İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 10 Bölüm 06

[ A+ ] /[ A- ]

Evlilik Sonrası Partisine Ev Sahipliği Yapmak

 

BİRKAÇ GÜN SONRA…

Tatil gününe denk geldiğinden, partiyi öğleden sonra yapalım diye planladık. Toplantılarla meşgul oldukları için, Jenius da Soldat da davetiyemizi geri çevirdiler. Badigadi’nin de gelmek için çok meşgul olacağını düşündüm ama işe bakın ki boş olduğunu belirtip katılacağını söyledi. Gönderdiğimiz diğer on bir davetiye de kabul görmüştü. Evet, Nanahoshi de dahil.

Parti gününe geldiğimizde, Sylphie daha uyandığı andan itibaren görev aşkıyla yanıp tutuşuyordu. ”Bu evin hanımının işidir, sen bana bırak!” deyip evin içinde mekik dokudu. Parti için ikinci katta bir odayı hazır tutuyorduk, hazırdan kastım sade bir yatak, dolap, masa ve su sürahisi koymuştuk hani olur da biri rahatsızlanır diye.

Rinia ve Pursena ilk gelenler oldu, tam süratle tamamladığımız hazırlıkların ortasında. İki saat önce gelmişlerdi.

Yok artık bana saati şaşırdılar deme, diye kendi kendime söylendim.

”Bizim geleneklerimize göre erken gelip avını birlikte getirmek adettendir nya.”

”Doğru. İlk biz geldik. Sadakatimizin göstergesi olarak.”

Arkalarında çektikleri kar kızağının üstünde kocaman bir yaban domuzu vardı. Görünüşe göre hayvan ırkı için, düğüne katılırken sabah erkenden avlanmaya çıkıp avlarını ev sahibine sunmak adettenmiş. Avlanmaya ne kadar erken gittiğin, öldürüp ne kadar erken döndüğünse düğün sahibine olan saygının bir ölçütü imiş.

”İnanılmaz. Peki hiçbir şey avlayamasaydınız ne yapmayı planlıyordunuz?”

”O durumda marketten bir şeyler almayı düşünüyorduk nya.”

”Evet, onun yerine paramızı kullanacaktık.”

Yani, anlaşılır tabi.

İkisi de okul üniformalarını giyip gelmiş. Buna ben karar vermiştim. Davet edilen konuklar arasında büyük bir bütçe adaletsizliği vardı, bu yüzden zenginler kıyafetlerinde çok şatafatlı davranırsa, bu sadece sıradan katılımcıların partiyle alakaları yokmuş gibi hissetmelerine neden olurdu. Neyse ki katılan herkesin kendi üniforması var – Julie hariç, biz de ona bir tane aldık.

Kutlamalar başlamaya hazır olana dek oturma odasında keyiflerine bakmalarını söyledim. Misafirlerin gönlünü eğlendirmek evin reisinin işidir. Sabahtan beri dışarıdalar ve donuyorlardı. Şömineye en yakın koltuğa zıplamış birbirlerine sarmaş dolaş oturuyorlardı.

”Her şey bir yana, seninle Fitz’in evleneceğini hiç düşünmezdim Patron nyaa.”

”Baksana Fitz kızmış oysa. Kokunda bir gariplik olduğundan hep şüphelenmiştim zaten.”

”Ben de miyav. Ama artık tüm taşlar yerine oturdu nya.”

İkisi konuşurken, birbirlerinin kuyruklarını yalayarak temizlediler. Fitz’in gerçek kimliğini davetlilerle paylaşmış ve bunu şimdilik kendilerine saklamalarını istemiştik, gerçi gerçeğin bir yerde ortaya çıkması nihayetinde kaçınılmazdı.

”Artık anladığın şey neymiş?” Sıcak çay ikram ederken sordum.

”Minik memeli kızları tercih ettiğin” dedi Pursena.

”Üzerinden buram buram azgınlık kokusu gelmesine rağmen, bize saldırmama sebebin senin tipin olmamamızdı nyaa.”

Öyle konuştu ki sanki önüne gelen her kadına ayrım yapmaksızın saldıran bir sapıkmışım gibi geldi. Harbi ama ne kabasınız. Belki de karşılık olarak onlarınkini kocaman avuçlamalıyım – ama olmaz. Daha dün karnımı Sylphie ile güzelce doyurdum. Tüm arzularımın limanı artık o. Bugün artık bir keşişim.

