İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 07 Bölüm 07

Kısır Büyücü

 

Bir saat sonra.

O şişeyi hatırlıyor musunuz? Heh, işte o bomboş.

Sendeleye sendeleye handan çıkıp rastgele bir bara girdim. Tezgahın oradaki sandalyelerden birine oturup “-Ustaa, bana şöyle güçlü bir şeyler ayarla.” diye sipariş verdim.

“-Bir çocuğa mı? Çocuklara alkol—” İtirazı ben masaya bir kese dolusu Asura altını koyunca yarıda kesildi. Yüzündeki şaşkınlık ifadesi raftan aldığı alkol şişesini önüme koyduğunda iğrentiye dönüştü. Madem istediğim şeyden var o zaman neden bekletiyon be herif? Diye düşündüm yüzümü ekşiterek.

“-Ahh…” Şişeyi dikledim, lıkır lıkır hepsini içtim. Hayatımda hiç böyle alkol içmemiştim, baya iyi hissettiriyormuş. Kafam bir o yana bir bu yana dönüyor. Akut Alkol zehirlenmesi mi yaşadım az önce? Meh, kimin sikinde. Haz içindeyken ölsem ne güzel olur şu an.

“-Heyt bre bunak adam, bir şişe daha yolla! Midemiz kazındı burda, atıştırmalıkta gönder!”

“-Bu kadar içmemelisin.”

“-İkile! Hadi acele ette şişeyi ver!” diye patladım adama, barmen irkilip hemen şişeyi uzattı.

Bak, eskileri hatırladım şimdi. Önceki hayatımda da böyleydim. Öfkemi kusardım hep, annem ve babamın ödünü koparırdım, onlarda istediğim şeyi yapardı. Of, bu dünyada o kadar yıl yaşadıktan sonra eskinin hatalarını yapmaya başladım tekrar. Tarih tekerrür ediyor.

Sokayım böyle işin içine…!

Bir yudum daha aldım. Buranın alkolü içerken insanın genzini yakıyor ve dilini acıtıyor. Tadını önemli değil gerçi.

İçtikçe içimdeki o soğuk nefret hissini daha az hisseder oldum.

Barmenin verdiği atıştırmalıklar fasulyeden ibaretti. Kavrulmuş fasulye daha doğrusu. Adı neydi ya? Birkaç kez yediydim ama hatırlayamıyorum. Boş ver, fasulye diyecem. Bu şehirde de fasulye dışında bir şey yok anasını satayım.

“-Vay, vay, kimleri görüyorum burada?”

Açgözlü tavırla fasulyeleri ağzıma tıkıp alkolle yıkıyorken arkamdan birisi bana seslendi.

“-Vaay, Quagmire değil mi bu ya? Bak bu alışagelmedik işte, barımıza içmeye gelmen. İçkilerin tadını kaçıracaksın, o yüzden, hadi ikile. Duyuyon mu beni? Lan, konuşurken yüzüme bak!”

Soldat bara girip yanımdaki sandalyelerden birine oturdu. Yüzüne döndüm. Her zaman takındığı kötü niyetli aşağılayıcı bakış vardı yüzünde.

“-Senin sorunun ney ve yüzündeki o depresif bakış da ney öyle? Dur tahmin edim, talihsiz bir şey yaşandı? Şaşırmadım doğrusu… Önemli değil zaten. Hep böyle yapıyorsun değil mi? Ne zaman işler sarpa sarsa kaçıyorsun sonra mal mal sırıtıp etrafındakilerin seni teselli etmesini bekliyorsun? Böyle yapıyorsun değil m—ağh?!”

Suratını gereğinden fazla yaklaştırdı o yüzden yüzüne bir sifke yumruk salladım. Soldat sandalyeden fırlayıp götünü yere çarptı, düşer düşmez ayağa kalkıp. “-Kodumun veledi!” dedi.

Sandalyeden fırlayıp yakasına yapıştım. “-Ne diye sinirleniyon lan! Benle hep kavga etmek isteyen sen değil miydin? Al işte istediğin oluyor!”

“-Kodumu—”

Bi tane daha yumruk salladım. Soldat kendini savunmaya çalışmadı ya da yumruklarımdan kaçınmaya çalışmadı. Yumruğu suratına yiyip bir iki adım sendeledi sadece.

“-Salak gibi sırıtmamın neresi kötü?” bir yumruk daha. “-Eğer senin gibi olabilseydim—eğer kendi başarılarımı etrafa şahane bir şeymiş gibi anlatıp sonra diğer insanları küçük düşürebilseydim, insanlar benden iğrense de hepsi benden bıkıp usanıp sırtını döndüğünde kalbim kıskançlıkla dolsa bile—hala davrandığın gibi davranabilseydim tabi yapardım!”

Devam ettim. “-İnsanların benden nefret etmesini istemiyorum. Bu yüzden sürekli gülümsüyorum! Bu nerene batıyor be?!” Ağzımdan kelimeler dökülmeye devam etti. “-Neden herkes beni terk ediyor?! Bir kez olsun yanımda kalın be! Yalancıktan olsa bile umurumda değil, benim için gülün yeter! Kötü davranmanız kalbimi yaralıyor!”

Kendimi tutamadım.

“-Boş versene, batırdım. Bittim ben bittim. Bu arada senin sorunun ne be? Hakkımda hiçbir şey bilmemene rağmen ikide bir sataşıp duruyorsun. Kim oluyorsun da ‘Havalı Yalnız Kurt’ ya da ‘işini yarım yamalak yapıyorsun’ gibisinden şeyler söylüyorsun bana? İşler sarpa sarınca kaçmanın neresi kötü?!” bağırmaya devam ettim. “-Sikeyim! Gel lan üzerime. Yumruk at bana, istediğini yap. Beni yere serdiğinde de gül bana! Hepiniz muhtemelen benden daha güçlüsünüzdür zaten.”

 

Atıp tutarken yumruklarımı yağdırmaya devam ettim. Bardaki diğer müşteriler yuhalamaya, “-Kavga çıktı! Hakla onu!” gibisinden tezahüratlar yapmaya başladılar. Ancak Soldat kılını bile kıpırdatmadı. İstese yumruklarıma cevap verebilirdi, evet ama bunu yapmak yerine alkol etkisindeki bedenimin üzerine yumruk yağdırmasına izin verdi sadece.

Kalabalığın sesi kesilmeye başlayınca ve kendimi yeterince yorup yere yığıldığımda, barda duyulan tek ses benim ağlamamdı.

“-Hey, Soldat… Çocuğa fazla yüklenme.”

“-T-Tamam.”

Bardaki herkes, arka masada içkilerini içen Stepped Leader üyeleri dahil Soldat bile yüzlerinde şaşkın bir ifadeyle bana bakıyordular.

“-Özür dilerim. Benim hatam. Batırdım sanırım. Belki gerçekten de herkesten daha acınasısındır. Ağlama lütfen. Eminim gelecekte güzel şeyler bekliyordur seni.

“-Ne bilirsin be sen?” diye patladım.

“-Hmm… Ah, işte, hadi, içmeye devam et. İçerken anlat bana. Belki bir şey gelir elimizden, ya da içinden atarsın derdini. Hadi…sil gözyaşlarını.” dedi sırtıma şaplak atıp.

 

Ve sonra, daha ne olduğunu anlayamadan Soldat ile ben birlikte içmeye başladık.

“-Yani kısaca, kaldıramadığın için kız seni terk etti demek?”

*Burun çekme efekti* “-Dalga mı geçiyon benle?” diye sordum suçlarcasına.

“-Yok yok, dalga geçmiyorum. Üzüldüğünde üzüntünün sebebini saptamak önemlidir o yüzden diyorum.”

“-Sanırım o yüzden.”

Şaşkınım, ben salya sümük olanları anlatırken Soldat beni sessizce dinledi. İkimiz yalnız konuşabilelim diye Stepped Leader’ın diğer üyelerini bile kış kış etti.

“-Diyorum ki, Bay Soldat, beni bu kadar üzen–”

“-Azcık rahat ol ulen,” diye yarıda kesti cümlemi.

“-Ha?”

“-Daha bir dakika önce normal bir insan gibi konuşuyordun. Konuşurken yüzüne maske geçirip bu kadar kasmana ya da resmi olmana gerek yok. Böyle yapınca sadece kendine yalan söylemiş oluyorsun,” diye açıkladı Soldat.

“-Doğru diyorsun…”

“-Kendine sürekli yalan söylüyorsun, içten içe zehirliyor bu seni. Kibar olmak önemlidir evet ama kendin de olmayı unutmamalısın.”

Geçen yılı düşünüyorum da, haklı olabilir.

“-Neyse, beni bu kadar üzen şey aslında bundan önce yaşanan bir olaydan kaynaklanıyor. Sevdiğim bir kız vardı.”

“-Evet?”

“-Çok şeyler oldu ve biz, biz…anlarsın işte, yaptık. İkimizin de ilk seferiydi.”

“-Eh, herkes bir yerden başlayacak.”

Devam ettim, “-Uyandığımda pılını pırtını toplayıp çoktan başka bir yere gittiğini öğrendim.”

“-Demek seni terk etti he?”

