İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 07 Bölüm 02
Kalbi Kırık Büyücü
Asura sınırından iki ay uzaklıkta bulunan Rosenburg Şehri bazıları tarafından “Kuzey Topraklarına Giriş Kapısı” olarak adlandırılır.
Basherant Düklüğündeki en büyük şehir olmasa da ikinci denilebilecek kadar büyüktür.
Buradan Asura’ya ihracat edilen büyü aletleri ülkenin bütçesinin yarısını oluşturur.
“-Demek ki burası ha…”
At arabasından çıkıp etrafa göz gezdirdim. Gökyüzü bembeyaz bulutlar ile kaplıydı; sokaklar tüccarlar ve maceracılar ile kaynıyordu, herkes çok meşgulmüş gibi görünüyordu. Muhtemelen iki at arabası dolusu malla şehre girdiğimizden dolayı. Asura Krallığından buraya gelen mallar oldukça yüksek değer görüyorda.
“-…Çok soğuk.”
Etrafımızdan geçip giden birçok insan kalın kıyafetliydi. Hava soğuk olduğu için anlaşılabilir bir durum. Anlaşılan bu bölgenin kışı oldukça karlı geçiyor. Çok geciktirmeden üstüme başıma kalın bir şeyler alsam iyi olacak gibi.
Ya da gidip şimdi halletsem daha iyi olur aslında…
Yok yok, kalacak bir han bulmak daha önemli. Yanımda çok bir şey yok, ancak bütün tecrübeli maceracılar bilir ki operasyon merkezini kurmak yapman gereken en öncelikli iştir.
Bu karara varınca Rosenburg sokaklarında gezinmeye başladım.
Görünürde açık hava tezgahu yok gibi. Bak bu tuhaf işte. Belki at arabaları maceracıların genelde kullandığı giriş yerine başka bir giriş yerinden geliyordur?
Birazdan akşam olacak.
Sahi, bu kadar soğuk olan bir yerde tüccarların güneş batmadan tezgahlarını toplamaya başlamasının o kadarda şaşırtıcı olmaması gerekir.
Çok geçmeden hanlarla dolu olan bir sokak buldum. Kapılarındaki fiyatları inceleyerek biraz gezindim ve sonunda göz kararı birini seçtim.
Mekanın ismi “Yuvarlak Kalkan Hanı” idi ve B-Seviye maceracılara göre bir handı. Garip bir isim doğrusu. Kapıda küçük kalkan asılı durduğu için az kalsın zırh dükkanıyla karıştıracaktım.
Normalde C veya D-Seviye maceracılar için olan hanları seçerdim ancak Suzanne’ın dediğine göre ucuz mekanların ısıtması yokmuş. Kışın basbayağı soğukta göçüp gidebilirmişsin, o yüzden B-Seviye bir mekan bulmak daha iyi. Kadının öğütlerinin yarısını falan dinlediydim, bana çok değerli pratik bilgiler vermişti ama.
Şu “Bilgi Toplama” olayını daha ciddiye almalıydım.
“-Hm?”
İçeri adımımı atınca karşımda yeri süpüren bir adam gördüm-muhtemelen mekanın sahibi. Adam bana bir bakış attı ve sanki yerde hamamböceği görmüş gibi yüzünü ekşitti.
Baya arkadaş canlısıymış.
“-Bir aylığına…oda kiralamak istiyorum, lütfen?”
“-…Tabi ki. İmzanı ve parmak izini almam gerekiyor. Ödemeni yapınca üçüncü kattaki odaya yerleşebilirsin.”
Hancının yüzü hiç de arkadaş canlısı değildi fakat bana kira formunu ve oda anahtarını vermekte hiç çekinmedi.
Benden istediği gibi formu doldurdum ve bir aylık ücreti ödedim. Allahtan Asura parası buralarda da değerli. Yerel paraya çevirmem gerekeceği zaman gelebilir, ancak daha zamanım var. Suzanne’ın dediğine göre Asura parası daha güvenilir ve daha değerliymiş zaten.
Hancının gözleri, tezgahında şangırdayan Asura gümüşlüklerini görünce pörtleyiverdi bir anda. Görünüşümü beğenmese de en azından paramı sevdi.
