İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 06 Bölüm 03

[ A+ ] /[ A- ]

Shirone Krallığı

 

Shirone Krallığı 200 yıllık tarihe sahip, küçük ama eski bir ülkeydi.

Bu önemli bir detay çünkü Asura Krallığı ve Kutsal Millis Ülkesi dışındaki bütün insan krallıkları 400 yıl önceki savaşta yok olmuştu.

Güney Ana Kıta, 300 yıl öncesine kadar savaşla boğuşuyordu bu durum Ejder Kral Krallığı bölgeyi ele geçirene kadar sürdü. Şu an bile bölgenin kuzeyindeki devletler sürekli birbirleri ile savaş halinde.

Shirone Krallığı, Savaş Bölgesinin sınırında bulunuyordu. Peki tehlikeli bir yerde bulunmasına rağmen nasıl oluyordu da 200 yıl boyunca varlığını sürdürebilmişti?

Bu sorunun cevabı Shirone Krallığının Ejder Kral Krallığı ile yaptığı müttefiklik antlaşmasında yatıyordu-sözde müttefiklik antlaşmasında.

Aynı buraya seyahat ederken uğradığımız krallıklar gibi burasıda Ejder Kral Krallığına bağlı bir kukla devletti.

Neyse, ülkeler arasındaki siyasete ilgim olmadığı için bu durum çokta umurumda değil. Şu an önemli olan tek şey benim sevgili Roxy’min burada olmasıydı.

Acaba benim tatlımı tatlış, gencecik-yo yo bekle Roxy alında genç değil, değil mi?

Her neyse. Acaba benim tatlımı tatlış, sakarmı sakar Ustam hala burada Saray Büyücüsü olarak çalışıyor mu?

Eğer hafızam beni yanılmıyorsa prensin ona sıkıntı çıkardığından bahsetmişti, onun başa çıkamayacağı bir şey olamaz gerçi.

Çok uzun zaman oldu. Onu görmek istiyorum. Onu görmek, ona iyi olduğumu söylemek istiyorum. Ona memleketini ziyaret ettiğimi, neler gördüğümü anlatmak istiyorum. Ondan, şu yeni öğrendiği Kral-Seviyesi Su Büyüsünü bana öğretmesini istiyorum.

Başkente doğru giden yolda ilerlerken kalbim sanki yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu.

————————————————————————————————————————————–

Yolun etrafı hayvan meraları ve parça parça pirinç tarlaları ile kaplıydı.

Ayrıca yolun kenarında nadasa bırakılmış tarlalarla birlikte yoncaya benzeyen bir çiçeğin tarlaları vardı.

Ziraat sanatıyla çok haşır neşir bir insan olmayan birisi olarak bu dünyanın insanlarının ekin yetiştirmeye büyük önem verdiklerini söyleyebilirim.

Shirone Krallığı, Ejder Kral Krallığına bağlı bir kukla devleti olmasına rağmen buraya gelirken uğradığımız o iki krallığın verdiği kolonimsi havayı vermiyordu.

Belki uzakta olduğundan dolayı? Ya da Savaş Bölgesi ve Ejder Krallığı arasında tampon bölge görevi gördüğü için?

Her neyse. Başkent Latakia’ya vardığımızda yolculuk boyunca bize eşlik eden manzaralar işte böyleydi.

Bu dünyada Roa, Millishion gibi büyükşehirlerin, hatta Sanakia ve Kikka Krallıklarının şehirlerinin bile etrafı surlarla örtülüydü. Tabiki de aynı durum insanı hayretler içerisinde bırakacak türden haşmete sahip Shirone başkenti içinde geçerliydi.

 

Şimdi düşününce Şeytan Kıtasında da aynı durum geçerliydi. Hatta kıtada güçlü canavarlar olduğu için Şeytan şehirlerinin savunmaları buradakilere göre daha güçlüydü.

