İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 07 Bölüm 03
Ferli Ayılar
Bir sonraki gün, sabah vakti.
Görev bilinciyle şehir kapısına doğru yol aldım. Bu keşif gezisinden hiç hazzetmiyorum fakat vücudum otopilottaymış gibi hareket ediyor sanki.
Yatağa girmeden önce Ferli Ayılar ve Kukuru Gölü ile ilgili bilgi edinmiştim. Şeytan Kıtasındayken edindiğim alışkanlıkları kaybetmemişim anlaşılan.
Karanlık ve sessiz sokağa göz gezdirdim. Suzanne buluşma saatini belirlemedi, o yüzden erkenden geleyim dedim.
Hala gelmediler. Şu anda sabahın dördü olması gerekiyor, gerçi etrafta saat yok o yüzden söylemesi biraz zor. Belki hala uyuyorlardır.
Geçen gece pek uyuyamadım. Buralar soğuk ve tanımadığım insanlar ile iş yapma konusunda biraz endişeliyim o yüzden olmalı.
“-Amma geciktiler he…”
Maceracılar, bir işi yapmayı kararlaştırdıkları zaman erkenden buluşma yerine gelmeleri yazılı olmayan bir kuraldır. Ben birazcık erken gelmiş olabilirim fakat geç gelmekten katbekat iyidir. En son istediğim şey, arkada bırakılıp bütün gün boyunca boş boş aylaklık etmek.
Gerçi tek ben yokum, başka bir parti de şehir kapısının yakınlarında pinekliyor. Geç kalan birisini bekliyorlar sanırım.
Yoksa bir şeyi yanlış anlamış olmayayım. Belki öğleye kadar gelmeyeceklerdir? Gideceğin yere belirli bir saatte ulaşmak için geç yola çıkmak isteyebilirsin sonuçta.
Ancak onlara kaldığım hanın isminin vermiştim, eğer bir değişiklik yaptılarsa bana söylemeleri gerekmez miydi?
“-Oh.” Tam da kafamdaki kuruntular ile uğraşıyorken sabah sisinin içinden buraya doğru yürüyen bir grup gördüm.
“-Naber!” Grubun en önündeki Suzanne konuşan ilk kişi oldu.
“-Erken gelmişsin. Dün o kadar da hevesli görünmüyordun, bizi bekleteceğini düşünmüştüm.”
“-…Bugün erken kalktım sadece.”
“-Hmmm….” Suzanne eğleniyor gibi görünüyor. Erken kalkmamın sebebinin yalnız olduğum gerçeğini saklayıp aslında gizliden gizliye insanlarla bir arada olmayı arzulamamdan dolayı olduğunu falan mı düşünüyor acaba? Eğer öyleyse yanlış anlamış….yine de….inkar etmekle uğraşmak istemiyorum.
“-İyi o zaman.” dedim ve elimi cebimden çıkarıp ona uzattım.
“-Partinize beni geçici olarak aldığınız için teşekkür ederim. Adım Rudeus Greyrat. Büyücüyüm ve A-Seviye maceracıyım. Dün de dediğim gibi, destek büyülerinde oldukça iyiyimdir.”
Suzanne şaşkınlık içinde göz kırpıştırdı. Şu ana kadar pek nazik davranmıyordum, bir anda resmileşmemi beklemiyordu herhalde. Bunu daha öncesinde kararlaştırmamıştım; ilk önce kendimi tanıtmak doğru olan şey gibi hissettirmişti.
“-Eee, benim adım Suzanne. Counter Arrow’un ikinci lideriyim ve savaşçıyım. Ön saflardayım.”
“-İkinci lider mi? Baştaki sen değil misin?”
“-Bazenleri patronluk tasladığım olur ama liderimiz başka birisi.” Suzanne çenesiyle arkasındaki adama işaret etti, adam kafasını sallayıp ileri doğru adım attı. Adam hakkındaki ilk görüşüm….biraz kederli göründüğüydü. Kahverengimsi kırmızı cüppesi ve asasından çıkardığıma göre muhtemelen büyücüydü.
“-Sizinle tanışmak bir şeref. Ben Timothy, büyücüyüm. Ofansif büyüler özel alanımdır ve arka saflarda savaşırım. Teknik olarak bu partinin lideriyim.”
“-Tanıştığıma memnun oldum.”
Asıl gücün Suzanne’ın elinde olduğuna dair bir his var içimde. Yönetimde ikinci olmanın kötü bir şey olduğunu söylemiyorum yanlış anlamayın. Demek istiyorum ki tembel ve salak olan insanları başa getirmen gerekir değil mi? Adama salak demiyorum tabii ki, yanlış anlamayın…
Ayrıca, sıkı bir yönetim zinciri özünde çok kırılgan olabiliyor. Eğer birisi verilen emri yerine getirmez ise bütün temel çöküveriyor hemen.
Fakat bu tertipte Timothy istediği zaman Suzanne’ın yaptığı hataları düzeltmek için araya girebilir. Ya da Timothy stratejiyi belirleyip gerisini Suzanne’a bırakabilir. Suzanne planı uygularken Timothy arkadan olan biteni gözlemleyip her şeyin yerli yerinde olduğundan emin olur böylece.
Her neyse, ikisi bir şekilde birlikte çalışabilmenin bir yolunu bulmuş işte.
Ben ve Eris’in aksine… (Burun çekişi)…
“-Huh? N-Ne oldu?!”
“-Özür dilerim. Eskileri hatırlattı sadece.”
“-Anlıyorum…. Baş sağlığı dilerim, Rudeus. Eski partinin lideri muhteşem birisi olmalı.”
“-Uh, sandığın kadar değil…” Ölü Son’un eski lideri başından sonuna kadar avanağın tekiydi. Partimize verdiğimiz isimin sahibi ondan kat be kat daha iyiydi.
“-Her neyse, ee. Ayağınıza dolanmamak için elimden gelenin en iyisini yapacağım.”
“-İyi o zaman… Seninle iş yapmak için sabırsızlanıyorum.” Timothy geri adım attı ve partinin diğer üyeleri sırayla kendilerini tanıttılar.
“-Merhaba. Ben Mimir, şifacıyım. Şifa büyüsünde orta, Arındırma büyüsünde ise başlangıç seviyesiyim.” Mimir orta boylu, orta kilolu birisiydi ve bembeyaz bir cüppe giyiyordu.
“-Ben de savaşçı büyücü, Patrice’im. ‘Büyücü’ kısmımdan çok bir şey bekleme. Sadece başlangıç seviyesi Rüzgar büyüleri biliyorum, o kadar.” Patrice kaslı bir ön safçıydı ve belinde kılıç ile acemi asası taşıyordu.