Partimizin Şeytan Kıtasından Asura’ya kadar yaptığı bütün kazançlar hala bende duruyor. Eşit bir şekilde aramızda paylaştırmalıydık, ancak işler öyle ilerlemedi malesef. Ek olarak Alphonse’nin mülteci kampına yaptığım hizmetlerden ötürü bana verdiği paradan da biraz var. Bu handa bir ay boyunca kalmak ucuz değil, yine de karşılayabilecek kadar param var. Tabi ki, en kısa sürede tekrar para kazanmaya başlamam gerek.
Üçüncü kata çıktım, odamı buldum, içeri girdim ve etrafı inceledim.
Yatağı var, dolabı var, masası var, sandalyesi var…
Gayet yeterli diye düşündüm. Odada gözüme çarpan ilk şey siyah tuğla duvar ve kalın şömineydi, başka ülkelerde sıklıkla göremezsin böyle bir şeyi. Şömine’nin yanında ise küçük bir odun yığını ve birkaç çakmaktaşı vardı.
Üşüdüğünde kendi ateşini kendin yakman gerekiyor galiba.
Bu şeyin nasıl çalıştığına dair en ufak fikrim yok, sonradan hancıya sorarım.
“-Hah…”
Yükümü yere atıp iç çekerek kendimi yatağa attım. Dışardaki hava hala bembeyazdı. Bulutlu havalar karlı ülkelerde normal karşılanan bir şey galiba?
Asura da hava masmaviydi. Bazenleri ufkun bir köşesinden diğer bir köşesini hiç buluta rastlamadan görebiliyordun. Buraya yaptığım yolculuğumda o masmavi gökyüzüne çok bakmıştım; muhteşem bir rengi vardı.
Fakat tek düşünebildiğim renk-kızıl-rengiydi ve neyi sembolize ettiydi.
“-…!”
Tamam tamam, hayır. O batağa tekrar düşmek istemiyorum. Renkler üzerine düşünmesem daha iyi olur.
Dışarıdaki sokağa bir kez daha göz gezdirmeye karar verdim. Yataktan kalktım ve pencereye doğru yürüdüm ve Rosenburg şehrine baktım.
Hanın üçüncü katından şehrin neredeyse tamamını görebiliyorsun. Şaşırtıcı miktarda yeşillik var dışarıda. Basherant Düklüğü sokaklarının arasına ağaç dikerek ayırıyormuş.
Acil bir durum çıkınca insanların yakacak odun bulması içinmiş ancak görsel olarak o kadar da kötü bir izlenim bırakmıyor. Asura’yı arkamızda bırakmadan önce geçtiğimiz ormanı hatırlattı bana. Gayet hoş bir yerdi. Bir sürü ağaç vardı etrafımda…ve yüzüme esen tatlı rüzgar…
Eveet. Ağaçlar iyi. Doğa güzel.
Dünyanın kötü, çirkin yanlarını unutmak için dışarısı kadar iyi bir şey yoktur.
Yeşil içinde boğul, ve kalbindeki pisliği dışarı at.
“-Eris….”
Kelime ağzımdan kendiliğinden çıkıverdi ve keyfim kaçtı. Kalbini ne kadar temizlersen temizle, binlerce parçaya bölündükten sonra sana hiçbir şey fayda etmiyor.
Dürüst olmak gerekirse, bitiş kısmı beni şoka uğrattı. Eris ile benim sevgili olduğumuzdan çok emindim. Birbirimizi sevdiğimizden çok emindim. Asura’da birlikte yaşayacağız sanıyordum; ailesini kaybettiği için bana ihtiyacı olacak sanıyordum. Ona kendimi adamaya hazırdım. Ona o kadar önem arz etmeyebilir fakat… o benim ilkimdi, bu yüzden de doğru olan şeyi yapmak istedim. Yanında olmak istedim. Greyrat ailesi soylu, o yüzden karşımıza birkaç sorun çıkabilir. Ancak onu ne pahasına olursa olsun korumak için hazırdım, düşmanlarımıza karşı birlikte durmak ya da onlardan birlikte kaçmak olsun, hazırdım.
Fakat, Eris aynı şekilde hissetmiyormuş. Günün sonunda, ona bir şey ifade etmiyormuşum.