Rikarisu’nun etrafını çevreleyen doğal surlara aşık atabilecek türden sur yoktu dünya üzerinde.

Kıtadaki her bir şehir, komşu kabilelerin özel yeteneklerinden faydalanarak güçlü duvarlar inşaa ediyordu.

Küçük yerleşkeler ise köylerin etrafında günlük olarak canavar avı yapıyordu.

İki kıta arasında karşılaştırma yapacak olursak Ana Kıtadaki surlar sanki gösteriş için yapılmış gibi duruyordu.

————————————————————————————————————————————–

Surların arasından şehre giriş yaptık. At arabamızı park edip şehrin iç kesimine doğru yol aldık.

Şehrin civarında bir sürü labirent olduğu için etrafımızda bir sürü sert görünümlü maceracı vardı.

Paul ve Ghislaine de eskiden labirentlere giderlermiş, bi ara Roxy bile o işle uğraşmış.

Eğer yanlış hatırlamıyorsam Paul, bana labirente giren maceracıların güçlü insanlar olduğunu söylemişti.

Shirone’un etrafına yayılmış bir sürü labirent vardı. Bu labirentlerin sadece üst kısımlarını keşfederek bile zengin olabilirdin.

Burada muhtemelen nadir labirent ganimetlerini ele geçirmek isteyen bir sürü S-Seviye maceracı da vardır.

Ana yolda kalabalığın arasından geçip konaklamak için rastgele bir hana girdik. Her zaman yaptığımız gibi D-Seviye maceracılar için olan bir han seçtik.

Şehirdeki düşük seviyeli hanlar bile pahalıydı. Muhtemelen etrafta bir sürü yüksek seviyeli maceracı olduğundan dolayı.

Şeytan Kıtasındaki D-Seviye lojmanlara kıyasla buradaki lojmanların konforu hiç de kötü değildi. Aslında lojmanlar konforlu olduğu için daha düşük seviyeli hanlarda da konaklayabiliriz ama buna gerek yok. Gerçi istesek daha iyi bir handa da kalabiliriz çünkü hayvan gibi paramız var.

Daha iyi bir odada kalmak istiyorum.

Paramız olmasına rağmen harcama yapmak istemiyordum. Sanırım bu konuda cimri biriyim.

 

 

 

 

————————————————————————————————————————————–

“-Tamamdır! Sonunda Shirone’a ulaştığımıza göre strateji toplantımızı başlatalım.” Önümde duran ikiliye açıkladım. Lakayıt alkışları ikisinin buna çoktan alıştığını gösteriyordu.

“-Şimdi, nereden başlayalım?”

“-Öğretmeninle görüşeceğiz değil mi?”

Eris’in sorusu, İnsan-Tanrının bana “ Rudeus iyi dinle beni. O kızın adı Aisha Greyrat. Şu anda Shirone Krallığında alıkonulmuş durumda. Gördüğün imgeler sen oraya varınca gerçekleşecek, orada onunla karşılaşıp onu kurtaracaksın. Ama sakın gerçek ismini söyleme. Kendini Ölü Son’dan Köpek Ustası olarak tanıtıp durumunun detaylarını sor. Sonra Shirone Kraliyet Sarayındaki tanıdığına mektup gönder. Eğer bunları yaparsan Lilia ve Aisha’yı o yerden kurtarabilirsin.” dediğini hatırlattı.

Verdiği tavsiyeye canı gönülden güvenecek olursam yapmam gereken tek şey imgede gördüğüm o arka sokağı bulup olayı canlandırmaktı. Ayrıca İnsan-Tanrı, Eris ve Ruijerd hakkında bir şey söylemediğinden ikisini yanıma alsam bir şey olmaz diye düşünüyorum.

Düşünmeye devam ettim.

Eğer İnsan-Tanrının bana dedikleri doğruysa Lilia ve Aisha’nın Shirone Sarayında mahsur durumda olması gerekiyor. Fakat gördüğüm imgede Aisha ile dışarda karşılaşmıştım. Bu Aisha’nın saraydan bir şekilde kaçtığına işaret ediyordu.