İkisi yirmilerinin ortalarında gibiler, Timothy ile aynı yaştalar. Ne kadardır maceracı olduklarını bilmiyorum ancak B-Seviyesindeyseler eski kurtlardan olmalılar.
Sonunda, kendinin tanıtma sırası partinin son üyesine geldi…
“-Ben Sara. Okçuyum. Orta saflardayım.”
….kim, bir nedenden ötürü, yine bana bakıyor.
Sara açıkça partinin diğer üyelerinden daha genç. Muhtemelen gençliğinin baharında, erişkinliğe yakın yaşta, bu dünyanın standartlarında tabii ki. Sert bakışından mı ya da yüz yapısının Asura’lı olmasından mı bilemem ama… Bana azıcık da olsa sanki Eris’i anımsatıyormuş gibi geldi.
“-Ne var? Bir şey mi diyeceksin?”
“-Yok yok, özür dilerim. Bir şey demeyeceğim…” Bakışları gittikçe sertleşiyordu, o yüzden gözlerimi kaçırdım.
“-Bil diye söylüyorum, bu durumdan hiçte hoşnut değilim. Aramızda olmanı sırf Suzanne ısrar etti diye kabul ediyorum, tamam mı? Eğer işi batırır ya da birinin ölümüne neden olursan, pişman olursun.”
“-…tamam.”
Onu yatıştırmakla uğraşmak istemiyorum. Takım arkadaşların ile iyi geçinmek önemli bir şey sonuçta. Ayrıca, uzun süre birlikte çalışacak değiliz ya. Madem düşmancıl bir tavır sergiliyor o zaman ben de mesafemi korurum.
“-Kes şunu Sara.”
“-Ama Suzanne—”
“-Bak. Bir gün her birimiz kendi yolumuza gideceğiz. Tanımadığın insanlarla parti kurmak zorunda kalabilirsin.”
“-Bekle, ne? Partiyi dağıtacak mısınız yoksa?”
“-Bir gün dağıtabiliriz. Ve aramızdan birisi ölür ise yerini doldurmak için başkasını almak zorunda da kalabiliriz, anladın mı?” Suzanne iç çekip kafasını salladı.
“-Asura’dayken sinirini bozan parti üyelerini reddetme lüksüne sahiptin. Ancak bundan sonra bu lükse sahip olmayabilirsin. Biz dışındaki insanlarla ile birlikte çalışmayı öğrenmenin zamanı geldi artık.”
Ah. Şimdi anladım. Suzanne bana acıdığı için davet etmedi partisine. Beni kullanıyor sadece. Neden bu kadar ısrarcı olduğunu açıklıyor bu. Beş ya da on yıl sonrasını düşünüyorsa benim gibi genç bir adamı seçmesi mantıklı olur çünkü. Sara ileride daha da deneyim sahibi olabilir ve kendini deneyimsiz genç çocuklar ile birlikte çalışırken bulabilir. Ayrıca, benim gibi samimiyetsiz dallama ile birlikte çalışmayı başarabilirse başkalarıyla daha rahat anlaşır.
Bu durum konusunda nasıl hissetmem gerektiğinden emin değilim ama doğrusu…çok da önemli değil. Akışına bırakmak öldürmez ya, değil mi? Bir şey kaybettiğim yok sonuçta.
“-Anladın mı? Güzel. Herkes kendini tanıttıysa gidelim haydi.”
Ve böylece, altımız Ferli Ayı avlama seferimize çıkmış olduk.
*************
Üç gün sonra.
Rosenburg’un kuzeyine doğru iyice mesafe kat ettikten sonra varış yerimizin yakınına kamp kurduk. Kukuru Gölü–canavar sürüsünü bulacağımız yer–ile aramızda birkaç saatlik mesafe vardı.
Ferli Ayılar karanlıkta iyi göremiyor ve geceleri hantal hareket ediyorlar. Planımız güneş doğmadan önce sürpriz bir saldırı yapmak.
Bu sırada buraya gelirken savaş performanslarımızı konuştuğumuz bir grup toplantısı yaptık. Counter Arrow kötü bir parti değil. Ön saflarda iki, kanatlarda iki ve bir mesafeli savaşçıları ile baya dengeli bir grup.
Beni mesafeli destek rolüne soktular, görüş mesafemizdeki düşmanlara bataklık büyüsü uygulamam gerekiyor sadece. Düşmanları yavaşlattıktan sonra, Timothy uzak mesafeden sayılarını ateş büyüsü ile azaltacak. Hayatta kalanlar yakınlaşınca da Suzanne ile Patrice önlerini kesecek ve Sara arkadan destek sağlayacak. Ön saftakilerden biri darbe aldığında ise Mimir iyileştirecek.
Kuzeye giderken bir sürü canavar avladık, ve bu formasyon yeterince etkili oldu. Suzanne, Timothy, Mimir ve Patrice ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Ruijerd’in seviyesinde değiller tabi ki, ancak konu takım çalışmasına gelince Eris’den daha iyiler.
Bunun dışında… az kullanılmış gibi hissetmekten kendimi alamadım, işim bataklık büyüsü yapmaktan ibaret çünkü. Bir iki teklifte bulunmaya karar verdim.
“-Um, düşmanlar ön saflara gelince desteğe geçsem olmaz mı?”
Malesef Sara sunduğum önerileri bir bir geri çevirdi.
“-Suzanne ve Patrice’in nasıl dövüştüğünü bilmiyorsun daha! Kazara arkalarından vurmana ihtiyacımız yok! Susup otur sadece!”
“-Tamam o zaman. Yavaşlattıktan sonra Timothy’e sayılarını azaltmada yardım etsem peki?”
“-Büyücülerin uzun soluklu savaşlarda mana seviyelerini korumaları gerekir aptal! Onları durdurman yeterli!”
“-Uh… düşman yaklaşınca ön saflara katılayım bari?”
“-Seni vurmamı falan mı istiyorsun yoksa?”
Açıkçası onunla konuşmak ellerim arkamda bağlıyken dövüşmeye çalışmak gibi hissettiriyor. Eğer Timothy ile atağa katılırsam uzaktan sayılarını oldukça azaltıp ön saflara gelip savaşçıları yaralamalarına engel olabiliriz.
Yine de, verimlilik her şey demek değil. Sara bu yolla daha iyi deneyim elde edecek sonuçta. Şeytan Kıtasındayken de buna benzer bir şey yapmıştım. Sonuçta bu partinin geçici bir üyesiyim. Çenemi kapayıp işi nasıl hallettiklerini öğrenmek dışında yapmam gereken bir şey yok. Acil bir durumda aklımı kullanabildiğim sürece her şeyi tek başıma yapmaya çalışmayıp kendimi tutmak daha mantıklı geldi. Takım çalışması deneye yanıla oluşan bir yetenek sonuçta.
