İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 07 Bölüm 08

[ A+ ] /[ A- ]

KAPANIŞ

 

Soldat’ın yanında bir yılı şehirden şehre geçerek geçirdim. Neris Dukalığının başkenti–ayrıca Thunderbolt Klanının karargahına ev sahipliği yapan—Gyuranza’dan başlayıp Ranoa Krallığının sınırında yer alan Karleon’a kadar şehir şehir dolaştık.

Üç Büyü Ülkesinde yolculuk ederken Soldat’dan bağımsız şekilde kendi çapımda iş yapmaya başladım. Kısaca, Rosenburg’da yaptığımın aynısını yaptım: kısa süreliğine rastgele maceracılara katılıp namımı etrafa yaydım. Rosenburg’da yaptığım gibi kuralları bükebilme şansım olmadığını düşündüğüm için sadece B ile S-Seviyesi arasındaki görevlere katıldım. Soldat ve partisinin aldığı görevlerde de yardımcı oldum tabi. Şehirden şehre hızlı hızlı geçip her üç ayda bir bölge değiştirdik.

Stepped Leader’ın üyeleri bana hiçbir zaman baş ağrısıymışım gibi davranmadı. Hatta tam tersi: Beni hoş karşıladılar, yüzlerindeki ifadelerden “Ah, bu sefer Soldat kimi getirdi peşinden acaba” dermiş gibiydiler. Zaten çoğu üye, partiye benim gibi katılmış kişilerden oluşuyordu. Amacımın ne olduğunu anlayıp araya saygılı bir mesafe koydular.

Counter Arrow’un üyelerine ne olduğunu hiç mi hiç bilmiyorum. O günden beri onlar hakkında hiçbir şey duymadım. Belki yeni bir üye bulmuşlardır ya da görevler zorlaştığı için Asura’ya geri dönmüşlerdir. Doğrusu, ortalık sakinleştiği için keşke Sara’yla konuşmayı deneseydim diyorum kendime şu sıralar.

Yine de, böyle sonuçlanması herkes için daha hayırlı oldu. Sara ve Counter Arrow ile olan ilişkim planlarım dahilinde değildi, Rosenburg da didinip durmam ilerleme kaydetmeme engel olmaya başlamıştı. Gerçi şehirden ayrılmadan önce onlara bir şey demediğim için ne kadar pişmanlık duysam da gereksiz yere kafamı yormaya gerek yok.

Zenith’i arıyorum. Odaklanmam gereken tek şey bu. Eris ya da Sara gibi kadınlar için üzülecek zamanım yok. Bu tür şeylerle Zenith’i bulduktan sonra ilgilenirim.

Kendime bunu deyince gönlümden büyük bir yük kopuverdi sanki. Kadınlarla ilişki şu anda çok gereksiz, gereksiz olduğu için de kafamı pişmanlıklarla yormama gerek yok.

Bu günlerde görev sırasında bana iş atan kadın maceracı olursa hiç yüz vermeyip pas geçiyorum direkten. Ne kadar acı verici olsa da Sara kazası bana önemli bir şey öğretti. Eski ben olsaydım muhtemelen kadınların yaptığı her hamleye karşılık verir, yatağa atar, kendime bu sefer farklı olacak diye sözler verdikten sonra aşağıdaki küçük dostumun hayatsız kadavra gibi sarktığını görünce tekrardan umutsuzluğa kapılırdım. Hadi diyelim küçük dostum mucizevi bir şekilde yaşayanlar dünyasına geri dönmeyi başardı, böyle bir şey olsa heyecanlanırdım evet, ama ne yazık ki yapılacaklar listemin çok aşağılarında yer aldığı için bunun gibi şeylerle hiç uğraşmak istemiyorum.

Yine de arada sırada Eris ile ilk seferimi ya da Sara’nın yumuşak, dolgun vücudunu ya da Elise’nın beni tatmin etmeye çalışmasını anımsıyorum. Zenith’i bular bulmaz iktidarsızlığıma çare bulacağıma dair kendime söz verdim.

