İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 06 Bölüm 11
Yolculuğun Sonu
Üç gün sonra
Üçümüz sonunda Asura Krallığına ulaştık. Tam önümüzdeydi… ya da tabiri caizse tamda içindeydik. Bunun dışında, geçen günkü olayın hala etkisindeydik, yüzlerimizde kasvet vardı.
Düpedüz yenildik. O kadar kötü yenildik ki az daha ben hayatımı kaybediyordum. Orsted sırf aklına estiği için beni… yeniden diriltti. Eğer yapmasaydı şu an burada duruyor olmazdım. Bunu hala sindiremedim.
Son vuruşunu indirmeden önce ölmek istemediğim doğru. Travma geçirmiş olmamı beklersiniz değil mi? Fakat hayır, aksine uyandığımda rahatlamış hissettim. Gerçi bu biraz abartı olabilir. Daha çok “Ah hepsi rüya mıymış?” dedirten cinstendi. Kabus gördükten sonra uyanınca hissettiğine benzer bir his. Belki öldükten sonra İnsan-Tanrı’yı gördüğüm için bütün yaşananlar bana gerçek dışı gelmiştir, bilemiyorum.
İnsan-Tanrı neler döndüğünü anlayıp aniden bilincime girmeye karar verdi diyebiliriz.
Dürüst olmak gerekirse, içgüdüsel düzede, onu geri çevirmekten başka hiçbir şey istemedim ancak İnsan-Tanrı Ruijerd’i ve Ruijerdin yaptığı işleri önemsiyordu o yüzden o tanrının sandığım kadar kötü olmadığını düşünüyorum.
Bunun dışında, öldüğümden beri Eris sürekli at arabasının içindeyken bana sırnaşmaya başladı. İlk başta başını yana çevirip “-Biraz denge egzersizi yapacağım katılmak ister misin?” derdi. Fakat sonradan oturmaya başladı, özellikle de tam yanı başıma. Dizlerimizin değeceği kadar yakına.
Önceki gün Eris’in pantolonunun etek kısmından cildinin bir kısmı görünüyordu. Gördüğün bir şeye dokunma isteği insanlara has bir özelliktir, o yüzden bende sağ elimi uzaıp, azıcık, okşamaya başladım. Karşılığında ise Eris sadece baktı, yüzü kıpkırmızıydı.
Bana yumruk atmadı. Eris, herkesi nedensiz yere yumruklayan Eris, beni yumruklamadı. Yumruğunu hak ettiğim bir şey yaptığım zaman bile bana yumruk atmadı. Yüzü domates gibi kızarmışken bana bakıyordu sadece. Ve bunu yapmayı da kesmiyordu, bana bakmayı. Sadece o değil, yanı başıma da oturuyordu. Önceden bu tür şeyler yaptığımda benden uzaklaşırdı, fakat şimdilerde bana yakın olmayı tercih ediyor.
Tamamıyla dürüst olmak gerekirse artık aramıza mesafe koyması için elimi pantolonundan içeri sokmak zorunda kalacağım raddeye geliyordu. Ancak gülüp geçtiğin ve geçmediğin olduğunun farkındayım. Kendimi tutuyordum. İçimde yaşanan çatışmanın farkında olsa da olmasa da Eris yakınımda bulunmaya sürekli devam etti.
Ellerimi boş bıraktığımda Eris’in bulunduğu istikamete doğru yöneliyorlardı o yüzden bende bir elimde büyü oluştururken diğer elimle de oluşturduğum büyünün akışını bozmaya çalışıyordum. Bu Orsted’in kullandığı büyüydü. Yanılmıyorsam “Ran Ma(Bozma Büyüsü)” demişti. Mana bir elimde şeklini alamadan diğer elimle mananın akışını bozup dağıtmaya çalışıyordum.