Burnumu çektiğimi fark ettim. Burnumda yakıcı ve kaşındırıcı bir şey hissettim.
Cidden böyle şeyler düşünmeyi kessem iyi olur.
Eris’in beni ezip geçmesinden beri aylar geçti. Ne kadar daha aynı düşüncelerin kafamda yankılanmasına izin vereceğim? Kız gitti. Benimle işi bitti. Ve ilgilenmem gereken kendi problemlerim var. İkimiz ayrı yollara gittik, bu kadar basit! Farklı emellerimiz var, o yüzden de farklı yollardan gidiyoruz.
Bu kötü mü ki? Hemi?
Özel birisi falan da değilim. Kimsenin beni görünce zil zurna aşık olacağı falan da yok.
Yaşadığım her mutlu an için şükretmeliyim…sonunda ne olduğuna bakmadan.
Evet, evet. Yeter bu kadar. Buraya gelmemin amacıyla ilgilenelim biraz. Neden buraya geldiğimi biliyorsunuz değil mi?
Annemi, Zenith Greyrat’ı aramaya geldim. Bu yolculuğa kalbim kırıldığı için falan çıkmadım tamam mı? Hayır cidden. Asura’dan ayrılmamın sebebi orada her geçirdiğim günün beni terk eden kızın anılarını hatırlatması değildi! Ailemden bulunamayan tek kişiyi bulmak için geldim buraya. Yıllardır kayıp ve babama, Paul’a onu bulmak için elimden gelenin en iyisini yapacağıma söz verdim.
Bunu demişken, şu anda ne yapacağıma daha karar vermedim. Onu nasıl bulabilirim? Onu nasıl olacak da “arayacağım” ?
“-Offffff….”
Son zamanlarda yaptığım tek şey öfleyip pöflemek. Ve tek düşündüğüm şey Eris ile geçirdiğim son dakikalar. O gece çok mutluydum, ama sonra…
“-Tamam, kes şunu. Kes!” Bu kelimeleri beynimin en karanlık köşesine kadar sokup elimdeki göreve odaklanmaya çalıştım. Beynim iş yapmak istemiyor, ancak onu rahat bırakacak değilim.
Tamam, İlk olarak, hadi zekice tahminlerde bulunalım.
Işınlanma Felaketi yaşandığından beri yıllar geçti. Zenith’in bulunması kolay bir yerde olmadığı basbayağı belli.
Şehir, onun burada olduğundan şüphe uyandırmayacak kadar büyük, fakat bu aşırı kolay, başka birisi onu yıllar önce bulmuş olması gerekirdi.
Yine de, tahminde bulunurken ağır nüfuslu bölgeleri hesaba katmak mantıklı olur. Zenith’i dışarıda ağaçlık bir alanda hayal etmek zor çünkü. Arama ve Kurtarma ekibinin arama yapamadığı bir yerde mahsur kalmış olması oldukça muhtemel. Bu şehir gibi yerlere bakmam gerekiyor.
Ayrıca, kendi başımayım. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım şehri olması gerektiği gibi arayamam. O zaman yapacak neyim kalıyor?
“-Tamamdır…Sanırım onun beni bulmasını sağlamak kalıyor geriye?”
Yatağa uzanıp planı gözden iyicene gözden geçirdim. Sesli söyleyince aslında güzel bir plan. Dünya büyük bir yer; nerede olduğu belli olmayan birisini bulmak zor olacak o yüzden. Zenith’i aramak ise on bin kişi arasında solak birisini aramaya benziyor. Gereksiz zaman ve uğraş gerektirecek bir iş yani.
Peki, tek tek gitmek yerine o on binlik gruba neler döndüğünü anlatsaydın? “-Aranızda solak birisi var mı?” diye bağırsaydın belki kalabalığın arasında aradığın kişi elini kaldırıp sana kendiliğinden gelecek?
Kısaca, eğer yeterince ünlenirsem Zenith gelip beni bulur belki?
Ne kadar zamandır kayıp olduğuna bakacak olursak bir yerde mahsur kalmış olma olasılığı var, Lilia ve Aisha’ya olduğu gibi.
