İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 07 Bölüm 01

[ A+ ] /[ A- ]

Giriş Bölümü

 

 

Üç at arabası sık ağaçlarla kaplı karanlık bir orman tarafından çevrelenmiş dar bir yolda takırdaya takırdaya ilerliyordu.

Burası Ejderin Bıyığı; Asura Krallığı ile Kızıl Ejderin Üst Çenesi arasında bulunan tampon bir bölge.

Üst Çene güneydeki kardeşi Alt Çenenin aksine doğal bir sıkışma noktasıdır. Asura sınırından da birkaç günlük uzaklıktadır.

Ancak bunun mantıklı bir sebebi var tabi ki de: Vadı ve orman arasındaki bölge canavarlarla kaynıyor çünkü.

Uzun yıllar önce Asura Krallığı, bölgenin güneyine canavarları uzak tutmak amacıyla bir sur inşaa etmişti, bu harcamayla birlikte de canavar avlarına harcadıkları bütçeyi kısabildiler.

Bakımı yapılmayan orman bir çok vahşi canavara ev sahipliği yapmaktadır…Asura’dan kaçan haydut ve kanun kaçaklarını da unutmamak gerekli.

Buradan geçebilecek cesarete sahip çok az insan vardır.

Ancak Kuzey Topraklarında kar etme sevdasına düşmüş birkaç zorlu tüccar bu bölgeden zorla geçmeye çalışmıştır.

 

Bu küçük at arabasının önderi de böyle bir insandı. Şu son yıllarda inişli çıkışlı da olsa kendince ün salmış ve Asura Ticaret Şirketine girebilmiş bir tüccar.

Bruno’nun şu anki görevi değerli mallar ile yüklenmiş iki at arabasını Asura’dan Kuzey Topraklarına sağ salim ulaştırmak.

Bu büyük ve değerli bir iş. Başarısızlığa uğraması kariyerinin ve hayatının bittiği anlamına gelir.

Haydutlar ya da canavarlar, ya da her ikisi tarafından saldırıya uğrayacağı çok bariz.

Şirkete katılmadan önce Bruno kendi çapında küçük bir tüccardı. O günlerde yükünü korumada sadece kendi kılıcına güvenirdi.

Ancak şu an gerçek dünyaya adımın attı, daha ölümcül tehlikelerle karşılacak ve başarısızlığının sonuçları daha acımasız olacaktı.

Artık her şeyi kendi yapamazdı.

En azından profesyonel muhafız hizmeti satın alabilir.

Bruno’nun üçüncü karavanı, kargoyu koruması için tuttuğu maceracılardan oluşuyordu ve önceden ödemesini aldığı yolculardan.

Muhafızların kendileri geçen yıllarda Asura Krallığında oldukça aktif olan B-Seviye Parti Counter Arrow’un beş üyesinden oluşuyordu. Yolcular da üç kişiydi: Kuzeye hünerlerini geliştirmek için yolculuk eden iki silahşör ve gri cüppeli, asık suratlı yalnız bir büyücü.

Bruno, teknik olarak muhafız olmasalar da hayatları tehlikeye gireceği için karavanı koruyacaklarını düşündü.

Tesadüf eseri de asık suratlı büyücünün ismi Rudeus Greyrat mış.

O sırada tangırdayan at arabasının arkasında boş gözler ile ufka bakıyordu. Ölü balık gözleri ve yarım açtığı ağzıyla dikkat çekiyordu. Duvara yaslandığı için çok da yere oturuyor sayılmazdı.

Çocuk tamamen ümitsiz görünüyordu. İçinde boşluktan başka hiçbir şey yokmuş gibiydi. Acınası yüzüne bakınca içinden geçirdiklerini duyabiliyor gibiydin.

Her şey anlamsız. Yaşamanın ne anlamı var ki? Neden herkes bu kadar kafayı takmış buna?

Bilmiyorum. Tek bildiğim şey içerde bomboş olduğum.

Hiçlik. Sıfır. Ben uzayın kalbiyim…

Çocuk zayıf, hayatsız şekilde iç çekti.

Bahsi geçen arkadaş sağ olsun, at arabasında morgda bulabileceğin türden bir neşe havası hakim.

“-İkide bir oflayıp duruyorsun evlat.” dedi yolculardan biri.

“-Canını sıkan nedir?”

Konuşan kadın B-Seviye Counter Arrow partisindendi, koyu cildi ve topuz yapılmış rastaları vardı.

Göğüs zırhı ve eldiven giyiyordu-Hafif bir zırhtı ancak tipik bir silaşörün giyeceğinden farklıydı.