Her neyse. Tam da umduğum gibi namım Üç Büyü Ülkesine yayılmaya devam ediyor. Rosenburg da olduğu gibi olmasa da–fahişeler bile tanıyordu beni!–insanlar en azından birisini aradığımı bilecek kadar tanıyor beni.

 

 

*****

 

 

Üç Büyü Ülkesinin doğusunda Kuzey Topraklarındaki birçok küçük ülkelerden birinde iki adam Maceracılar Loncasında konuşuyordu.

“-Bu ülke de gidici he.”

“-Nerden çıkardın gidici olduğunu?”

“-İnsanların yüzlerine bak. Hiçbirinde yaşama hevesi kalmamış. Ayrıca vezir-i azamın savaş açmaya istekli olduğuna dair dedikodular dönüyor. Bir ülke köşeye sıkıştığı zaman savaş tek seçenek olur, nasıl sonuçlanacağını az çok anlayabilirsin.”

“-Aah… İyi o zaman, öyle bir karmaşanın içine sürüklenmek istemiyorum. Taşınsam iyi olur.”

“-Batıya gidecen o zaman.”

“-Evet, Üç Büyü Ülkesinden sırf buraların nasıl olduğunu merak ettiğim için ayrıldım, burdaki herkes deliye dönmüş resmen.”

İki maceracı dışında neredeyse terk edilmiş haldeki Loncanın içinde bir grup asık suratlı maceracı ile resepsiyoniste soru soran bir kadın vardı. Askılı panoda görev bile yoktu. Yerliler fakirlikle boğuşuyordu ve kendi sorunlarıyla o kadar meşguldüler ki yardım isteyemiyorlardı bile. Ziyaret eden maceracılar çok azdı ve panoya asılan görevler görmezlikten geliniyordu. Bu Maceracılar Loncası adeta düşkün bir yer halini almıştı.

Fakat bu ülke uzun zaman önce şu an olduğundan bambaşka bir yerdi. İlk kurulduğunda Kuzey Topraklarında güçlü ve öne çıkan bir ülkeydi. İnsanlar bütün Kuzey Topraklarını fethedeceğine inanıyordu.

Ancak kaderin farklı tasarıları vardı.

Kuzeyde geçinmek çok zordur. Tarım ürünleri çok az, canavarlar çoktu ve nadiren seyyah uğruyordu. Eğer bu ülke Üç Büyü Ülkesinin yaptığı gibi büyü araştırmasına önem verseydi durumu daha iyi olabilirdi; ama malesef hiçbir şey üretmedi. Tek yaptığı artık tüketemeyene kadar halihazırda kıt olan kaynaklarını sömürmek oldu.

Şimdi ise ülke yıkımın eşiğinde. Komşularının ülkeye savaş açmasına ya da ülkenin komşularına savaş açmasına ramak kalmıştı. Her türlü yönetenler değişecekti. Yönetenlerin değişmesi her ne kadar Maceracılar Loncasının rahat bir nefes almasına vesile olabilecek olsa da daha ona zaman gelmeden ülkede kalan maceracıların hepsi savaşa sürüklenecekti. Aklı başında olan her insan evladı sınırlar kapanmadan ülkeden kaçmayı denerdi, ki bu da o iki adamın tam olarak konuştuğu şeydi.

“-Üç Büyü Ülkesinden bahsetmişken, tuhaf bir dedikodu duydum.”

“-Tuhaf bir dedikodu mu?”

“-İnsanlar aşırı güçlü bir büyücünün geçici olarak parti parti herkese katıldığını söylüyor.”

“-İyi de onda tuhaf bir şey yok ki. Para kazanmak için bunu yapan bir sürü insan var.”

“-Evet doğru ama orada bitmiyor. Bu herif para kazanmaya falan bakmıyor. Amacının ne olduğunu bilmiyorum ama adamın hiç para almadığı söyleniyor.”

“-Öyle mi? O zaman pay alamayacak kadar değersiz birisidir, değil mi?”

“-Hayır öyle değil. Feci güçlü olduğunu duydum.”

“-Feci mi?”

“-Evet. O adamı aralarına katan yirmi kişilik bir grubun başıboş Kızıl Ejderi avladığı söyleniyor.”