Kolay ve mana harcatmayan ancak aşırı kullanışlı olan bir teknik. Geriye dönüp bakınca bu büyü Shirone Krallığında kısılı kaldığım Kral-Seviye Bariyer büyüsüyle benzerlik gösteriyordu. Anlatması kolay fakat gerçekleştirmesi çok zordu. Belki baskın olmayan elimle uygulamaya çalıştığım içindir? Çoğu denememde mana şekil alabiliyordu sadece kusurlu olarak. Orsted’in yaptığı gibi tamamen ortadan kaldırmak aşırı zordu. Yine de, kusurlu olsa da karşı koymak için kullanılabilir. O adam sahiden bana kullanışlı bir şey öğretti.
“-Hey Rudeus, bunca zamandır ne yapmaya çalışıyorsun?”
“-Orsted’in yaptığı şeyi taklit etmeye çalışıyorum.” dedim.
Eris meraklı gözlerle elime doğru baktı. Sol elimde küçük ama kusurlu şekile sahip bir taş gülle oluşturmuştum, küçük bir tak sesiyle yere düştü.
Başka bir başarısızlık daha. Sanki elime taş kağıt makas oynuyormuşum gibi hissettiriyor. Ne kadar çabalasam sol elimin kazanmasına izin veriyordum. Hmmmm… Bunu yarımyamalak yapmamam gerekiyor yoksa işe yaramayacak. Başka bir deyişle, büyüyü bozarken belli başlı kurallar vardı. Acaba o kurallara uyarak bozma büyüsü yaparsam bozma büyüsünü bozabilir miyim? Yeni fikirler ortaya çıkıyor.
“-Ne tür bir büyü o?”
“-Büyüyü etkisiz hale getiren türden.” diye cevap verdim.
“-Öyle bir şey yapabiliyor musun?”
“-Çalışıyorum.”
“-Neden öyle bir şey yapıyorsun ki?” diye sordu Eris.
“-Büyümün mühürlenip bir şey yapamadığım bir çok sefer olmuştu. Bir nevi araştırma yapıyorum diyebilirsin. En azından eğer Orsted ile bir kez daha karşılaşırsam ve tekrar kavga çıkarsa ondan uzaklaşabilirim. Anlayabildin mi?”
Eris bir süreliğine sessizliğini korudu. Birkaç saniye boyunca tek ses yapan şey yere düşen taş güllelerin sesiydi.
“-Hey Rudeus, nasıl bu kadar güçlüsün?”
Güçlü müyüm? “-Bana göre sen benden daha güçlüsün.” dedim ona.
“-Yalan.”
“-…”
“-…”
Sohbetimiz sona erdi. Eris bir şey sormak istiyormuş gibi görünüyordu ama ağzından bir şey çıkmadı. Aklından neler geçtiğini merak ediyorum ancak en ufak fikrim yok… Hayır doğru değil bu.
“-Geçen gün hemen yenildiğin için mi endişelisin?”
“-…Evet” dedi Eris.
Onun suçu değildi. İnsan-Tanrıya göre Orsted bu dünyadaki en güçlü insanmış. Ruijerdi bile kolayca başından savdı. Adil bir dövüş değildi. Tek başına erişemeyeceğin bir seviyede birisi o. Önceki hayatımda belli alanlarda çaba sarf edip birkaç basamak tırmanmıştım ancak hiçbir zaman birinci olamamıştım. Hayatımı adadığım, kimsenin beni yenemeyceğini düşündüğüm oyunlarda bile. Ancak benden her zaman büyük bir balık vardı.
Orstedi kısıtlayan lanetler vardı, ancak onlara rağmen bile fiziksel gücü Ruijerdi geçiyordu. Eris’i elinin tersiyle yenip beni tamamen savunmasız bıraktı. Bir de üstüne dövüş tarzı öylesine özgündü ki seni full HP den sıfıra indirene dek olabildiğince az çaba sarf ediyordu, bu da eğer işler ters giderse hala sana karşı kullanabileceği enerji olduğu anlamına geliyordu. Elinden geleni ardına koymadığında ne kadar güçlü olduğuna dair en ufak fikrim yok.