Eğer yakınlarda bir yerde olduğumu duyarsa en azından bir mesaj göndermeye çalışır değil mi?
Evet! Bu işe yarar değil mi? Eğer bir şekilde ünlenirsem Zenith gelir beni bulur. Hadi bunu yapalım!
“-Kendimi nasıl ünlü yapacağım peki?” En kötü, insanların adımı öğrenmesini sağlamalıyım. Ancak bunu söylemesi yapmasından daha kolay.
Hmmm…
Şu son birkaç yılda Ruijerd için onun adına iyilik yaparak bayağı PR çalışması yaptım. Adam için pozitif bir imaj çizmeye çalışıyordum kısacası. Ne kadar etkili olduğunu söylemesi güç, ancak Şeytan Kıtasında baya etkili olmuştu en azından.
Eğer burada da aynı şeyi yapıp maceracı olarak nam salarsam kısa sürede ünlü olurum. Ruijerd gibi ne olduğu belirsiz bir lanete de sahip değilim. Tek yapmam gereken birkaç ışık gösterisi yapıp insanların kim olduğumu öğrenmesini sağlamak. Gerçeği eğip bükmeme de gerek yok bu sefer. Amacım sadece bölgeye “Işınlanma Felaketi sırasında kaybolan annesi Zenith’i arayan Rudeus adında büyücü bir çocuk” gibi bir dedikodu yaymak o kadar. Eninde sonunda Zenith ya da başka birisi beni bulmaya gelir.
Bir de sahte ipuçlarıyla ilgilenmek zorunda kalacağım ki bu da baş ağrıtıcı olabilir. Gerçi doğru bilgi için ödeme yapmaktan da çekinmem.
“-Agaa…bunu gerçekten yapmak istemiyorum….”
Bu kar kaplı, acınası, soğuk şehirde kendime isim yapmak hiç de eğlenceli olmayacak. Yerel ünlü olsam bile Zenith’i bulacağımın bir garantisi yok. Aslında, olasılıklar iç karartıcı seviyede.
Fittoa Arama Kurtarma Ekibi gibi oldukça geniş çaplı bir grup bile onu bulmakta başarısız oldu. Onlardan daha şanslı olmazsam bir sonuç elde edemem.
Arama Kurtarma ekibinde benden daha zeki bir illaki vardır…ve benden daha iyi bilgi toplayan ya da yayan. O insanlar her türden planı uygulamışlardır ve planlarını uygulamak için sıkı çalışmışlardır. Ancak buna rağmen Zenith’i bulamadılar. Denememde bir fayda var mı ki?
Zaman kaybı değil mi bu sadece?
Ne kadar üstüne düşünürsem o kadar oflayasım geliyor. Alternatifler gelip kendini önüme seriyor da değil, öyle hiçbir şey yapmadan oturamam da. Eğer aklıma gelen her şeyi denersem eninde sonunda daha iyi bir fikir bulabilirim belki?
“-Uyusam iyi olur…”
Bugünlük yeter deyip gözlerimi kapadım. Yolculuk etmeye alıştığımı sanıyordum, ancak anlaşılan o at arabasında sallana sallana uzun yolculuk etmek sandığımdan daha yorucuymuş. Bir iki saniyede uykuya daldım hemen.
******
Bir sonraki gün Rosenburg Maceracılar Loncasına gittim. Şehrin girişine ve hanların olduğu sokağa yakın bir mesafedeydi. Belki mantıklı bir sebep vardır arkasında….umurumda değil gerçi.
“-Iıgh…”
Çift kapıdan içeri adımımı attığımda bir sürü kafa benim olduğum tarafa çevirildi. Merkez Kıtaya olan yolculuğum sırasında insanların bana bakmasına alıştım zannediyordum, ancak tek başıma olunca tamamen farklı oluyormuş. Yanımda hep Ruijerd ve Eri–
Hm. Böyle düşünceleri aklımdan geçirmemeliyim.
“-Baksana. Çocuğun biri daldı.”
“-Hehe. Maceracılık oynayacak galiba.”
Uzaktan bile insanların benimle dalga geçtiğini duyabiliyorum. Eskisi gibi öyle ağır şeyler söylemiyorlar ama yine de hoş değil. Eskiden böyle şeyler bana tesir etmezdi fakat bugünlerde bana yöneltilen her kötü söz bıçak gibi hissettiriyor.