Rüyamda Aisha’nın kollarını tutan adamların kılık kıyafetini de gayet iyi hatırlıyorum. Şehirde her yerde gördüğüm askerlerin giydiği üniformalardan giyiyorlardı.

Kısacası, Aisha iki asker tarafından takip edilip yaklanacak sonra da olaya ben dahil olacağın. Eğer onu direkten kurtarmaya çalışırsam sarayı kendime düşman edinebilirim. Bu yüzden İnsan-Tanrı bana gerçek ismimi kullanmamamı söyledi. Yüzümü bir şeyle örtsem daha iyi olur.

Şovalyeler ortaya attığım sahte kimliğin izini sürmekle meşgulken bende Saraydaki bir tanıdığıma(Roxy) bana yardım etmesi için mektup göndermem gerekiyor.

Eğer Roxy hala saray büyücüsü ise askerler arasında söz sahibi olması gerekiyor.

Ona halihazırda çok şey borçluyum ve kapısının eşiğine sokak çocuğu gibi yalınayak ve çamura bulanmış şekilde gelmek de istemiyorum. Gerçi o benim yerimde olsaydı seve seve ayağını yıkamaya razı olurdum.

Lakin, İnsan-Tanrıdan bahsediyoruz burada. Bir şeyler karıştırdığı apaçık ortada.

“Eğer sana daha fazla detay verirsem işin bütün eğlencesi kaçar.“ Demişti.

İlginç bir şeyin yaşanmasını umuyordu ve benim muhtemelen o ilginç şeyi durdurmak için yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Ayriyeten bana “Umuyorum ki gelecek sefer bana daha çok güvenirsin.de demişti.

Böyle dediğine göre o zaman karşıma beklenmedik sürprizler bile çıksa bu sürprizler önem verdiğim insanların yaralanması veya ölmesi gibi şeyler içermeyecekti.

Fakat bu saydıklarım o yavşağa güvenerekten yaptığım varsayımlardan ibaret.

Belki beni son kez kandıracak, sonrasında da yaşanan hiçbir şey umurunda bile olmayacaktı?

Yine de, bana verdiği talimatlara gereksiz şüpheyle yaklaşırsam işi daha kötü yerlere de sürükleyebilirim.

Her ne kadar kuklası gibi hissetsem de onu dinlemekten başka yapabileceğim bir şey yok.

Her neyse. Şu anki amacım Aisha’yı aramak, sahte isim uydurmak ve Roxy’e mektup göndermekti.

İyi hoş güzel de, saygıdeğer sahabelerimi ben nasıl ikna edeceğim? Mektubu yazmak sorun değil. Yine de arka sokakları sahte isim kullanarak arama amacımı açıklamak için iyi bir nedene ihtiyacım var.

Millishion dan ayrıldığımızdan beri boş günlerimiz de bile yanımda durmaya özen gösteriyorlardı. Sanırım Paul ile olan kavgamdan sonra hala benim için endişeleniyorlar.

Onları endişelendirdiğim için kötü hissediyorum.

Aisha’yı arama görevimde askerlerle karşılaşmam çok olası, ne Ruijerd ne de Eris rol yapmada iyi. Görünen o ki kimi yanıma alsam sonrasında başımıza sorun çıkarabilecek bir şey yapma olasılığı yüksekti. Karma öyle şeyler yapmayı sever çünkü.

Şimdii… ne yapsak acaba?

“-Rudeus neden endişeleniyorsun?”

Mmm… neyse. Atalarımızın da dediği gibi “Sonunu düşünen kahraman olamaz.”. diyerek kendimi cesaretlendirdim.

“-Hmm, burada kaldığımız süre boyunca takma ad kullansak daha iyi olur aslında.”

“-Of, yine mi rol yapacağız, ama neden?