Terk mi etti? Bu sözün doğruluğu kalbimi deşen bir bıçak gibi sanki. Gözümde taze yaşlar oluşmaya başladı, bardağı tutan elim titredi ve bir kez daha ağlamaya başladım.

“-Ağlamayı kes demedim mi ben sana? Her neyse, eğer buna ağlıyorsan sorununun kaynağı bu olmalı. Şimdiye değin hep içinde tutmuşsun ve bu da şu an yaşadıklarına sebebiyet vermiş. Tamam, neler hissettiğinin anlayabiliyorum ama yapma bunu kendine, sil şu gözyaşlarını.” dedi ve pahalı likörü kadehime doldurmaya devam etti.

Tek diklemede hepsini mideye indirdim. Midemi hissedemiyorum. Ne kadar içtiğimin farkında bile değilim, gözyaşlarım kesilmeye başladı.

“-Neden… Neden Eris beni terk etti? Neden—”

“-Ah, demek adı Eris he? Acımasız bir kadınmış. Fakat zamanını bir kadının aldığı her kararın nedenini bulmaya çalışarak harcamamalısın. Kadınlar kediler gibidir. Bizler ise daha çok köpeklere benzeriz. Köpekler ve kedilerin birbirini anlamasına imkan yoktur, değil mi?

“-Ama yine de, neden? Neden…?”

“-Hmm. Tecrübelerime göre eğer bir kadın öyle aniden ortadan kaybolduysa öncesinde kesin bir bok yemişsindir. Bir anda sinirlenip pılını pırtını toplayıp kapıyı yüzüne çarpmayı severler ‘Artık umursamıyorum.’ falan derler.”

“-Yediğim bir bok, hmm…” dediğini tekrar ettim. Aklıma tek bir şey geliyor.

“-Yatakta batırmış olabilirim…”

“-Onun neye sinirlendiğiyle alakalı çıkarımlar yapmasan iyi olur. Vardığın sonuç muhtemelen yanlış olur, o yüzden dikkatli ol bu konuda. Eğer sandığın sebep nedeniyle özür dilemeye kalkarsan sinirlenip, ‘Ben ona takılmamıştım ki!’ falan diyebilirler.”

“-Daha nerede olduğunu bile bilmiyorum, istesem de özür dileyemem.” diye itiraf ettim.

“-Evet, ben de yaşamıştım aynısını. Anlıyorum seni.” Soldat kadehinde kalan alkolü dikledi. Bardağı masaya koyunca parmağıyla bardağın ağzındaki sıvı kalıntılarını sildi. Birkaç saniye düşündükten sonra “-Böyle devam edersen daha da beter olacaksın.” diye mırıldandı.

Sözleri duygularımı tercüme eder gibiydi. Soldat’ın yüz ifadesi hala aynı. Hala o dünyaya darıldığını gösteren—-o sarkastik, alaycı yüz ifadesini takınıyordu. Yine de bu onun yüzü. Bana içtenlik ve dürüstlükle bakıyordu.

“-Hadi düzeltelim seni,” dedi sonunda.

“-Nasıl ama?”

“-Gram fikrim yok.” kafasını sallayıp devam etti. “-Ama madem sorun aşağıda o zaman sorununu, sorununun sebebiyle çözmelisin.”

Sex ile çözmeliyim yani. Sex, ama bu kaldıramadığım yegane şeyi kullanmam anlamına geliyor değil mi? Sorunumu çözüp eski işlevine kavuşması için sorunumun kaynağı olan bozuk şeyimi kullanmam gerekiyor. “-İyi de bu imkansız değil mi?”

“-Sadece bir kere yaptın değil mi?”

“-…Evet.”

“-O zaman nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Dinle, zevk almak için illa bir deliğe sokmana gerek yok.”

Nereye vardığını az çok anladım. Haklı bir kere. Eğer dediğinin aksi bir durum söz konusu olsaydı yetişkin içerikler iki saati bulmazdı ve bu kadar çeşidi olmazdı.

“-Ne öneriyorsun o zaman?” diye sordum.

“-Bırakalım da işin ehli çözsün.”

 

*****

 

 

Soldat’ın önerisi üzerine Rosenburg’un İşlek Caddelerine doğru yol aldık.

İlk defa buraya geliyorum, doğrusu hayatımda ilk defa bir genelev semtine ayak basıyorum. Daha açık sözlü olmak gerekirse, buraya gelmemek için çok büyük özen gösteriyordum.

Güneş çoktan gökyüzünden silinip gitti ve genelevler ışıklarını yaktı, hatırı sayılır miktarda insan da genelevlerin olduğu semte doluştu. Bu insanların çoğu erkek olsa da azımsanmayacak kadar kadın da vardı. Çoğu muhtemelen buraya çalışmak için geliyor ancak aldığım bir duyuma göre bazısı erkek hizmeti almaya da geliyormuş. O kadar ağır makyajlıydılar ki kimin kim olduğunu ayırt etmekte zorlanıyorum.

Yoo, saçakların altındaki kadınlar sigaraya benzer bir şeyi tüttürüyorlardı, şüphesiz buranın çalışanları. Göğüslerini açığa çıkaran tahrik edici elbiseler giymişlerdi. Bana attıkları bakışlardan anlayabiliyorum—yo, Soldat’a attıkları bakışlardan— müşteri çekmeye çalıştıklarını anlayabiliyorum.

“-İ-İlk defa böyle bir yere geliyorum.” diye itiraf ettim.

“-Farkındayım.”

“-N-Ne tür bir kız seçmeliyim acaba?”

“-Yok, buradan seçmene gerek yok. Bu kızlar, nasıl desem, para verince sadece yatan cinsten. Benim için sıkıntı yok ama seni bilmem.”

“-Ah, anladım.” Demek fahişelerin bile kendi içlerinde hüner ve hizmet derecelendirmesi var he? En düşük seviyedekiler de, en açık tabirle, sadece bedenlerini satanlar oluyor. Aradığım partnerin onlardan olmadığı kesin.

“-Daha özel bir yere gideceğiz.” diye belirtti Soldat.

“-Daha özel ha?”

“-Eh, ben ‘özel’ diyorum ama birçok çeşidi var. Hatta öyle sıradan genelevlerin bile izin vermediği şeyleri yapmana izin veren, müşterinin ne tür fetişi olursa olsun her türlü tatmin ettiren mekanlar bile var. Hatta daha yoldan çıkmış mekanlar bile var–insanların bahsetmekten hoşlanmadığı mekanlar.”

Diğer dediklerinden daha ahlaksız yerler he? Bahsettiği şeyin ne olduğunu hayal bile edemiyorum.

“-Ancak şimdilik sadece standart bir geneleve gideceğiz. Hayatında hiç görmediğin teknikleri uygulayan profesyonelleri bünyesinde barındıran yerlere. Aklını başından alacaklar, eminim.”

Bunu duymak bile beni heyecanlandırmaya yetti. Daha önce hiç öyle yerlerde bulunmamıştım, önceki hayatımda bile. O zamanlar o tür yerlere ilgim vardı, evet, ama bir yandan da o tür yerlere sadece salakların gittiğini düşünürdüm. O zamanlar toydum—toy ve aptal.

Ama şimdi, tam tersine, beklenti içerisindeyim. Fakat iki bacağımın arasındaki küçük dostum bana katılmıyor gibi.

“-Soldat…bey, daha önce o tür yerlere gittiniz mi?”

“-Şu ‘bey’ den kurtul önce. Ve evet, evet ben bir adamım, o yüzden neden olmasın?”

“-Ama partinde kadın yok mu?”

“-O tür şeyler partimizde yasak, doğrusu klanımızda. Partiler sadece yeteneklerine göre adam toplar. Kural da, eğer bir erkek ile kadının ilişki yaşadığı ortaya çıkarsa ikisi klandan atılır ya da sürgün edilir.”

“-Ah, anladım.”

Önceki hayatımda oynadığım online oyunlarda da romantik ilişki sorunları vardı. Oyuncular çevrimdışı buluşurdu ya da randevuya çıkardı, ilişkileri bozulunca da bütün klan ortamı bozulurdu. Bir de sadece sorun çıkarmayı amaç edinen troller vardı.

Burası, ama, bambaşka bir dünya. Kimsenin arkasına sığındığı bir avatarı yok ve ilişkinin sona ermesi veya bozulması maceracıların hayatının tehlikeye girmesi anlamına gelebilir. Bu yüzden bunu önlemek için katı kurallar koyulmuş, özellikle büyük klanlarda.

“-İyi de,” diye karşı çıktım. “-ölüm ile yaşam arasında geçen günlerin sonunda doğal olarak erkek ile kadın arasında o türden ilişkiler doğabiliyor.”

“-Evet doğuyor,” diye dediğime katıldı Soldat. “-İşte bu nedenden ötürü de üye değiştirme konusuna bu kadar önem veriyoruz. Eğer lider, iki kişi arasında o türden bir ilişki döndüğünü sezerse hemen partiden ayrılmalarını talep eder.”

“-Ama o insanlarla uzun zaman yan yana yürümedin mi? Yeni birisi gelince takım çalışmasına ne olacak?”

“-Eh, klan tarafından belirlenen temel savaş düzenlerini çalışıyoruz, bir iki kere tekrarlayınca da alışıyorsun. Yine de biraz zaman alıyor alışma süreci, bu yüzden de benim gibi liderler yeni üye alımı konusunda biraz çekingen olabiliyor. Her neyse, işte geldik.”