Ayrıca…benim gibi genç görünüşlü birisi tabi ki loncaya tek başına öyle pat diye girerse herkesin ilgisini çeker. Alışmam gerek sadece. Eğer burada amacımı gerçekleştirirsem istesem de istemesem de dikkat çekeceğim.
Evet, neyse. İş bulmadan önce halletmem gereken bir şey var.
Yavaş ve çekingen adımlarla resepsiyon masasına doğru yürüdüm. Tezgahın arkasındaki hanımefendi çok da güzel birisi değildi fakat bayağı açık seçik bir kıyafet giyiyordu. Cidden, bazen bu kadınları sırf göğüs boyları büyük diye alıyorlar, yemin ediyorum.
Maceracı kartımı tezgahın üzerine koydum ve “-Ee…partimi…dağıtabilir misiniz?”
İki kelime “Ölü Son” ismi kartımın alt kısmından yavaşça kayboldu. Bu, artık eski partimin ismiydi…Ruijerd ve Eris ile kurduğum partinin ismi. İkisi de gitmişti artık, istekleri ve amaçları doğrultularında. Ölü Son artık yoktu, bitmişti ve partiyi dağıtmam gerekiyordu.
Artık eskide kaldı…
Bir anda sesli bir şekilde burnumu çekmeye başladım. Saniyeler sonra gözyaşlarının yüzümü ıslattığını fark ettim. Ağlamak istememiştim, kendimi tutamadım.
Ruijerd ve Eris artık yanımda yoktular. Ben, sahiden de yalnızdım artık. Bu gerçek ile yüz yüze olmak çok acı vericiydi.
“-Tabi ki de. Birkaç saniyemi alır.”
Resepsiyonist hanım kartımı aldı ve yüzüne samimi bir ifade takındı.
Adamın birinin aniden önünde ağlamaya başlaması garip hissettirmiştir kesin, profesyonelliğini korudu ama.
“-Al bakalım.”
“-…Teşekkürler.” Cüppemin koluyla gözlerimi sildim ve kartımı geri aldım.
“Ölü Son” yazısı silinip arkasında silik bir boşluk bıraktı.
Kartlarını loncaya getirdiklerinde Eris ve Ruijerd partinin dağıldığını öğrenecekler.
O kelimeler silinince ne düşünecekler acaba? Ruijer muhtemelen üzgün hisseder. Ama Eris…
Kes şunu. Kes. Artık önemli değil. Bitti artık.
“…”
Tezgahtan ayrılınca loncanın yarısının bana baktığını fark ettim. İlginizi çeken ney be? Aranızda daha önce ağlayan bir çocuk gören olmadı mı?
“-Aah, neden ağlıyor?”
“-…Kesin partisi perişan oldu.”
“-Zavallı. Yaşayan tek kişi olmalı…”
Anlaşılan, yanlış anlaşılmışım. Bana yöneltilen bakışlarda sempati var. Herkes muhtemelen partimdeki herkesin öldüğünü falan düşünüyor. Hiçbiri muhtemelen bir kız için ağladığımı düşünmüyordur.
….Ben sahiden de acınasıyım.
Eğer partim sahiden de perişan olsaydı üzgün olmak için gerçek bir sebebim olurdu.
Tabi ki de Ruijerd ve Eris’e bir şey olmasını istemiyorum, yanlış anlamayın…
Tek bir söz söylemeden ana panoya yöneldim.
Neredeyse tamamen kağıt parçacıkları ile kaplıydı. Şeytan Kıtasında bulabileceğin kadar çok iş yoktu aslında, fakat Asura da gördüğüm işler ile aralarında büyük fark vardı. Maceracılara daha çok ihtiyaç duyuluyor burada ve genelde B veya C seviye görevler var.
Asura da mevcut çoğu iş düşük seviyedeydi ve çok fazla yüksek seviye iş yoktu. Bunun sonucunda da seviye atlayan maceracılar ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor, Ejder Kral Krallığına ya da kuzeydeki Büyü Birliğine gidiyordu.