“-Karşılaşılması adil olmayan bir rakipti. Seni bir suçun yok.”
“-Ama…”
Eris’i neyin endişelendirdiğini biliyorum. Tek vuruşla yere serilmişti. Kızın kılıcını tek hamleyle kapıp onu geriye doğru uçurmuştu.
“-Yine de güçlüsün. Sıkı çalıştığın sürece de daha da güçleneceksin.” diyerek onu rahatlatmaya çalıştım.
“-Öylemi düşünüyorsun…?”
“-Evet, Ghislaine ve Ruijed bile aynı şeyi söyledi, değil mi?”
Eris aniden kafasını kaldırıp bana baktı. “-Az kalsın ölecektin biliyorsun değil mi? Neden … Nasıl hiçbir şey yaşanmamış gibi konuşabiliyorsun?”
Eeee, çünkü bütün olay bana gerçek dışı geldiği için? Bir de onunla gelecek günlerde dövüşmeyi planlamıyorum. Bir dahaki sefer yüzünü gördüğümde füze gibi uçup gideceğim ya da fare gibi gölgelerde saklanacağım eğer kaçamazsam da hayatımı bağışlaması için yalvaracağım. Umarım o son kısmı Eris görmek zorunda kalmaz.
“-Çünkü bir dahaki sefer ölmek istemiyorum.” dedim sonunda
“-Evet, ölmek istemiyorsun değil mi…?”
“-Lütfen endişelenme. Bir daha bizi öyle bir duruma düşürmemek için sıkı çalışacağım, bir dahaki sefer seni alıp kaçabileceğim.”
Eris yüzünde omzuma yaslandığında karmaşık bir ifade vardı. Fırsatı değerlendirip kafasını okşarsam belki ekstradan sevgi puanı kasabilirim? Malesef şu an sağ elimle bozma büyüsü yapmakla meşgulüm.
“-Ne yaşandıysa yaşandı, şu an daha güçlüyüz.”
Sadece birazcık ama. Dünyanın en güçlüsü olacak durumda değiliz. Çıtalar çok yükseklerde. En azından bir ucube tarafından saldırıya uğrarsak kaçabilecek kadar güçlü olmak istiyorum.
Bunu düşünürken yüzümü Eris’in saçına yaslayıp kokusunu içime çekiyordum.
Gece olup Eris uykuya daldığında Ruijerd ile konuşmaya karar verdim. Malum kazadan sonra çok az konuşur olmuştuk. Ruijerd muhabbet kuşu sayılmaz gerçi, yine de son zamanlarda normalde olduğundan daha da sessizleşti. Muhtemelen bizi güvenli bir şekilde evimize ulaştıracağına söz verip bizi koruyamadığı için kendini suçluyor. En azından hayattayız, her ne kadar işin içine şans girdiyse bile.
“-O adam, Orsted—Ejderja Tanrısıymış.” dedim. “-Yedi Dünya Gücü arasından ikinci.” rakibimizin ne kadar güçlü olduğunu vurgulayarak sözü açtım, kaybetmemiz normaldi.
“-O muymuş. Ne kadar şey olduğuna….”
“-Güçlü mü olduğuna? Sen bayıldıktan sonra ona karşı koyabilecek hiçbir şey yapamadım.”
“-Laplace dan beri birisine baktığımda ilk defa ‘ben bunu yenemem’ dediğim andı.”
Ruijerd, Orsted’i kısıtlayan lanetlerin varlığından habersiz daha. Kendini tutan bir rakip tarafından yenildiğini bilmiyor daha. Eğer bilseydi bu onu sarsabilirdi.
“-Ben bile Yedi Dünya Gücüme kafa tutmayı düşünemem. Onlar aklın ötesindeki canavarlar gibiler. Yolda onun gibi birisine rastlamamız şanssızlık oldu. İyi şans sayesinde hayatta kaldık desem abartmış olmam.” Ağzında çıkan sözler bahane uyduruyor gibi geldi kulağıma fakat aynı zamanda Ruijerd’in iç sesi gibiydi. Belki elinden gelenin hiçbir şey olduğunu kabullenmiştir ama bunu görevini gerçekleştirememediğinden farklı şekilde ele alıyordur.
