İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 06 Bölüm 04

[ A+ ] /[ A- ]

Burada Tanrı Falan Yok

 

Askerlerden kurtulduktan sonra Aisha uzunca bir süre titreye titreye ağladı. Hatta altına bile işedi.

Nasıl hissettiğini anlayabiliyorum. Eğer iki tane korkunç adam beni kolumdan tutup tehdit etseydi bende titreyerek ağlardım.

Gerçi altıma işemezdim.

O askerler kıza nazik davranmış olsalarda, beş veya altı yaşındaki bir kız için o durum her türlü korkunç bir deneyim olurdu.

Ne kadar küçüksen yaş farkı o kadar çok fark ediyor. Mesela ortaokula giden birisi için bir liseli, bir yetişkin kadar korkutucu olabilir. O askerler de yetişkindiler o yüzden baya korkutucu olmalılar.

En azından Aisha’nın ben yere inerken bacaklarımın kırılmasını duyduğu için değil de bu sebepten dolayı ağladığına inanmak istedim. İndikten sonra hemen şifa büyüsü kullandım, yine de köpek gibi acıttı.

Şu anda ona yaşadığı talihsiz kazayı hatırlatmamaya gayret göstererek iç çamaşırını yıkamaya çalışıyorum.

Tavernaya geri göndük, Eris ve Ruijerd hala dışarda bilgi toplamakla uğraşıyorlar, muhtemelen güneş batana kadar da geri dönmezler.

Ben ise burada yepyeni bir deneyim yaşıyorum.

Tamı tamına bir dakika önce Aisha üzerindeki küçük ve ona bol gelen hizmetçi üniformasını çıkarttı.

Islak iç çamaşırından da kurtulduktan sonra henüz olgunluğa ermemiş avret yerlerini nemli bezle sildim. İşimi bitirdikten sonra ona giydiğim kıyafetlerden birini verdim.

Yanımdaki yatakta az önce altına işemiş, üzerinde ona bol gelen bir tişört dışında hiçbir şey bulunmayan gencecik bir kız çocuğu oturuyor. Eğer eski ben kendini böyle bir durumda bulsaydı anında çadırı kurardı.

Kendini böyle bir durumda bulan herhangi birisi çadırını hemen kurardı, değil mi? Değil mi??

Peki neden ona temiz iç çamaşırı vermedin dediğinizi duyar gibiyim?

Ona verebileceğim iç çamaşırı yok da ondan.

Koşullar ne olursa olsun asla ve asla Eris in iç çamaşırlarına dokunmamam tembihlendi.

Ölü Son’un temel kurallarından birini özellikle de bu kuralı çiğneme düşüncesi, başlı başına tüyler ürpertici.

Eğer o kuralı bozarsam beni Ruijerd bile korumaz. Şeytan gözümü kullanıp kaçabilirim ama o da bir yere kadar. Eris en az üç gün boyunca bana kızgın olurdu.

Eğer savunmasız bir durumdayken bana yumruk atmayı becerirse işte o zaman hapı yuttum. Yüzüm tanınmaz hale gelene kadar döver üstüne sessiz şifa büyüsü kullanamayacağım için üç gün yemek dahi yiyemem.

Neyse hikayeye geri dönelim en iyisi.

 

 

İçinde bulunduğum durumdan ötürü belimin altında uyuklayan canavar biranda peyda olsa şaşmam. Fakat kalbim bir nehrin yüzeyi kadar duru. Azmış olmayı geç suyun üzerinde dalga bile yok.

Cam gibi hareketsiz ve pürüzsüz. Tuhaf…

Aisha’nın bitmek bilmeyen ağlaması yüzünden endişeliyim. Yine de azgın hissetmiyorum.

Acaba farkında olmadan derviş falan mı oldum? Ya da Eris’in gazabından korktuğum için benim çavuş artık savaşa gidemez mi oldu? Gazabına uğramamak için elini eteğini çekti gitti mi yoksa?

İmkansız!

İmkansız değil mi?

Hey orada mısın, küçük dostum?

Aisha’nın düz desenli donunu (Hiçte seksi değil) ve hizmetçi üniformasını (Kaliteli bir malzemeden yapılmışa benziyor) kuruttuğum sırada kafamı kurcalayan bu endişeler aklımın bir köşesinde birbirini yiyiyordu.

Kuruttuğum kıyafetleri az önce ağlamayı kesen Aisha’ya teslim ettim, mutlu bir şekilde üzerindekilerle değişti.

Kıyafetlerini değiştirmesini izlerken bile azmıyorum.

Şimdi düşününce Zenith’in göğüslerine de azmamıştım hiç. Önceki hayatımda yaş ve cinsiyet gibi şeyleri pek önemsediğimi söyleyemem.

Demek şu an içinde bulunduğum bedenin kırmızı çizgiyi çektiği yer akrabaları he?

Hayat gizemlerle dolu değil mi?

*****************

Hizmetçi üniformasını giymiş Aisha eğilerek “-Benim adım Aisha Greyrat! Tanıştığıma memnun oldum!” dedi. At kuyruğu saçı, yaptığı her hareketle bir o yana bir bu yana sallanıyordu.

At kuyrukları harbiden muhteşem bir şey.

Eris ara sıra saçını at kuyruğu yapıyordu fakat onunki spor kulübüne giden kızlarınkine benziyor. Aisha’nın ki daha çok, tatlı bir oyuncak bebeğe benziyor.