Soldat adım atmayı kesti.

“-İzle beni.”

 

 

Önümüzde bir bina duruyordu, kırmızı boyasıyla ve yanan şenlik ateşiyle insanı büyülüyordu resmen. O kadar göz korkutucu duruyordu ki girmeye çekindim; Normalde böyle bir yere girmek olsun yakınından bile geçmem.

Yine de Soldat’ın takip ettim, girişten hiçbir sorun olmadan geçtim. Önceen hep Soldat gibi pisliğin o kocaman maceracı partisini nasıl yönettiğini merak ederdim ama şimdi anlıyorum. Tuhaf bir şekilde peşinden gitmesi kolay bir kişi, aynı Suzanne gibi. İkisi de seni nereye götürürse götürsün güvenebilirdin sanki.

“-Rahat ol. Paran var, değil mi?”

“-B…Biraz var yanımda.” Girişte mevcut hizmetlerin tutarının asılı olduğu bir tablo vardı ve cebimde en pahalı hizmeti karşılayabilecek kadar para, hatta daha fazlası vardı.

“-Paranı biriktiriyorsun değil mi? O zaman sıkıntı çıkmaz—en azından bir geceliğine. Her gece buraya gelirsen ayvayı yersin ama.”

İçeri girince resmen bir renk yağmuruna tutulduk, göz kamaştırıcı zarif döşemelerle birlikte. Sağımızda bir tezgah vardı, solumuzda da elbiseli altı hanımefendi, hepsi oturuyordu. Dışarıdaki yüzü boyalı meslektaşlarının aksine sadece doğal güzelliklerini vurgulayan elbiseler giymişlerdi ki bu da onları oldukça çekici ve tahrik edici yapıyordu. Bu muhtemelen sahip oldukları birçok yeteneklerden sadece biriydi.

Bir bakışta elbiselerinin ve mobilyalarının pahalı mal olduğu anlaşılıyordu. Lüks fahişeler, adından da anlaşılabileceği gibi, bir tür yücelik hissi veriyordu.

“-Elbiseleri de çok hoşmuş,” diye yorum yaptım.

“-Evet, Asura Krallığından ithal getirtilmiş. Gerçek soylular için yapılan giysilermiş, tüccarlar vergi ödememek için parçalara ayırıp teker teker satıyormuş. Sonrasında parçalar birleştirilip dikiliyormuş.”

“-B-Baya bilgilisin bu konuda.”

“-En son ki gelişimde öğrendim. Remate zincirinin sahibi, Silent bulmuş bu yolu. Bu sayede Remate kısa sürede büyüyebildi.”

“-Vay canına.” Bak bu güzel kar elde etme yoluymuş, malesef ne bunu gerçekleştirecek param var ne de zamanım.

Soldat, tezgaha doğru süzülüp dirseklerini yasladı.

“-Merhabalar.”

“-Aman aman kimleri görüyorum burada, Soldat Efendi. Mütevazi işletmemize hoş geldiniz. Ah, sizi bu konuda bilgilendirmekten büyük üzüntü duyuyorum fakat en sevdiğiniz partnerinizin randevuları tamamen dolu durumda.”

“-Bugün sadece içmeye geldim. Lakin şu gördüğünüz arkadaşım ilk defa geliyor o yüzden sistem nasıl işliyor açıklarsanız memnun olurum.” Tezgahtan çekilip beni ileri sürükledi.

 

Söylenildiği gibi resepsiyoniste doğru yürüdüm. Tezgahın arkasındaki kişi hoş bir gülümsemesi olan zarif bir adamdı, muhtemelen beni küçük bir çocuk olarak görüyor, yine de beni en üst kibarlıkla karşıladı.

“-Sizinle tanışmak bir şeref.” dedi. “-İş yerimizi yani Mavi Gül Sarayını tercih ettiğiniz için size minnettarlığımı sunmama izin verin. Ben bu işletmenin müdürü Profen’im.”

“-Ah, tanıştığıma memnun oldum. Ben Rudeus Greyrat.”

“-Aaa! Siz ünlü Quagmire Rudeus sunuz! Son zamanlarda adınızı çok duyar oldum.”

Ne tür şeyler duydu acaba? Bir tarafım öğrenmek istiyordu bir diğer tarafım ise öğrenmemek.

“-Efendi Soldat ilk defa buraya geldiğinizi söyledi. Sorması ayıp ama, acaba ilk seferiniz mi?”

“-Oh, yok yok, ilk seferim değil.” Kafamı salladım.

“-İyi o zaman. O zaman size sistemimizin nasıl işlediğini açıklayacağım.” Dedi ve teker teker açıkladı.

“İlk önce sandalyede oturan hanımefendilerden birini seçmeniz gerekiyor. Sonra arzu ettiğiniz hizmete göre fiyatta anlaşmanız gerekiyor. Sunduğumuz hizmetlerin birçok seçeneği var ve panodaki hizmetlerin dışındaki herhangi bir hizmet tartışmaya kapalı. Neye izin verilip verilmediğiyle ilgili bir liste verilecek size tabii, devamlı müşyerilerin bu konuda endişe etmesine lüzum yoktur. Hanımefendilerimizin her biri listeyi ezbere bilmektedir.

Seçtikten sonra banyoya girip temizlenmeniz gerekiyor sonrasında bir odaya yönlendirileceksiniz. Orada seçtiğiniz hanımefendi sizi bekliyor olacak ve ikiniz arzu ettiğiniz şeyi yapmak için yalnız bırakılacaksınız. Listede yazan herhangi bir şeyi arzu ettiğiniz sürece size hizmet edecektir. Eğer listede olmayan bir şeyi arzu ederseniz sizi reddecektir, bu kadar basit.

Ayrıca, eğer gerçekten listede bulunmayan bir şey yapmayı arzuluyorsanız ekstra bir ücret karşılığında pazarlığa oturabilirsiniz. Tabi, işletmemizin sizi balla kaplamak için birçok tekniği vardır o yüzden dert etmeyin. Yüzde yetmişi önden ödeyeceksiniz geri kalan yüzde otuzluk kısmı ve bahşişi de sonradan.”

“-Ee, kimi seçeceksiniz?”

 

Soldat’ın önerisi üzerine en pahalı hizmeti seçip hesabın yarısını önceden verdim. Bu, sorunumu çözmek için farklı türden teknikler uygulanmasını sağlayacak. Seçtiğim kadını süzdüm. Hesabı ödediğim için istersem yakından bakıp, elime alabiliyorum. Çeşit çeşit partnerler vardı, gencinden tut yaşlısına. Her birinin yüzünde insanı içini yağ gibi eriten bir gülücük vardı, gülücükleri o kadar tahrik ediciydi ki burada değilde başka bir yerde tanışmış olsaydım hemen oracıkta aşık olurdum.

Koltuklardan dördü boştu. Bu, koltuk sahiplerinin müşterilerle ilgilendiği anlamına geliyor olmalı. Birisinin bana gülerek baktığını bilmek nedense rahatsızlık veriyor…

“-Sanırım…onu seçeceğim.”

Seçtiğim kız en soldan ikinciydi. Yirmilerinin başında ve benden biraz kısaydı. Ele avuca sığan göğüsleri, ince beli ve yuvarlak kalçası vardı. Yüz fenotipi Asuralıya benziyordu, yanlara uzamış gözleri hafiften aşağı kayıyordu. Kendinden emin bir havası vardı ve kızılımsı kıvırcık saçları dalgalar halinde uzanıyordu.

Başka bir deyişle fiziksel görünümü adeta Eris’i andırıyordu.

“-Ben Elise. Size hizmet etmekten onur duyarım.”

İsmi bile benziyor. Yok—-muhtemelen sahte isim kullanıyor olmalı.

“-Rica edersem adınızı bağışlar mısınız efendim?”

“-Oh, Rudeus. Rudes Greyrat.”

Bir saniyeliğine şaşırmış gibi oldu ama sonra dudakları kıvrıldı.

“-O zaman, Rudeus Efendi, size hizmet etmek için sabırsızlanıyorum.” Topuğunda dönüp başka bir odaya giderken Elise’in yüzünde insanı büyüleyen bir gülücük vardı.

“-Eh, iyi şanslar.” dedi Soldat. “-İşin bitince seni almaya gelirim.”

“-T-Tamam.”

Bunu dedikten sonra Soldat en sağdaki kızı seçip başka bir yere kayboldu. Yalnız kalınca savunmasız hissettim.

“-Banyo bu tarafta. Temizlenirken istediğiniz kadar oyalanabilirsiniz, partneriniz ile olan süreye dahil edilmeyecek banyoda geçirdiğiniz süre. “

Yalnızlık hissini başımdan savıp rehberi takip ettim, binanın içlerine doğru yol aldık. Banyo alanında sıcak suyla dolup taşan bir küvet ve üzerinde bikiniden dışında hiçbir şey olmayan kızlar vardı. Baya gençtiler de, tahta göğüslüydüler ve olgun kadın görünümünden yoksundular. İki tanesi sessizce beni yıkadı. Belki bu kızlar çıraktırlar, müşteri kabul edecek kadar olgun değil, bir gün fahişe olabilmek için gerekli hünerleri kazanmaya çalışan potansiyel adaylardır belki? Vücudumun her bir köşesini keselediler. Her köşesi derken, harbiden her köşesini. Dişlerimi bile pırıl pırıl olana dek fırçaladılar. Alt takımlar eski gücünde olsaydı savaşla geçen yılları birlikte geçirdiğim çavuşum dimdik hazır olda bekliyor olurdu şu an ı7. Fakat malesef her zamanki gibi tamamen tepkisizdi.

