğunu hesaba katarsa…ve eğer birileri onun kadar şanslı olmazsa.

Nanahoshi’nin dudakları büzülüp somurtur halde ”Sevdiğin insanın yanında olması yetiyor.” diye mırıldandı.

Kulağa zor zamanlardan geçiyor gibi geldi. Hiç sormasaydım keşke.

 

***

 

Öğle arasına girdik ama kafeteryaya gitmedim. Bugün başka bir yerde işim var – tam olarak öğrenci konseyi odasında. Eğer Sylphie ile ciddi bir ilişki yaşayacaksam, Prenses’in ve Luke’un bundan haberi olmalı. Bizi bir araya getirmek için işbirliği yapmışlar, bu da bir açıdan ilişkimizi çoktan onayladıkları anlamına geliyor. Yine de niyetimi belli etmek istedim.

Ana binadaki en üst kata, üzerinde Öğrenci Konseyi Odası kelimeleri yontulmuş gösterişli kapıya doğru yol aldım. Kapıyı tıklattım.

”Kim o?” Bu Luke’un sesi.

”Rudeus Greyrat. Konuşmak istediğim önemli bir mesele vardı.”

Kısa bir sessizliğin ardından panikle atılan paldır küldür adımları duyabiliyordum. Yani, sonuçta randevu ayarlamamıştım. Belki benim hatamdır.

”Gi-girin!”

Luke’un kızgın buyurması üzerine kapıyı açıp geniş adımlarla içeri girdim.

Prenses Ariel pahalı olduğu anlaşılan bir sandalyenin üstüne oturmuştu, uzun zarif saçları örülmüş halde ensesinden aşağı iniyordu. Şüphesiz göz alıcı güzelliğine rağmen, vücudu yaşına göre oldukça ortalama duruyordu. Tüm kızların sahip olduğu kadar kasa, ne küçük ne de büyük diyebileceğim göğüslere sahipti. Prensesin hemen yanı başında, güneş gözlükleriyle dikkat kesilmiş Sylphie duruyor. İş başındayken baya ağırbaşlı gözüküyor. Ve tetikte, tam bir askeri subay gibi. Ne utangaç, sulu gözlü; ne de tatlı ve hafif çocuksu halini bildiğim kızdan eser yoktu. Neredeyse soğuk ve belki biraz havalı bir hali vardı.

Mantıklı. İnsanların görmesini istediği ”Fitz” imajı buysa, Sylphie’nin ses çıkarmaması daha iyiydi onun için.

”Sizinle tanışmak bir şereftir. Adım Rudeus Greyrat.” Diz büküp başımı eğerek soylu reveransımı tamamladım. Kraliyetten birini selamlamak adına doğru görgü kuralını öğrenmemiştim, ama muhtemelen yaptığım uygun bir reverans olmuştur.

”Kraliyet sarayında değiliz. Burada ikimiz de öğrenciyiz. Lütfen başını kaldır.”

Talebi üzerine başımı kaldırdım. Sylphie’yi utandıracak bir davranışta bulunmak istemedim, o yüzden diz çökmeye devam ettim. Partnerimin patronu önünde mütevazı kalmak akıllıca geldi.

”Pekala Efendi Rudeus, sizin gibi tüm okul tarafından tanınan birini bugün karşıma getiren nedir?”

 

 

Sesine kulak verirken beynimde tatlı bir ürperti hissettim. Hoş bir duygu. Karizma dediğin şey bu oluyor değil mi? Ya da belki Kutsanmış Çocuklardan biridir. Dinleyenleri büyülü sesiyle hipnotize eden bir Kutsanmış Çocuk olduğuna kolayca kanabilirim.

”Eminim Sylphie – yani Sylphiette – size durumun çoğunu anlatmıştır. Ben de bu meseleyi sizinle konuşmayı umarak geldim.”

Prenses Ariel ciddi bir ifade takındı. Bir üniversiteye geri çekilmiş olmasına rağmen, anlaşılan tahttan hala vazgeçmemişti. En azından burada geçirdiği zaman diliminde güçlü insanlarla bağ kurmasındaki sebep bu olmalıydı.