Ağlamaktan gözleri kan çanağı olmuştu, o yüzden lanetli bir oyuncak bebeğe daha çok benziyor.

“-Şövalye efendi, eğer beni kurtarmasaydınız, beni o yere geri götürürlerdi!”

Bana “Şövalye Efendi” dediği zaman ona kendimi Gölge Ay Şövalyesi olarak tanıttığımı hatırladım.

Utancımdan dolayı sırtımdan aşağı boncuk boncuk ter aktığını hissettim. Eris’le yaptığım konuşmada biraz aşırıya kaçmış olabilirim.

Yıllar sonra o ismin benimle dalga geçilmek için kullanılabileceğini düşündükçe kendimi öyle tanıttığım için pişmanlık duymaya başladım.

Önümde birkez daha eğilerek “-Gerçekten çok, çok teşekkür ederim!” dedi.

Şu an acaba kaç yaşında? Sanırsam altı olması gerekiyor. Yaşına göre baya edepli bir kız.

“-Beni kurtardığın için senden bencil bir ricada bulunmak istiyorum!”

“-Tabiki”

“-Lütfen bana kalem ve kağıt verin! Bir de Maceracılar Loncasının nerede olduğunu söyleyin! Eğer bana yardım ederseniz müteşekkir olurum” Aisha konuşmasını bitirdikten sonra bir kez daha başını eğdi.

Heh, en azından yardıma ihtiyacı olduğunda “lütfen” demeyi biliyor. Zeki kız.

Ah, doğru ya! Paul bana Lilia’nın, Aisha’yı özenle eğittiğini söylemişti değil mi?

“-İhtiyacın olan şeylerin hepsi bu kadar mı? Paran var mı peki?”

“-Param yok!”

“-Kalem ve kağıt alıp mektup göndermek için paraya ihtiyacın olduğunu öğretmediler mi sana?”

Çocuklara erken yaştan itibaren paranın öneminin öğretilmesi gerekir. Lilia’nın böyle bir şeyi es geçmiş olmasını düşünemiyorum. Büyüyene kadar çocuklara bazı şeylerin öğretilememesi gerekse bile.

“-Annem dedi ki: eğer benim gibi bir kız, birisine yalvaran gözlerle bakıp ‘Babama mektup göndermek istiyorum’ dersem paraya ihtiyacım olmayacağını öğretti.”

Aha-Ulan Lilia, seni gidi seni. Kızına kadınlığından yararlanmayı mı öğretiyorsun?

Bunun farkına varınca Aisha’nın hareketleri yapmacık gelmeye başladı.

Cidden, Lilia ne öğretiyor bu çocuğa?

“-Babamla uzun zamandır iletişime geçmeye çalışıyorum ama kaledekiler izin vermiyor!”

Lilia’nın tutsak olduğunu biliyorum. Şimdi de Aisha’nın mektup göndermesine izin verilmediğini öğrendim. Görünen o ki buradaki vaziyet göründüğünden de ciddi.

İnsan-Tanrı bana “kurtar onları” dediğinde en azından Paul’un bir kere duruma müdahale etmeye çalıştığını falan düşünmüştüm.

“-Baban dışında yardım isteyebileceğin başka birisi var mı?”

“-Yok!”

Haberim yokmuş gibi görünmeye çalışarak “-Mesela, annenin tanıdığı birisi, senden büyük ve mavi saçlı bir kız mesela? Ya da… varsa abin falan?” dedim.

Aisha kaşlarını çattı. Yüzünde umutsuz bir tavırla “-Abim var ama…” dedi.

“-Ama?”

“-Ondan yardım falan isteyemem!”

Ne demek isteyemezsin? Az önce kurtardı ya seni!

“-S-Sakıncası yoksa sebebini öğrenebilir miyim?

“-Sebep! Tabiki! Annem bana abimi en ince detayına kadar anlattı.”

“-Tamam”

Aisha devam ederek “-Dediği hiçbir şeye inanamadım! Birisi nasıl olurda üç yaşında orta seviye büyücü, beş yaşında da Su Azizi olur? Bir de üstüne Derebeyinin kızına öğretmenlik yapar? Kesinlikle yalan söylüyor, dediklerinin hiçbir inandırıcılığı yok!”

Eh onu böyle düşündüğü için suçlayamam ya.

“-Belki onunla tanışsan aslında iyi birisi olduğunu görürsün?”

“-Sanmıyorum!”

“-N-Nedenmiş?”

“-Annem evdeyken bir kutuyu saklardı, bana sürekli dokunmamamı söylerdi, neden diye sorunca annem bana abimin değer verdiği bir şeyin içinde olduğunu söylerdi.”

Bir kutumu?… Yanılmıyorsam Paul’dan öyle bir şey duymuştum.

Aisha açıklamaya devam etti. “Bir gün annem evde yokken kutunun içine bakmaya karar verdim. İçinde ne gördüm sanırsın tahmin et bakayım!”

“-N-Ne gördün?”

“-Külot. Hem de bir kızın Külotu! Büyüklüğünden güzel bir kıza ait olduğu anlaşılıyordu. Hesaplamalarıma göre de külotun sahibi kız muhtemelen on yaşında. Bir anlığına abimin aslında abla olduğunu sandım, ancak külot ona büyük gelirdi. Ayrıca o külotun olabileceği tek bir kişi var, o da abimin öğretmeni! Abim beş yaşında olmasına rağmen ilerisi için bir kızın külotunu saklıyordu!”