Verdikleri iç çamaşırlarını ve şortu giydikten ve kişisel eşyalarımı bir sepete koyduktan sonra Oda 5’e doğru yol aldım.

Banyodan çıkarken girdiğim kapıdan değil de başka bir kapıdan çıktım ve sonra dar bir holden geçip bana ayrılmış olan odaya girdim. Rakamlar kapıya yazıldığı için bulması kolay oldu. Oda 6 dan sonrası üst kata çıkıyordu.

Ürkekçe kapıyı açtım. Tam da düşündüğüm gibi içeride bir hanımefendi, işletmenin kurallarınca her şeyi yapmaya razı bir hanımefendi oturuyordu. Bu durum beni heyecanlandırdı. Fakat alttaki paha biçilemez arkadaşım bu duruma kayıtsız kaldı.

“-Müsaadenizle.” içeri girince otomatikmen ağzımdan çıkıverdi.

Oda karanlıktı. Tek ışık kaynağı kandillerden ve mumlardan geliyordu. Loş ışığın arasında karyolalı bir yatak vardı. Elise yatağın ucunda duruyordu, şeffaf elbisesi içinde bekliyordu.

“-Sizi bekliyordum Efendi Rudeus. Lütfen böyle gelin.” Bana yaklaşırken nazik bir tebessümde bulundu ve kolumu tuttu. Elise, Sara’dan çok farklıydı, şişkin göğsü koluma değiyordu. Kalbim deli gibi atmaya başladı.

“-Hemen başlayalım mı? Yoksa biraz sohbet mi etmek istersiniz?”

“-Uh, şey…”

“-Anlaşılan gerginsiniz. O zaman biraz sohbet edelim ne dersiniz? Endişelenmeyin, gecemiz daha yeni başladı. Aceleye yer yok.”

Ahh, profesyoneller böyle oluyormuş demek. Beni nasıl idare ettiğinden ve yatakta yanıma nasıl oturduğundan bunu kolaylıkla anlayabiliyorum. Hünerli elleriyle masadan bir şişe alkol alıp özel olarak seçilmiş bardaklardan birine doldurdu. “-Bir şeyler içmek ister misiniz?” diye sordu.

“-Ee, evet isterim.”

Teklifin cazibesine dayanamayıp bardağın hepsini dikledim.  Neden bana katılmıyor diye düşündüm ama sonra işletmenin girişinde partnerlerin içmesinin yasak olduğunun yazdığını hatırladım. Ayrıca müdür; eğer müşteri, partnerini zorlayıp içirirse alkolün etkisi yüzünden hünerlerinin köreleceğini ve sözlerinin bozulacağına dair bir uyarı yapmıştı. O yüzden yalnız içeceğim. Buraya gelene kadar ayılmıştım. Bundan sonra ne olacağı çok önemli o yüzden sürecin daha rahat geçmesi için tekrar alkole başvuracağım.

“-Bu tatlılar Asura’dan geliyor. İster misiniz?”

“-O-Olur.”

Elise’nin önerisi üzerine yiyince kıkırdadı. “-Sizi daha önce duymuştum Efendi Rudeus.”

“-Ah evet… Maceracılar Loncasında baya ünlüyümdür. Evet. Maceracılardan mı duydunuz?”

“-Hayır, küçük kız kardeşimden duydum. Karşılığında bir şey talep etmeden onu iyileştirmiştiniz.”

“-İyileştirmiş miydim?” diye dediğini tekrarladım sorgulayarak.

“-Sanırım geçen kıştı, siz kar temizlenmesine yardım ediyorken olmuş.”

“-Aah.” Öyle bir şey yaşanmıştı demi, şimdi hatırladım.

“-Maceracılar, bizler makyajımızı yapıp, süslenip püslenip, tenlerimizi temas ettirince nazik olsalar da bazıları başka türlü olunca baya vahşileşebiliyor. Özellikle buranın parası olmayan, yırtık pırtık kıyafetler giyen ve çoğu zaman yetim sanılan genç çalışanlarına karşı. Çoğu maceracı oturup bir gün bu çocukların büyüyüp müşteri almaya başlayınca onlara kötü davranan maceracıları da alacağını düşünemiyor.”

Arka sokaklarda pislik içinde yaşayan bir yetimle bir genelevde müşteri alan fahişe arasında dünyalar kadar fark varmış gibi geliyor olsa da dikkatli bakmış olsaydım beni banyo eden kızların sokakta gezerken denk geldiğim çocuklardan biri olduğunu fark edebilirdim belki. “-Sanırım haklısınız. İtiraf ediyorum, ben de onların yetim olduğunu düşünmüştüm.”

“-Ama sen diğerleri gibi değilsin,” diye ısrar etti. “-Karşılık beklemeden beş kuruş parası olmayan sokak çocuklarına sırf iyi bir kalbiniz olduğu için yardım ettiniz. İnanılmaz birisisiniz. Kızlar aralarında konuşurken bir sonraki ziyaretinizde sizi daha iyi tatmin etmek için ekstra çaba harcayacaklarını duydum.”

Yüksek ihtimalle dediği şey palavra, bundan eminim. Yine de hoşuma gitmedi değil.

“-Bahse girerim sizinle yattığımı duyunca diğer kızlar kıskançlıktan çatlayacaktır.”

“-Uh, evet, tabi… Bir bardak daha alabilir miyim?”

“-Elbette alabilirsiniz. Ama çok içmemelisiniz. Bu gece tamamen bizim. Kendinizi likörle tatmin etmek yerine benimle tatmin etseniz?”

“-Oh, tabi ki. Neden olmasın.”

Yiyip içtikten sonra beynim yeterince alkolle doldu. Elise’ye gelince bütün bu süreç boyunca yanımda oturup koluma yapıştı, eliyle kalçamla bacağımı okşarken “-Tadı güzel mi?” ve “-Görüyorumda baya sağlam içiciymişsiniz.” gibisinden şeyler dedi.

“-Şey, başlayabilir miyiz?” diye sordum sonunda.

“-Elbette.” Elise şimdiye değin salmadığı kolumu bıraktı ve önüme geçti. “-Beni soymak ister misiniz?”

“-Huh, ne? Oh, hayır, teşekkürler.”

“-Peki.”

Zaten halihazırda yok derecesinde olan elbisesini yavaşça soyması o kadar tahrik ediciydi ki büyüsü altına aldı beni resmen.

“-Şimdi Efendi Rudeus, yatağa.”

Kıyafetlerimi çıkarırken Elise’nin çıplak vücudu beni olduğum yere kitledi. Kıyafetlerimin hepsini çıkardığımda ise davetine icabet edip bazanın üzerinde ona katıldım.

“-Sizi tatmin etmek için elimden gelenin en iyisini yapacağım.”

Durum o kadar şehvetliydi ki sanki illüzyon altındaymışım, rüyanın içindeymişim gibi hissettim. Rüyada olduğuma inanacak kadar yoğundu, Ah, evet kesinlikle yapabilirim bunu.

 

******

 

Basitçe söylemek gerekirse: İşe yaramadı.

“-Çok çok özür dilerim, size yardımcı olamadım.”

Onunla yatağa girer girmez Elise anında sorunumun ne olduğunu anladı. Sonra hummalı bir edayla özür dilemeye, başkasıyla birlikte olmayı tercih edip etmeyeceğimi sormaya başladı. Kötü bir fikir değil ama kötü hissederim. O yüzden durumumu açıkladım. Açıklayınca bana yardımcı olmaya razı oldu ve bildiği bütün teknikleri—seçtiğim hizmetler arasında olmayanları bile kullanmaya başladı.

Dürüst olmak gerekirse o muhteşem. Süper hissettiriyor. Profesyonellerin kabiliyetlerinin nasıl olduğunu ilk elden tecrübe ettim. Ancak fiziksel temas meyve vermedi. Benim çavuş hala aynı, sanki alttaki iki oğlan kesilmiş gibi davranıyor. Hatta ne kadar denersek o kadar boş hissetmeye başladı ve sorunun kaynağını saptamaktan bir o kadar uzaklaştık.

Ve bana ayrılan süre doldu. “-Hayır bayan Elise öyle demeyin, siz elinizden gelenin en iyisini yaptınız.” diye teselli ettim onu.

“-Ama yine de, ben…Ah hayır, ne yapsam…”

“-Hesabı ödeyeceğim. Listede olmayan şeyler dahil, siz bana ücreti söyleyin yeter.”

“-Hayır o konuda endişelenmeyin lütfen. Bütün o şeyleri yapmamın nedeni size gerçekten yardım etmek istediğim içindi.”

Doğru, o şeyleri yapmasını istemedim. Normal şartlarda ekstra ödeme yapmadan o tür şeyleri yapmaya kolay kolay razı gelmeyeceğine dair sağlam bir his aldım içimden.