”Sylphie benim rahatsızlığımı tedavi etti.” diye ekledim. ”Bu konuda ona yardımcı olduğunuzu duydum Majesteleri. Eğer bir gün yardımıma ihtiyacınız olursa, lütfen çekinmeden benden ne lazımsa isteyin.”

Ariel dediklerimi usulca sindirdi. Ardından Luke’a baktı, bunun üzerine Luke başıyla onaylayıp ”Asura soylulularının taht mücadelesinden kaçındığını sanıyordum?” dedi.

”Politik çatışmaların ortasına düşmek gibi bir arzum yok, doğrudur. Fakat önemsediğim biri buna dahil olursa eğer, o zaman işler değişir.” Bunu derken Sylphie’ye döndüm. Yanakları kızardı. ”Tehlikede olduğunu bile bile öylece oturamam.”

”Aha.” Ariel şaşırmış görünüyordu. Luke da öyle. Saçma bir şey mi söyledim?

Luke yanıtladı. ”Yani Notos ailesine karşı hiçbir yakınlık beslemiyorsun, şu babanın kaçtığı aile? Veya sana emir yağdıran Boreas’lar için?”

”Sauros Efendi’nin idam edilmesini talihsiz bir olay olarak görürüm, bunun dışında özellikle bir şey hissetmiyorum.”

Bu konuşmada bana bir şeyler yanlış geliyor. Ah, bir dakika! Boreas ailesinden nefret ettiğimi mi sanıyorlardı? Oysa hiç öyle değil. Bana karşı çok iyi davrandılar ve onlara bir şükran borçluyum. Yani evet Eris beni terk etti, ama o ayrı bir mesele.

”Luke Efendi beni sevmiyor olsa bile…” diye ekledim.

Luke kaşlarını çattı. ”Çünkü sen bir kızın nasıl hissettiğini anlayamayan kalın kafalı bir ahmaksın.”

”Buna diyecek lafım yok.” Sonuçta koca bir sene Sylphie’nin kız olduğunu dahi anlamamıştım. Kalın kafalılığıma karşı bir savunma yapamazdım.

”Ve sen kızların duygularıyla oynayan pisliğin tekisin Luke.” dedi Sylphie sakin bir fısıltıyla.

Bak işte buna şaşırdım. Onun için beklenmedik bir sert çıkış. Yoksa sadece benim etrafımda mı çekingen davranıyor? Luke ve Sylphie altı yıldır arkadaşlar, bu Sylphie Luke’la benle olduğundan daha fazla zaman geçirdi demek. Belki o yüzden Luke’la konuşurken dilini tutmayacak kadar rahattır.

Dürüst olmak gerekirse biraz kıskandım. Aynı rahatlık seviyesine benimleyken de ulaşır mı diye merak ettim.

”Ne, gram seksi caziben olmamasına rağmen sen de mi kızların tarafını tutuyorsun?” Diye sordu Luke.

Ben de çekiciyim bir kere. Hem, Rudy bana teşekkür etti. Değil mi Rudy?” benden yardım bekler gibi espriye vurdu lafı.

Komedi rutinlerine ”Hepsi bu kadardı millet!” diyerek dalmak pek umurumda olmazdı. Ama bunu Prenses Ariel önünde yapmak söz konusu olunca garip geldi. Gözlerimi ona çevirdim, birden dudaklarının kenarındaki ekmek kırıntılarını fark ettim. Ben gelmeden yemek yiyorlarmış demek.

”Sessiz olun, ikiniz de.” dedi Prenses.

Sylphie ve Luke sustular. Sanırım bu aralarında sık sık dava gördükleri bir konuydu.

”Rudeus Greyrat. Sırtımızı sana yaslayabileceğimizi bilmek beni fazlasıyla memnun etti.”

”Bunu duyduğuma sevindim.” dedim.

”Pekala.” Prenses Ariel Sylphie’ye baktı. Ardından, bir sonraki soruyu sormak güç gelmiş gibi yüzü gölgelendi. ”Ne yapmayı planlıyorsunuz?”