“-Eee şey…” İnsan-Tanrıyı dahil etmediğimiz sürece hikayenin geri kalanını anlatmada pek de bir sakınca yok.

“-Aldığım bir duyuma göre ailemden birileri burada esir tutuluyormuş.”

Eris “Sahiden mi?” dedi

Ruijerd de”-Hmm” diye hırıldadı.

Her bilgi topladığımızda yanımda bulunmalarına rağmen ikisi bu bilgiyi nereden elde ettiğimi sormadı. Neyse, üzümü ye bağını sorma.

Eris “-Ah! Sanırım anladım.” dedi. “Eğer Greyrat ismini duyarsalar bizi yakalamaya çalışırlar değil mi?”

“-Evet doğru.”

“-Ee kimi arıyoruz?”

“-Lilia ve Aisha. Eski hizmetçimiz ve kız kardeşim.” Şimdi düşünüyorum da Lilia benim neyim oluyordu? Ona nasıl seslensem doğru olur? Benim üvey annem sayılmaz çünkü.

“-Küçük kardeşin mi? Şu Millishion daki burnu hava olan kardeşin mi?

“-Yok diğeri”

Eris dudaklarını büzerek hevessiz şekilde “-hee öylemi…” dedi.

 

Norn’un burnu havada he? Daha önce fark etmemişim ama Eris ona bambaşka gözle bakıyormuş. Acaba Eris, Norn’a yumruk atsa hangisinin tarafını tutardım?

Eris sanki zafer kazanmış bir edayla homurdanarak. “-Eh, madem durumlar böyle o zaman bir şikayetim yok! Tamda senden beklediğim gibi Rudeus, her şeyi düşünmüşsün.” dedi.

Her şeyi düşünen İnsan-Tanrı ama. Neyse,

“-Yerli bir isim seçersek iyi olur.” dedim

“-Nasıl yani?”

“-Sahte isimlerimizin hatırlanamaz olması daha iyi.”

Eris yüksek sesle düşünerek “Buralarda popüler olan isimler hangileri acaba?” dedi

“-Seyahat ederken Shyna ve Reidar gibi isimleri çok duydum” dedim.

 

Shyna, Ölüm Tanrısının şovalyesi.

Shyna, Kuzey Tanrısı efsanesinde adı sık sık geçen bir karakter. Kuzey Tanrısının şovalyesi ve yoldaşı.

Efsaneye göre: Savaş ne kadar çetin olursa olsun sanki ölümsüzmüş gibi geri dönermiş.

Hikaye muhtemelen kurgu olsa da buradaki insanlar çocukları rastgele bir kazada ölmesin diye çocuğunun ismini Shyna koyarmış.

 

Reidar da Su Tanrısının ismiymiş. Gelen saldırıları savuşturmada çok yetenekliymiş. Hatta denizi dondurup üzerinde yürüdüğü bile söyleniyor. Reidar, Su Kralı Ejderini savaşta yenen bir kahraman.

Reidar ismi, yeni gelen Su Tanrıları tarafından kullanılırmış. Erkeklere Reidar, Kadınlara Reida denirmiş. Bu isim buralarda baya popüler.

İkisi kullanacakları sahte isimlere çok önem veriyora benziyor, bu özenlerini takdir ediyorum. Şimdii acaba ben hangi ismi seçsem?

“-Rudeus sen hangi ismi seçtin?”

“-Bir düşüneyim… Sahte olduğunu kolayca anlayabilecekleri bir isim seçsem iyi olur.”

“-Nasıl yani?”

“-Yüzümüzü ve gerçek ismimizi bilmiyorlar. Eğer onlara sahte bir isim verirsek kafalarını karıştırabiliriz.” uzun zaman önce izlediğim bir animeden çaldığım bir repliği söyledim. İsimler sahte olduğu sürece bir sıkıntı yok.

“-O zaman havalı bir isim seçelim!”