“-Emin misin?” diye sordum, müşkül bir edayla.

“-Size söylediğim şeyde ciddiydim. Bazımız bir dahaki gelişinizde sizi tatmin etmek için gerçekten ekstra çaba sarf edecek.”

Şaşkınlığımı gizleyemedim. “-Cidden mi?”

“-Hala genç olduğunuzu biliyordum ama dürüst olmak gerekirse, bir süre daha buraya gelmeyeceğinizi sanmıştım.” diye itiraf etti Elise.

Ufak yağcılıkla karışık gerçek. “-Size inanıyorum.” dedim.

“-Sizi tatmin edemedim, Tutku Caddesinden çıkana dek size eşlik etmem için son bir kez izin istiyorum.”

“-Oh, olur.”

Odadan onunla birlikte çıkıp dar holden geçtik. Yarı yolda birisinin arkamdan bana baktığını hissettim ve omzumun üzerinden arkama baktım. Birkaç genç kızın az önce çıktığımız odaya girdiğini gördüm. Temizlik aleti taşıyorlardı yanlarında, sanırım müşteriler işlerini bitirdikten sonra odayı temizlemekle görevliler. Aralarından birini tanıdım—soğuk ısırığını tedavi ettiğim kız olduğuna eminim. “-Sanırım dediğiniz şey doğruymuş.” dedim şaşkın bir şekilde.

“-Bana inanmadınız mı yoksa?”

“-Palavra sanmıştım.”

Dürüstçe cevap verince parmaklarını üst koluma dolayıp okşamaya başladı. “-Doğrusu, bir kısmı öyleydi.”

“-Anlamıştım.”

“-Ama bundan on yıl sonra o kızlar kendi müşterilerini almaya başlayınca o kız size palavra değil, samimiyetini verecek.”

Devamlı müşteri olmam için aklımı mı çelmeye çalışıyor yoksa? Lobiye doğru giderken söylediklerini ciddiye almamaya çalıştım.

Ücretten feragat etmesi için tezgahtarı bir türlü ikna edemedik. Onun yerine Elise’in isteği üzerine onunla geçirmem için ekstra zaman tanındı. O süre zarfınca yaptığımız her şey tazminatsız olacakmış.”

“-Efendi Soldat’ın yan odada içtiğini duydum.”

Elise’nin direktifini takip edip komşu bara gittik. Aynı şirket tarafından işletildiği için dışarı çıkıp girmek yerine içerden girebiliyoruz. Belki sex için gelmeyen müşteriler, daha müşteri almaya hazır olmayan ama işi yapabilecek yaşta olan kızlarla içmek için geliyordur. Böylece bu sanatın öğrencileri hitabet yetenekleri Elise kadar iyi olana dek alıştırma yapabilir. Muhtemelen başka bir yerde diğer yeteneklerini nasıl geliştireceklerine dair ders de veriliyordur tabi.

“-İşte tam o sırada onlara dedim ki ‘Tek bir savurmayla bütün bu canavarları yere sererim. Siz çocuklar sadece kanatlardaki canavarlarla ilgilenip etraflarını sarın yeter.”

“-Aaah! Efendi Soldat, çok seksisiniz!”

“-Evet! Sende benim seksi olduğumu düşünüyorsun, değil mi?”

Soldat arkada iki kızın eşliğinde içkisini yudumluyordu. Yaklaştığımı görünce hemen ayağa fırladı.

“-Oh, Quagmire! Nasıl gitti?”

“-Üzerimde farklı teknikler denedi ama… hiçbir şey olmadı.”

“-Ahh, boşuna uğraştık demek.” Soldat ensesini kaşıyıp ofladı. “-Nasıl düzeltecez be oğlum seni?” Kollarını kavuşturdu, sanırım ne yapsak diye düşünüyor. Ben çoktan vazgeçtim. Hatta boş yere denemeye devam edersem kalbimin daha da kırılacağı düşüncesindeyim.

“-Hey sen, sen ne düşünüyorsun?” Soldat sorularını Elise’ye yöneltti.

“-Ben mi?” diye sordu şaşırmış bir edayla. “-Korkarım net bir cevabım yok, yardımcı olamadığım için büyük üzüntü içindeyim.”

Soldat kararlı bir şekilde “-Diğer müşterilerine kıyasla o nasıl? Aklına takılan bir nokta var mı?”

Elise şoke oldu. “-Onu diğer müşterilerimle kıyaslayamam, çok yan—”

“-Hadi ama söyle gitsin.” Soldat kabaca ısrar etti, gözleri ikimiz arasında gidip geldi.

“-Efendi Rudeus şey….Kadınlardan korkuyor gibi görünüyor. Ne zaman benimle konuşsa, dokunsa ya da baksa ürkekleşiyor.”

“-Devam et.”

“-Sanırım korkmadığı bir partner, ne olursa olsun ondan nefret etmeyeceğini bildiği biriyle olursa sorununu çözebilir.”

“-Öyle birini tanıyor musun?” diye sordu bana.

Kafamı salladım. Bir saniyeliğine aklımda Roxy’i canlandırdım ama olmaz. Roxy dünya üzerinde en saygı duyduğum kişi ve benden nefret etmesini istediğim en son insan. Başka bir deyişle Elise’in reçetesine uymuyor.

“-Öyle birini şap diye bulacağını sanmıyorum. O tür ilişkiler uzun zaman içerisinde gelişir.” dedi Elise.

“-Evet, doğru.”

Konuşmalarını dinlerken içkimi yudumladım. Soldat, Elise ile bu konu hakkında konuşurken çok ciddi görünüyordu. “-Eh, hadi bugünlük sadece içelim. Götümüzü kaldıramayana kadar içelim hatta!”

Teşviki üzerine koltuğa oturdum.

 

“-Pardon ama efendiler kapatmak üzereyiz.”

“-O kadar geç oldu mu ya?”

“-Mm…” diye mırıldandım Soldat’a

İkimiz de ayağa kalkınca Elise kolunu benimkine geçirdi. “-Sizi yolcu etmeme izin verin.”

Hesabı ödeyip dışarı çıktık. Bir süre sonra gece karanlığı yerini sabah güneşine bırakmaya başladı. Sara’yı kurtardığım gün şehre geldiğimde de şafak söküyordu. Kötü bir anı oldu artık.

 

“-Iığgh… Ahh, içkiyle yıkandık resmen. Fazla kaçırdık…” dedi Soldat.

“-Evet…” ona katıldım.

Deli gibi içtik—pestilimiz çıkana kadar içtik. Dünya etrafımda dönüyorken ayağım ikide bir takılıyordu. Önümü göremiyorum. Yukarının veya aşağının hatta sağım ile solumun nerede olduğunu bile unuttum. Hehehe. Fırsattan istifade Elise’nin kalçasını avuçladım.

“-Hey, Rudeus.” dedi Soldat.

“-Efeendiiimm?”

“-Bilirsin, ben…eee, labirentteyken işleri aceleye getirmem.”

“-Mm.” Dinlemeye devam ettim, durduk yere neyden bahsetmeye başladı bu?

“-Labirentte ne kadar derine inersen o kadar güçlü canavar çıkar karşına.” diye açıklamaya başladı. “-Bazen o piçler toplanıp saldırırlar bir de. Eğer panikleyip kör gibi etrafta koşuşturmaya başlarsan eline verirler boruyu. O yüzden daha ilk katlardayken canavarları kesme işini ağırdan alıp formasyonuna alışmalısın. Bu taktik çok etkilidir, annarsın yaa? ‘Çünkü bir sürü canavar diğer katlarda toplanır.”

“-…Evet, ETKİLİ! anladım.” Demek ilk katlarda düşmanının hareketlerini gözlemleyip nasıl savaştıklarına aşina olman gerekiyor sonra diğer katlara ilerlemen, doğru muyum? Evet, bu kesinlikle çok etkili olurdu!

“-Adı neydi onun, Sara mıydı? İşleri biraz gereğinden fazla hızlı yürüttünüz sanki?”

“-Hızlı mı? Naasıı yaaaniii?” Sözlerim ağzımdan çıkarken uzuyor. “-Evet, öyle oldu gibi. Yatakta hızlıyımdır, Sara için aynısını söyleyebilir misin bilemem gerçi.”

“-Onu kastetmedim.” dedi elini sallayıp. “-Tamam o dünden hazır olabilir ama sende kendini mental olarak hazırlamalıydın, yanlış mıyım?”

“-Evet,” dedim. “-Hazırlanmak için yapabileceğim hiçbir şey yoktu demememişş miydimm sana? Niyeti o yönde değilmiş miş. ‘Benle yatmasının tek sebebi zorunda kaldığını hissetmesiymişmiş.”

“-Yanlışın var. Bana sorarsan o okçu kız sana sırıl sıklam aşıktı.”

İkimiz adam akıllı düşüncelerimizi dile getiremiyoruz ama nasılsa bir şekilde birbirimizi anlayabildik. Soldat’ın nesi var bi de? Sara bana vurulmuş muş falan? Ne yani o şeyi sırf utancını gizlemek için mi söyledi? Hmm. Şimdi düşünüyorumda ufaktan tsundere gibi geldi.