Baskı altında hızlı tepki verebileceğimi düşünemiyorum doğrusu…
“-Bak, sen bu partiye gerçekten üye değilsin tamam mı? Sana denileni yap ve mızmızlığını kendine sakla lütfen!”
“-Tamam.”
Sara kesinlikle benimle birlikte çalışmak istemiyor. Benden nefret ediyor sanki–Kötü bir ilk izlenim bıraktığım için olabilir. Onunla arkadaş olmak zorunda değilim fakat düşmancıl tavrı bazı eski kötü anıları anımsatıyor. Eris’e öğretmenlik yapmaya başladığım sırada davrandığı gibi davranıyor bana.
“-Sara, demek istediğini dedin” “-Neden ona karşı bu kadar düşmancılsın?” dedi Suzanne.
“-Sadece… Bilmiyorum! Benden daha genç, ama çok saygısız davranıyor…”
“-Bir maceracı için oldukça normal bir şey bu evlat. Sanki biz bizeyken gevşek davranmıyorsun?”
“-davranıyorum, ama–”
“-İyi o zaman, öfkeni kendine sakla. İşin en önemli kısmına geldik, hatırlatırsam? Durumu garipleştirmek için iyi bir zaman değil.”
“-Uh, özür dilerim…” Sara, Suzanne tarafından azarlanınca utandı. Fakat, bana attığı bakışlardan anladığıma göre özür dilemeyecek. Toplantıyı bitirince yere uzanıp hemen uykuya daldı.
Gençlik işte be, sanırım. Kendimi rahatlattıktan sonra ben de uykuya dalmalıyım. Kamptan uzaklaşıp işemek için uygun bir yer buldum. Tam başlarken arkamdan birinin geldiğini duydum.
Gelen Timothy idi. Yanıma geçip cüppesinin iliklerini çözdü ve şaşırtıcı biçimde büyük bir…ee…asa çıkardı ve idrar torbasını boşaltmaya koyuldu.
“-Kusura bakma, Rudeus.” dedi birkaç saniye geçtikten sonra.
“-…Hangi konuda?” Ne için özür dilediğini bilmiyorum.
“-Sara konusunda. Kötü bir çocuk değildir, şu son zamanlarda havalandı sadece, anlarsın ya?”
“-Onu suçlayamazsın. Kızın okçuluğa doğuştan yeteneği var.”
B-Seviye Counter Arrow’un yılların tecrübesini tatmış üyeleri var, evet. Ancak Sara da kendi doğuştan yeteneğiyle ön plana çıkıyor. Canavarları tam on ikiden vurduğunu gördüm, uzun mesafeden bile. Savaş farkındalığı en üst seviyede, hiç ayağının kaydığını görmedim. Konu savaşmak olunca neredeyse A-Seviye bir maceracı gibi savaşıyordu.
Okçulara bu dünyada çok rastlamıyorsun. Büyücüler daha uzak mesafeden yaptıkları saldırılar ile daha çok hasar verebiliyorlar. Ek olarak, büyücüler bir gece dinlenip manalarını yenileyebilirken okçular yanlarında taşıdıkları oklar ile sınırlı. Ne kadar ok taşırsan o kadar ağırlık yaparsın. Burada RPG oyunlarındaki gibi binlerce oku envanterine sığdıramıyorsun. Bu yüzden ok yerine büyüyü tercih etmek daha mantıklı oluyor.
Bunun dışında, hakiki özel yetenek bütün bu dezavantajları anlamsız kılabilir. Büyücü daha bir büyüyü oluşturmaya çalışırken sen beş tane ok gönderebiliyorsan, ya da her attığın atış ölümcül hasar veriyorsa okçu ol daha iyi. En azından bu tür işlerde.
Eğer dünyadaki en güçlü insan olmak istiyorsan orası ayrı bir hikaye.
Her neyse, Sara yaşına göre olağanüstü bir yeteneğe sahip. Doğuştan gelen yeteneği Eris ile kıyaslanabilir seviyede.
“-Eh, sen beceriksiz biri değilsin, değil mi? Çok belli çünkü. Yani, akademideki hocam dışında gördüğüm ilk sessiz büyücüsün.”
“-…Çok işime yaradığı söylenemez. Sevdiğim herkesi kaybettim.”
“-Ah, doğru. Özür dilerim.”
Sessiz büyü oldukça kullanışlı bir yetenek. Fakat bir iki numara öğrenmek seni özel birisi yapmıyor. Tek bir kızı bile mutlu edemiyorsam bunca gücün ne anlamı var?
Eh, en azından nam salmama yardımcı olabilir… İstenmeyen ilgileri çekme olasılığım da var. Ama Zenith sessiz büyü yapabildiğimin farkında, o yüzden yeteneğimi etrafa duyurmam iyi olur.”
“-Her neyse, özür dilerim Rudeus.”
“-Sorun değil….”
Bu ilgi çekiciydi, bir nevi. Partinin yaşlı üyeleri görünüşüme kıyasla daha çok şeye muktedir olduğumu anladılar. Yıllar geçtikçe insanları daha iyi tanıyabilmeyi öğrenmiş olmalılar. O dörtlü ellerindeki bütün kaynakları ve aletleri değerlendirmede çok iyiler.
Saf savaş gücü bakımından C-Seviye maceracılar ile aynı seviyedeler. Ancak verimlilik ve koordinasyon açısından B-Seviye parti kıvamındalar. Counter Arrow göründüğünden daha iyi bir parti. Kendi sınırlarının farkındalar ve iş bölümünü buna göre yapıyorlar.
Fakat bu etken yeni şeyleri denemeyi zorlaştırıyor. Sara, kendi görevin ile ilgilen diye azarladığı zaman herkes gösterdiği tavırdan dolayı onu azarladı fakat dediğinin aksini demediler. Bunun sebebi Sara’nın daha çok alıştırma yapmasını istemelerinden kaynaklanıyor. Ancak bu ayrıca onların sistematik ve metodik yaklaşımlarının da bir yansıması.
İşte eksikleri burada yüz göstermeye başlıyor. Önceden belirlenmiş stratejilerinden başka bir şey denemediğimiz için benim tam olarak ne yapamayacağımdan habersizler. Bu ciddi birtakım sorunlara yol açabilir, özellikle beni gözlerinde büyütürlerse. Timothy ve diğerleri bir süredir beni gözlemliyorlar ama bir yandan da bu bilinmeyen topraklardaki canavarlar ile nasıl başa çıkabileceklerine de bakıyorlar. Neyi yapıp yapamadığımı ve zayıf yanlarımı onlara söyleyebilirim, ama muhtemelen diyeceklerime şüpheyle yaklaşırlar.