 

Bir sonraki gelen, şaşırtıcı bir şekilde Zanoba ve Julie’ydi. Partiye yaklaşık bir saat önce geldiler. ”Pardon. Yolda gelirken ilginç bir figürini süzüyordum da dikkatimi kaybetmişim. Julie yanımda olmasaydı başım belaya girmişti” dedi.

Julie de üniformasını kuşanmış. Cüce bedendi kıyafeti, üstüne o kadar kusursuz oturmuş ki şeker komasına gireceğim. ”Üstat, bugün bizi davet ettiğin için minnettarım” hafifçe eteklerinin ucunu kaldırarak kibar bir reveransla söyledi. Ahh, amma tatlısın.

Ona doğru bakmamla Zanoba tekrar eğildi. Ardından derin bir saygıyla ”Rudeus Greyrat Usta. Davetiyenize yürekten minnettarım.” dedi.

Vay canına. Zanoba o eski Zanoba oldu. Harika. Belki ben de onun yaptığı gibi aynı içtenlikle cevaplasam iyi olacak.

”Zanoba, Majesteleri, sizlere şükran borçluyum – ”

”Yo, Usta. Bana bu derece ihtimam göstermenize lüzum yok. Hepsi gösteriş icabı ne de olsa biliyorum. Ben daha ziyade bana her zamanki gibi küstahça davranmanızı yeğlerim.”

”Ah, tamam. Gidip o odada takılabilirsiniz.”

”Ha ha, anlaşıldı. Hadi Julie, gel gidelim.”

Ne alaka lan? İki dakika ciddi davranayım dedim. Çayı hazırlarken ne boş işler, diye içimden geçirdim. Ona kaba davransam da neticede ben ev sahibiyim, o misafirim. Bu düşüncelerle meşgulken, içeriden Rinia ve Pursena’nın palavracı yaygaralarını işittim. Nasıl da ilk geldikleriyle övünüyorlardı. Zanoba’nın cevabından ne kadar sinir olduğunu anlayabiliyordum, bunlar bir yana keyifleri yerinde ya, sevindim.

Üçüncü gelen Ariel ve ekibi oldu, partiden yaklaşık yarım saat önce. Ekip Ariel, Luke ve bunları bir yerde gördüm sanki dediğim iki kız öğrenciden oluşuyordu. Demek bu ikisi Prensesin hizmetçileri öyle mi? Yani aynı zamanda savaşta Sylphie’nin yoldaşları olacaklar. Onları görmezden gelemezdim.

”Bugünkü davetinize oldukça minnettarım. Ne yazık ki, halktan insanların etik değerlerine biraz yabancıyım, o yüzden umarım bir tatsızlık olursa beni bağışlarsınız” dedi Ariel eğilmesiyle birlikte. Ben eğilenlerin Luke ve hizmetçileri olacağını düşünmüştüm ama galiba sadece kibar davranmaya çalıştı.

”Evimizde pek çok farklı ırktan misafir bulunmakta, kısacası görgü kuralları konusunda endişe etmeyin” dedim. ”Aslına bakarsanız, ben daha çok size karşı bir saygısızlık yapılır diye endişeliyim.”

”Teşekkür ederim. Hanımlar?” Gözlerinin ucuyla işaret çaktı ve iki hizmetlisi öne çıktı.

”Bizler Prenses Ariel’in korumalarıyız. Ben Ellemoi Bluewolf.”

”Ve ben de Cleane Elrond.”

İlk isimleri olmasa da en azından ikinci isimleri akılda kalıcıydı. Mavi bir kurt ve efsanevi bir Elf. Benim adım ”gri sıçan” Greyrat, belki de Asura soyluları arasında isimleri bir renk ve hayvan birleşiminden oluşan pek çokları vardır. Belki şöyle isimlerde biri bile vardır… Hm, eşeğin diğer adı neydi yahu? Ah tabi ya, kıç. Belki birinin soyadı Whiteass falandır. (Ass hem eşek hem de göt demektir)

”Lütfen bunu kabul edin.” İkili bana pahalı kumaşa sarılmış bir kutu takdim etti.  ”Evliliğinizi kutlamak için bir armağan.”

”Teşekkür ederim; çok düşüncelisiniz” diyerek karşılık verdim.

”Evli çiftlerin işine yarayacağını düşündüğümüz şeyler getirdik. Lütfen bir göz atın.”

Demesi üzerine içine bir göz attım ki söyleyecek söz bulamadım. İçinde tanıdık pembe bir sıvı bulunan şişe ve tahta bir çubuk vardı. Daha açık söylemek gerekirse, afrodizyak ve uzun bir dildo vardı. Ne alaka lan?