Hesaplamalar mı? Bekle bir dakika bu kız yaşına göre fazla zeki! Noluyor be? Taş patlasın altı yaşındasın lan sen!

“-Belki de yanlış hesaplamışsındır?” dedim.

“-Hayır. Annemi de sorguladım. Dediğine göre abim, öğretmeni banyo yaparken kapı aralığından onu dikizlermiş. Annemle babam iş üzerindeyken de dikizlermiş. Annem allayıp pullamaya çalışsa da abimin nasıl biri olduğunu çoktan anlamıştım. Benim abim bir sapık!”

Sapık Sapık Sapık Sapık Sapık Sapık Sapık Sapık Sapık Sapık Sapık Sapık Sapık Sapık Sapık Sapık Sapık. Benim abim bir sapık! Sırf daha iyi vurgulanması için bir kere daha: Bir Sapık!

Kendime ‘Tamam, yeter artık kes şunu’ dedim. Zaten yerin dibine girdim iyice!

Şoka uğramış bir şekilde “-A-Anlıyorum, demek ki abin bir sapık he? Senin için üzüldüm ha ha ha…” dedim.

Demek İnsan-Tanrı sırf bana bu yüzden gerçek ismini kullanma dedi… Siktir. Şimdi anlıyorum.

“-Bay şövalye, gerçek ismininiz nedir acaba?”

Sorduğu soruya ciddi ve havalı bir ifade takınarak “-Söyleyemem, bu bir sır. Ama bana Ölü Sondan Köpek Ustası diyebilirsin” diye cevap verdim. Şu anda ona abisi oluduğumu söylememem daha iyi.

“-Vaaay! Köpek Ustası demek? Çok havalı! Çağırma büyüsü falan kullanıyorsun sanırım?”

“-Yoo” dedim “-Tek yaptığım şey iki kuduz köpeği kontrol altında tutmak o kadar.”

Aisha, bana sanki gözleri ışıl ışıl parlayan bir köpek yavrusuymuş gibi bakarak “Çok Havalı!” dedi.

Daha çok kandırılmış köpek yavrusu gibi…. Of, kendimi kötü hissettim şu an.

Ama eğer ona abisi olduğumu söylersem beni dinlemek istemeyebilir.

Belki Lilia’yı havalı bir şekilde kaçırırsam gözündeki imajımı düzeltebilirim?

“-Tamamdır. Anneni kurtaracağım!” deyince Aisha bana bön bön bakarak ”-ne?” “-A-Ama-”

“-Gerisini düşünme sen, bana bırak yeter!”

İşte Aisha ile tanışmamız böyle oldu.

Hakkımdaki görüşleri olumlu olmasa da en azından benden Norn kadar nefret etmiyor. Babasını gözlerinin önünde yumrukladım sonuçta.

Şu an Roxy’nin külodunu sakladığım için beni ayıplıyor olabilir ama bir gün insanların bazen değer verdikleri şeylere tutunma ihtiyacı olduğunu anladığı yaşa gelecek.

Bunun dışında. Bu kız neden külot saklamayı sapıklıkla bağdaştırıyor? Külot saklamayı cinsel istekle bağdaştıracak kadar büyük bile değil! Daha cinsel isteğin ne olduğunu bilecek yaşta bile değil!

Eğer birisi küçük kız kardeşime garip şeyler öğretiyorsa onları cezalandırmadan yakalarından düşmeyeceğim.

“-Bu arada Bay Köpek Ustası”

“-Efendim?”

“-İsmimi nereden biliyorsun?!”

Kıyafetinde isminin yazılı olduğu bölmeyi fark edene kadar bahane aramaya çalıştığım kısmı anlatmayı istemiyorum

****************

Aisha geçen iki yılda bana neler olduğunu anlattı. Ayrıntıları açıklamakta zorlandığı için yarım yamalak konuşsa da yine de ne demek istediğini az çok anladım.

Anlattıklarına göre Lilia ve Aisha Shirone sarayına ışınlanmışlar. Bir anda ortaya çıktıkları için şüphelenip zindana atmışlar. Lilia derdini açıklamaya çalışsa da yetkililer ikisinin sarayda tutsak edilmesine karar vermişler.

Aisha neden böyle yaptıklarını bilmiyordu, ama bir nedenden ötürü mektup göndermelerine izin vermediklerini biliyordu.

Allaha şükür Lilia’ya kötü bir şey yapmamışlar, en azından iz bırakan bir şey. Akşamları Aisha farkında olmadan kim bilir neler dönüyordur? Gerçi Lilia gün geçtikçe yaşlanıyor o yüzden onunla zorla ilişkiye girme ihtimalleri az.

Yine de iki buçuk yıldır tutsak edilmeleri biraz garip. Onca zaman Lilia masum olduklarını kanıtlayamadı mı? Yoksa bilmediğim bir şeyler mi dönüyor orada?

Neyse. Aisha, Paul’a mektup göndermeye çalışırken kaybolmuş, sonra eğer bir maceracıyı takip ederse Loncanın yerini bulabileceğini düşünmüş. O maceracı da ben oluyorum işte.

Aisha, Roxy’den hiç bahsetmedi. Acaba Lilia’ya yardım etmiyor mu? Sanmıyorum, Roxy sırf onlara gizliden yardım ettiği için durumlarının bu kadar iyi olması ihtimali vardı.