Beni neden yanlarına aldıklarını merak ediyor olabilirsiniz, içinde olduğum durum “acıma” duygusunun hakim olmasıyla anlatılabilir. İnsanların gerçekçi davranmadığı zamanlar olmuyor değil…
“-Dert etmiyorum.”
Şu anda tek yapmam gereken Bataklık-Büyüsü robotu rolüme sadık kalıp gerisini düşünmemek olmalı.
“-Anlayışın için teşekkür ederim. Güneş batınca harekete geçeceğiz, o zamana değin dinlenmeye bak.”
“-Tamam.”
Timothy’e kafamı salladım ve kampa bir iki saat uyumak için geri döndüm.
******
Ferli Ayı B-Seviye bir canavardır ve genellikle Kuzey Ana Kıta görülürler. Görünüşte beyaz kürkü ve kürkünün ortasından siyah ok şeklinde geçen desen dışında normal bir ayıya benzerler. Fakat normal ayılardan çok farklıdırlar: sayıca büyük sürüler halinde gezerler ve kış yaklaştığı zaman yemek stoklamak için birlikte çalışırlar. Yılın bu zamanında da insanlara daha sık saldırır hale gelirler.
Yaz aylarında ise tam tersi durum söz konusudur. Genellikle sakin olurlar ve çiftleşmek için zamanlarını nehir kıyılarında geçirirler. Maceracıların çoğu da avlanmak için bu fırsatı kollarlar. Standart avlanma stratejileri: ayıları çiftleşme dönemlerinde bulup gece yapılan sürpriz bir saldırı ile hepsini yok etmektir.
“-İşte…..”
Kukuru nehri yakınındaki bir tepeye tırmandıktan sonra Ferli Ayıları tespit ettik.
Rüzgar bizim yönümüze esiyordu ve çalı sayesinde göze görünmüyorduk. Bütün gün çiftleşip uykuya daldıklarından dolayı varlığımızdan haberdar olmaları pek olası değil. Bir de Ferli Ayılar uyumak için çukur açma zahmetine girmiyorlar, yoruldukları zaman deniz aslanları gibi oldukları yere çöküp uykuya dalıyorlar.
Uzaktan ateş büyüsü atarak çoğunu öldürmeyi ve diğerlerini panik havasına sokmayı planlıyoruz. Bu sayede olduğumuz yöne doğru koşmaya başladıkları zaman savaşçılarımıza çok iş düşmeyecek.
Her şey plana uygun ilerlerse tabii.
“-Ne görüyorsun Sara?”
“-Yirmi tane görüyorum…”
Biz tepenin üzerinde yere uzanırken partideki en keskin gözlere sahip Sara ileride yatan canavarları gözlemliyordu. Sara eğer yirmi taneler diyorsa yirmi tanedirler. Karanlıkta gözümle seçebildiğim tek şey üç yüz metre ötede etrafa yayılmış beyaz beyaz noktalardan ibaretti çünkü.
Bu mesafeden Ruijerd bize anında sayıları hakkında bilgi verebilirdi…fakat o burada değil o yüzden üzerinde durmaya gerek yok.
Suzanne “-Başa çıkabilir miyiz?” diye mırıldandı.
“-Bir şey olmaz! Değil mi çocuklar?” dedi Sara, arkasını döndüğünde yüzünde kendinden emin bir ifade vardı.
Ferli Ayıların ne kadar hızlı koşabildiğini bilmiyorum, fakat stratejik olarak avantajlı bir konumdayız. Eğer Bataklık büyümü doğru kullanırsam hücumlarını yavaşlatabilirim ayrıca her birimiz iyice dinlendiğimiz için Timothy, Patrice ve Mimir’in kullanabileceği yeterli miktarda manası var.
“-Tamam o zaman.” dedi Timothy “-Hadi başlayalım.”
Bir anda herkes elindeki göreve odaklanıverdi.
Yirmi Ferli Ayı başa çıkılabilir bir rakam gibi gözüküyor ancak bu tedbiri elden bırakmak için yeterli bir sebep değil. Asamı sıkıca kavrayıp diğerlerinin yaptığı gibi karanlığın içine doğru dik dik baktım.
“-Ateşin kutsallığı ve enginliği emrim ile birleşsin! Ah yüce ateş, bizlere kızgın alevini bahşet! Yüce Ateş Topu!”
“-Bataklık!”
Timothy orta seviye ateş büyüsünü bitirir bitirmez ben toprağın büyük bir kısmını kalın, çamurlu bir bataklığa dönüştürdüm. Bataklığı Sara’nın ateş menziline kurdum; eğer ayıların hareketi kesilirse kolaylıkla indirebilsin diye.
“- Ateşin kutsallığı ve enginliği emrim ile birleşsin! Ah yüce ateş, bizlere kızgın alevini bahşet! Yüce Ateş Topu!”
Timothy hızla ikinci büyüyü oluşturup gönderdi. Ateş topunun çapı iki metreydi fakat havada inanılmaz bir hızda ilerledi. Ayılardan birine çarptığını gördüm. Durduğum yerden bile canavarın anında öldüğünü söyleyebilirim. Buraya gelirken Timothy’nin bu büyüyü birkaç kez kullandığını görmüştüm fakat bu ateş topu inanılmaz derecede büyüktü, hızlıydı ve ölümcüldü. Büyüyü oluştururken yıllar boyunca edindiği deneyimi gözlemleyebiliyordun resmen.
“-Bizi fark ettiler!” Birer birer sinirli Ferli Ayılar kükreyerek olduğumuz yöne doğru koşmaya başladı.
Canavarlar harekette oldukları için Timothy’nin ateş toplarından bazısı hedefini vurmakta başarısız oldu yine de ayılar aradaki mesafeyi kapatırlarken büyük bir kısmını indirmeyi başardı. Şu ana kadar her şey sorunsuz ilerliyordu. Bataklığı yerleştirdiğim yere ulaşana kadar Ferli Ayıların yarısı ölmüştü neredeyse. Artık Sara geri kalanları da halledeceğine göre ayılar yaklaşmadan hepsini öldüreceğiz gibi görünüyor.
A-Seviye bir işe göre baya kolaymış….
…diye düşündüm, birkaç saniyeliğine de olsa…
“-Huh?!”