“-Tamamdır, hadi göz gezdirelim…” Ben A-Seviye bir maceracıyım ve loncanın kuralları kendi seviyemden bir düşük ya da bir yüksek seviye görev almama izin veriyor. Şu anda pek S-Seviye görev yok. O yüzden A ya da B-Seviye görev seçmek zorundayım. Şansıma o seviyelerde bir sürü iş var. Merkez Kıtada böyle şeylere sık sık rastlamazsın bak.
Demek buradaki insanlar zorlu bir hayat sürüyorlar.
*******
A: Kukuru Nehrindeki Ferli Ayıları avla.
B: Hadra Ormanındaki büyük çaplı kereste işine güvenlik sağla.
C: Neris Düklüğüne gönderilen ticari mallara eşlik et.
******
Hmm… Neyse, herhangi biri olur.
Fazla üstüne düşmeden gördüğüm ilk A-Seviye görevi elime geçirdim. Şu “Ferli Ayılar” muhtemelen bir tür ayı türevi, ancak detaylar biraz puslu.
Neyse umursamıyorum, gidip yerel canavarlar hakkında araştırma yapmak da istemiyorum.
Elimdeki kağıtla resepsiyon masasına gittim ve “-Pardon. Şuna bakabilir misiniz?” dedim.
Görevli kağıdı kartımla birlikte aldı, inceledi ve şaşırmış gibi göz kırptı.
“-Huh? Ee…Partin nerede?”
“-Ah. Şey ee…bu işi tek başıma yapmayı düşünüyorum aslında.”
“-Ney?”
Kadın nedense şaşırdı. Daha az önce partimi bu masada dağıttım o yüzden neden bir partiye mensup olduğumu düşündüğünü anlayamadım.
“-Ee, tek bir büyücü için biraz ağır gelebilir…A-Seviye işlerin partilerle birlikte yapılması gerekilir, anlarsın ya…”
“-Ah, tamam…”
“-Özür dilerim, sana bu görevi veremem.”
Görevli haklı. Koca bir canavar sürüsünü tek başına almamalısın. Yine de gözüme o kadar da büyük bir riskmiş gibi gelmedi. Kendimi zorlamazsam ünlü olamam sonuçta. Bu sözde zor görevin ne kadar zor olacağı da kesin değil gerçi…yine de umursamıyorum. Hayattan zevk alacak değilim ya. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım değer verdiğim her şey elimden uçup gitti. Sonunda hep sefil bir hal alıyorum. Ve bu hiçbir zaman değişmeyecek.
İleriyi düşünmeme gerek yok. Yaşayıp yaşamamın bir anlamı yok.
Bu düşünceler kafamın içinde dönüyorken kalbimde keskin bir ağrı hissettim. Refleks olarak direk elimi cebime sokup içindeki şeye tutundum ve dişlerimi gıcırdattım. Kalbimdeki acı gitmiyor, fakat o nesneyi sıkıca tutunca az da olsa daha iyi hissediyorum.
“-Hey hey. Kavga mı var yoksa?”
Birisi arkamdan seslendi. Beni gerçekliğe geri sokmak için yeterliydi bu. “-Hayır hayır, yok öyle bir şey.” diye mırıldanarak arkama döndüm…ve tanıdık bir yüze rastladım. Benimle birlikte buraya seyahat eden rastalı zenci savaşçıydı. Bana bağıran kız da yanında duruyordu. Yanlış hatırlamıyorsam kadının ismi Suzanne kızın ismi de Sara idi.
Arkalarında tanıdık yüzlü birkaç adam daha vardı. Muhtemelen partinin diğer üyeleri, isimlerini hatırlamıyorum.
B-Seviye “Counter Arrow” partisine rastladım kısaca.
“-Eh, kulak kabartmadan duramadım, anlarsın ya. Demek eski partin perişan oldu ama anneni aramak için paraya ihtiyacın var değil mi? O yüzden mi tek başına böyle bir işe girişiyorsun? Çok dokunaklı.”
Öyle bir şey demedim, tamam mı! Partim “perişan” olmadı ve fakir de değilim. Beni bir süre götürecek kadar param var.