Havalı bir isim he? “-Tamam o zaman, bundan sonra ben Gölge Ay Şovalyesiyim!”

Eris in yanakları kızarıp heyecanlanarak “-Gölge Ay Şovalyesi mi!?” dedi.

Kamen Rider diye bir animeden hatırladığım karakterin ismiydi bu. Yırtık kantinci önlüğü giyen ve haikuları seven bir kadına aitti bu isim. Eğer ona benzeyen birisi Eris’in karşısında dikilseydi Eris kesin onu dayak manyağı ederdi.

“-Bende istiyorum aynısından! Bekle, aynı ismi alamayız değil mi….”

Madem ismi bu kadar beğendi o zaman ona da şovalyeli bir şeyler verelim.

“-Madem şovalye olmaya heveslisin o zaman. Eris! Bundan sonra sen Gölge Ayı’nın Kılıcı, Ruijerd! Sen de Gölge Ayı’nın Mızrağısın!”

“-Birbirimize benzer isimler kullanacağız demek. Çok güzel! Hadi bu isimleri kullanalım!”

Ruijerd böyle isim seçtim diye utanır zannediyordum ama çokta aldırmıyor gibi.

Paul gerçi bana “Küstah Ejder” isminin havalı olduğunu söylemişti, görünüşe göre bu dünyada “inek” diye bir kavram yok.

Eris isimlerimize karar verdikten sonra “-Yalan söylemek gibi olmasın ama Rudeus hiçte şovalyeye benzemiyor.” diye mırıldandı.

Şovalyeye benzemiyor he? Acaba kendime Kötü Büyücü ya da General Omega desem daha iyi mi olur sanki? Eğer işe yaramazsa kendime Köpek Ustası der geçerim.

“-Sahte isimlerimize karar verdiğimize göre, o zaman…”

“-Bir sonraki adımımız ne olacak?”

“-Şuan için. Saraya, Roxy’e mektup göndereceğim. Cevabını beklerken de sağda solda bilgi toplayacağız.” dedim.

————————————————————————————————————————————–

Bir sonraki gün markete gidip mektup zarfı ve yazı takımı aldım sonra da Roxy’e mektup yazmaya başladım.

Mektubuma hal hatır sorarak başladım. Sonrasında ona ışınlanma felaketine yakalandığımı ama iyi olduğumu yazdım.  Shirone Başkentinde olduğumu ve onunla görüşmek istediğimi yazdım.

Durumun ciddiyetini anlaması için mektubuma Buena Köyündeki herkesin felakete yakalandığını ve aile üyelerim dahil herkesin hala devam eden arama-kurtarma çalışmalarına rağmen kayıp olduğunu yazdım.

Mektubun sonunda hizmetçimiz Lilia’dan bahsettim ve ailem hakkında ne kadar endişeli olduğumu söyledim.

Ayriyeten mektubum yukardan aşağı okunduğunda “YARDIM ET BANA” yazacak şekilde ayarladım.

Roxy’nin ne istediğimi anlayacağından eminim.

Mum döküp Roxy’nin bana verdiği kolyeyi mühür olarak bastım.

İlk başta sahte bir isim yazıp göndermeyi düşünmüştüm ama biranda aklımda, Roxy’nin “-Bu da kim böyle?” diyip mektubu çöpe atışı canlandı. O yüzden kendi adımı kullanmanın daha iyi olduğu kanaatine vardım.

Sadece senin güvende olduğunu görmek isteyen sevgili öğrencin Rudeus Greyrat. Yazarak mektubumu sonlandırdım.

 

Doğrusu Roxy, sahte isim bile kullansam el yazımdan tanıyabilecek birisi. Fakat Roxy iş önemli bir konuya geldiği zaman dikkatsiz davranan da birisiydi.

Mektup eline ulaşmadığı sürece eline ulaşıp ulaşmadığından emin olamam. Heh, Schrödinger’ın Roxy’si

Ayyy, aklıma Roxy nin “Lütfen Beni Al” yazan bir kutunun içinde oturduğunu hayal ettim.