Ferli Ayılar oluşturduğum bataklığa girmeden önce Timothy’nin attığı ateş toplarından birisi ayıların etrafını aydınlattı. Karanlığın içinde hareket eden başka şekiller vardı. Oluşturduğum bataklığın dışında olan bir sürü şekil…
Her neyseler simsiyahtılar ve Ferli Ayı boyutundaydılar.
“-Ne?! Onlar siyah Ferliler mi?!” diye bağırdı Sara.
Ağzından çıkanları duyar duymaz kafama bir şey tak etti.
O şekiller Ferli Ayılara aitti, eyvallah. Fakat sadece çamura bulanmışlardı, o kadar. Yani tabiri caizse kamuflaj giymişlerdi.
Çamur, benim oluşturduğum bataklıktan gelmiyordu, nehrin kıyısında başka bir sürü daha olmalı. Yanlarındaki sürü saldırıya uğrayınca uyanıp bizi fark etmiş olmalılar.
“-Çok fazlalar!”
“-Geri çekilin! Geri çekilin!” Telaşa kapılan Timothy geri çekilme emri verdi.
Verdiği tepki anlaşılır bir tepkiydi. Bu ikinci gelen sürü çok büyüktü; en az altmış taneydiler ve bize doğru koşuyorlardı, Timothy’nin büyüsünden arta kalan ateşler sayesinde onları zar zor görebiliyorduk.
Sanırım paniğe kapılıp bu mücadeleyle başa çıkamayacağımız kararına vardı… ancak bana sorarsan geri çekilmek için biraz geç gibi.
Normalde bu sürüyü diğer sürüye saldırmadan önce görmemiz gerekirdi ve saldırma kararını almamamız gerekirdi.
Güneş hala gökyüzündeyken gözcülük yapmamak büyük bir hataydı.
“-Onlarla burada başa çıkamayız!” diye bağırdı karanlığın içinden Suzanne. “-Buraya gelirken bulduğumuz yere doğru geri çekilin!”
Ferli Ayılar ile başa çıkamamama ihtimaline karşın doğal bir tıkanma yeri bulmuştuk. Eğer oraya yetişip yeniden toplanırsak… Gerçi bunun için çok geç. Tıkanma yerine ulaşmamız için canavarlar ile aramızdaki mesafenin daha geniş olması gerekiyor ve onları yavaşlatan bir bataklık büyüsünün olması gerekiyor. Ferli Ayılar önlerinde hiçbir engel olmadan son sürat koşuyorlarken onlardan uzaklaşmayı düşünemeyiz bile.
Yapabileceğimiz hiçbir şey yok şu anda.
“-Bu kötü! Bize yetişecekler!”
“-Cık! Onları oyalarım ben! Geri kalanlar olabildiğince uzaklaşsın!”
“-Suzanne!”
Suzanne koşmayı bıraktı. Sara arkasını döndü, yüzü sapsarıydı ve korkuyordu “-Hayır! Ben de geride kalacağım! Bu benim suçum! Onları fark edemeyen benim!”
“-Onları yavaşlatamazsın bile çocuk!”
“-Aptallık etme Suzanne!” dedi Patrice. “-Tek başına durduramayacağın kadar fazlalar! Eğer sen kaçmıyorsan kimse kaçmıyor!”
“-İyi o zaman! Hadi onlara neyden yapıldığımızı gösterelim!” diye bağırdı Mimir.
Geri çekilmekten vazgeçip silahlarını kuşandılar ve savaşmaya hazırlandılar. Ferli Ayı sürüsü korkunç hızda, deprem gibi bize doğru ilerliyordu. Her yer karanlık olmasına rağmen korkunç bir manzaraydı.
Sara’nın bacakları titriyordu. Bacakaları titreyen bir o değildi tabii ki. Suzanne, Mimir, Patrice ve Timothy hepsi ölümle yüz yüze gelmiş gibi görünüyordular.
Ancak hiçbiri kaçmaya yeltenmedi.
Beşine birden bakınca kalbimin göğsümün içinde davul gibi attığını hissettim. Ferli Ayılar bize yaklaşıyor diye miydi yoksa? Sanmıyorum. Kesinlikle o yüzden değil. Şu an önem bile arz etmiyordu Ferli Ayılar.
Suzanne, Sara, Timothy, Mimir ve Patrice yüzündendi.
Nedense onlara bakmak içimde bir şeyi harekete geçirdi. Nefes alıp verişim hızlandı. Bu duygunun ne olduğunu tam olarak bilmiyorum, aşırı yoğun bir duygu bu. O canavar sürüsüne attıkları bakış… gerçekten içimde bir şeyi harekete geçirdi.
“-Ah…”
Elimi cebime uzatıp içindeki şeyi sıkmaya çalıştım.
“-Ne yapıyorsun Rudeus!?” diye bağırdı Patrice.
Diğer herkes durduğum yöne bakıyordu. Bir saniyeliğine yüzlerini gördüm. Hiçbirinde çaresizlikten eser yoktu. Sara’nın yüzünde bile. Hepsi bir şekilde hayatta kalmaya sonuna kadar kararlıydı.
Şimdi bile hiçbiri vazgeçmedi. Hiçbiri ölümü kabullenmedi.
İşte tam o sırada anladım. Neden durup savaşmayı seçtiklerini anladım. Cevabımı yüzlerini okuyunca aldım. Cebimde hissettim. Ve zihnimde canlanan bir anının içinde gördüm.
Cevabın ne olduğunu çoktandır biliyormuşum meğersem.
Ve şimdi ne olduğunu hatırladım…
“-Sorun yok. Bunu ben hallederim.” o kadar sakin bir tonda konuştum ki kendim bile şaşırdım.
Elimden geldiğince hislerimi belli etmemeye çalışarak, asamı bize doğru koşmakta olan çamur kaplı Ferli Ayılara yönelttim.
“-Ateş Akını.”
Dev gibi bir ateş dalgası sürüyü sanki tereyağından yapılmışçasına yardı.
*********
Bir saat sonra.
Gölün yanındaki alan kömüre dönüştü. Gözün gördüğü her yerde Ferli Ayı cesedi yatıyordu. Çoğu kömürleşmişti fakat birkaçının postu hala üzerindeydi. Şimdi o postları yüzebildiğimiz kadar yüzmeye çalışıyoruz.
Ateş büyüm ayıların çoğunu öldürmeyi başardı. Geri kalanlar dağılıp etrafa dağılmaya başladı. Birkaç cesur ayı bize hücum etmeye devam etti fakat Suzanne ve diğerleri hücum edenler ile hemen ilgilendi, ben de kaçmaya çalışanları taş güllem ile birer birer indirdim.