Durum ne olursa olsun şu an yapabileceğim tek şey Roxy’nin cevabını beklemekti. İnsan-Tanrı ona mektup göndermemi söylemişti. Mektubu gönderdiğime göre gerisi çorap söküğü gibi gelmeli.

“-Vaay, demek taa Şeytan Kıtasından buralara kadar geldin he?” Aisha yaşadıklarımı duyunca heyecanlandı.

“-Fittoa daki Işınlanma Felaketine bende yakalandım”

“-Peki ondan önce ne yapıyordun?”

“-Özel öğretmendim. Soylu birisinin kızına büyü öğretiyordum.”

“-Gerçekten mi? Nerede?”

“-Roa da” dedim

“-Abimde orada öğretmenlik yapıyordu! Belki ikiniz karşılaşmışsınızdır!”

“-E-Evet olabilir, ihtimali ne kadar az olsa da karşılaşmışızdır belki.”

Aisha, Lilia dan bir sürü şey öğrenmiş: Sağduyu, görgü kuralları, günlük hayatta işine yarayabilecek bilgiler, hizmetçilik vs. Bütün bunları bu yaşında öğrenmesi takdire şayan bir şey. Konuşma yeteneği de yaşına göre baya gelişmiş, gerçi yetişkinleri taklit etmeye çalışıyor olabilir ama yine de çok zeki bir kız. Gerçekten çok zeki.

Küçük yaştan itibaren ona öğretilen her şeyi sünger gibi çekmiş sanki. Acaba büyüyünce nasıl birisi olacak. Acaba bir abi olarak onun gölgesinde mi kalacağım?

“-Madem soylu birisinin kızının öğretmeniydin belki o kızın ailesinin abimin işvereniyle bağlantısı vardır. Hiç onun hakkında bir şey duydun mu?”

“-Y-Yok” diye kekeledim “-Malesef onun hakkında bir şey bilmiyorum.”

“-Anlıyorum. Abim hakkındaki görüşlerini duymak isterdim.”

“-Şey eeeeee, derebeyinin kızının vahşi ve başa çıkılmaz olduğunu duymuştum.”

Eğer daha fazla bilgi verirsem Aisha, onun abisi olduğumu anlayabilir. Bilerek kendim hakkında başka birisiymişim gibi konuştuğumu anlamasını istemiyorum.

Şeytan Kıtası hakkında bir sürü şey sordu, hepsini ayrıntılı şekilde açıkladım. Onun yaşındaki bir kızla ne konuşacağımı bilmediğim için biraz endişeliyim ama Aisha aşırı zeki birisi, sürekli konuşacak bir konu buluyor.

Ne kadar garip hissettirse de kendimi ilk defa küçük kız kardeşimle düzgün bir şekilde konuşurken buldum.

*************

Birkaç saat sonra.

Yorgunluktan mı bilmem ama Aisha uykuya daldı. Eris ve Ruijerd de güneş battıktan sonra geri döndüler, yorgun görünüyorlardı. Anlattıklarına göre bilgi toplamak için varoş mahalleleri gezmişler ve bir sürü olaylar yaşanmış, vurmalı kırmalı olaylar.

Yine mi kavgaya karıştılar? Mahcup görünüyorlar, hovardalıklarına alışkın olduğum için ne olduğunu sormayacağım. Herkes hata yapar sonuçta, ben bile. Birbirimize destek çıktığımız sürece gerisi önemli değil.

 

 

İkisine, Aisha’yla nasıl tanıştığımı, Lilia’nın kalede esir tutulduğunu, vaziyetin çok şaibeli olduğunu birer birer anlattım.

Hazır ortam uygunken ikisine, bana gerçek adımla seslenmemelerini de söyledim. Kimliğimizi gizli tutmanın önemli olduğunu bir kez daha vurguladım.

Eris “-Neden bu kadar kaçamak davranıyorsun bu konuda?” dedi

“-Birisi küçük kız kardeşime benim hakkımda kötü şeyler söylemiş, ona aslında havalı birisi olduğumu göstererek gözündeki imajımı düzeltmek istiyorum.”

“-Hmm, iyide zaten havalı birisin.”

“-Eris…”  Ona ‘Bana böyle tatlı şeyler söylediğin için teşekkür ederim’ mesajını vermek isteyen tatlı bir gülücük attım. Fakat Eris irkilerek geri çekildi.

“-Iğh… Neden her sana iltifat ettiğim zaman yüzüne o iğrenç gülümsemeyi takınıyorsun?”

Hmm, anlaşılana göre ikonik gülüşüm iğrenç bir gülüşmüş. Bak bu kötü işte.

Lütfen birisi bana yeni bir yüz versin, lütfen…

Eris kararlı bir sesle “Madem vaziyet böyle hadi kaleyi basalım!” dedi.

Ruijerd mızrağını alıp “Kale basmayalı uzun zaman olmuştu” dedi, gitmek için can atıyordu.

Onları durdurmak için yerimden fırladım. “Bekleyin, bekleyin. Önce mektubuma cevap verilsin, sonra gideriz.”

Eris verdiğim cevabı duyunca yüzünü astı. Her zamanki gibi hemen aksiyona dalmak istiyordu.

Aslında kaleye planlı bir şekilde saldırı düzenlemek daha kolay ve akıl karı olur fakat bunu yaparak Roxy i zor bir duruma düşürebiliriz. Onunla karşılaştığımda yüzüne bakabilmek istiyorum.