”Biliyorum Greyrat ailesinin bir ferdi olarak, bir kadını tatmin etmeye oldukça muktedirsinizdir. Fakat lüzum halinde lütfen bunları kullanın.”

”T-tabi.”

Ariel, üslubundan hiç ödün vermedi. Belki bu normal bir hediye olarak karşılanıyordur. Luke ve diğer ikisinde de tek çıt yoktu. Galiba kültürel farklılık dedikleri bu olsa gerek.

Dört misafirimi oturma odasına eşlik ettim. Biz girer girmez Rinia ve Pursena’nın atmosferi bir anda katılaştı.

“…”

Durup dururken harbiden kavgaya girişmezler, de-değil mi? Elbette, onlar hayvan ırkından, davet edildikleri bir kutlamada çıngar çıkarmazlar, de-değil mi? İkisine manalı bakışlar attım. Sanırım aklımdan geçenleri anladılar.

”Sizleri görmek ne güzel, Rinia-san, Pursena-san. Daha evvel yaşanan tatsız durum için özür dilerim.”

”Seni de görmek güzel nyaa.”

”Problemi başta biz çıkardık, o yüzden sorun yok.” diye ekledi Pursena.

Ariel kibarca onları selamladıktan sonra yanlarında bir yere oturdu. Diğer üçü ayakta durmaya devam ettiler. Eğer bir şey olursa araya girmesini işaret ederek Zanoba’ya bir bakış çaktım. Hızlıca başını salladı ve sanki her şeyi götünden anlamış gibi ayaklanıp Ariel’e dönerek eğildi.

”Prenses Ariel, sizinle tanıştığıma memnun oldum. Ben Shirone Krallığı’nın Üçüncü Prensi ve aynı zamanda Üstat Rudeus Greyrat’ın güzide öğrencisi Zanoba Shirone’yim.”

”Sizi tekrar görmek ne güzel Prens Zanoba. Sağlığınızın yerinde olmasına sevindim. Üniversite’ye girmenizden hemen sonra sizi ziyaret etmiştim. Acaba unutmuş olabilir misiniz?’

”Ah. Kabalığımı bağışlayın. Galiba güce gelince kutsanmış olan benliğim, zekaya gelince eksik kalıyor.”

”Öyle mi dersiniz? Oysa ben toprak büyüsü sınıfında en yüksek notların size ait olduğunu duymuştum.” diye karşılık verdi Prenses.

”Bunu tamamen üstadımın öğretilerine borçluyum.”

Bir yandan Zanoba’nın kusursuz sosyal hünerlerine şaşırırken bir yandan da onlara çay hazırlayıp kulak kesiliyordum.

 

Cliff ve Elinalise kutlamanın tahmini başlama süresinden tam olarak on dakika önce geldiler. Onlara Nanahoshi eşlik ediyordu. Ne tuhaf bir güruh. Nanahoshi’den yalnız gelmesini beklerdim.

”Kapınızın önünde telaşlı bir şekilde duruyordu. Senin bir tanıdığın oluyor, değil mi?” Elinalise sordu.

”Ah, tabi ki. Kendileri Bayan Sessiz Yediyıldız.”

Adını söylediğimde Cliff ona küçük dilini yutmuş gibi bakakaldı. Anlaşılan hiç karşılaşmamışlardı. ”A-ah! Demek Sessiz dedikleri sensin ha? Hmph. Ben Cliff’im. Eminim önceden namımı duymuşsundur, değil mi?”

”Evet, duymuştum. Harika biri olduğunuzu söylüyorlar. Ve evet, Sessiz denen kişi benim.” Muhtemelen Cliff’in kim olduğunu biliyormuş gibi davrandığı için konuşması yapmacık ve tuhaf geliyordu. Gerçi Cliff’in keyfi gıcır görünüyordu, o yüzden tadını kaçırmayacağım.

”Tanıştığımıza memnun oldum. Ben Elinalise Dragonroad’um. Maskenize hayran kaldım.”

”O zevk bana ait. Sizin de saçlarınız bir harika” diye cevapladı Nanahoshi akıl almaz duygusuz bir tonda. Başkalarıyla nasıl iletişim kurduğunu görmek beni endişelendiriyor. Yine de durup dururken kavga çıkarmayacaktır, elinden geldiğince beladan uzak durmak istediğini biliyorum.

Açıkçası, geleceğini bile düşünmüyordum. Öylesine, ne olur ne olmaz diye davetiye göndermiştim, o da kabul etmiş. Ama buna rağmen, gerçekten partiye katılacağını hiç düşünmezdim. Muhtemelen duygudan arınmış bir sesle ”Evlilik mi? Galiba ciddi ciddi bu dünyaya çivi çakmayı düşünüyorsun sen.” diye çıkışırdı.