Son canavarı da öldürünce herkes sessizce etrafta gezinmeye başladı sonra ben postları toplamayı teklif ettim. Şimdi ise birkaç saattir postları yüzmekle uğraşıyoruz.
İşi tamamladığımızı kanıtlamak için ayıların kuyruklarını getirmemiz, postlarını da elimize ekstra para geçsin diye satmamız gerekiyor. Postları doğal olarak para ediyor tabii, bu yüzden maceracılar yanlarında getirebildikleri kadar çok post getirmeye çalışıyor.
İşin pis kısmını halledilmesi için iki kısma ayrıldık. Büyüdaşım Timothy ile aynı gruba düştüm. Bayadır sesi çıkmıyor. İçimden bir ses bana ne diyeceğinden emin olmadığını söylüyor.
Gerçi sessiz olan sadece Timothy değil diğer herkesin de ağzını bıçak açmıyor. Ancak bu sessizlik kötü bir sessizlik değil, o yüzden bozmak istemiyorum.
Ayıların derilerini yüzüp, kuyruklarını ve postlarını toplayıp, hepsini bir araya getirip ateşe verdiğimiz sırada hava çoktan aydınlanmaya başlamıştı bile. Havada cızırdayan etin kokusu dolaşıyordu. Bu koku başarılı bir canavar avlama görevinin sonlanmasıyla bağdaştırabileceğim türden bir kokuydu.
Ateşi izlerken Suzanne yanıma gelip “-Sanırım sana borçlandık demi?” dedi.
Omuzlarını silkip “-Eğer sen olmasaydın hepimiz ölmüş olurduk. Göründüğünden daha fazlası olduğundan şüphelenmiştim ama senden böylesine bir performans beklemiyordum doğrusu.”
“-Sanmıyorum. Eğer ben olmasaydım bu görevi almazdınız değil mi? Bölgenin nabzını yoklamak için B ya da C-Seviye bir görev alırdınız muhtemelen.”
“-Eh, haklısın…”
Suzanne yüzünde tuhaf bir ifadeyle yanağını kaşıdı, dediklerimde ciddiydim. Counter Arrow’a borçluyum. Savaşın ortasında çok önemli bir şeyin farkına varmamı sağladılar ve daha iyi hissetmemi sağladılar. “-Beni yanınıza aldığınız için teşekkür ederim.”
“-…Lafı olmaz evlat. Şehre dönmeye hazır mısın?”
“-Evet.”
Suzanne yüzüme bakıp gülümsedi ve postları topladığımız yere doğru yürüdü. Bir sonraki hedefimiz, Rosenburg’a kadar taşıyabildiğimiz kadar post taşımak olacak sanırım. Canavarları avladık fakat bu işimizin tamamlandığı anlamına gelmiyor. Kanıtı getirip ganimetleri satana kadar iş tamamlanmış sayılmıyor.
Birkaç dakika sonra
Sırtıma alabildiğim kadar post almaya çalışırken birinin bana yaklaştığını hissettim. Fakat bu sefer gelen Suzanne değildi, benim boyumda bir kızdı.
“-…Bizi kurtardığın için teşekkür ederim.” der demez Sara hızla arkasını dönüp Suzanne’ın yanına doğru koştu.
*******
Altı maceracı sırtlarında düzinelerce ayı postuyla Rosenburg Maceracılar Loncası kapısından içeri girdiğinde kasabanın yerlileri tarafından hoş karşılanmamıştı. Bu maceracılar uzun yıllar hatta ömürleri boyunca tek bir şehirde çalışmış insanlardı o yüzden şehre daha birkaç gün önce gelmiş yabancılar kazançlı bir işi tamamlayıp geri dönünce bu durumu hoş karşılayamadılar. Tehlikeli şehirlerde bu tür maceracılar seni rahatsız edip kazancının bir kısmını haraç olarak ödemeni bile talep ediyorlardı.
Timothy e baktım, bu durumu nasıl halledeceğini merak ediyordum. Ancak hiç ummadığım üzere bir avuç kötü bakışlı yabancıya çekinerek baktığını değil de onlara gülümsediğini gördüm. “-Ben ve partim Rosenburg a gelişimizi kutluyoruz!” diye bağırdı kalabalığa sonra “-Hadi bara gidelim! Bugünün içkileri benden!”
Herkes bu durum karşısında şaşırdığı için birkaç saniye ses çıkaramadılar, fakat iyi bir teklifi nasıl değerlendireceklerini biliyorlardı. Odanın her bir köşesinden neşe dolu çığlıklar yükseldi.
“-Hey, bu yeni gelenler çok da kötü değilmiş!”
“-Hahaha! Sizi sevdim çocuklar!”
“-Allah allah! Beleş bira içeceğiz!”
Şok oldum. Timothy gerçekten yedi zorlu gün sonunda elde ettiğimiz kazancı böyle çöpe mi atacaktı cidden?
Liderine gurur dolu bakışlar atan Suzanne küçük büyücünün yüzündeki şaşkınlığı görünce gülümsedi. “-Timothy işleri böyle yürütür hep. Eğer herkese zaman zaman bir iki içki ısmarlarsan hiçkimse senden nefret etmez. Bu küçük fekdakarlık sayesinde kötü niyetli insanlarla daha az uğraşıyoruz.”
Aaah. Şimdi öyle deyince mantıklı geldi. Ne kadar para kazanırsan insanlar o kadar kıskanç olur. Hayatın gerçeği bu. Ama maceracılar işten aldıkları kazançlar ile geçimlerini sürdürüyorlar o yüzden bu o kadar da sık sık yapabileceğin bir şey değil… Ancak eğer büyük hasılat günlerinde az bir cömertlik davranışında bulunursan gelecekte karşına çıkabilecek beladan kurtulabilirsin.
“-Tamamdır millet! İsimlerimizi unutmayın sakın tamam mı? Bizler Counter Arrow’uz bu da Rudeus Greyrat! Sizinle iyi geçinmeyi umuyoruz!”
“-Counter Arrow! Counter Arrow!”
“-Rudeus! Rudeus!”
Etrafımızda atılan nidalardan çıkardığıma göre Timothy bize kısa süreli bir ün kazandırdı. Eğer bu taktik bu kadar etkiliyse bende denemeliyim. Bu sayede Sara gibi insanlar ile daha az kavgaya girersem daha iyi olur.
Kafamda bu düşünceyle kalabalığın beni loncanın önündeki bara taşımasına izin verdim.
****
Sonunda yıllar gibi geçen birkaç saatin sonunda hana geri dönmeyi başardım. Birileri beni bara gidip bir iki kadeh devirmeye ikna etti. Şansıma ki bu şehirde servis edilen tek içki tadı ağır viskimsi bir içkiymiş. İçki karnımı hemen ağrıttı o yüzden arındırma büyüsü kullanmak zorunda kaldım. Bu hatayı bir daha tekrarlamayacağım.