İlk önce, tam olarak neler döndüğünü öğrenmemiz gerekiyor.

Bu arada bil diye söylüyorum, sırf Roxy’i görmek için almıyorum bu kararı.

 

Ve böylece bir gün daha sona erdi.

 

 

******************

 

 

 

 

 

 

Bir sonraki gün saat daha öğleye gelmemişken kaldığımız lojmanın kapısına bir şövalye geldi. Giydiği zırh Aisha yı kaçırmaya çalışan askerlerin giydiğine benziyordu ama daha kaliteli yapılmıştı.

İçerdekilere lojmanda kalmalarını söyleyerek ziyaretçilerimizle konuşmaya lobiye indim.

“-Siz Rudeus Efendisiniz değil mi?”

“-Evet”

“-Ben Ginger York, yedinci prensin kapıkullarından biriyim.”

Neden kapıkullarından birisi burada diye merak ettim sonra Roxy nin saraydaki bir prense özel öğretmenlik yaptığını hatırladım.

“-Sizinle tanışmak bir şeref. Ben Rudeus Greyrat.”

Şövalye bir kadındı ve yalnız gelmişti. Şövalye selamı verdikten sonra beni duygusuz gözlerle inceledi. Ona soylu selamı verdim. Doğrusu, ona nasıl selam vermem gerektiğini bilmiyorum. Neyse, içtenliğimi belli ettiğim sürece sıkıntı yok.

“-Roxy Hanım sizi görmek istiyor. Lütfen size saraya kadar eşlik etmeme izin verin.”

Dün yaşanan olaylar hakkında bir şey söylemedi. Anlaşılan yüzümü saklamamama rağmen kimliğim tespit edilmemiş.

Tereddüt ettim. Aisha yı ne yapacağım? Eğer onu ardımdan getirirsem dün askerlere taş gülle ile saldıran kişinin ben olduğu ortaya çıkar. O zaman onu burada bırakmam gerekiyor.

Roxy nin yardımını aldınca askerlerden özür dilerim.

Kararımı verdikten sonra Aisha ya lojmandan ne olursa olsun asla ayrılmamasını tembihledim, kızı Ruijerd ve Eris e emanet ettikten sonra kılık kıyafetime baktım. Saçım taranmıştı ve her zaman giydiğim cüppemi giyiyordum.

İçimden ‘Ah evet, tatlı bişeyler alsam iyi olur.’ dedim.

Onu uzun zamandır görmediğim için ne yapsam doğru olur diye düşündüm.

Tam o sırada çantamın derinlerindeki hiçte popüler olmayan Ruijerd heykelini hatırladım. Mektuplarından birinde ona tıpatıp benzeyen bir figür gördüğünü söylemişti.

Ruijerd figürü ile ona benzeyen figürü yapan kişinin ben olduğumu söylersem eğlenceli olabilir.

Eris “-Çok özenlisin bu konuda.” dedi.

“-Ustamı görmeyeli uzun zaman oldu.”

“-Beni onunla tanıştıracaksın değil mi?”

“-Evet, tanıştıracağım. Her şeyi yoluna girince halledeceğim.” deyip hazırlığımı tamamladım.

Ruijerd endişeli bir tonla “-Tek başına gitmek istediğinden emin misin?” dedi

Ne zaman kendi başıma iş yapsam başımı belaya sokuyorum o yüzden neden endişelendiğini anlayabiliyorum.

“-Sıkıntı yok, eğer bir şeyler ters giderse uçup buraya gelirim.” dedim

Tabikide laf olsun diye dedim öyle, bir daha asla uçmaya çalışmayacağım iki bacağımı birden kırdım sonuçta.

Aisha “-Bay Köpek Ustası…” dedi

“-Endişelenme, bana bırak sen.” dedim. Endişeli görünüyor, kafasını sıvazladım. Dudaklarını büzerek kafasını salladı. ‘Aferin kızıma’ dedim içimden.

*******************

Şövalye Ginger ın önderliğinde kraliyet sarayına doğru yol aldık. At arabalarıyla dolup taşan ana caddede hızla ilerledik. Yollar bazı yerlerde at arabalarının yan yana gidemeyeceği kadar daralıyordu. Düşman saldırısı için alınan bir önlemdir diye düşündüm. Japonya da Mino diye bir kasabanın buna benzer sokakları olduğunu duymuştum.

Ginger suskundu, gerekmediği sürece konuşmuyordu. Soru sorduğumda nazikçe cevaplıyordu. Hep nazik davranıyordu.

“İşte sıradaki!”

Kuvvetli bir ses havada yankılandı, kafamı sesin yankılandığı yöne çevirdim.

“İşte karşınızda Washawa ülkesinden savaşa hazır bir şövalye, biraz hırçındır ama oldukça yeteneklidir! Fiyatı tam tamına üç altın akçe!”

Anayolun karşısında köle pazarı vardı. Yüksekçe bir platformun üzerine köleler sıralanmıştı. Üç insan, bir tane de tavşan kulaklı yarı-insan vardı. Hepsinin belden yukarısı çıplaktı. Buradan bile ciltlerinin parladığını görebiliyorum muhtemelen daha çekici görünmeleri için vücutlarını yağlamışlar.

Yarı-insanların Büyük Ormandan kaçırıldıklarına adım kadar eminim. Onlara yardım etmek için bir nedenim veya zorunluluğum yok yine de kendimi bu durum karşısında kaşlarımı çatmaktan alıkoyamadım.