”Beni şaşırtıyorsun” dedim alçak bir ses tonuyla. ”Odandan dışarı çıkmışsın.”

”Beni sen davet ettin, unuttun mu?”

”Doğru ya. Neyse, bugünlük mola ver. Senin için patates cipsi yaptık.”

”Patates cipsi mi? Gerçekten yaptın mı?” diye şaşırarak sordu.

“Sizin sayesinde yemeklik yağı oldukça kolay temin ettik.”

”Bu olağanüstü.”

”Çok da değil. Tüm yaptığımız patatesi ince ince dilimlemek, yağda pişirmek ve tuza yatırmaktı. Malzemeler bu dünyadan temin edildiğinden, önceki dünyada zevkle yediğimiz cipslerden biraz farklı olmuş.”

”Peki peki, müsaadenle geçiyoruz.” Elinalise, Cliff ve Nanahoshi’yi gram duraksamadan çekiştirerek oturma odasına daldı. Asil bir unvanı olmayan bir maceracı olarak, statü sıralamasında Julie’nin azıcık üstünde geliyordu ama besbelli umursamıyordu bunu. Elbette, statü kavramları bir ırktan diğerine öyle kolayca aktarılamıyordu.

İkili her zamanki halindeydi; Cliff gereksiz övünmeleriyle ortamın içine etme tehdidi oluşturuyor, Elinalise ise bunu törpülemeye çalışıyor. Cliff iyi niyetliydi, ancak çoğu zaman söyledikleri iğneleyici oluyordu. Nanahoshi genelde sessizdir ama biri onunla konuşunca cevap verir. Ben iletişim problemleri olan içine kapanık bir tip olduğunu düşünürdüm ama görünen o ki hiç de öyle değilmiş.

Bir süre sonra Sylphie, hazırlıklarını tamamlandığı haber vermek üzere yanıma geldi. Bir tek Badigadi kalmıştı, onu bekleyecektik. Eğer çok geç kalırsa yemekler soğuyabilir, tam endişelenmeye başlamıştım ki Elinalise söze girdi.

”Badigadi’nin yakın zamanda burada olma ihtimali yok. Binlerce yıldır yaşayan varlıkların zaman kavramı bizlerinkiyle aynı değildir. Bence sen onu bir iki ay sonrası için bekle ancak gelir. ”

Ve böylece işe koyulup partiyi başlatmaya karar verdik. Bağışla Badi.

 

***

 

Partimiz kokteyl tarzı açık büfe şeklindeydi. Ayrılmış koltukları kaldırmaya karar vermiştik ama neyse ki oda, masa ortadayken bile insanların hareket edebileceği kadar genişti. Ayakta durmaktan sıkılan olursa diye odanın kenarına birkaç sandalye bıraktık. Menü, ayakta kolayca yenebilecek yiyeceklerden oluşuyordu ve herkese bir kadeh alkol teklif ederek başladık. Nanahoshi likörü geri çevirdi, onun yerine meyve suyu ikram ettik.

Kadeh kaldırma konuşmasında mikrofon bendeydi. Odağın merkezinde yan yana oturan Sylphie ve ben vardık. On bir çift göz beklentiyle üzerimize dönmüştü. Bakışlarında can sıkıcı bir şey yoktu ama konuşma hazırlamış olmama rağmen yine de gergindim.

Sylphie elimi sıkıca tuttu. Ağız dolusu bir sırıtmayla ”Aslansın, yaparsın” diye fısıldadı.

Ah, hemen kucaklayıp yatak odasına götüresim geliyor, diye düşündüm.

”Aman da aman, Rudeus’un suratı da kızarırmış. Heh heh.”

Elinalise kahkahaya boğuldu ve Cliff bir kez olsun atmosferi okuyabildi. ”Lise, sessiz ol.”

Pekala, ya Allah.

”Öhü öhü. Yoğun programınızda bugün bizle geçirmek üzere zaman ayırdığınız için teşekkürler. Bir kez daha ilan etmeme izin verin. Sylphie ve ben – ”

”Huahahaha! Ve ben araya ba-bamm diye dalarım!”

Bir an şaşkınlıktan kalbim yerinden çıkacak sandım. Arkama baktım ve evet, orada duruyordu. Kara teni ve uzunca siluetiyle. Altı kol, hepsi bir üniformaya sığdırılmaya çalışılmış ama yanlarından patlamak üzere. Ölümsüz Şeytan Kral Badigadi sahneye bam diye mutfakta arka kapıdan içeri dalıyor.