Görevi muhtemelen savaşçılık olmalı.

Genç büyücü kadına doğru yavaş bir şekilde yüzünü çevirdi ve gülümsemek için kendini zorladı. Ancak büyücünün çabası kadını irkitmekten başka işe yaramadı.

Çocuk arkadaş canlısı bir şekilde gülümsemek istemiş olsa da içine hiç duygu katmamıştı.

Balmumu heykelinde göreceğin türden tuhaf bir gülümsemeydi.

“-İç mi çekiyordum? Üzgünüm hanımefendi. Endişelenmeyin iyiyim ben.”

Heyecanlı ve sesli bir şekilde konuştu ancak gözleri hala cansızdı ve yüz ifadesi hala iç bayıltan cinstendi. Yalnız bırakılmak istediği çok belliydi.

Ancak savaşçı vazgeçmeyecekti. “-Tamamdır. Neden kuzeye doğru gidiyorsun ki o zaman?” Genç büyücünün, kendisini görmezden gelmesini bekliyordu.

Yine de bir cevap alabilmesi mükemmel bir başlangıçtı.

“-Huh? Bu sahiden de…önemli mi sence, hanımefendi?”

“-Yanii, tahminen büyücü olduğun kanaatindeyim, ancak henüz erişgin değilsin değil mi? Akademiden daha yeni mi mezun oldun? Eğer macera arıyor olsaydım daha güvenli bir yerde başlardım.”

Kasvetli büyücü harbiden de gençti. On iki ya da on üç yaşındaydı—çocuk yaştaydı resmen.

Cevap vermeden önce bir kez daha gülümsemeye çalıştı. Öncekinden daha iyi değildi.

“-Afedersiniz ancak sorularınızı cidden yanıtlamak zorunda mıyım?”

Kaba bir şekilde verdiği cevap, konuşmak istemediğini ima ediyordu. Bu genç adamın birileriyle konuşmak istemediği ortada. At arabası varış noktasına varana kadar kasveti içinde boğulmak istiyordu anlaşılan.

Bazıları tutumunu hoş bulmayabilir. Ancak günün sonunda bu sadece yolcular arasında olan bir konuşmadan ibaret. Çocuğun ses tonu daha nazik olabilirdi evet ancak yolda tanıştığın insanlarla çok haşır neşir olma diye bir kural vardır.

Onun gibi davranan birisne karşı yapılacak en mantıklı şey omuzunu silkip olduğu gibi bırakmaktır.

Ki bu da rastalı kadının yaptığı şeydi. Ancak yanında oturan maceracı farklı düşünüyordu.

“-Sorunun ne be?! Suzanne nazik olmaay çalışıyor sadece!”

Bir nedenden ötürü kız, Rudeus’a haşin gözler ile bakıyordu.

Kıza baktığında inatçı tiplerden olduğunu anlayabiliyorsun; sarı saçlı ve kadın silahşör gibi giyinmişti, ancak kılıcı yoktu. Yerine sırtında asılı duran bir yayı vardı. On beşinde ya da—bir maceracıya göre oldukça gençti, genç büyücüden de genç. Bunun gibi durumlarda nasıl davranılacağını bilmiyor gibi.

Rudeus, kıza dönüp kızın yüzünü iyice süzdü sonra gözlerini kırpıştırarak başka yöne çevirdi.

“-Sakinleş Sara. Kavga çıkarmaya falan çalışmıyor. Biraz kaba sadece, o kadar.”

“-Fakat onun için dün geceden beri endişeleniyorsun, Suzanne! Umutsuz göründüğünü söylemiştin değil mi? Ama baksana! Sanki onu rahatsız ediyormuşsun gibi davranıyor!”

Demek rastalı hanımefendinin adı Suzanne he? Genç kızda Sara. Çocuk gözlerini kaçırdığında konuşmadan tamamen kopmamıştı, arada bir konuşmann hararetlendiği tarafa attığı bakışlardan ele veriyordu kendini.

Gülümsemesi kendine hüzünlü bir hava katıyor. Ne düşündüğünü söylemek zor doğrusu.

Birkaç saniye sonra yeniden konuştu. Aynı önceki gibi sesi yüksek ve anlaşılırdı, ancak güven verici değildi.

“-Kuzeye…Annemi aramak için gidiyorum. Fittoa da yaşanan Işınlanma Felaketinden beri kayıp da.

“-Ah…”

“-Fittoa, mı…?”

İki maceracı mahcup görünüyor şimdi.