Tanrı(Roxy) aşkı adına— kutuyu ters çevirip altına saklanman gerekiyor Roxy!

Herneyse. İsmimi mektubun üzerine yazdığım sürece içindekileri okuyacağından şüphem yok.

“-Bitti sonunda… Mektubu postalamaya gideceğim.”

“-Tamam.”

“-Tamam. hadi görüşürüz, kendine dikkat et!”

İkisi el sallayarak ebni yolcu ettiler. Eris’in yüzünde sıcak bir gülücük vardı.

ah tam bir hayal kırıklığı, ikisinden birinin en azından peşimden gelmesini umuyordum.

“-He? Siz ikiniz ne yapacaksınız?”

Eris “-Civarda kız kardeşin hakkında soruşturma yapmayı düşünüyorum.” dedi

Bak bu doğru bir eylem işte. Daha az önce soruşturma yapacağız demiştim, bilgi güç demektir sonuçta, toplayabildiğimiz kadar bilgi toplamamız gerekiyor.

Ne kadar gevşediğimin farkına varınca kendimden utandım. İlk adımı yapmadan ikinci adıma atlamak benlik bir şey değil çünkü.

“-Tamam o zaman. Mektubu postaladıktan sonra ben de soruşturmaya çıkacağım.” dedikten sonra ikisinin yanından ayrıldım.

————————————————————————————————————————————-

Mektubu postalamaya Maceracılar Loncasına gittikten sonra etrafı soruşturmaya çıktım. Birkaç dakika sonra takip edildiğimi fark ettim.

İlk başta Ruijerd’in beni uzaktan izlediğini düşündüm, tek başıma kalırsam başımı derde sokabileceğimden endişeleniyor olmalı dedim kendime. Gerçi son birkaç ayda yaşanan olaylardan sonra böyle bir şey yapması bana saçma geldi.

Takip etmek yerine direkten yanıma gelirdi. Ek olarak onun insanları takip etme yeteneği o kadar iyiydi ki kimsenin onu fark etmesinin imkanı yoktu.

Beni, Eris’te takip ediyor olamazdı. İnsanları takip etmede o kadar kötüydü ki eğer niyetlenseydi handan çıkar çıkmaz beni takip ettiğini anlayabilirdim. Gerçi beni takip etmek yerine direkten yanıma sokulurdu.

O zaman kimdi? Yoksa bu ülkede bana garizi olan birleri mi vardı? Aklıma kimse gelmedi. Ayrıca daha dün geldim buraya, gelecek günlerde başımı derde sokacak olsam da şu an daha hiç birşey yapmadım daha.

 

 

Acaba Şeytan Kıtasında yaptığım bir şrey yüzünden mi? Sahiden de biri beni buraya kadar takip etmiş olabilir miydi? Sanmıyorum.

Belki Zant Limanında anlaşma yaptığım kaçakçılardan biriydi. En zayıf olduğum anı kollayıp beni boğazlamak için fırsat kollamıştır belki?

Yok bu da olası değil. En mantıklı açıklama benimle hiçbir bağlantısı olmayan birisinin beni takip ettiğiydi.

Köşeyi dönünce gölgelerde saklanan küçük bir suret gördüm. Bir çocuğa aitti.

Belki mahalledeki çocuklardan biri benim kötü birisi olduğumu zannedip peşime takılmıştır?

Ya da cüzdanımı dızlama niyetinde olan bir sokak çocuğudur?

Eğer bir yere saklanırsam paniğe kapılıp beni aramaya başlayabilir, sonra da saklandığım yerden fırlayıp onu korkutabilirim.

Bir dakika, bu dünyada buçukluk diye bir ırk var değil mi? Küçük görünselerde gardımı düşürmemeliyim!

Hadi kafasını karıştırayim o zaman.

İki tane kavşaktan sağ yaptım sonra dar bir arka sokağa girdim.