Girişi Cliff dahil herkesi sessizliğe boğmuştu. Benim de ne diyeceğim hakkında bir fikrim yoktu.

”Badigadi, geç kaldın” Elinalise zekice konuya girdi.

Ama Badigadi’nin hiç umurunda olmadı. ”Hmph. Geç kaldığım doğru ama benim kabilemde, bir Şeytan Kral partiye katıldığında, girişiyle hengameyi dağıtıp herkesi şaşırtmak için mükemmel anı beklemesi gerekir. Bizde racon böyledir.”

”Dalga geçiyorsun değil mi?”

”Ne dalgası. Gerçi bu tuhaf geleneği Kishirika bir anda kıçından uydurdu, yani saçma olduğuna katılıyorum.”

Ve buna rağmen yaptın öyle mi? Amma mantıksız herif. İşte bu yüzden defalarca kez insanlar tarafından kökünüz kazındı…

”O kadar yolumu uzatıp arka kapıdan girme zahmetinde bulundum. Minnet duymanız lazım! Huahhahaha!”

Piç kurusu, diye yardıracaktım ki kendimi tuttum. Dur, sakin olmam lazım. O hep böyle biriydi. Bunu zaten biliyordum, değil mi?”

”Ha ha ha, peki madem. Teşekkür ederim.”

”Teşekküre gerek yok. Eh hadi, başlayın da bir an önce huzurumda evlenin. Şeytan Kralın huzurunda evlenme şerefi çok az kişiye nasip olmuştur. Ne de olsa böyle hizmetler vermiyorum!” Kendini bam diye yere bırakmadan önce Badigadi böyle söyledi.

İçten içe o sandalyeleri süs olsun diye koymadık dedim. Fakat şeytan ırkından pek çokları yerde oturmayı tercih eder, o yüzden dert değil diye düşündüm.

”Pekala, halihazırda olan planımıza geri dönersek…” boğazımı temizledim. ”Yoğun programınızda bugün bizlerle olmak için zaman ayırmanıza minnettarım. Bir kez daha ilan etmeme izin verin. Sylphie ve ben evleniyoruz. İkimizin de daha çok genç ve pek çok yönden eksik olduğumuzun farkındayım, fakat umuyorum ki birlikte meyvesi bol bir hayat süreceğiz. Ehm, buraya toplanan siz on iki kişi, geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde bizlere özellikle yakın olan kişilersiniz. Bazılarınızla diğerleriyle olduğundan daha az vakit geçirme fırsatımız oldu ama bir şekilde iyi geçinmeyi başardık ve sizleri bir dost olarak görüyoruz. Eğer olur da kendinizi tehlike altında hissederseniz, dostlarınız olarak size destek olmayı umuyorum. Eğer aranızda bir kargaşa yaşarsanız, bizleri hatırlayıp büyüklük ederek sorunların akıp gitmesine izin vereceğinizi umuyorum. Ehmm…”

Hay sikeyim, bu konuşma olması gerektiğinden fazla mı kasıntı gidiyor? Hepsinin suratında anlamamış gibi bir ifade vardı.

Neden sonra Badigadi omzumu hafifçe sıvazladı. ”Bu kadar resmi takınmana gerek yok. İkiniz birbirinizi seviyorsunuz ve diğer herkesin bunu bilmesini istediniz, öyle mi?”

Ah! Aynen, tam olarak öyle. İşte tüm mesele buydu. Pekala! ”Şey, nasıl desem? Sylphie ve ben ilişkimizde daha ileri safhaya geçmek istiyoruz. Umarım ihtiyacımız olduğunda siz de bizler için yanımızda olursunuz. Hepinize teşekkürler.”

”Peki, haydi bu genç çiftin geleceği için kadehlerimizi havaya kaldıralım!”

”Şerefe!”

Badigadi ben fark etmeden aldığı bir şarap kadehini havaya kaldırdı. Kalan herkes kendi kadehlerini kaldırarak eşlik etti. Parti başlar başlamaz alkolün bir kısmı dökülmüştü bile.

 

***

 

Pursena, birkaç dakika önce hâlâ dumanı tüten domuz etinin yanına gitti. Acaba hayvan ırkı geleneğinde önce kendi yakaladıklarını yemek gibi bir şey mi var diye içimden geçirdim…yok, bu kesin Pursena’ya has bir şey. Rinia şöminenin dibinde, bir çeşit çakma kızarmış tavuk olan nanahoshiyakilerden yiyordu.