Yok ya, olamaz. Eğer sahiden bana karşı o tür hisler besliyor olsaydı yüz karası demezdi.

“-Hey, hala zamanın var değil mi? Git de kızla konuş, normal davran, hiçbir şey olmamış gibi. Eğer işe yararsa yavaş yavaş kendini açarsın ona, anladın mı?”

“-Evet, sanırım…”

Zihnim, alkolle zehirlenmiş zihnim, düşünmeye çalıştı. Haklı. Onunla konuşmayı denemeden bilemem. Onunla konuşurken kendime böyle bir ders çıkardım. İletişim insanları anlamak için tek anahtar yol sonuçta.

“-İyi o zaman.” dedim sonunda. “-Bugün ya da yarın onunla konuşmayı deneyeceğim.” Counter Arrow’un bu sabah göreve çıkacaklarını duymuştum. Havanın ne kadar aydınlık olduğuna bakılırsa birkaç saat önce çıkmış olmaları gerekiyor. Evet…

Bir dakika. Onlarla birlikte gitmem gerekmiyor muydu?

Oops. Sanırım buluşmaya gelmeyen eleman oldum.

“-Korkarım size ancak buraya kadar eşlik edebilirim. Efendi Rudeus iyi olacak mısınız?” Tutku Caddesinin sonuna geldiğimizde Elise benden ayrıldı. Vücudumu terk eden sıcaklığı ve yumuşak göğüslerinin hissiyatı tekrar yalnız hissetmeme neden oldu.

“-Mm, tabi olacağım. Ben sonuçta….Büyücüyüm! Arındırma büyüsü kullanabilirim!” diye ilan ettim.

“-İyi olacağına emin misin?”

“-Mm, evet, emiiiniiimmm. Elise, son bir kez göğsünüze dokunabilir miyim?”

Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra “-Tabi, dokunabilirsiniz.”

“-Eveet, teşekkürler!” Ellerimle birazcık sıktım. İki bacağımın arasındaki dostum sessizliğini korumaya devam etti ama. Evet devam ediyor, hala aşağıda çömelmiş duruyor. Yükseğe zıplamak için eğilmen gerekir. Yükseğe zıplamaya hazırlanıyor olmalı.

Evet, evet. Bundan ibaret. Çömelmekten.

“-Sizi de bugün tatmin edemedim, umarım ilerde beni tekrar ziyarete gelirsiniz.” Elise yanağıma bir öpücük kondurdu, birkaç adım gerileyip yanımızdan ayrılmadan önce başını eğdi.

“-Anlaşıldı!” diye cevap verdim, geri gelmeyeceğimi bilsem de. Belki sorunumu çözdüğümde. Belki bir dahaki sefer memelerini sıktığımda aşağıdaki dostum da hayata geri döner.

Soldat’a dönüp. “-Hadi eve gidelim!”

“-Evet! Onunla konuşmayı unutma sakın!

“-Tamam, tamam biliyorum.”

Tutku Caddesindeki maceram hiçbir sorunumu çözmedi, gerçi boşuna para harcadığımı da düşünmüyorum. Elise ile geçirdiğim zaman bana biraz huzur verdi hiç yoktan. Omurgamdan yukarı çıkması gereken elektriği alamasam da en azından göğüslerine son bir kez dokunabildim.

“-Gerçekten anladın mı?” diye bağırdı.

“-Öfff amma sıkıyon he insanı sende. Yürütemesem de boş ver, red yemeyi hak eden ben değil asıl o tahta göğüslü karı. Kadınlar Elise gibi göğüs bölgesinde sallanan bıngıldakları olduğu sürece iyiler sonuçta!”

Cevap yok.

“-Hadi ama Soldat cidden katılmıyor musun bana? Birlikte alışverişe gidip bir şeyler yememiz falan…. ne saçma şeyler. Evcilik oynuyoruz sanki!”

“-Uh, Quagmire devamını getirmesen iyi olur.”

“-Ne diye getirmeyecekmişim? Ben sadece gerçekleri anlatıyorum. Sara çocuk Elise de hakiki olgun bir kadın, bu kadar basit.”

Sonunda Soldat’a yüzümü döndüm, ne demek istediğini merak ettim. Önündeki bir şeye kitlenmişti, yüzünde ‘Aha sıçtık’ gibisinden bir ifade vardı.

Gözlerini ayıramadığı yere bakınca iki kadının durduğunu gördüm. Birisi Suzanne dı, çelik göğüs zırhı ve eldivenlerini kuşanmıştı, maceraya çıkmaya hazır gibi duruyordu. Diğeri ise Sara’ydı. O da aynı şekilde maceraya çıkmaya hazır duruyordu ama gözleri şişmişti ve altında morluklar vardı, sanki bütün gece ağlamış gibiydi.

Bana bakıyorlardı, yüzlerinde şaşkınlık ve dehşet ifadesi vardı. Siktir. Dedim içimden Sara bana doğru yaklaşıyorken. Adımları kısa ve hızlıydı.

“-Sara dur biraz, öyle demek istememişti—”

Yüzünün aldığı hal karşısında sözlerim boğazıma takıldı. Konuşamadım. Sara’nın bakışları buz gibi soğuktu, noh maskesi giyiyor gibiydi. Sara yaklaşırken Elise hemen sıvıştı.

Şaak!

Tuku Caddesinde kuru bir tokat sesi yankılandı. Çarpmanın etkisiyle kafam yana kaydı ve yanağım kızardı.

“-Yavşak herif! Bir daha yüzünü göstereyim deme!” dediğini duydum, yüzüm hala yana dönüktü. Yüzümü çevirdiğimde o çoktan bana haşin gözlerle bakan Suzanne’ın yanına koşmuştu.

“-Kabul edilemez.” dedi Suzanne sessizce, duyabileceğim kadar sesli söylemişti gerçi. Sara’nın omzuna elini koyup birlikte uzaklaştılar.

Az önce ne oldu hiçbir şey anlamadım. Kaşla göz arasında ayılıverdim. Soldat’a döndüğümde onu avucunu alnına dayamış bir şekilde dururken buldum.

Anladığım tek bir şey vardı: Red yedim. Şüphesiz red yedim.

Ağzımdan çıkanları alkolün etkisiyle söylemiştim ama görünen o ki bu Sara’nın umurunda değildi. Dediklerimi duyup beni bir daha görmek istemediğine karar verdi.

İkimiz de maceracı olduğumuz için er ya da geç Maceracılar Loncasında karşılaşacağız. Artık beni her gördüğünde iğrentiyle bakacağına adım kadar eminim, belki Suzanne da öyle bakar. Sadece o değil diğerleri, Timothy ve Patrice de öyle bakar bundan sonra. Soldat’ın bana karşı olan eski tiksintisi şimdi onlara geçecek.

Dizlerimin üzerine çöktüm. Ayakta duramadım. “-Ah…aaah…”

Buraya kadar. Artık dayanamıyorum. Onlarla koca bir yılı birlikte geçirip arkadaş oldum. Şimdi ise her şey bir anda sona eriyor. Yapamıyorum artık.

“-Ölmeliyim.”

Cebimdeki bıçağı çıkartıp boğazıma götürdüm.

Bir şey aniden bileğime çarpıp bıçağı yere düşürdü. Soldat eliyle bana vurmuştu.

“-Salak, hemen öyle kararlar alma! Yanlış anlaşılma oldu o kadar. Daha kızı yeni yatağa attıktan hemen sonra seni Tutku Caddesinin çıkışında hakkında atıp tutarken gördü. Tabi ki yanlış anlayacak! Ayrıca onların hala burada olmaları seni arıyor oldukları anlamına geliyor. Acele et hadi, yetiş onlara! Neler olduğunu açıkla! Hala derdini anlatabilirsin. Hadisene! Kazık gibi dikilmede ayağa kalkıp peşlerinden git!”

“-Artık hiçbir şeyin…önemi yok. Bu kadar…Son durağa geldik…Artık uğraşmak istemiyorum…!”

Ağlamaya başlayınca Soldat sırtıma şaplak attı. “-O zaman eve gitte dinlen biraz. Annen ve babana olanları açıklamak zorunda değilsin ama en azından senle ilgilenmelerine izin ver… Ah, doğru ya, annenin kayıp olduğunu söylemiştin. Baban neredeydi? Asura da mı?”

“-…Millis. Kutsal Millis Ülkesinde Fittoa Arama Kurtarma takımının başında.”

“-Ah, o zaman olmaz. Çok uzakta.” Soldat ensesini kaşıyıp bir şeyler mırıldandı.

Eve geri dönmek seçeneklerim arasında olabilir. Bu yaradan sonra artık tek başıma devam etmeye yetecek takatim kalmadı. Paul’un yanına dönüp Lilia ile birlikte Norn ve Aisha ile ilgilenebilirim. Her şeyi tek başıma yapamam. Bunu bilecek kadar olgunum, mental açıdan.

Bu kadarım ben. Ne kadar zaman geçerse geçsin, bu kadarım ben.

Ama ev çok uzakta. Buradan Millis’e yolculuk etmem koca bir yıl sürer. Paul ve diğerleri o zamana dek başka yere taşınmış olabilir ya da birbirimizi kıl payı kaçırabiliriz. Kırık kalbimi peşimde sürüklerken yaşama tutunmamın imkanı yok.