Washawa’lı kadının göğüslerine gözlerimi dikince çavuşumun kıpırdadığını hissettim. Aisha ya tepki vermemesi beni şaşırtsa da aşağıdaki küçük dostumun hala iş başında olduğunu bilmek beni sevindirdi.

Kölelerin yanındaki tacirin kölelerin bazı özelliklerini açıkladığını net olmasa da duyabiliyorum. Muhtemelen her kölenin geldiği yeri ve sahip olduğu özellikleri sıralıyordu. Birkaç dakika sonra pazarda toplanan kalabalığın sesi yükselmeye başladı. Açık artırma yapıyorlar sanırım.

Eğer Lilia ve Aisha şanssız olsalardı şuan o kölelerin arasında olabilirlerdi. Buradakilerle kıyaslayınca durumları o kadar da kötü görünmedi gözüme- gerçi şuan kesin bir şey söyleyemem.

Ginger köle pazarına bakınca kaşlarını çattığını fark ettim. Görevi toplum düzenini sağlamak olduğu için böylesine ahlaksız bir işin ulu orta yapılması onu kızdırmıştır belki?

Muhabbet açmak için “Köle pazarının şehrin iç kesimlerinde oluğunu sanmıştım.” dedim.

Köle pazarları genellikle şehrin ücra köşelerinde kurulur. Bu dünyada köle tacirliğine kötü bir şey olarak bakılmıyor. Yine de, hayatımda ilk defa bir köle pazarının bu kadar ulu orta bir yerde kurulduğunu görüyorum.

“-Doğrudur, bu tür satışlar şehrin ücra köşelerinde yapılır.”

“-O zaman bugün özel bir organizasyon var galiba.”

“-Hayır. Dün bazı maceracılar köle pazarının olduğu yerde kavga çıkarmışlar ve orayı kullanılamaz hale getirmişler o yüzden köle pazarı geçici olarak buraya taşındı.”

 

Kavga ve köle pazarı he? Eris ve Ruijerd dün kavga çıkardıklarını söylemişlerdi bu iki olayın birbiri ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum.

Bundan bahsedersem sorun çıkabilir o yüzden konuyu kapatsam iyi olur.

Ginger “Kusuruma bakmayın lütfen.” deyip kollarımın altından tutup beni havaya kaldırdı “Merasimi buradan izleyebilirsiniz.”

“-Ah, teşekkür ederim.”

Neler olduğunu daha iyi görebilmem için beni kaldırdı he? Gerçekten de anlayışlı birisi. Ona güzel diyemezsin ama gözlem yeteneği sayesinde birgün kendine iyi bir koca bulabilir belki.

“-Roxy Hanım ne zaman bir kalabalık oluşsa olayı görmek için yerinde zıplar dururdu.”

“-Sahiden mi?”

“-Evet. Gerçi ne zaman onu kolundan tutup kaldırsam rahatsız olmuş gibi bir tavır sergilerdi.”

Roxy nin “Göremiyorum!” deyip zıpladığını, iyi niyetli Ginger ın onun bu kadar zorlanmasına gönlü dayanamayıp kolundan kaldırmasını, sonra Roxy nin cesareti kırılmış bir şekilde “Lütfen indir beni.”  demesini aklımda canlandırmaya çalıştım.

“-Onu daha önce böyle tuttun mu yani?” diye sordum.

“-Evet, ne zaman tutsam bana kızıp onu indirmesini söylerdi.”

Tam da tahmin ettiğim gibi.

“-Neresinden tuttun onu?”

Az önce beni kaldırmak için tuttuğu yeri işaret ederek “-Neresinden mi? Senin nerenden tuttuysam oradan işte.” dedi.

“-Hissiyatı nasıldı peki?”

Ginger tekrar ederek “-Daha önce de söylediğim gibi, hemen sinirlenip kendisini derhal yere indirmemi söylerdi.”

Merak ettiğim şey cildinin nasıl hissettirdiğiydi. Neyse boşver.

“-Yere indirin beni lütfen.” “-Acele edelim” dedim.

Görmeye değer bir şey yaşanmıyordu sadece birkaç köle demir parmaklıklar arkasında satın alınmayı bekliyordu.

Saray yoluna dönüp devam ettik.

Ortak noktamız olduğunu düşünerek “-Öğretmenim şuan sarayda ne yapmakla meşgul?” diye soru sordum.

“-Genelde prense ders verir, boş olduğu zamanlarda da askerlerin eğitimine katılır.”

Ben Roa da iken, Roxy nin bana gönderdiği mektupların birinde bundan bahsettiğini hatırlıyorum sanki.

“-Büyücülerle nasıl başa çıkılacağıyla ilgili eğitim aldığınızı duymuştum.” dedim

 

Roxy nin mektuplarında anlattıklarına göre askerler kılıç dövüşü sırasında onlara atılan büyüyü savuşturmak için eğitim görüyorlardı. Eğitim sırasında sana atılan büyüyü savuşturmak savaş alanında benzer bir durumla karşılaştığında hayatta kalmana yardımcı olabilir.

“-Doğrudur. Hepimiz zaten halihazırda Su Tanrısı Stilinde orta seviyedeyiz, Roxy Hanım sağolsun artık bize doğru atılan büyüleri de savuşturabiliyoruz.”