Nanahoshi ise odanın bir kenarına geçip kaptığı bir tabak patates cipsini kütür kütür götürüyordu. Julie birden yanına oturdu. Nanahoshi afallamış görünüyordu ama Julie bunu umursamayıp avuçlayarak cipsleri ağzına götürdü. Daha geçen gün bizim için tadım yapmıştı. Herhalde o günden beri bunu gözlüyor olmalıydı.

Nanahoshi ve Julie. Yan yana durmaları tuhaf bir manzara doğrusu. Herhalde aynısını düşünüyor olacak ki Badigadi onlara yanaştı. Nanahoshi panikleyerek yüzüklerinden birini çıkardı. Ah bu salak. Sorun istemiyorum diyen kendisiydi ama söz konusu cipsler olunca dişi aslan gibi savunmaya geçti.

Zanoba’nın bana baktığını fark ettim. Ne istediğinden emin değilim ama görünüşe göre Ariel’in bir adım atmasını bekliyordu – demeye kalmadan öyle de oldu, yanındakilerle beraber Sylphie ve benim oturduğumuz yere geldiler.

”Tebrikler Sylphie.”

”Teşekkür ederim Prenses Ariel.” Sylphie her zamanki ağız dolusu gülüşünü çaktı ve başını eğdi.

”Ee söyle bakalım, Rudeus ve yeni evin beklentilerini karşılıyor mu?”

”Beklediğimden çok daha harikalar. Evin içinde banyo bile var!”

”Ha? Asura’da sadece parmakla sayılacak kadar evde banyo vardır. Kıskandım. Sylphie, biliyorsun, istersen korumam olmaya bir yıl ara verebilirsin.”

”Ş-şey onu çocuğumuz olduğu zamana saklasam.”

Ariel kıkırdadı. Sylphie, Luke ve isimlerin henüz bugün öğrendiğim prensesin hizmetlileriyle konuşmaya devam etti. Anlaşılan Sylphie ile güçlü bir bağları var. Çok yakın görünüyordular, o derece ki mavi kurt kızın gözlerine yaşlar dolmuştu. Sanki izci kulübündeki kızların birbirine veda edişini izliyorum.

”Ehm, sanırım hala benden haz etmiyorsun ama iyi geçinmeye çalışalım,” birden elini kaldırarak konuştu Luke.

Tüm bu söylediklerine rağmen, aslında ona karşı bir garezim yok. Yani o istediği takdirde arkadaşça geçinmeye hazırdım. ”Bana göre hava hoş, Luke…efendi.”

”Sylphie’ye gözün gibi bak.” Kısaca böyle dedikten sonra elimi bıraktı.Bana kalırsa, birini sevmeyen kişi tam olarak kendisi. Bu ne demek oluyor şimdi? Tam olarak kıskançlık diyemiyorum ama aklıma başka şey de gelmiyor.

Ariel gittikten sonra Zanoba geldi yanımıza. Görünüşe göre sosyal hiyerarşiye dikkat ediyordu, elbette anlaşılır bir şey kendisi de kraliyet ailesinden olduğu için. ”Bir kez daha Usta, sizlere tebriklerimi sunuyorum.”

”Teşekkürler Zanoba.”

Sylphie’e dönerek eğildi. ”Hanımım. Açıkçası sizi erkek sanıyordum. Lütfen böylesine yüz kızartıcı bir hata yaptığım için beni bağışlayın.”

Sylphie aceleyle ellerini salladı. ”Ah, hayır lütfen, kaldırın başınızı. Siz kraliyet ailesindensiniz. Benim gibi birine başınızı eğemezsiniz.”

”Sizin gibi birine mi? Ustama derinden saygı duyarım efendim ve siz onun eşi olacaksınız. Sizin kutsallığınız Tanrıdan hemen sonra gelir efendim.”

”İlk gördüğünde Rudy de beni erkek sanmıştı, o yüzden sorun yok, oldu mu?”

Destek kuvvetleri için gözlerini bana çevirdi. Her ne kadar utanç verici olsa da bir o kadar doğruydu bu, onaylayarak başımı salladım. Zanoba gidince ardından Rinia ve Pursena geldiler.

”Yemeğin ortasında birbirini selamlamak insanlar için görgü kurallarından mı sayılıyor nyaa?”

”Kötü bir gelenek.”

Tüm söyledikleri bu kadardı. Doğru dürüst bizi tebrik bile etmediler. Bu ikisi evlenmeden önce adamakıllı hayvan ırkının evlilik geleneklerini araştırmam gerekecek. Gerçi bunlar evlenecek birini bulabilir mi o da büyük bir soru işareti.