”Ne yapmak derken? Neyi kast ediyorsunuz?”

”Açık sözlülüğümü bağışla, fakat bu okula geliş sebebini duymuştum. Tıbbi tedavi amaçlı burada olduğunu işitince çok şaşırmıştım, lakin şimdi hedefine ulaştın, öyle değil mi?”

”…Evet.”

Yani, iktidarsızlığım geçti. Buna artık şüphem yok. Hedefime ulaştım. Bu da demek oluyor ki sıradaki işim Paul ile bir araya gelmek olmalı. Bana söylemek istediği bu yani, öyle mi?

”Hala aramam gereken kayıp aile fertleri var.” diye ekledim. ”Kısacası eğer amacınız bir an önce Asura Krallığı’na gidip politik güç elde etmek ise size yardımcı olamam.”

”Evet, bundan haberim var. Ailevi meselelerini halledene kadar bana yardım etmemen umurumda olmaz.”

Böyle düşünmesine müteşekkirim, gerçi bu ileride ona borçlu olacağım anlamına geliyor. Birazcık şansla, Prenses mezun olana kadar Paul ile işleri yoluna koyarız, geriye sadece Zenith kalıyor, onun da tehlikede olmadığını Elinalise temin etti.

”Ee, ne yapmayı düşünüyorsun?”

”Pardon?” Ne konuştuğundan habersiz başımı büktüm. Daha biraz önce ne yapacağımı anlattım, anlatmadım mı? Zamanda geri mi gittik yoksa? Oyuncu için yeni bir dönüm noktası mı?! ”Ne demek istiyorsunuz?”

”Sakın bana iktidarsızlığın düzeldi diye Sylphie’ye veda edip babanı aramaya gideceğini söyleme?!”

”Asla öyle bir şey yapmam! Onunla birlikte olmak istiyorum!” Bu ağzıma bile alamayacağım soruya karşı istemeden sesimi yükselttim. Bir daha cehennemi boylayacak olsam da Sylphie’den ayrılmam. Asla; ben yapmam!

Ariel’in neyi sorduğunu anladım gerçi. Bu dünyada yolculuk yapmak çok zaman alan bir şeydi, belki Paul’la buluşmamız aylar hatta yıllar sürebilir ve Prenses taht mücadelesi için ciddi atılımlar yapmadan dönecek olsam bile Sylphie’yi yanımda götürmem güç olacak. Sonuçta onun halihazırda Prenses Ariel’e tam zamanlı koruma olmak gibi bir işi var.

”O halde, ne yapacaksın?”

“…”

”Hiç sorumluluk almadan, Sylphie’yi öylece yaralı ceylan gibi bırakmayacaksın, değil mi?”

”Elbette sorumluluk alacağım.” Anında cevabımı verdim. Kısmen beni buna kışkırttığı için, kısmen artık zihnimde ne yapacağıma karar verdiğimden. ”Onunla evleneceğim.”

Apaçık ilanımı duyunca Sylphie bir eliyle ağzını kapadı. Luke yüzüne yansıyan şokun etkisiyle resmi duruşunu bozarak yalpaladı. Hatta Ariel bile küçük dilini yutmuş gibi bakıyordu. Yine garip bir şey mi söyledim? Belki çok hızlı ilerlediğimi düşündüler.

”Sylphie ile evlenecek misin?”

”Evet.”

Bu elbette hızlıydı. Aslında Fitz-senpai’in Sylphie olduğunu daha geçenlerde fark ettim. Bir yanım iyice birbirimizi tanımamız adına birkaç ay sevgili gibi takılmamız gerektiğini söylüyor. Ayrıca diyelim ki evlendik, Paul bir anda acil bir mektup yollasa hemen pılımı pırtımı toplayıp gidemem. Tüm bunları göz önünde bulundurmama rağmen, dediğim şeyde samimiydim.

Eskiyi anıp Eris’i düşündüm. Eğer lafı geveler de duygularım konusunda açık ve dürüst olmazsam, Sylphie de beni bırakıp gidebilir. Bir daha böyle bir darbeyi kaldıramam. Bu sefer hiçbir şeyi şansa bırakmayacaktım.