“-Hmm…?”

Bir şey yolunda değilmiş gibi hissettim. Boğazımın derinliklerinden bir şey yukarı duğru çıkıyor gibi hissettim.

Boşver onu önüne bak sen.

Büyümle üç metrelik bir duvar yapıp arkamdaki arka sokak girişini kapattım.

Aceleyle atılan ayak seslerinden sonra takipçimin,hafifçe, duvara çarpmasını duydum.

O veletten kurtulmak için amma dolaştım he. Şimdi, anayol ne taraftaydı acaba? Kendimi kaybolmuş küçük bir çocuk gibi hissettim.

Millishion daki örüntülü şehir planlamasının aksine buranın sokak düzeni karman çormandı. Benim gibi yön duygusu kuvvetli birisini bile kaybolmuş gibi hissettiriyordu.

Gerçi eğer zorda kalırsam kendimi havay uçurarak evlerin üstüne çıkabilirim–Bekle bir dakika! Burası aynı İnsan-Tanrının bana gösterdiği imgedeki arka sokağa benziyor!

“-Ah!”

Az önce hissettiğim tuhaf hissin ne olduğunu anladım–Deja vu.

Topuğumda dönerek dönemeçli sokakların arasına daldım. T’ye benzeyen bir kavşaktan dolanıp az önce yaptığım Taş Duvarın önüne geldim.

Bir kızın çığlık attığını duydum  “-Hayır! Bıraak!”

“-Geri Veer!”

Yapıya elimi dayayıp toprak büyümle yapısını zayıflatırken rüzgar büyüsüyle de baskı uyguladım. Üç metrelik duvar gürültülü bir şekilde parçalandı.

Önümde İnsan-Tanrı’nın bana gösterdiği imge yaşanıyordu. Bir asker küçük bir kızın kolunu tutarken diğeri kızın elinden aldığı mektubu yırtıyordu.

Kız “-Onu babama göndereceğim! Yırtma onu!” diye bağırdı.

Kız bağırıken iki asker şaşkınlık içinde bana dönüp “- S-Sende kimsin be?!” dediler.

Kızın yüzü Lilia’ya benziyordu saçı da aynı Paul’unki gibi kahverengiydi ve at kuyruğu şeklinde bağlanmıştı. Üzerine bol gelen bir hizmetçi kıyafeti giyiyordu.

Önümdeki kızın normalde kaygısız ve neşeli olması gereken yüzü, gözlerindeki yaşlar ve burnundan akan sümükten dolayı buruş buruş olmuştu.

 

Askerler kızın yüzüne sanki iğreniyorlarmış gibi bakıyorlardı…Yo, hayır bu doğru değil. Daha çok ona acıyormuş gibi bakıyorlardı.

Acaba bunu yapmak istedikleri için değil de görev icabı mı yapıyorlardı?

“-Kimsin sen! İsmini Belirt!”

“-ben o kızın şeyiyi…” az kalsın “kardeşiyim” diyecektim, son anda kendimi durdurdum.

Gerçek ismimi söylememem gerekiyor.

“-Şey ee.. BENİM ADIM GÖLGE AY ŞOVALYESİ!!”

“-Senin neren şovalye be? Basbayağı büyücüsün işte.”

“-Ugh…”

Lanet girsin, birdahaki sefer kendimi Kötü Büyücü olarak tanıtacağım.

“-İyi dinle evlat. Kahramancılık oynaman çok hoş ama biz saray muhafızlarıyız. Bu küçük kız sadece kaybolmuş onu evine götürmek için buradayız.”

Demek beni yaramaz bir çocuk zannettiler he?

Niyetleri hakkında yalan söylediklerini adım gibi biliyorum fakat askerlerin yüzü aynı ağlamaya devam eden Aisha gibi endişe içindeydi.

Lilia ve Aisha’nın sarayda tutsak edilmesi sadece devlet memuru olan bu askerlerin kötü olduğu anlamına gelmiyor.