”Ama ikinizin evlenmesi mantıklı geliyor. Güçlü insanların bir araya gelmesi iyidir nyaa.”

”Doğru. Güçlü çocuklar kabileye huzur getirir.”

Bana kalırsa yemeğin ortasında böyle iştahlı konuşmak kötü ahlak göstergesidir.

Sonraki yanaşan Nanahoshi oldu, bir şekilde Badigadi’den kaçmayı başarmıştı…kim bilir kıza neler neler yaptı, şu saçının başının dağınıklığına bak. Nerede ne yapıyor diye bakınca Julie’yi omzuna almış çılgınlar gibi eğlendiklerini gördüm.

”Tebrikler.”

”Teşekkürler.”

Kısa konuşmanın ardından geri dönüyordu ki Sylphie buna mani oldu. ”Şey, Nanahoshi-san, sana bir şey sorabilir miyim?”

”Ne soracaksınız?”

”Daha evvel ikinizin aynı yerden geldiğini söylemiştin. Ama bunun ne anlama geldiğini çözemedim. Şey, yanlışsam düzelt ama siz farklı dünyadan geldiniz, öyle mi?” Sorusunun ikinci yarısında Sylphie’nin sesi düşüp fısıltıya döndü.

Nanahoshi ne cevap vermeliyim gibisinden bana baktı. Açıkçası nasıl cevapladığı umurumda değildi. Sylphie’den bir şey saklamaya çalıştığım yoktu…gerçi gerçekleri anladığında bana bakışı değişebilir. Anlatması güç olabilir.

”Benimle aynı dili konuşabildiği için yanlış anlamış olmalıyım” dedi Nanahoshi. Eh, böylece konu noktalandı.

Yanımıza son gelen Cliff ve Elinalise oldu. Cliff bizi yan yana dizdi ve bir eliyle havada haç işareti çizdi, yanında basit bir dua etti. ”Sizler Millis’in müritlerinden değilsiniz ama yine de bildiğim tek dua buydu.”

En azından hislerine minnettarım. Ne de olsa, insanların Noel’i kutlaması, ancak ayinlere katılmaması son derece yaygın bir şey. Benim de inandığım bir tanrı var ama kendileri başka bir dinin duasını kabul etmeme gücenmez.(Roxy-sama <3)

”Rudeus, iyileşmene sevindim” hafif somurtkan bir halde konuştu Elinalise. Gerçekten öyle. Şimdiye dek ona iktidarsızlığımın iyileştiğinden bahsetmemiştim. ”Yani, bana en azından daha erken söyleyebilirdin. ”

”Eğer söylesem, ‘Öyle mi, dur bir bakayım geçmiş mi’ gibi şeyler söyleyerek bana hamle yapmayacağından emin olamadım.”

”Asla yapmazdım. Sana demiş olmam lazım, demedim mi? Asla Paul’un kızı olmak gibi bir niyetim yok, katiyen.”

Demek öyleymiş. Belki de daha erken söylemeliydim. Bu kalabalık içinde, en uzun süredir tanıdığım O’ydu. Tabi sadece 6 ay falan fazlası var.

”Ama tekrar düşününce, eğer Cliff benimle olmasa, seninle bir kez yapma fikri bana cazip gelebilirdi.”

”Ben de Sylphie olmasa aynı şeyi düşünebilirdim.”

”Ah, ne yazık, değil mi? Artık bu söz konusu olmadığına göre, arkadaş olmaya devam edelim o halde.”

”Aynen, öyle yapalım.”

Elinalise yüzünde şefkatli bir tavırla dikkatini Sylphie’ye verdi. ”Sylphiette-san, tebrik ederim. Senin mu…mutluluğun için… gönülden dua…” Elinalise’in yanaklarından gözyaşları süzülmeye başladı. Boğazında düğümlenen hıçkırık serbest kalırken Sylphie’ye bakmaya devam etti.

Afallamıştım. Bir anda ne oldu da ağlamaya başladı anlam veremedim.

 

 

Elinalise titrek eliyle Sylphie’nin yanağına uzanıp dokundu. Sonra bacakları titremeye başlayıp birden kuvvetten kesildiler. Yüzü gözü perişan olmuştu ama bir yandan Sylphie’ye bakmaya devam ediyordu. ”Özür dilerim. Böyle yaptığıma ben de inanamıyorum…”

Sylphie’nin de nutku tutulmuş olmalı. Ya da en azından ben öyle olur diye düşündüm – ama aksine, sadece biraz garipsemişti, şaşırmamıştı.