Kafama basit bir şifa büyüsü uygularken odanın karşısındaki sobayı yakmaya çalıştım.
“-Phew…”
Çok geçmeden küçük metal kutunun içerisinde kızıl alevler dans etmeye başladı. Odanın tam olarak ısınması için sobanın biraz daha yanması gerekiyordu ama sadece dans eden alevleri izlemek bile rahatlatıcı bir histi.
Dans eden alevleri izlerken cebimdeki malum şeye uzandım. Bu beyaz bir bez parçasıydı. Basit bir el beziyle karıştırmayın sakın, bu beyaz bez parçası Lilia’nın bütün zorluklara, Işınlanma Felaketinde kaybettiğimiz onca şeye rağmen bana ulaştırdığı o malum şeydi.
Kutsal yadigarımdı o bez parçası. Buraya olan yolculuğum boyunca sıkıca tutundum ona. İki elimle sıkıca tutup alnıma yasladım.
Counter Arrow’un üyelerinin o Ferli Ayı sürüsünden kaçmak yerine karşı koyuşunu gördüğümde aklımda canlanan şey Roxy’nin tanrısal görüntüsüydü.
Roxy tanıdığım en kararlı ve en güçlü insandı.
Onu daha önce hiç ölüm kalım anının ortasında görmesem de önceden maceracı olduğu için eminim partisi tehlikenin pençesine düştüğünde arkasını dönüp gitmemiş yanlarında kalıp tehlikeyle birlikte yüzleşmiştir, aynı Counter Arrow’un üyelerinin yaptığı gibi. Arkadaşlarını korumuş, karşılığında da arkadaşları onu korumuştur. Bu sayede de hayatta kalmıştır.
Ve sonra… benim hocam oldu. Maceracı olarak geçirdiği yıllarda öğrendiği bütün dersleri bana aktardı. Bana yaşamanın ne demek olduğunu öğretti.
Ancak o bütün bunları doğduğunda bilmiyordu. Başkalarının yanında savaşırken kendi başına öğrendi bütün bu şeyleri.
“-Ölürsen tabi ki de her şeyi kaybedersin aptal…!” Beyaz bez parçasını göğsüme yasladım. “-Değer verdiğin her şeyi kaybettin. Ne olmuş yani?!”
Beyaz bez parçasını göz yaşlarımla ıslatmamak için alnıma yasladım sonra cenin pozisyonuna geçip hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Vücudum attığım her hıçkırıkla birlikte titriyordu.
Her şeyi kaybetmedim. Aksine. Çok değer verdiğim bir şeyi kaybettim. Bu doğru fakat bunun doğru olması yaşamak için bir nedenim olmadığı anlamına gelmiyor.
Bu dünyaya geldiğin ilk zamanları hatırla.
Roxy’i hatırla.
Seni dış dünyaya taşıdığı günü hatırla
Ondan bir sürü şey öğrendin.
Sana çok şey öğretti.
Ona ihanet edemezsin.
Bana bir şey veren tek Roxy değildi. Boynumda asılı duran tahta kolyeye dokundum. Bu Lilia’nın bana verdiği hediyeydi—muhtemelen kendi elleriyle yapmıştı. Lilia hep bana nazik ve şefkatli davranmıştı. Muhtemelen şu anda bir sonraki karşılaşmamızı düşlüyordur.
Ve Millis de bir yerde Paul ailemizi bir araya getirmek için elinden gelenin en iyisini yapıyor.
Birbirimizden pek uzağız, evet. Ama bu dünyada yalnız değilim en azından.
“-Roxy…Lütfen yol göster bana…”
Öylece oturup bu allahın unuttuğu topraklarda ölüp gidemem. Evet, hala acı çekiyorum. Aksi gibi davranmanın bir anlamı yok. Ama bu çektiğim acının daha ağırını çok uzun zaman önce çekmiştim.
Şimdi dağılıp gidemezin be allahın belası. İlerlemeye devam et. Yapman gereken şeyleri yap.
“-…Tamamdır.”
Bavuluma uzanıp içinden başka bir bez parçası çıkardım. Eris’in arkasında bıraktığı bir hatıraydı bu—beni her ne kadar kötü hissettirse de bunca zaman hep yanımda taşıyordum bunu.
Tek bir söz söylemeden sobanın içine attım.
SARA
Açık konuşmak gerekirse, onu küçümsedim.
“Greyrat” ismini duyunca aklıma ilk gelen şey doğduğum toprakları yöneten adamın yüzüydü. Bütün Milbotts bölgesini yöneten Notos Greyrat Ailesi. Lordu bir kez kendi gözlerimle görmüştüm, o zamanlar çok gençtim. Köyümüze etraftaki canavarları avlamak için askerleri ile birlikte gelirdi hep. O zamanın hatıraları kafamda çok puslu, fakat onun o sinsi yüzünü asla unutmam. Rudeus ona çok benziyordu.
“Greyrat” ismi Asura Krallığında o kadar az rastlayacağın bir isim değildir tabi ki de. O isme sahip her birey ya düşük seviye ya da orta seviye bir aristokrattır. Normal köylülerin veya kentlilerin arasında bulamazsın o isme sahip kişileri. Hatta çoğu insanın soy ismi bile yoktur. Benim yok mesela.
Avcı ve karısının kız çocuğu olarak dünyaya geldim. Ve ailemin bana bahşedebileceği tek isim “Sara” dan fazlası değildi. Anne ve babamın kendi isimlerinden başka ismi de yoktu gerçi.
Uzun lafın kısası bu “Rudeus Greyrat” zengin bir velet. Üzerine ucuz bir cüppe almış bir de maceracı ortama girmek için saçını uzatmış sadece, ancak o yanında taşıdığı pahalı asa kendini ele veriyordu. Cahilliğini apaçık görebiliyorsun bu sayede.
Peki ya neden Asura aristokratının birinin çocuğu ülkesini terk edip onca yer arasından Kuzey Topraklarına gitmeye karar verir ki?
Yüzündeki ifade nedenini açıkça belirtiyordu. Çocuk oldukça nazik konuşuyordu ama olabildiğince kasvetli duruyordu ve tavırları resmen “Yalnı bırakın beni” diye bağırıyordu. Kesin zengin veletler okulunda bir sorun yaşadı ya da ailesiyle kavga falan etti. Başka bir deyişle, o evden kaçıyordu.
