İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 05 Bölüm 09: Ara Bölüm

[ A+ ] /[ A- ]

Roxy’nin Eve Dönüşü

 

Çevirmen: NatsuJun

 

Rudeus’un Millis’te gemiyle yolculuğa çıkmasıyla aşağı yukarı aynı zamanda, Roxy Migurdia yıllardır uğramadığı memleketine geri dönüyordu.

Migurd Köyü biraz olsun değişmemişti. Ve oradan tanıdığı herkes neredeyse aynı görünüyorlardı. Belki önceye nazaran daha fazla köy sakini vardı ama değişmeyen tek şey ürpertici sessizlik.

Roxy küçükken bu sessizliği tuhaf bulmazdı, fakat artık dünyanın dört bir yanını gezmiş biri olarak rahatlıkla söyleyebilirdi ki burası oldukça acayip bir yer. Bu köyde bir kelime duyamazdınız. Buna karşın, köydeki insanlar gayet eksiksiz iletişim kurabiliyorlar.

Köy sakinleri Roxy’i görünce, oldukları yerde kalıp ona baktılar. Kendisiyle, Migurd ırkını diğer tüm şeytanlardan ayıran o eşsiz doğal yetenekleri, telepati yoluyla konuşmaya çalıştıklarını biliyordu. Fakat ne söylemek istediklerini anlayamıyordu. Tüm anlayabildiği sönük bir cızırtı sesinden ibaretti. Roxy onların söylediklerine yanıt veremedi.

Bir süre sonra anne babası geldi. Yıllar onları da hiç değiştirmemiş. Kızlarını neşeli sözcüklerle karşılayıp endişeyle bunca yolu tek başına mı geldiğini sordular.

Elinalise ve Talhand köyün dışında beklemeyi seçmiştiler. Belki burada biraz mahremiyeti tercih eder diye düşünmüş olabilirler.

Roxy ailesine yolculuklarını anlatırken sakin ve ruhsuz bir sesle konuştu. Hikayesine şaşırarak tepki gösterdiler, rahatladıkları yüzlerine vurarak istediği kadar kalabileceğini belirttiler.

Ama Roxy kendini buraya ait hissetmiyordu – bu, kendi ebeveynleriyle konuşurken bile böyleydi. Endişelerini ve hoşbeş etmelerini ifade ederken kullandıkları dil bile onların için yabancı sayılırdı. Irkından insanlar, önem arz eden hiçbir şeyi dilleriyle söylemezdi, özellikle söz konusu sevgi ve aşk olunca.

Ailesi onun için derinden bir endişe duymuş olabilirdi elbette ama duygularını Roxy’e aktaramıyorlardı. Telepati yapamıyor, o yüzden söylenenler ona ulaşmıyordu.

Buysa onu aşırı yalnız hissettiriyordu.

Burada kalacağı her an onun için sadece ızdırap demekti. Burnunu sadece Migurd halkının gerçek bir parçası olmadığı gerçeğine tekrar daldırmış olacaktı, o yüzden en yakın zamanda tekrar ayrılmaya karar verdi.

”Hemen gidiyor musun?” diye sordu babası endişe içinde.

”Evet.”

”En azından bir gece olsun kalamaz mısın?”

Roxy başını kayıtsızca salladı. ”Üzgünüm, ama bu yolculuk gerçekten acil. Komşu civarlarda olduğum için uğradım sadece.”

”Bir daha ne zaman gelirsin tatlım?”

Roxy dürüstçe ”Bilmiyorum” diye cevapladı. ”Belki de hiç dönmeyebilirim.”

Şimdi endişelenme sırası annesindeydi. ”Roxy…en azından her yirmi yılda bir olsa da ziyaret edemez misin?”

Belli belirsiz bir şekilde ”Olabilir” dedi. ”Belki önümüzdeki elli yıl içinde bir uğrarım o halde.”

”Gerçekten mi? Söz mü? Bekliyor olacağız.”

”Tamam” dedi Roxy yine belli belirsiz başını sallayarak.

O anda, annesinin sessizce ağlamaya başladığını fark etti. ”Ah…Anne…?”