”Ehm” dedi Sylphie. ”Sana bir süredir bunu sormak istiyordum, acaba Elinalise-san… sen benim büyükannem olabilir misin?”

Tek dumura uğrayan ben değildim. Cliff – ve Elinalise- de diyecek bir şey bulamamışlardı.

”Babam bana büyükannemin, Rudy’nin babasının ekibinden biri olduğunu söylemişti” diye açıkladı Sylphie.

 

Gerçekten öyle bir şey demiş mi? Bir dakika…aslına bakarsan mantıklı he. Raws Paul ile köyü korumaya yardım ederken dost olduğunu söylemişti. Belki Paul’un Elinalise ile olan bağını aralarında geçen konuşmalardan fark etmiştir, gerçi Paul’un bundan haberi olduğunu sanmıyorum.

Desene dünya küçük. Aklıma gelmişken, Sylphie’nin bana yaptığı ağaçtan kazınmış kolye, Elinalise’in kılıcındaki kolye ile aynı biçimdeydi. Sahiden yüz hatları bile birbirine çok benziyor.

”Elinalise-san, bu doğru mu?” diye sordum.

”Y-yanılıyorsunuz. Senin büyükannen asla benim gibi bir kaltak olamaz.”

”Babam senin yüzünden Yüce Orman’dan kovulduğunu ve insanların annemle evlenmesine karşı çıktığını söyledi” dedi Sylphie.

”Ney…?!”

”Ayrıca suçlu hissetmekten kahrolduğunu ve tanışsak bile kim olduğunu belli etmeyebileceğini de söyledi.”

Elinalise ve Raws’ın böyle bir geçmişi olabileceği aklımın ucundan geçmezdi…gerçi halkının neden Sylphie’nin annesiyle evlenmesine karşı çıktığını anlayabiliyorum. Cliff onu Elinalise ile tanıştırmamı istediğinde ben de duraksadım.  Elinalise’in oğlu olması Raws’ın namını nasıl lekelemiştir hayal edebiliyorum.

”Ben…Benn…!” Elinalise hıçkırıklara boğuldu. Bir şeyler söylemeye çalışıyordu ama kelimeler vücut bulmuyordu. Sylphie bir tık endişeli duruyordu, sanki yanlış bir şey söylemiş gibi hissediyor olmalı.

”Cliff-san?” Dedim.

O da oldukça endişeli duruyor. ”N-ne oldu?”

”Elinalise-san’ı ikinci kattaki yatak odalarından birine çıkarır mısın biraz dinlensin.”

”E-elbette. Tabi, b-bana bırak.”

”Sylphie, konuşmanıza o biraz sakinleşince devam etmeye ne dersin?”

”O-olur” dedi.

Elinalise dehşete kapılmış halde bana baktığında Cliff bir elinden tutmuş onu çekiştiriyordu. ”R-Rudeus, b-biliyorum ben iğrenç biriyim, ama, şey, Raws tamamen düzgün bir çocuk. Ve elbette onun çocuğu Sylphie de öyle. O yüzden lütfen…”

Lütfen ne? Onlara önyargıyla yaklaşma? Bana hiç güveni yokmuş yav. Doğrusu son zamanlarda ondan kaçıyordum. Belki o yüzden bir yanlış anlaşılma olmuştur.

Ağzımı kulağına götürdüm. ”Endişelenme sen. Sylphie ile senden dolayı ayrılacak değilim.”

”Ama-”

”Daha önemlisi, kafaya takman gereken başka şeyler yok mu, mesela şu çok nefret ettiğin Paul ile akraba olmak gibi?”

Elinalise hafifçe gülümsedi. ”Hehe Rudeus. Bazen gerçekten komik oluyorsun.”

Biraz olsun rahatladım. Sadece biraz sakinleşmeye ihtiyacı var. ”Biraz dinlendikten sonra Sylphie ile konuşabilirsiniz, sadece ikiniz.”

”Evet. Bu kadar saygılı davrandığın için teşekkür ederim.”

Sonrasında Cliff Elinalise’e eşlik etti ve merdivenlerden yukarı çıktılar. İşe koyulma zamanı Cliff. Onu güzelce teselli et bakalım, diye içinden geçirdim.

Badigadi hiç bizi tebrik etmeye gelmedi. Odanın bir köşesine çekildi ve her zamanki ”Huahhaha!” kahkahasıyla yaygaracı haline devam etti. Onun varlığına da minnettardım.

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.