“-Rudeus,” diyerek deva metti. “-Eğer bir dah öyle birisiyle karşılaşırsak asla dövüşe kalkışmamalısın tamam mı? Eğer olayların az önce olduğu gibi sonuçlanmasını istemiyorsan dövüşe kalkışmamalısın.”
“-T-Tamam. Birahaki sefere gözlerimi kaçırıp oradan uzaklaşırım.”
Bana kızmıştı. Eğer Orsted’e seslenmeseydim muhtemelen yanımızdan geçip giderdi. O hatamı kabulleniyorum. Gerçi ilk başta o kadar da korkunç gözükmemişti. Hayır… Eris ve Ruijerd’in ona karşı gösterdikleri tepkiden sonra daha dikkatli olmalıydım.
“-O zaman, seni rahatsız eden ney?” dedim.
Ruijerd bana sert bir bakış attı. “-İnsan-Tanrı da kim!?”
Ah. Demek sebebi buymuş.
“-İlk başta bizi salacağını sanmıştım. Her ne kadar kana susamış bir auraya sahip olsa bile gözlerinde kana susamışlık yoktu. Ancak ‘İnsan-Tanrı’ ismini duyar duymaz içindeki bütün dehşeti sana doğru yönlendirdi.”
Gözlereimi kapadım. Ona söylesem mi acaba? Önceden aldığım bir karar bu. Her ne kadar yavan bir görünüşe sahip olsa da İnsan-Tanrı o kadar da kötü birisi değil ve bize olanlardan sonra da bir şeyler saklıyormuş gibi hissettirmiyordu.
“-Aslında, İnsan-Tanrı…”
Ruijerd e söyleyip söylememe kararını alırken her ne kadar sessiz kalsam da aniden ağzımdan sözler fırlayıverdi. Ona Işınlanma Felaketi yaşandığından beridir kendine İnsan-Tanrı denen bir varlığın rüyalarıma girdiğini, Ruijerd’e yardım etmemi tavsiye ettiğini, başka zamanlarda da tavsiye vermeye devam ettiğini, tuhaf tavırlarımın sebebinin onun tavsiyelerini dinlememden dolayı olduğunu, İnsan-Tanrı’nın ve Ejderha Tanrısı’nın düşman olduklarını teker teker anlattım. Ayriyeten İnsan-Tanrı ile olan konuşmalarımın bulanık olduğunu ve muhtelemen birkaç detayı unuttuğumu da söyledim. Elimden geldiğince açık konuşmaya çalıştım.
“-İnsan-Tanrı ve Ejderha Tanrısı…Eskinin Yedi Tanrısı…Bu çok ani oldu, inanması güç” dedi Ruijerd.
“-Birde bana sor.”
Ardından “-Ancak akla yatan kısımlar yok değil.” dedi ve sessizleşti. Ateş yanarken hava onu besliyordu. Oluşturduğu gölgeler yaşlı savaşçının yüzünde dans ediyordu. Genler sağolsun Ruijerd oldukça genç gözüküyor ancak yüzüne baktığında görmüş geçirmiş birisi olduğunu anlayabilirsin.
Aniden son gördüğüm rüyada İnsan-Tanrı’nın Ruijerd’in laneti hakkında dediklerini hatırladım. “Bu arad Bay Ruijerd. Süperdlerin kötü şöhretiyle alaklı… görünen o ki sebebi lanetmiş.”
“-…Ne?”
“-Daha açık konuşmak gerekirse, Laplace’ın üzerinedki bir lanetmiş o da lanetini mızraklara aktarıp sizlere dağıtmış. En azından İnsan-Tanrı öyle söyledi.”
“-Anlıyorum…Demek lanetmiş….”