İmkansız.

“-Madem öyle neden benimle takılmıyorsun?” dedi Soldat, tam umutuszluğun içine düşecekken.

“-…Ne?”

“-Neris Düklüğünde devasa bir labirent keşfedildi. Thunderbolt’daki birkaç parti labirentin fethedilmesi için emir aldı. Emir bize verildi o yüzden bugün şehirden ayrılmayı düşünüyoruz. Gelmek ister misin?”

Şaşkınım. Bugün mü ayrılıyorlar? Cidden ayrılmadan önce geçireceği son akşamını bana mı ayırdı?

“-Ama kimsenin partisine–”

“-Partimize katılmak zorunda değilsin. Sadece bizimle gelmeni istiyorum o kadar. Eğer onları görmeye bu kadar korkuyorsan başka bir yere gidip farklı insanlarla tanışabilirsin değil mi? Dışarıda gökteki yıldızlar kadar kadın var. Ne dersin?”

Yavaşça kafamı kaldırdım. Soldat bana bakıyordu. Her zamanki alaycı ifadesini takınmıştı. Ancak gözlerinin içindeki ifade, içtendi.

“-Neden…benim için bu kadar ileri gidiyorsun?”

Omzunu silkti. “-Herhangi bir sebebim yok.”

“-Benden nefret etmiyor muydun?”

“-Evet, yüzündeki o tuhaf gülücükle insanı çileden çıkartan azizimsi nazik konuşman… O tavrın baya sinirimi bozuyordu. Yüzündeki maskeyi düşürmeni istiyordum. Ama şimdi başından nelerin geçtiğini biliyorum. Oynadığın rolü neden oynadığını da biliyorum. Senden nefret etmem için bir neden kalmadı ortada.”

Demek bu yüzdenmiş. Soldat artık benden nefret etmiyormuş.

“-Seni sürekli kışkırtıp durdum sonra tam patlayacağını düşündüğüm an çocuk gibi ağlamaya başladın. Çok kötü hissettim. İnsanların göstermek istemedikleri yanları vardır, evet bunun farkındaydım ama yine de seni itip kakmaya devam ettim.”

Soldat’ı çok yanlış anlamışım. Başarılı bir partinin onun gibi birisini nasıl olur da takip ettiğini hep merak etmişimdir ancak sandığımdan daha iyi birisi olduğunu öğrendim. Evet, kendince eksik yanları var. Hatta şimdiye değin hep eksik yanlarına maruz kaldım. Partisindeki üyeler iyi yanlarını da bildikleri için eksik yanlarını sorun etmeyip sadece gülüp geçiyorlardı.

“-Eee, ne diyorsun?” diye sordu Soldat düşüncelerimle meşgulken.

Şimdilik buradan olabildiğince uzaklaşmak istiyorum. Sara’yla karşılaşma düşüncesi beni dehşete düşürüyor.

“-Geliyorum. Lütfen yanına al beni.”

Bunun kaçmak anlamına geldiğinin farkındayım, sadece buradan kurtulmak istiyorum. Başka topraklara gitsem bile yeni birisiyle birlikte olmayı düşünmüyorum. Başkalarıyla yakınlaşma limitimi doldurdum. Fırsat olursa sorunumu çözmek istiyorum tabii ama Rosengburg da çözemeyeceğime kesinlikle eminim. Her neyse. Sorun yok. Önceki hayatımda sex yapmadan da yaşamıştım. Vazgeçmek bir şey kazandırmayacak bana.

“-İyi o zaman, hadi tüyelim.”

Soldat’ın teşvikiyle yavaşça ayağa kalktım ve yükselen güneşe baktım ve bir daha asla tek bir partiye sırtımı yaslamayacağıma dair yemin ettim.

 

SARA

 

Sara son karşılaşmadan sonra şaşkın ve dargın hissediyordu, Rudeus Greyrat adlı kişiye büyük nefret besliyordu.

“-İnanamıyorum. İnana–İnanamıyorum!” diye cırladı.

Saat öğlendi. Çocuğa tokat attıktan sonra uzunca bir süre geçmişti. Rosenburg a bir gün uzaklıktaki bir nehrin kenarındaydı. Parti bir avuç balıkçıya gözcülük yapmaktaydı, tehlike riski olmayan C-Seviye bir görevdi. Başka bir deyişle Sara’nın yapacağı hiçbir şey yoktu. Bu yüzden de boş zamanını Rudeus’a küfür etmekle değerlendiriyordu.

“-İnanamıyorum, ben—o serseriyle bi de…! Piç! Hayasız piç!”

Çok sinirlenmişti. Onu gerçekten seviyordu.

Tabi şimdi onun yüzünü bile görmek istemiyor. Önceden birlikte ilk görevlerini yapıyorlarken onun çok da kötü birisi olmadığını anlamıştı. Onun hakkındaki düşündükleri bundan ibaretti: o sadece korkak bir soylu çocuğuydu hatta sahip olduğu onca güce rağmen.

Bu düşüncesi Galgau Harabeleri olayından sonra değişti. Kar Ejderi sürüsüne karşı durmak için ön saflara hiçbir şey demeden geçti, sırf diğerleri kaçabilsin diye. Rudeus, yaratıkları tek başına alt edebilecek kadar güçlüydü evet, ama yine de ilk önce Counter Arrow’un can güvenliğini düşündü. O zaman neden yeteneklerini kullanmadığını anlayamasa da diğerleri için canını ortaya koyabilecek birisi olduğunu anlamıştı.

Ondan sonra ona karşı olan hisleri daha da büyüdü. Sara onun ağzından çıkanlara ve elinden gelenlere özel olarak ilgi göstermeye başladı. Tomurcuklanan düşüncelerini kafasından atmaya çalıştı, sürekli kendisine soylu maceracıların kötü insanlar olduğunu ya da soyluların genelinden nefret ettiğini hatırlattı. Ancak inkar işe yaramadı ve kalbinin içlerinde bir yerde Rudeus’un nefret ettiği soylulardan çok farklı olduğunu hissetmeye başladı.

Trier Ormanındaki facia gerçek hislerini kabul etmesini sağlayan son damla oldu. Facia’dan çok aslında fırsat desek daha iyi olur. Ölümün eşiğindeyken Rudeus’un onu kurtarmaya geldiğini gördüğünde sonunda ona karşı hislerinin nefret değil aşk olduğunu anlamıştı. Rudeus’a aşık olmuştu.

Sara artık farkına varınca daha girişken bir tavır sergilemeye başladı. Onu buluşmalara çağırıp aktif bir şekilde konuşmaya başladı. Konuştukça ona olan aşkı daha da büyüdü. Artık ona baktığında aşk hissediyordu. Bu yüzden onunla randevuya çıkıp işi olabildiğince ileri götürmek istedi. Sara hislerini itiraf etmekten çok utanıyordu o yüzden hayat borcunu bahane ederek onunla yatma planını kurguladı. Kararını vermişti, yattıklarında gerçek hislerini ona açacaktı.

Fakat sonrasında yaşananlar yüzüne tokat darbesi gibi geldi.

Onun bedeni, kendi bedenine tepki vermedi. Rudeus onu önemsiyor gibi görünse de, hislerinin karşılıklı olduğunu gösterse de anlaşılan bedenine ilgi göstermiyordu.  Yüzüne tokat atılmış gibi hissetti.

Rudeus’un tepkisini izleyecek kadar selim akıllı olsaydı belki onun da en az kendisi kadar şaşkın olduğunu görebilirdi. O böyle olmasını istememişti, o da en az Sara kadar endişelenmişti. Lakin ne yazık ki bu Sara’nın ilk seferiydi ve durumu sakinlikle karşılayacak kadar soğukkanlı birisi değildi. Bir iki söz söyleyip bir an önce oradan uzaklaşmak istemişti. Kaldığı hana geri döndüğünde ağlamaya başladı. Olanları Suzanne’a salya sümük anlattı. Bütün geceyi ağlayarak geçirip bir sonraki gün zar zor neşeli bir ifade takınabildi.

Rudeus o gün buluşma yerine gelmedi. Kaldığı hana gidince hancı onlara gece handan çıkıp bir daha geri dönmediğini söyledi. Etrafı soruştura soruştura sonunda Soldat’ın onu bir yere götürdüğünü öğrendiler.

Rudeus—ve bütün Counter Arrow’un Soldat ile arası kötüydü. Soldat ile kavgaya tutuşmuş olabilir ya da Soldat onu bir yere asmaya götürmüş olabilirdi. Sara bütün olasılıkları hesaplarken Suzanne ile birlikte Rudeus’un izini sürüyorlardı. İşte o sırada onu Tutku Caddesinin girişinde kızıl saçlı bir fahişeyle öpüşürken gördüler.

İnanılmaz. Sara onu tatmin etmekte yetersiz kalınca gidip fahişeyle birlikte olmuş. Soldat da yanındaydı ve ikisi zil zurna sarhoştu.

Sonra ağzından çıkanları duydu.