Belki onlarla konuşsam iyi olur?

“-Ama kızın elindeki mektubu yırtıyordunuz az önce.”

“-Eee şey nasıl desem… Yetişkinlerin de kendilerine göre sebepleri var.”

He he aynen. Yetişkinlerin bayağı sebebi var.

“-Ah!”  Aisha fırsatı kaçırmayıp askerin elinden kurtuldu.

Arkama saklanıp belime yapıştı, yüzü sümük ve gözyaşı içindeydi.

“- Y-Yardı m et lütfen!”

Gözyaşı ve çaresizlik içindeki yüzünü görünce içimden:

Eh, bütün krallığı karşıma alacak olsam bile artık umurumda değil. Dedim

“-öhöö ö admlar mektubmu alyıp yıyttılaar!”

Ağlarken ne dediğine dair en ufak fikrim dahi yok ama çaresiz olduğunu biliyorum.

Tamamdır hadi buna bir son verelim.

Ruhum yetişkin olsa bile yine de kahramancılık oynamaktan kendimi alıkoyamadım.

İşaret bile vermeden elimi havaya kaldırıp askerler doğru Taş Gülle attım.

“-hııh!” Nişan aldığım adam kılıcıyla ona attığım gülleyi hemen savuşturdu.

Vaay! Şu hıza bak be! Su Tanrısı Stili he? Bu işimi zorlaştıracak işte.

Neyseki taş gülle bildiğim tek büyü değil, aramıza yeterince mesafe koyarsam onu kolaylıkla yenebilirim.

Taş Güllemi savuşturan ilk kişi olsan bile.

“-Sözsüz büyü kullanan bir büyücü mü?”

“-O zaman—bu, o olmalı! Değil mi?”

“-Yardım Çağır, çabuk!”

“-Tama—aaaah!”

Kaçmaya yeltenen askerlerin ayağının altında çukur oluşturdum.

Vınnn! Ard arda Taş gülle ateşleyip diğer adamın dikkatini çekmeye çalıştım.

Sonra Aisha’ya “-Şimdi koşmamız gerekiyor, yapabilirmisin?”

“-Ngh, wah…yapabilirim..” Ağlamasına rağmen kafasını salladı.

Çok güzel, çok güzel. Şimdi tek yapmam gereken şu elemanları bayıltıp kaçma–

Tweeeeeeee!

“kaçmak” diyecektim ki çukurun olduğu yerden kuşların cıvıldamasına benzeyen tiz bir ses duydum.

Düdük mü! Diğer asker alarm düdüğünü çalmış!

Saniyeler geçmeden her bir yandan-hem uzaktan hem de yakından- aynı kuş cıvıltısını duydum.

Tweee, Tweeee!!

Her düdüğün sesi birbirinden farklıydı, muhtemelen askerlerin, sesin hangi bölgeden geldiğini anlaması için.

Rakibim Taş Gülle atmayı kestiğimi görünce “Etrafını çevreledik! Birazdan buraya askerler gelecek. Direnmeyi bırak ve kızı bize teslim et! Sana zarar vermeyeceğiz!” diye bağırdı.

Burası birazdan ana bacı gününe dönecekti. Allahtan son bir kozum daha var

“-Aisha! Sıkı Tutun!”

“-ne?”

“-Sakın bırakma! Ne olursa olsun sakın bırakma, tamam mı!”

Kafası karışmasına rağmen kollarını belime sıkıca doladı. Sol kolumla kıyafetini tutarken diğer koluma mana aktardım. Sonra ucunu düzleştirdiğim bir taş mızrak oluşturup kendimi yukarı doğru fırlattım.

“- N-Ne noluyor be?!”

“-Aaaaaah!!”

He he he! Görüşürüz ezikler!

Malesef, inerken iki bacağımı birden kırdım. Bunu bir daha asla yapmayacağım.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.