Onu neşelendireceğini umduğum için söylemiştim bunu ancak Ruijerd kaşlarını çatıp düşüncelere daldı.
“-Lanet aktarmayı daha önceden duymamıştım ancak Laplace dan bahsediyorsak doğru olabilir. Her şeyi yapabiliyordu o herif.” dedi.
Lanetler hakkında çok fazla şey bilmiyorum o yüzden Ruijerd benden daha bilgili sayılır. Bir süre daha düşünmeye devam etti ve sonunda yorgun yorgun gülerek “-Eğer lanet ise kurtulmanın bir yolu yok.” dedi.
“-Yok mu?” dedim.
“-Hayır. Kaldıramadığın için lanet deniyor zaten. Bütün bir kabileyi etkileyen lanet daha önce hiç duymamıştım fakat… bunu bir tanrı söylediyse o zaman doğrudur.”
Sanki bu zamana kadar yaptığı her şey boşunaymış gibi alaycı bir biçimde kendine güldü. Belki ışıktandır bilemem ama gözlerinden akan birkaç damla yaşta vardı.
“-Fakat…” diye başladım konuşmaya.
“-Nedir?”
“-İnsan-Tanrı, normal lanetlerin aksine bunun zamanşa kaybolduğunu söyledi.”
“-Ney?”
“-Birde hala üzerinde biraz bulunduğunu ancak saçını kestiğin için kaybolmaya başladığını söyledi Bay Ruijerd.”
“-Ciddi misin?!”
O kadar yüksek sesle bağırdı ki Eris uyurken arkasını döndü ve mırıldandı. Bu konuşmayı onunla yapmam gerekiyor ama neyse uyandığında bir kez daha yapabilirim.
“-Evet. Ban söylediğine göre geriye kalan tek şey lanetin küçük bir kısmıyla insanların önyargıları olduğunu söyledi. Süperd Kabilesinin itibarını yavaş ama emin bir şekilde bundan sonra ne kadar çalıştığına bağlı olarak düzelebilirmiş.”
“-Anlıyorum…mantıklıymış…”
“-Ancak bu İnsan-Tanrı’nın dediği şey” diye ekledim. “-Söylediği şey her ne kadar doğru olsa da şüpheyle yaklaşmak en iyisi. Bu zaman kadar yaptığımız gibi şüpheci davranmaya devam etmeliyiz.”
“-Biliyorum. Yine de, bu kadarını duymak bile benim için çok önemli.” deyip tekrar sessizleşti. Işıklanmadan dolayı değil artık yüzünden gerçekten yaşların aktığını görebiliyorum.
“-Eh, o zaman, benim için uyuma vakti.”
“-Tamam.”
Gözyaşlarını görmemiş gibi yaptım. Çünkü bizim Ruijerd’imiz asla ağlamayan güçlü bir savaşçıdır.
*********
Bir ay geçti. Başkente ziyarette bulunmadık, onun yerine kuzeye doğru dar bir yol izledik. Bir sürü küçük köyden geçtik, yolda ilerlerken ufka doğru uzanan buğday tarlalarını, tarlaların yanında bulunan su değirmenlerini gördük.
Bilgi toplamadık. Sadece kuzeye doğru olabildiğince hızlı gittik. Mülteci kampına varınca ihtiyacımız olan bilgileri öğreniriz diye bilgi toplama zahmetinde bulunmadık, gerçi önemli olan tek şey kampa çok yaklaşmış olmamızdı. Varış noktamıza olabildiğince hızlı varmak istiyorduk.
Sonunda, Fittoa bölgesine ulaştık, kimseler yoktu daha doğrusu hiçbir şey yoktu etrafta. Medeniyet izi taşıyan en ufak yer dahi kalmamıştı. Buğday tarlaları, Vatirüs çiçeği tarlaları, su değirmenleri, hayvan pazarlarından geriye hiçbir şey kalmamıştı. Çimen, gördüğümüz yegane şeydi, her yerde çimen vardı. Manzara içimizde bir boşluk hissi uyandırıyordu, git gide içimizde büyüyen bir boşluk hissini… Ve böylece Fittoa bölgesindeki mevcut(ve tek) şehir olan Mülteci Kampına ulaştık. Varış noktamıza.