“-…Ciddi misin?”

“-Evet. Tuhaf değil mi? Öyle birisinin maceracı olarak etrafta gezinmesi… Ülkelerden biri şimdiye değin çoktan kendi himayesine almıştır bile.”

“-İnanılır gibi değil. Adamın adı ney?”

“-Uhh, yanlış hatırlamıyorsam…. Quagmire Rudeus olması gerekiyor.”

“-Quagmire demek? Ne saçma bir isim.”

Tam o sırada masanın üzerine bir gölge düştü. Adam gölgenin kaynağına bakınca çekici bir kadınla karşılaştı—az önce resepsiyonistle konuşan kadın—yanlarına gelmişti. Elfti. Adamlar, kadının birinci sınıf savaşçı olduğunu bir bakışta anladılar. İnce yapılı fakat kaslıydı ve birçok savaş görüp geçirmiş bir havası vardı. Yutkundular.

Fakat, tuhaf bir şey vardı. Kadının savaşçılara yakışmayan bir parıltısı vardı.

“-Az önceki hikayeyi detaylarıyla birlikte paylaşmaya ne dersiniz?” Kadın parmağını dudağına götürdü, soruyu cilveli bir şekilde sordu.

“-A-Az önce konuştuğumuz şey mi?”

“-Evet, şu maceracı hakkında olan, Quagmire Rudeus.”

“-B-Ben pek bir şey bilmem,” dedi adam yarım yamalak. Şu anda kadının kendisine soru mu soruyor yoksa dileniyor mu anlayamıyordu.

“-Hatırladığın bir şeycik bile yok mu? Mesela en son nerede görüldüğü gibi?”

“-Ah, şey, sanırım…”

“-Evet, hadi, elinden gelenin en iyisini yap. Eğer hatırlasan benimle yatmana izin veririm.”

Adamın kafasının üstünde bir ampul beliriverdi. Erkekler basit canlılardır: Soru sormaktan çok teklif ettiğini anlar anlamaz kadının istediği şeyi verebilmek için beyni ekstra çabayla çalışmaya başladı. Zihninin bir köşesinde bu durumun gerçek olabilmesi için fazla iyi olduğunu düşünüyordu lakin önünde yatan leziz fırsata da arkasını dönemiyordu.

“-Ah evet hatırlıyorum! Basherant. Basherant’daki en büyük şehirde, Pipin’de.”

“-Amanın amanın öyle mi gerçekten? Teşekkür ederim.” Kadın, adama gülümsedi. Soluğunun arasında “-Sonunda buldum seni.” diye mırıldandı.

Adam en son dediği kısmı anlayamadı. Kadın, adama üstün çabasının ödülünü vermek istercesine elini kavradı.

“-İyi o halde, hadi gidelim,” dedi.

“-P-Pipin’e mi?” diye sordu adam kuşkuyla.

“-Tabi ki hayır. Verdiğin bilgi için ödeme yapmam gerekiyor önce. Hadi odana çıkalım. Dışarıda mı yapmak istiyorsun yoksa?”

“-Heh, heh… Ne tür bir sapıksın sen be?”

“-Sizin gibi, efendi. Hadi gidelim.”

İki adam kadını hanlarındaki odaya götürdüler. Hayır—daha çok kadın, adamları götürdü desek daha doğru olur. Sonuçta sex yapmaya en çok hevesli olan kendisiydi.

Adamlar ise o günü bir tür rüyanın içinde olup olmadıklarını merak ederek geçirdiler. Birlikte geçirdikleri geceyi unutamayarak o ülkede kalmaya devam ettiler ve savaş kapıya dayanıncaya kadar o kadını aradılar.

Fakat bu başka zaman anlatılması gereken bir hikaye.

 

“-Biraz daha ileri.”

Kadının cildi, Basherant Düklüğünün en büyük şehri Pipin’e doğru yola çıktığında daha da görkemli olmuştu. Kadının ismi Elinalise Dragonroad idi ve tek bir hedefi vardı:

Rudeus Greyrat’a annesinin bulunduğu haberini iletmek.

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.