”Ah, af edersin. Ağlamayacağım diye kendime söz vermiştim ama…Üzgünüm canım…”

Gözyaşlarını görünce Roxy’nin içerisinde bir şeyler yeşerdi. Farkında olmadan annesine sıkıca sarılmıştı, bunun üzerine babası kollarını ikisinin etrafında sardı.

O vakit Roxy, sözcüklerin ve dilin nihayet her şey olmadığını anladı. Sonuç olarak, Migurd köyünde üç gün kadar kaldı. Ve uzun zamandır ilk defa, gerçekten biraz olsun rahatlamayı başardı.

 

***

 

Ölü Son’un ”Sahip Köpek”i aslında Rudeus Greyrat’mış.

Roxy’nin bunu kabullenmesi biraz zaman aldı.

Şeytan Kıtası’na vardıktan sonra, partisi devamlı kuzeye doğru seyahat edip Rudeus hakkında bilgi topladı. Ne kadar kuzeye giderseler, o kadar çok insan ismini tanıyordu.

Roxy hedefine yaklaşıyordu, fakat aynı zamanda bir şeyler yanlış gibi hissediyordu. Rudeus’u görenlerin onun hakkında anlattıkları, Ölü Son taklitçilerinin hikayeleriyle çakışıyordu. Yolculuk boyunca pek çok kez, Talhand bu çocuğun, tıpkı Sahip Köpeğin yaptığı gibi büyüleri sessizce oluşturabildiğine dikkat çekti.

Aslında Roxy de bunu bir hayli önce fark etmişti. Sadece yolda geçerken öğrencisini tanıyamadığını kendine yediremiyordu.

Rikarisu şehrine vardıklarındaysa, devam etmekten başka çareleri kalmamıştı. Bu şehirde, iki sene önce vuku bulan ”Ölü Son Hadisesi’ni” öğrendi.  Ayrıca bir zamanlar aynı partide olduğu Nokopara adlı bir adamın hikayesine de denk geldi. Köye geldiğinde anne babasının dedikleriyle de birleştirince…tüm parçalar yerine oturdu. Roxy’e sadece gerçekleri kabul etmek kaldı.

Sahip Köpek gerçekten Rudeus’tu.

 

Şu an Roxy, Rikarisu’daki bir barda eski yoldaşı Nokopara’yla birlikte.

Rudeus hakkında bir şeyler sorduğunda, Nokopara başta anlatmak için çekimser kaldı. Galiba bir noktada şerefsizce bir işe kalkışmış. Roxy bu konuda onu yargılayacak değildi tabi. Şeytan Kıtası’nda hayatta kalman için ne gerekiyorsa onu yaparsın.

”Demek öyle…Blaze iş esnasında öldü ha…?”

”Evet. Zavallı piç tümüyle Kızıl-Baş Kobra’nın midesine indi.

Roxy Şeytan Kıtası’ndan ayrılalı yıllar olmuştu; ikisinin konuşacağı daha çok şey vardı. Bununla birlikte, kendilerini hep eskilerden konuşurken buldular.

Gözlerini kapatıp Blaze’i düşündü Roxy. Herif domuz kafalıydı ve ağzı bozuktu; Roxy ne zaman sakarlık yapsa söverdi. Yine de özünde kötü biri değildi ve felaket anında ondan daha güvenilir bir savaşçı bulamazdınız.

Nokopara’nın anlattıklarına göre, öldüğü sıralarda Blaze B-rütbeli bir maceracı partisinin tecrübeli lideriymiş. Şeytan Kıtası için bu azımsanacak bir şey değil. Roxy, bu sivri dilli yol arkadaşının nerelere geldiğini duyunca etkilendi. Gerçi diğer yandan, partisinin adı Super Blazers imiş. Şaka mısın? Herifin aklı zaten hiçbir zaman isim bulmaya basmazdı.

Her halükarda Nokopara anlatmaya devam etti, Blaze’in tecrübeli takımını silip süpüren canavarı öldürenler, partisini daha yeni kurmuş olan Rudeus ve grubu imiş. Diğer bir deyişle maceracı olur olmaz A-seviye bir canavarı haklamıştı.

Eskiden olsa Roxy’nin bunu başarmasına imkan olmazdı. Ama söz konusu Rudeus olunca bir problem olmazdı. Bu düşünceyle yüzünde ufak bir gülümseme belirdi.