Fittoa’daki büyü felaketi Asura vatandaşalrı için dehşet verici bir olaydı. Suzanne ve Sara o bölgeden değillerdi ancak partileri restorasyon görevlerine katılmıştı ve yolculukları boyunca o bölgeden bir sürü insana rastlamışlardı. Genç büyücünün yüz ifadesi karşılaştıkları insanlarınkine benziyordu; çok önemli bir şeyi en kötü şekilde kaybetmiş birisine.

Suzanne dışından bir şey söylemedi ancak yüzüne bakınca karşısındakinin yarasını deştiği için üzgün olduğunu anlayabilirsin.

“-tamam, anladım. Ama yine de bu kadar kaba olmamalısın…” Görünen o ki tamamen tatmin olmamıştı kız ancak çocuk, kızın homurdanmasını görmezden geldi ve kendi köşesine çekildi, kendi haline bırakılacağını umuyordu.

At arabasındaki atmosfer iyice gerilmişti. İki silahşör koltuklarına sindi, rahatsız olmuş gibi bir yüz ifadesi vardı suratlarında.

“-Onu nasıl aramayı düşünüyorsun peki? Kuzey Toprakları baya büyüktür.” Suzanne’ın ısrarcılığı diğerlerini şaşırtmıştı. Genç büyücünün bunu sinir bozucu bulacağını adı gibi biliyordu fakat kendisi bu koca yolculuğu can sıkan kasvetli bir sessizlik içinde geçirmek istemiyordu.

Çocuğun yüzüne iyice yorulduğunu belli eden bir ifade yayıldı ancak sahte bir gülücük yapıp Suzanne’a çevirdi kafasını.

“-…Evet, sanırım haklısın. Adım adım ilerlemem gerekli sanırım.”

“-Anladım, ancak nereden başlayacağına dair bir fikrin var mı? İpucu mesela, ya da tanıdığın birisi? Tek başına yolculuk etmek kolay değildir, umarım biliyorsundur bunu.”

“-…”

Çocuğun kafasının içinde hangi düşünceler geçiyordu şu anda?

Acaba yolculuk boyu benimle konuşmaya mı çalışacak? Mı?

Yoksa: Buna devam etmek istemiyorum. Ama onu geri çevirirsem kız gene bana sataşır.

“-İstiyorsan sana Kuzey Bölgeleri ile alakalı ufak tefek bilgiler verebilirim. Bir iki şey bilmek hiçbir şey bilmemekten daha iyidir demi?”

Çocuk bir saniyeliğine tereddüt etti ancak ufak bir iç çekmeyle vazgeçti.

“-Um, tabi olur. Lütfen.” demesine rağmen yüz ifadesinden ilgili olmadığı ya da meraklı olmadığı anlaşılıyordu.

Ancak Suzanne için bu kadarı da yeterliydi. Verdiği cevabı evet olarak kabul etmişti.

“-Tamamdır. Kulağının pasını al ve beni dinle evlat!”

*******

“- ‘Kuzey Toprakları’ Merkez Kıtadanın kuzey kesiminde bulunan bölgeye denir. Çoğunlukla kuraktır. Kar, bölgenin topraklarını yılın üçte biri boyunca kapladığı için Şeytan Kıtası kadar desole değildir ancak ekin yetiştirmek çok zordur. Yemek aşırı miktarda bulunmaz. Bölgedeki devletlerin çoğu fakir ve güçsüzdür ve insanların gün geçtikçe daha da kıtlaştırdığı kaynakları ele geçirmek için birbirlerini yerler. Canavarlar da bol bulunur ve çoğu Asura krallığındakilerden daha güçlüdür. Bu faktör eğitimdeki savaşçıları ve eski kurt maceracı dediğimiz kişileri buraya çeker, ancak bu bölgeyi bayındır yapacak kadar yeterli değildir.

Ancak, bölgenin acımasız koşullarına karşın başarılı olmuş birkaç ülke vardır. Bu ülkelere ‘Büyü Ülkeleri’ denir:

Ranoa Krallığı, büyü fakülteleri ile ünlüdür.

Neris Dukalığı, büyü aletleri üretmesiyle bilinir.

Ve son olarak, Basherant Dukalığı, Gizli araştırmalarıyla bilinir.

Bu üç ülke sıkı bir ittifaklık antlaşması imzaladı ve bütün büyü bilgilerini ortaya koyup bölgedeki en güçlü ülke haline geldi.”

B-Seviye Maceracı olunca Suzanne ve partisi Asura krallığında yapacak iş bulamaz oldular. Kuzeye, Büyü Ülkelerine yerleşmek için yol alıyorlardı.

Ve tesadüfen de, Rudeus Greyrat da onlarla aynı yöne gidiyordu. Ve seçtiği kesin bir rota yoktu.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.