Girişe gelmeden önce Ruijerd bizi durdurdu.
“-Hm? Sorun nedir?”
Ruijerd sürücü koltuğundan indi. Etrafına baktı, sanki etrafta canavar varmış gibi kendince düşündü ancak hiçbir düşman sezemedi. Sonra Ruijerd at arabasının arkasına gelip
“-Buradan sonra sizden ayrılıyorum.” dedi.
“-NE?” Aniden söylediği için şoke olup sesimi yükselttim.
Eris’inde gözbebekleri büyüdü. “-B-Bekle bir dakika!”
Ruijerd ile yüzleşmek için ayağa kalktığımızda az kalsın at arabasını deviriyorduk. Bu çok ani oldu. Daha yeni mülteci kampına geldik. Hayır, bir iki adım kalmıştı sadece.
“-En azından bir günlüğüne kalamaz mısın? Ya da boş ver sadece kampa doğru bizimle yürü hiç olmazsa?”
“-Evet, yani—” Eris başlamıştı ki.
“-Lüzum yok.” Ruijerd yüzünü bize çevirdiğinde ağzından çıkan sözler kısa ve özdü.
“-Siz ikiniz artık savaşçısınız, korumama ihtiyacınız yok.”
Bunu söylediğinde Eris sustu. Dürüst olmak gerekirse Ruijerd’in bizimle bu zamana kadar kalmasının sebebinin sırf bizi eve ulaştırmak olduğunu unutmuştum ve buraya geldiğimizde vedalaşacağımızı da unutmuştum. Sürekli birlikte seyahat edeceğiz sanmıştım.
“-Bay Ruijerd…” diye başladımi, fakat sonrasında vazgeçtim. Eğer onu durdurmaya çalışırsam sahiden bizimle kalır mıydı? Geriye dönüp bakınca onun başına büyük miktarda sorun açtığımın farkındayım. Kendi sorunlarını bizimle paylaştığı yalan değil ancak bende ona acınası zayıf yanlarımı göstermedim değil. Buna rağmen beni yine de bir savaşçı olarak görüyordu ama. Ondan daha fazlasını isteyemem.
“-Eğer bizimle olmasaydın,” dedim, “-Eminim üç yılda buraya varamazdık.”
“-Sanmıyorum, eminim varabilirdin.”
“-Doğru değil. Bazı şeyler konusunda çok dikkatsizim o yüzden eminim yolculuk sırasında iğrenç bir şeye kurban giderdik.”
“-Bunun farkında olduğun sürece bir sıkıntı çıkmaz.”
Sabrımın sınırına ulaştığım birçok olay yaşanmıştı mesela Shirone başkentinde tutsak edilmem olayı. Eğer Ruijerd bizimle olmasaydı normalde olduğundan daha çok paniklerdim.
“-…Rudeus. Bunu daha önceden de demiştim sana.” Ruijerd’in yüzü her zaman olduğundan daha da sakindi. “-Büyücü olarak halihazırda mükemmelliğe ulaştın sayılır. Ancak sahip olduğun onca yeteneğe rağmen hala bir şeyin farkına varamadın. Bu yaşında yapabildiklerini yapabilmenin ne kadar önemli olduğunun farkına hala varamadın.”
Söylediği sözlerin anlamı karşısında kafamda karışıklık oldu. Bana genç dese de gerçek yaşım kırkın üzerinde. Farkına varamamamın sebebi anılarımın hala kafamın içinde olması. Gerçi kırk yaş yine de Ruijerd için çocuk sayılır ama, neyse.
“-Ben…” Konuşmaya çalışırken duraksadım. Acınası taraflarımı hemen şurada sıralayabilirim ancak bunu şu an yaparsam çok acınası görünütüm. Bu adamın karşısında başım dik durabilmek istiyorum.