”Evlilik. Şahane bir karar.” Prenses Ariel memnuniyetle kafa sallayıp Sylphie’ye baktı. ”Sylphiette Greyrat.”

”Ney?! Hah?! Greyrat…Ne?!” Sylphie’nin iki ayağı birbirine dolandı

”Seninle olmak istediğini söylüyor, peki sen nasıl hissediyorsun?”

”E-evet! Ben, Fitz – yani ben, Sylphie – size her zaman olduğu gibi hizmet etmeye devam edeceğim Prenses, ve aynı zamanda Rudy’nin yanında çalışmak – yani Rudeus’un eşi olmak istiyorum!”

”Artık Rudeus seni eşi yapmak istediğine göre, benim korumam gereksiz kalmıyor mu?”

”Prenses Ariel, lütfen böyle konuşmayın.”

”…Teşekkürler.” Anlam dolu bir sessizliğin ardından, Ariel kibarca Sylphie’yi itti.

Sylphie yanıma savruldu, utanarak kulağını kaşıdı. Çok tatlısın. Kulaklarını yalamak isterim. Şimdilik kendimi tutuyorum, ne de olsa Prenses Ariel’in huzurundayız. ”Ehm, ah, şey Rudy, birlikte bir geleceği sabırsızlıkla bekliyorum.”

”Ben de öyle.” Beceriksizce eğildik birbirimize.

Birkaç dakikalığına başını kaldırmadan kıpırdanıp durdu Sylphie. Sonrasında Prenses’le göz göze geldiler. Prenses birden konuşmaya başladı. ”Sylphie, artık Rudeus’un hanımı olacağından, erkek gibi giyinmene gerek yok. Kadın gibi giyinmeye geri dönebilirsin.”

Araya girdim. ”Ama Fitz-senpai kılığı olmadan o-”

”Bunun karşılığında Rudeus, adından istifade edeceğim. Bu civarlarda senin adını sanını bilmeyen kimse kalmadı ve sana sağ elim olan kadını vermemle birlikte insanlar kendilerince çıkarım yapabilirler.”

Muhtemelen Sylphie ile birlikte olursak, insanlar benim de Prenses’e bağlı olduğumu düşünebilir demek istedi. Yani benim büyü gücümü kullanmak yerine şöhretimden faydalanacak. Sonuç aşağı yukarı aynı ama ifade ediş şekli biraz eğlendirdi doğrusu.

”Size bizzat hizmet etmekten de onur duyarım.” Bir noktada Paul ile bir araya gelmem gerekiyor, fakat bu başka zamanın konusu. Benim sadakatime dair açık ilanlarda bulunmasında bir sorun yoktu – belki davasının bir sempatizanı olmayabilirim, ama Sylphie sayesinde ona bağlanabilirim.

”Buna gerek yok. Gücün avuçlarımda tutmak için fazla büyük.”

O kadar güçlü olduğumu sanmıyorum, diye şüpheyle düşündüm. Yine de her yerde peşinden gidip ayak işlerini yapmak can sıkıcı olurdu. Sözünü dinlemeye karar verdim.

”Ve tabi ki, başına bir şey geldiğinde gönül rahatlığıyla benim adımı kullanabilirsin. Şu anki durumuma rağmen, Asura Krallığı’nın İkinci Prensesi’nin namı ileride işine yarayabilir.”

”Bunun için minnettarım.” Yüksek yerlerde daha fazla dostunun olmasından zarar gelmez. Zaten tüm bunlar bedavaya olmayacaktı. Hamlesini yapmaya hazır olduğunda, yardımı istemekte tereddüt edeceğine pek ihtimal vermiyorum, ama orasını şimdilik düşünmemeye karar verdim.

Sylphie güneş gözlüklerini çıkardı ve eğilerek ”Prenses Ariel, Luke…benim için yaptığınız her şeye minnettarım.” dedi.

Onu örnek alıp ben de eğildim.

 

Ve böylece, Ariel’in yakın çevresine dahil olup – Sylphie ile nişanlandım.

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.