Demek bu yüzden dünki asker ona attığım taş gülleyi savuşturabildi. İsimsiz bir askerin yaptığım saldırıyı savuşturması beni ne kadar hayal kırıklığına uğratsa da Roxy nin onlara bu konuda eğitim verdiğini öğrenmem içimi rahatlattı.

Roxy hakkında konuşmaya devam ettik.

Ginger bana askerlerin Roxy büyü derslerinin birinde perdeyi yanlışlıkla yakınca yüzünün sararmasını ne kadar komik bulduklarını anlattı. Biberli bir yemek yerken acı biberleri çiğnemeden yutunca yüzünün nasıl sarardığını da anlattı.

Ginger “-Senden de çok bahsederdi Rudeus Efendi” dedi

“-Öylemi? Peki ne derdi benim hakkımda?”

“-Küçük yaştan itibaren sözsüz büyü kullanabilen dahi birisi olduğunu söylemişti.”

“-Öğretmenim gerçekten öyle bir şey mi dedi?”

“-Roxy Hanım sürekli senin hakkında böbürlenirdi. Senin gibi birisine öğretmeye layık olmadığını söylerdi hep.”

“he he he” diye güldüm “-abartmış sanki”

Konuşurken kaleye çoktan varmışız.

Baya büyük bir kale, Rikarisu’nun Kishirisu kalesi veya Millishion’nun Beyaz Sarayı kadar büyük değil gerçi.

Büyüklüğü, Eris in ailesinin yaşadığı malikaneyle aynıydı.

Başka bir deyişle bu ülke Asura Krallığının sadece bir bölgesi kadar güçlü.

Aferin Asura Krallığı! Asla hayal kırıklığına uğratmıyorsun insanı!

“-…”

Ginger kapıdaki muhafıza başıyla hafifçe bir selam verdi, muhafız hazır ola geçip “-Özenli hizmetin için teşekkür ederiz!” dedi

Dümdüz gidince Ginger beni durdurup “Buradan gideceğiz” dedi. Kalenin etrafında tur atarak arka kapı gibi bir yere geldik.

“-Zahmet için özür dilerim. Ana kapıdan sadece soyluların geçmesine izin veriliyor.”

“-Anlıyorum.”

Muhafız koğuşu gibi bir yere geldik. İki tane uzun masa, masaların üzerinde de kart oyunu oynayarak eğlenen bir sürü asker vardı. Ginger’ı görür görmez hepsi birden hazır ola geçti.

“-Özenli hizmetin için teşekkür ederiz!”

 

Ginger onları başıyla hafifçe selamladıktan sonra ilerlemeye devam etti. Ginger’ı takip ederken yanından geçtiğimiz askerlere gözümün ucuyla baktım.

“-Bayan Ginger siz önemli birisi misiniz?”

“-Şövalyeler arasında on ikinci rütbedeyim.”

On ikincimi? Yüksek mi yoksa alçak bir rütbe olduğunu söylemesi zor. Eğer ülkedeki yüz şövalye arasında on ikinciyse o zaman düşük rütbeli birisi değildir.

“-Buradan”

Ginger adımlarını daha dikkatle atarak kalenin iç tarafına doğru ilerlemeye devam etti. Merdivenlerden çıkıp son bir holden de geçiş yaptıktan sonra beni kalenin iç kısımlarında yer alan bir kapının önünde durdurttu.

Burası Roxy nin odası olmalı. Diye düşündüm.

Kalenin ücra bir köşesinde de olsa ona uygun bir yere benziyor.

Ginger üzerimdekilere baktıktan sonra elini kaldırıp “-Kusura bakmazsanız asanızı ve üzerinizdeki eşyaları alabilir miyim?”

“-Ah, tabii ki” Ne kadar da nazik birisi, yükümü taşımayı teklif ediyor.

Ginger üzerimdeki eşyaları alıp kapıya yumruğunu vurdu.

“-Ginger ben, Rudeus Efendiyi getirdim.””

“-Girin” Seslenen kişinin sesi bir erkeğe aitti.

Ne olduğunu anlayamadan Ginger kapıyı açtı ve içeri girmem için işaret yaptı. İtaatkar bir şekilde dediğini yaptım.

“-Vay.. Demek Rudeus dedikleri sensin he?”

Karşımda kibirli bir çocuk oturuyordu. Aynı sandalyeye uzanmış bir fıçıya benziyor. Hem boyu hem de kollarıyla bacakları kısacıktı.

Buçuklukla cüceden çıkmış birine benziyor.

Vücudunda büyük olan tek şey bir yetişkininki kadar büyük olan kafasıydı.

Yüzü bir otakunun yüzüne benziyordu, ikimizin de yoldaş olduğu hissini veren bir surata sahipti. Yakışıklı değildi gerçi.

Çocuğun her iki yanında hizmetçi vardı hizmetçilerden birinin tanıdık bir yüzü vardı.

Hizmetçi A ve Hizmetçi B

Hizmetçi A yirmili yaşlarının başında normal görünüşlü bir kadındı.

Hizmetçi B ise tıpkı Lilia’ya benziyordu.

Bekle bir dakika… O LİLİA DEĞİL Mİ?

En son görüşmemizden beri beş yıl geçti o yüzden biraz yaşlı görünüyordu, Işınlanma Felaketinin getirdiği stresi de hesaba katmak gerek.

“-Mrgh?!”

Lilia bir sandalyeye bağlıydı, ağzı da bez parçasıyla sarılmıştı. Roxy i etrafımda göremedim.