Nokopara, Şeytan Kıtası’na özgü sert içkisinden bir yudum alıp ”Sen baya değişmişsin Roxy” diye mırıldandı.

Roxy bardağındaki yansımasına bakıp gerçekten öyle mi diye düşündü. ”Değiştim mi? Ben pek fark edemiyorum.”

”Öyle. Önceki haline göre baya olgunlaşmış gibisin.”

”Nasıl yani? Benimle kafa falan mı buluyorsun?” Nokopara ve Blaze ile maceralarına başladıkları vakit, Roxy zaten tam olgunlaşmış bir Migurd halindeydi. O zamandan bu yana yüzünde ve vücudunda önemli bir değişim olmadı. Neredeyse aynı göründüğünden şüphesiz emindi.

”Valla ciddiyim! Bu galiba sendeki havadan kaynaklı. Önceden daha bir velet gibiydin, anladın?”

”Ne sandın, arkamda bir dolu yıl bıraktım ben fark ettiysen. Sana göre öyle durmasa da.” Roxy omuz silkip bir avuç kavrulmuş gevreği azına atıp katır kutur yemeye başladı. Yedikleri aslında Kaya Treant’ın tohumlarıydı. Tadını öyle pek lezzetli bulmuyordu ama nedense bir kere yemeye başladı mı elini durduramıyordu.

”Bahsettiğim şey tam olarak bu. Önceden etrafındakileri yetişkin olduğuna inandırmak için deli gibi uğraşırdın. Bunu o zaman söylesem eminim havalara uçardın.”

”Öyle mi dersin…? Yani, galiba bir aralar öyleydim.”

Bu, daha kendi yeteneklerini ve limitlerini adamakıllı bilmediği zamanlar öyleydi. O günlerde Roxy insanları yetişkin olduğuna ikna edip ciddiye alınabilmek adına kızgınlıkla dalaşırdı. Bir büyücü olarak ne kadar maharetli olduğuyla övünür ve her açıdan ne kadar yetkin olduğundan bahsedermiş. Her şeyi yapabileceğinde ısrar edip dururmuş.

O günden bu yana kendisi hakkındaki düşünceleri komple değişmiş fakat namı etrafa yayılmaya devam etmiş. Son zamanlar, insanlar devamlı ondan yapamayacağı şeyleri başarmasını bekliyor. Ne zaman Rudeus’un eski hocası olduğunu söylese, Şeytan Kıtası sakinlerinden bol bol şaşırtıcı tepkiler alıyormuş.  Nedendir bilinmez, bu çocuk tüm yeteneklerini ”ustasının öğretilerine” borçlu olduğunu söylemiş soranlara. Doğal olarak onlar da Roxy’nin sessiz büyü yapabildiğini varsaymışlar, halbuki yapamıyor.

Belki bir zamanlar, en ağza alınmayacak sözlerle Roxy’i aşağılayan büyü öğretmeni de bu tarz şeyler hissetmişti. Eğer sebebi buysa diye, Roxy ona söylediklerinden ötürü kendini kötü hissetti. Senden daha yetenekli birinin akıl hocası olmak zor bir şeydi. Bizzat başına gelmeden anlaşılması güç bir durum.

Roxy için bir yandan utanç diğer yandan gurur kaynağı gibiydi. Artık Rudeus’un ona Shishou demesinden çekinmiyor, ama bir sebepten daha önce ”yapma” demesine rağmen emirlerini uygulamaması onu mutlu etmişti.

”Neyse, sen gıdım değişmemişsin Nokopara.”

”Hadi canım?”

”Öyle. Tabi görünüşün hariç.”

Bu herif hep paraya tamahkar olmuştur ve zayıfları ağına düşürmeye çalışır, hala bariz bir şekilde aynı yoldan gidiyordu. Eskiden Roxy, düşman olmak isteyeceği son kişi olarak düşünürdü onun için.

”Hey, ne demek istiyorsun? Bana yaşlı, kırış kırış mı diyorsun yoksa?”

”Aynen öyle denebilir. Kocamışsın Nokopara. Kırış kırış olmuşsun.”