Bu o kadar da alışagelmedik bir durum değil gerçi. Ben şahsen anlayamıyorum fakat görünen o ki bazı genç Asura aristokratları armudun pişip ağızlarına düşmesinden hoşlanmıyor. Okullarından ya da malikanelerinden kaçtıktan sonra da yapacak başka bir iş yokmuş gibi maceracı olmaya karar veriyorlar.
Aristokratların çocukları doğal olarak genç yaştan itibaren eğitim görürler. Aldıkları eğitimin ana odağı okuma, yazma ve aritmetik gibi temel yetenekler üzerinedir ama birçok aile çocuklarına kılıç eğitimi de aldırır. Bazı haneler büyüyü önemsiz görür, ama birçok akademi, öğrencilerinin başlangıç seviye büyüleri öğrenmesini gerekli kılar.
Şimdi, temel savaş yeteneklerini bilen ve akademide dış dünya ile ilgili üç beş şey öğrenen bu çocuklar bir noktada sebebini bilmediğim bir nedenden ötürü dertsiz tasasız hayatlarını terk edip maceracı olmaya karar veriyor. Özellikle Rudeus’un yaşındaki çocuklar. Bu tür çocuklarla birlikte görev yapmışlığım olmuştu önceden fakat hiçbiri Asura’yı terk edecek kadar cesur değildi. Bu çocukların çoğu bir ya da iki işe kadar dayanabiliyordu sonra korkup geldikleri yere kaçıyorlardı. Tabii, kırk yılda bir çetin ceviz çıkıp sahici maceracı olanları oluyordu, daha önce öyle birisi ile tanışmasam da.
Rudeus’un o tür çocuklardan olduğu kanısına vardım. Ve ben o tür çocuklardan nefret ederim. Zengin bir aileye doğup muhteşem şartlarda yetiştiriyorlar ve hiç çalışmama özgürlüğüne sahip bu çocuklar. Bu tür insanların maceracı olmak için hayatlarını geride bırakması beni deli ediyor.
Yaptıkları işi adam gibi yapsalar beni bu kadar kızdırmazlardı belki. Ancak kendi deneyimlerime dayanarak söylüyorum ki hayatlarını bizim her gün yaptığımız gibi tehlikeye atmaya hiç gözleri kesmiyor. Canavar onlara saldırınca veya parti arkadaşlarından birisi tehlikeyle burun buruna gelince hemen paçaları sıvayıp kaçmayı tercih ediyorlar.
Bunun sebebi çok bariz: İşler çirkinleşmeye başlayınca geri dönebilecekleri bir evleri var çünkü. Maceracı olmaya karar verseler de akıllarında bir yerde bu seçenek geri dönüş planı olarak saklı duruyor çünkü.
Bizlerin hayatlarımızı maceracı olarak geçirmek zorunda olduğumuzu anlayamıyorlar. Küçük, anlamsız oyunlarına bizi sürükleyince yaralanıp hayatımızı kaybedeceğimiz olasılığını bile düşünemiyorlar.
Rudeus’un da bu tür çocuklardan olduğuna karar verdim. Kayıp annesi ile ilgili olan öyküsü beni ilk başta şaşırtsa da sonradan düşününce yalan olduğuna karar verdim. Daha çok Kuzey Topraklarında maceracılık oynayarak bize ne kadar “Özel” ve “Herkesten Farklı” olduğunu göstermeye çalışıyordu. Eğer işler en ufak çirkinleşirse tası tarağı toplayıp kaçıcağını düşünüyordum. Bu yüzden de onun partimizdeki yerini bizi sabote edemesin diye en minimumda tutmaya çalıştım.
Ve doğrusunu söylemeliyim ki, onu küçümsemişim.
Tatlı canını kurtarmaya çalışmak yerine o koca Ferli Ayı sürüsünü tek başına alt etti. En az Gelişmiş ya da Aziz-Seviye büyücüydü; ve her nedense bunu bizden saklamayı tercih etti.
Bu hareketi benim daha da sinir olmama sebeb oldu. He partimizi kurtardı, bunu inkar edemem, o yüzden teşekkürümü ettim. Ama içimde tam olarak minnettar hissetmiyordu.
“-Hadi ama Sara, daha ne kadar yüzünü asacaksın?”
“-Kim demiş yüzümü asıyorum diye?!” Kızgınlığım hana geri döndükten sorna bile geçmedi. Bu zengin veletin diğerlerinden farklı olduğunu düşünmek istemiyordum. O hala bir aristokrat ve ben bütün aristokratlardan nefret ederim çünkü. “-Sorunun ne senin Suzanne? Neden o çocuğa göz kulak oluyorsun?”
“-Hadi ama Sara, ona yardım etmeyecektim de başka ne yapacaktım? Onun yaşındaki bir çocuk asla tek başına yolculuk etmemeli, değil mi? Yaban da bir yerde öldürülse beni çok üzer, eh gerçi kendi başının çaresine bakabiliyor orası ayrı, ama yine de…”
“-Kimin umurunda? Öldürülürse kendi aptallığı nedeniyle öldürülür sonuçta! Annesi ile ilgili o saçmalık da yalan bence. Kesin evden falan kaçtı ya da başka bir yerde.”
“-Sara, itiraf etmek istemediğini biliyorum ama o doğruyu söylüyor. Aksi oluyormuş gibi davranma.”
Suzanne doğru söylüyor. Eğer Rudeus yalan söyleseydi bizimle aşık bile atamazdı. Ya da Maceracılar Loncasında yere çöküp ağlamazdı. O kadarının ben de farkındayım.
Dediklerini doğru olduğunun farkındayım. O gerçekten de Fittoa Işınlanma Felaketinin mağdurlarından biriydi. O gerçekten yıllarını büyü öğrenip evinin yolunu bulmakla, sonucunda da evinin artık var olmadığını öğrenmekle geçirmişti. O gerçekten de kaybolan annesini arıyordu. Anlattıkları hüzünlü bir hikaye değildi, gerçekten yaşanmış şeylerdi; onunla iş yaptığım için bütün bu iddiaların doğru olduğundan emindim artık.
Yine de bir yanım ona yine de sahtekar demek istiyordu. Sanırım Rudeus ile ilgili katlanamadığım bir şey var. Ya da hayatımın zengin bir velet tarafından kurtarılmış olduğu gerçeğini hala kabullenemedim.
“-Hmph. O iş onun için o kadar da zorlayıcı değildi sonuçta. Eminim gerçek bir tehlikeyle göz göze gelince kuyruğunu kıstırıp sırra kadem basacak.” Suzanne’ın dediklerini bilerek duymamazlıktan gelerek yatağıma girdim ve sırtımı ona çevirdim.
Bir nedenden ötürü oldukça bunalmış hissediyorum.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.