Gördüğü ve duyduğu şeylerden yola çıkarak Sara şu sonuca ulaştı: Rudeus bütün geceyi Soldat ile birlikte kadınları yatağa atarak, kendisiyle ve Counter Arrow ile içmeyi reddettiği alkole boğularak geçirmişti. Vücudunun ne kadar kıvrımsız ve çirkin olduğunu düşününce gülesi geldi. Şaşkınlık ve duygusal yıkım onu ele geçirdi ve zaten halihazırda bir araya getirilmesi zor olan yap boz parçası gibi olan ipuçlarını bir araya getirmeyi daha da zorlaştırdı. Ona olan aşkı bir anda nefrete dönüştü.

Sara biraz daha büyük olsaydı bu durumu sakince değerlendirebilirdi. Ancak malesef o sadece on altı yaşında bir kızdı. Onun yaşındaki kızlar gördüğü ve duyduğu şeyleri hemen gerçek olarak kabul ederler. Ayriyeten bütün hayatını maceracı olarak yaşamıştı, ani duygu patlamalarını nasıl kontrol edeceğini bilmiyordu henüz. Kendine yalan söyleme ve gerçeği görmezden gelme gibi zararlı huylarının olduğunun farkında değildi.

“-Hey, Sara.”

Suzanne bu açıdan daha olgundu. Rudeus ve Soldat’ı o da görmüştü fakat karşılaştıklarındaki tepkisi Sara’dan biraz farklıydı. Şimdi sakinleştiğine göre Rudeus’un söylediklerinde bir tuhaflık olduğunu fark etti. O gece gördüğü çocuk, tanıyıp bildiği Rudeus değildi. Bir şeyler olmuştu. Suzanne daha önce bunun gibi durumlarla karşı karşıya geldiği için dış görünüşe aldanmanın getirdiği riskleri biliyordu.

Rudeus’un onlara bunca zamandır yalan söylüyor olduğu ihtimali de vardı. Bu yüzden ilk önce arabuluculuk yapmak yerine Sara’yı teselli etmeyi tercih etti.

“-Durumu yanlış anladığını düşünüyorum” dedi Suzanne.

“-Neresini yanlış anlamışım?!” Sara bağırarak karşılık verdi. “-Yattı—yattıkt… sonra gidip fahişenin biriyle yatıp üstüne beni aşağılaycak kadar yüzsüz.”

“-Düşün biraz,” diye ısrar etti Suzanne. “-Rudeus gerçekten öyle birisi mi?”

“-Evet, meğersem bunca zamandır bizden saklıyormuş! Kandırıldım—hepimiz kandırıldık! Kim bilir, belki Galgau Harabelerindeyken Stepped Leader ile iş birliği yapmıştır!”

 

 

“-Off…” Suzanne çaresizce omzunu silkti. Romantik ilişkiler konusunda çok bi deneyimi yoktu bu yüzden tavsiyede bulunmak istemedi. Söyleyecek bir şeyler ararken Sara dizginsiz kızgınlığını kusmaya devam etti.

Timothy araya girdi.” -Sorun ney? Ne olduğunu anlatmanızın zamanı gelmedi mi artık?”

“-Sara, fazla ayrıntıya girmeden anlatabilir miyim?”

Sara, Timothy’nin parti lideri olmasını umursamıyordu—başından geçenleri kimseye anlatmak istemiyordu. Ancak partinin moralini nasıl etkileyeceğini düşününce Suzanne’a onay verdi.

“-Tamam, işte yaşananlar…” Suzanne fısıldayarak olanları Timothy’e aktardı. Olabildiğince sade bir şekilde aktarmaya özen gösterdi.

Birkaç dakika sonra Timothy bir anda başını kaldırdı. “-Soldat ha? Şu fahişeye neler olduğunu sorabilirsin.”

“-Ama Soldat bizden nefret ediyor.” diye karşı çıktı Suzanne.

“-Nefret ettiği tek kişi benim. Ve Rudeus, ama onları birlikte gördünüz değil mi? Belki yardım etmeye çalışıyordu? Adamın ağzı ve davranışları bozuk olabilir ama insanlarına önem verdiğini duymuştum.  Eğer sandığın gibi soysuz bir herifse zaten Stepped Leader gibi bir partiyi yönetemezdi. Ayrıca eğer Soldat, Sara’ya zarar vermek isteseydi bu kadar dolambaçlı bir yoldan gitmezdi. Arka sokakların birine adamını koyup sonra–”

“-Anladık Timothy, anladık,” diye kesti sözünü Suzanne. “-Yeter bu kadar.”

Sara kafasını kaldırdı. Timothy’nin haklı olduğunu itiraf etti kendine.

O gece kendi üzüntüsü içinde boğulurken etrafında olanlara hiç dikkat etmedi, anlaşılan Rudeus da üzülmüştü. Yaşananların kendi kontrolu dışında gerçekleşmiş olması ihtimali de vardı.

“-Eve dönünce soruşturalım.” diye önerdi Suzanne.

“-Hayır, kendim soracağım.” diye karar verdi Sara. Gerçekten yanlış anlamışsam da özür dileyeceğim.

 

Fakat Sara eve döndüğünde Rudeus’u hiçbir yerde bulamadı. Maceracılar Loncasında veya kaldığı handa değidli.

“-Quagmire? Bilmem, görmedim onu bugün.”

“-Hmm.”

Sara, hiçbir yerde bulamayınca Tutku Caddesine gitti. İşletmeler akşam olmaya başladığı için yavaştan açılıyordu ama müşterilerin gelmesine daha vardı o yüzden sokaklarda çok az insan vardı. Sara Rudeus’u soruşturmaya başladı. Belki bir umut bu gece buraya tekrar gelecekti.

Bir sürü geneleve gitti, hala hazırlık aşamasındaydılar, ve tanıdığı bir kadınla karşılaştı.

“-S-Sen…” Sara söyleyecek söz bulamadı.

“-Hm? Ohh.”

Elise. Sara kadının ismini bilmiyordu sadece o sabah Rudeus’u öptüğüne şahit olduğu kadın olarak tanıyordu onu. “-Hey, Rudeus’un nerede olduğunu biliyor musun?”

“-Korkarım hayır. Belki Maceracılar Loncasındadır?” Elise yabancı karşısında kaşlarını çattı, onu tanımamıştı.

“-Orada değildi. Geçen gece buraya seni ziyarete geldi değil mi? Bir şey biliyor musun?”

“-Ah, siz Sara olmalısınız.” Bu kadarı Elise’nin karşısındaki kızın Sara olduğunu anlamasına yetmişti.  Rudeus’un –kız kardeşi saydığı saydığı kıza karşılıksız yardım eden Rudeus’un– dün gece gelmesine neden olan kızın ismini ve Rudeus’un yüz ifadesini, hissettiği duyguları ve eve giderken ne kadar zorlandığını hatırlayınca Sara’ya sitemle baktı.

“-Onu bulunca ne yapmayı planlıyorsun? Bir sifke daha mı vurmayı?”

“-Bir sifke daha vurmayı mı?” Sara tekrarladı şaşkın bir şekilde. “-Sadece geçen gün hakkında konuşmak istemiştim.”

“-İyi o zaman. O zaman sorunu cevaplayacağım.” Elise her fırsatta Sara’yı suçlayarak Rudeus’un hikayesini anlatmaya başladı. Fahişelerin normalde müşterileri hakkında konuşmaları yasaktır fakat o bunu paylaşması gerektiğini düşünüyordu.

“-İktidarsızlık mı?” Bütün hikayeyi dinleyince Sara kafasını yana yatırdı. İlk defa o kelimeyi duyuyordu.

“-Erkeklerin artık kaldıramamasına neden olan bir hastalık. Durumu yüzünden halihazırda üzgün ve kızgın zaten. Daha ne söylemek istiyorsun ona?”

“-Hayır ben–”

Elise kaale almayıp devam etti. “-Ne kadar incindiğini anlayamadıysan o zaman partneri olmaya hazır değilsin demektir. Biraz zaman tanımalısın ona.”

“-Evet…Sanırım haklısın.”

Sara kendi lehine söyleyecek hiçbir şey bulamadı ve oradan ayrıldı.

Tutku Caddesinden çıkınca da hanına giden yolu takip etti, Suzanne onu beklemekteydi.

“-Hoş geldin Sara. Rudeus’un şehirden daha yeni ayrıldığını duydum. Ne yapmak istersin? Peşinden gidelim mi?”

“-…Hayır.”

Sara kasvetli bir ifadeyle odasına doğru ilerledi. Yatağa kendini atıp yaşananları düşündü. Şimdi kendi acısıyla değil bir de Rudeus’un acısının yükünü taşıyordu içinde. Geç saatlere kadar bu gerçeği sindirmeye çalıştı ve sonunda “-En azından özür dilemek isterdim.” diye mırıldandı.

Ama onu takip etmeye çekiniyordu. Dinlemeyeceğinden, onu kovacağından korkuyordu. Şehri haber vermeden terk etmesi de red yediğine dair bir işaretti.

Boğazı düğümlendi. Sara yatakta kaplumbağa gibi kıvrıldı ve hiç hareket etmedi. Şafak söküp yataktan kalkınca iki şeyin farkına varmıştı: Birincisi, gözlerinin altında morluklar oluştuğu. İkincisi: Rudeus un onu reddettiği. Aşkları sona ermişti. Yükselen güneşi seyrederken içinden : Eğer bir gün tekrar karşılaşırsak Özür dilemek istiyorum. Hem de içtenlikle.

 


 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.