”Hah! Bakıyorum çenen açılmış ufaklık!” Nokopara kişneyerek kinayeli bir kahkaha attı, sonra iç çekti. ”Ahh, iyice geçmişi andım…”

”Seni çok iyi anlıyorum.”

Eskiden masamızda iki kişi daha olurdu; devamlı öfkeyle Nokopara’ya söven bir çocuk ve kavgalarını bıkkınlıkla ayıran diğer bir çocuk. Bu ikisi çoktan aramızdan ayrılmıştı, iki orta yaş eski maceracıyı geride bırakarak.

Doğru, bir tanesi ırkının özelliğinden dolayı pek yaşlanmamıştı, ama eski günler artık geri gelmiyordu. O kadarı kesindi.

Bu ikili saatlerce barda geçmişi anıp durdu, ta ki Nokopara kör kütük sarhoş olup masadan devrilene kadar.

Roxy ailesini görmüştü, şimdiyse eski bir arkadaşını. Sadece bu bile civardaki yolculuğunun boşa olmadığını söylüyordu. Gerçekten, buralara geldiğine yürekten mutluydu.

 

***

 

Acaba Rudeus şimdiye Millishion’a varmış mıdır? diye merak etti Roxy.

Birbirlerine Rüzgar Limanı’nda denk geldiklerini varsayarak, muhtemelen en az bir altı ay önce bu kıtadan ayrılmıştı. Yağmurlu mevsim başlamak üzereydi, doğru…fakat Kutsal Kılıç Patikası, yolculuk için güvenli ve rahat bir yoldu. Elf veya Cüce yerleşkelerinde durmadıysa, partisiyle birlikte şimdiye şehre varmış olmalılar.

Bu da demek oluyor ki, onu aramasına gerek yok. Paul’un mektubunda farz ettiği gibi, ufaklık kendi başının çaresine bakabilir. Koca Şeytan Kıtası’nı yanında birlikte ışınlandığı ”Eris” adında bir kızla kısa sürede kat etmişler. Çoğu seyahatçi yolculukta ya tehlikelere yem olur ya da ilerleyebilmek için bocalar durur, söz konusu o olunca her şey çok kolay görünüyor. Üstelik bir de partisine Roxy’nin hep korktuğu Supard ırkından birini almış.

”Öğrencin çok etkileyici bir velet  Roxy.”

”Aynen. Paul’un oğlu olduğuna inanmak çok zor.”

Elinalise ve Talhand da övgü yağdırmıştı.

Roxy’nin düşüncesine göreyse, Rudeus kimin oğluymuş veya öğrencisiymiş pek fark etmiyordu. Çocuk daha doğuştan bir dahi, sadece kaderini gerçekleştiriyor. Bunları Roxy onunla tanışmış olmasa da yapardı.

Fakat tüm bunlar bir kenara…

”Peki, şimdi ne yapsak?”

Elinalise’in sorusu üzerine Roxy durakladı. Yolculuğun asıl amacı Rudeus’u bulmaktı ama o muhtemelen Millishion’da bir yerde güvendeydi. Her ne kadar Roxy onu görmek istese de büyük resme odaklanmak daha doğru geliyordu.

”O zaman Şeytan Kıtası’nın kuzeybatısını araştıralım.”

Rudeus’un yerini öğrenmişlerdi, fakat ailenin diğer üç üyesi hala kayıplar arasındaydı. Buraya yolculuklarında, hatırı sayılır miktarda yerinden olmuş Fittoa insanına rastlamışlardı; muhtemelen kuzeybatıda da böyleleri vardı.

”Öğrencini görmek istemediğine emin misin?” diye sordu Talhand.

”Evet, eminim.” dedi başını hafif bükerek. Bir kere, ya farkında olmadan onları geçtiklerini öğrense ne düşünürdü? Bu aşırı utanç verici bir tablo olurdu. Onun gözündeki ”shishou” konumu bile böyle sallantıdayken hele. ”Şeytan Kıtası’nda kontrol etmediğimiz bir sürü şehir var. Yapageldiğimiz üzere bir bir gezip ilerlemeye devam edelim.”

Talhand ve Elinalise birbirlerine bakıp kıkırdadılar.

Öyle veya böyle, Roxy Migurdia’nın yolculuğu daha sona gelmemişti.

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.