“-Ama şurası sorun evlat…yüzün, yüzündeki ifade asıl sorun. Dünyada tek başına ayakta durabilecek birine benzemiyorsun evlat. Ölüm ile yaşamı umursamayan birisine benziyorsun.”
“…” Emin olmak için yüzümü yokladım. Yüzümde muhtemelen içimi gördüğünü belli eden bir ifade var.
“-İşte bu konuda, sana yapacağım bir teklif var. Bu işi birlikte yapalım mı?”
“-Birlikte mi?”
“-Evet. Daha yeni geldik buraya sonuçta. Normalde bunun gibi bir işi kendimiz yapmaya çalışırız, fakat bilmediğimiz topraklardayız. Ortama alışana kadar birlikte çalışmak öldürmez ya bizi, ne dersin?”
“-Uh, tek başıma maceracılık yaparak nam salmak istiyorum…annemi bulma planımın bir parçası da…”
“-Hadi amaa. Kimse tek başına iş yaparak ünlü olmaz evlat. Eğer nam salmak istiyorsan insanların senin namını yaymalarını sağlamalısın. Bunu da bir partiye katılıp hayatta kalarak yaparsın. Yanlışım var mı çocuklar?”
Partideki adamlar aynı anda kafalarını salladılar. Sara ise somurtmakla yetindi. Bu fikri hiç beğenmediğine dair bir his var içimde, ve onu ayıplamıyorum bu konuda.
Eğer bir bölgeyi öğrenmek istiyorsan yerel bir kıdemliyle takım kurup bölgeyi tanımaya başlarsın, senin bildiğin fazlasını bilmeyen depresif bir veletle değil.
Buraya gelirken onlara görevlerinde yardım da etmedim. Kıyafetlerimden büyücü olduğumu anladıklarına eminim, ancak ne yapabildiğimi bilmiyorlar, hangi büyüleri kullandığımı da ya da usta olduğum alanları da, ne kadar güçlü olduğumun farkında bile değiller.
Kısaca, Suzanne bana acıyor o kadar. Bana acıdığı için partilerine katılmamı teklif ediyor. Hepsi bundan ibaret.
Yine de, o haklı.
Kendi başıma ne kadar didinirsem didineyim hakkımda boş beleş dedikodu çıkarmak dışında bir şey yapamam. Maceracılar diğer maceracılar ile o kadar ilgilenmezler. Umursamadıkları birisi hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışmayacaklardır.
En kötüsü rastgele bir büyücünün kendi başına bir şeyler becerdiği dedikodusu çıkar o kadar. Fakat dedikoduların daha detaylı olmasına ihtiyacım var: Fittoa dan olduğum ya da sessiz büyü yapabildiğim ve Işınlanma Felaketi sırasında kaybettiğim annemi aradığım detayları.
Eğer hikayemi etrafa yaymak istiyorsam beni tanımalarını sağlamalıyım. Ve bunu yapmanın en kolay yolu bir partiye katılmak.
Sadece bir partiye de değil. Birden fazlasına katılırsam daha iyi olur.
Maceracılar tek bir şehire çakılıp kalmayı sevseler de bazı partilerin yolculuk yaparken para kazandığı da olurdu, Şeytan Kıtasında yaptığımız gibi.
İnsanları tanımaya çalışırsam belki…
“-Baya gençsin ama A-Seviyesisin, dövüş sırasında kendi başının çaresine bakabilirsin diye düşünüyorum. Alanın nedir?”
“-Eh…eski partimde, formasyonun arkasında yer alıyordum. Ön saf savaşçılarını büyümle desteklemede iyiyimdir.”
“-Baya iyiymiş. Partimizin formasyonunda arkalara geçecek adam lazımdı zaten.”
Her türlü Suzanne hanımın teklifini kabul etmek yapılacak en mantıklı şeymiş gibi geldi.
“-Tamamdır…Sizinleyim, eğer kabul görürseniz.”
“-Muhteşem. Bugünlük dinlenip hazırlanalım. Yarın sabah şehir kapısında buluşmaya ne dersin? Formasyon işini giderken konuşuruz.”
“-Olur.” Yalap Şılap ilerliyor gibi geldi, amaan neyse.
Şu Sara denen kız da kaşlarını çatmayı hiç kesmedi he.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.