“-Hayır. Anlıyorum; Bay Ruijerd, bizim için bu zamana kadar yaptığın şeyler için teşekkğr ediyorum sana.” dedim ve başımı eğecektim ki beni durdurdu.
“-Rudeus, boynunu eğme bana karşı lütfen.”
“-Neden eğmeyecek mişim?” diye sordum.
“-Senin için bir çok şey yaptığımı düşünüyor olabilirsin, ancak asıl ben, senin benim için bir çok şey yaptığını düşünüyorum. Senin sayende sonunda insanlarımın onurlarını geri kazanmasını sağlayabileceğim.”
“-Ben hiçbir şey yapmadım. Doğrusu ben hiçbir şey yapamadım.
Şeytan Kıtasındayken “Ölü Son” ismini pozitif bir şeye dönüştürmeye çalıştım ancak biz oradayken birkaç maceracı dışında başkalarına erişemedik. Millis Kıtasındayken de ismin bir ağırlığı yoktu. Merkez Kıtadayken de yeni bir tasarı ile ilerlemeyi düşündüm ve ona yardım etmek için hiçbir şey yapamadım. Yaptığımız her şeyin bir etkisi olduğunu düşünmek istiyorum ancak dünya tarihindeki kocaman bir zulüm kültürünü silemem ve insanların Süperd kabilesine karşı olan önyargılarını ortadan kaldıramam.
“-Hayır. Bir şeyler yapabildin. Bana sadece çocukları kurtarmanın tek yol olmadığını gösterdin.”
“-Fakat o yolların hiçbiri etkili olmadı.” diye karşılık verdim.
“-Yine de, ben değiştim. Ve hepsini hatırlıyorum. Rikarisu şehrindeki o yaşlı kadın senin afacanlıkların sayesınde artık Süperd kabilesini korkunç bulmadığını söylemişti. “Ölü Son” ismini duyunca maceracıların yüz ifadelerini korku yerine neşeli gülüşlerin almasını hatırlıyorum. Doldialı savaşçılarla olan yakınlığımı ve onlara Süperd olduğumu söyledikten sonra beni nasıl kabul ettiklerini hatırlıyorum. Ve o Shironelu askerler, aileleriyle kavuşmalarını sağladığımda bana nasıl ağlayarak teşekkür ettiklerini hatırlıyorum.”
İlk ikisi dışında geri kalanlar Ruijerd’in kendi çabaları sonucunda oldu. Ben hiçbir şey yapmadım.
“-O saydığın şeyler hepsi senin sayende oldu.” dedim.
“-Hayır. Kendi başım hiçbir şey yapamazdım. Savaştan sonra dört yüz yıl boyunca hep yalnız çalıştım, bir adım ilerleme kat edemedim. Bana o adımı gösteren sendin Rudeus.”
“-Fakat bunların hepsi İnsan-Tanrı yüzünden yaşanabildi.”
“-Daha önce görmediğim bir tanrıyı umursamam ben. Bana gerçekten yardım eden sendin Rudeus. Ne kadar aksini düşünürsen düşün, sana büyük bir minnet borcum var. İşte bu yüzden de senden bana başını eğmeni istemiyorum. Bizi ikimiz eşit seviyedeyiz. Eğer bana teşekkür etmek istiyorsan gözlerimin içine bak,” dedikten sonra Ruijerd bana kolunu uzattı.
Gözlerini içine baktım ve kolunu benimkiyle buluşturdum.
“-Tekrar söyleyeceğim. Teşekkür ederim, Rudeus. Benim için yaptığın her şey için.”
“-Bende. Bizim için yaptığın her şey için teşekkür ederim.”
Elini sıktığımda onun da aynısını yaptığını hissettim. Gözlerimin kenarı yanmaya başladı. Ruijerd benim gibi birisini kabul etmişti–acınası birisini, hayatı boyunca başarısız olan birisini.
Birkaç saniye sonra elini geri çekti ve Eris’in kafasına koydu. “-Eris.” dedi.
“-…Ne?”
“-Sana son bir kez çocukmuşsun gibi davranabilir miyim?”
“-Of, nasıl istersen.” diye kaba bir biçimde cevapladı.
Kafasını okşarken Ruijerd’in yüzünde hafif bir gülümseme vardı.
“-Eris, sende yetenek var. Hatta benden daha da güçlü olabileceğin kadar.”
“-Yalancı. Her şeye rağmen, yine de, kaybettim…” Yüzü düştü ve somurttu.
Ruijerd küçük bir kahkaha attı ve talim yaparlarken dediği şeyin aynısını söyledi. “-Tanrı ismini taşıyan birisiyle savaştın ve hayatta kaldın, bunun…” Ne anlama geldiği anlıyorusun, değil mi?
Eris ona sert sert baktı. Sonra gözleri dediğini kavrayınca ışıldadı. “-…Anlıyorum…”
“-Aferin kızıma.” Ruijerd elini kafasından çekmeden önce son bir kez daha kafasını okşadı.
Eris yüzündeki sert ifadeyi korudu ve ellerini yumruk yaptı. Görünen o ki gözyaşlarını tutmak için büyük bir mücadele veriyor. Gözlerimi onda çevirdim ve Ruijerd e bir soru sordum.
“-Bundan sonra ne yapacaksın?”
“-Bilmiyorum. Şu an için Merkez Kıtada kalmış Süperd kabilesinden birilerini bulabilir miyim ona bakacağım. Çünkü dürüst olursam insanlarımın onurunu düzeltmek düşüncesi rüya içinde bir rüya sayılır.”
“-Tamam o zaman. İyİ şanslar. Eğer boş zamanım olursa bir şeyler yapabilir miyim bakacağım.”
“-…Heh. O zaman eğer benim boş zamanım olursa anneni ararım.” dedikten sonra arkasını döndü Ruijerd. Yolculuğu için hazırlanmasına gerek yoktu. Varacağı yere üzerindeki kıyafetler ile de varabilir sonuçta.
Ancak bir anda duraklayıp bize doğru döndü. “-Şimdi hatırladım, bunu geri vermem gerekli.” Ruijerd boynunda asılı duran kolyeyi çıkarttı. Roxy den hediye aldığım Migurd kolyesiydi o. Roxy ve beni bağlayan yegane eşyaydı… en azından öyleydi.
“-Lütfen yanında taşımaya devam et.” dedim.
“-Emin misin? Senin için bir önemi yok mu?”
“-Sende durmasını da bu yüzden istiyorum ya zaten.”
Bunu deyince kafasını salladı. Görünen o ki geri almakta hevesli.
“-Tamam o zaman, Rudeus, Eris… Bir gün tekrar görüşmek dileğiyle.” dedi ve Ruijerd bizden ayrıldı.
Bizimle ilk gelemeye karar verdiğinde bunun üzerine çok konuşmuştuk, oysaki şimdi bizden aniden şıp diye ayrılıyor işte, her şey sanki çok hızlı yaşanıyor. Ona demek istediğim çok şey var. Çok şey yaşandı, Şeytan Kıtasından Merkez kıtaya kadar çok şey yaşandı. Duygularımla tercüme edemeyeceğim bir sürü şey yaşandı. Yol arkadaşına hoşça kal diyememek gibi.
“-Bir gün tekrar görüşmek üzere.”
Bütün o duygular o birka cümlenin içine sığmıştı ve vücudunun silüeti ufukta yavaşça kayboluyordu. Doğru. Bir gün kesinlikle tekrar görüşeceğiz. Dedim kendime. Eminim görüşeceğiz. Hayatta olduğumuz sürece eminim görüşeceğiz.
Eris ve ben, Ruijerd’in gitmesini bizim için yaptığı her şeyi içimizden minnet okuyarak sessizce seyrettik, ta ki kaybolana kadar.
İşte yolculuğumuz böyle sonlandı.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.