“-Ne? Noluyor be!” kafam karışmıştı, etrafıma baktım, Roxy’nin burada olduğunu sanıyordum, bana neler döndüğünü açıklar sanıyordum.

“-Atın onu”

Çocuk ‘Atın onu’ der demez ayağımın altındaki zemin yok oldu.

***************

Gözümü açtığımda kendimi büyü çemberinin içinde hapsolmuş buldum.

Çocuk işaret verdiğinde ayağımın altındaki zemin açılıp yerdeki deliğe düşmüşüm.

Neler olduğunu anlamam birkaç saniyemi aldı, altı tatami uzunluğunda bir odanın içindeydim, yerden de hafif bir ışık yansıyordu.

Az önceki odaya çıkmak için taş mızrak kullanmaya çalıştım.

“-Ne?”

Ama büyü işe yaramadı. Birkez daha denedim, ayağıma yüksek miktarda mana gönderip taş mızrak oluşturmaya çalıştım ama yine işe yaramadı.

Garip.

Mana’nın vücudumdan çıktığını hissedebiliyorum ama… Sanırım etrafımı çevreleyen büyü çemberinin işi bu.

“-Bariyer demek he?”

Çemberin sonuna doğru adım attım duvara dokunuyormuşum gibi hissettim. Yumruklamaya çalıştım ancak sallanmadı bile. Sanırım mahsur kaldım.

“-Hahahaha! Boşuna uğraşıyorsun! Boşuna! İçinde bulunduğun çember Roxy’i yakalamak için özel olarak yapıldı, senin gibi birisinin çıkma şansı yok.”

Tombul velet az önce oturduğu yerden yalpalaya yalpalaya düştüğüm deliğin ağzına geldi, geriye yaslandığında yüzünde pişkin bir gülümseme vardı.

“-Sende kim oluyorsun?” diye sordum.

“-Benim adım Pax. Pax Shirone!”

Pax? Ah evet yedinci prens. Roxy i büyü kullanamayacağı bir yere hapsederek ona ne yapmayı planlıyor acaba?

Bir dakika—Roxy mektuplarında onu bana benzetmişti. Ben centilmen birsiyim o yüzden onu da centilmen birisi sanmıştım. Centilmence şiddet uygulayan birisi.

“-He he he… Yüzündeki ifade çok hoşuma gitti, Rudeus Greyrat.” Yüzümdeki ifadeyi görünce kıkırdadı.

Poker yüzümü takınıp derin bir nefes aldım.

Sakinleş. Dedim kendi kendime

Sakinleşmem gerek.

“-Demek tuzağa düştüm he? Anlıyorum. Geçen günkü olay için özür diliyorum o askerlere saldırmamam gerekirdi. Rica edersem Roxy i buraya çağırır mısınız? Eskiden onun öğrencisiydim, kimliğimi kendisi doğrulayabilir. Sonra avukatımı çağırıp resmi olarak yargı–”

“-Roxy burada değil”

Roxy burada değil…

“-Ne…?” Sözlerine olmam gerekenden daha çok şoke oldum. Roxy burada değil de ne demek?! O zaman bu tanrının burada olmadığı anlamına geliyor.

Tanrı burada değil…

Hayır, imkansız bu! Ünlü matemtikçi Euler tanrının varlığını ispatlamadı mı? Çariçe Katerinadan aldığı emir doğrultusunda muazzam bir şekilde tanrının gerçek olduğunu kanıtlamadı mı?

Tanrı gerçek!

Euler in yaptığı gibi tanrının gerçek olduğunu kanıtlayabilirim!

“-Hayır, tanrı burada.”

“-Ne tanrısı?” Pax ın yüzünde anlamadığını belirten bir ifade vardı.

Evet! Evet! Tanrı var. Eğer tanrı burada değilse o zaman kutsal savaş çıkar! Sıkıyorsa yok de lan!

“-Hmmm, demek korkudan tanrıya yalvarıyorsun he? Fakat artık çok geç.”

“-Doğru” şuan sakin hissediyorum, işi dalgaya vurmayı bıraksam iyi olur.

“-Az önce dediklerinden çıkardığıma göre Roxy artık bu ülkede değil, değil mi?”

“-Doğru! Ve sen de onu buraya çekmem için yem olacaksın!”

“-Yem olacaksın derken beni yemesini kast ediyorsan seve seve yem olurum” laf olsun diye cevap verdim.

Düşün!

Demek Roxy bu ülkede değil, ama bu velet ona ulaşmaya çalışıyor. Neden ama? Kaçmasının sebebi o mu acaba?

Tam bunu düşünürken Pax konuşmaya devam etti. “-Mektubunu okuduğumda oldukça şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Roxy nin sevgilisinin buraya geleceğini hiç düşünmezdim doğrusu!”

“-Ne! Roxy nin sevgilisimi var?!” “Ciddi misin?! Mektubumda öyle bir şey yazmadım oysaki!”

“-Ne? Sevgilisi değil misin yani?” diye sordu Pax

“-Saçmalama! Düşüncesi bile saçma! Benim gibi değersiz bir öğrencinin onun gibi birisiyle sevgili olması imkansız!” Kafamı şiddetle salladım.

Aslında bizi sevgili zannetmesi beni mutlu etti. O kadar mutlu etti ki sevinçten kıkırdayasım geldi. Etrafta ren geyiği gibi zıplamak istiyorum. Metal bir canavarın içinde yaşayan birisi gibi sevinçten hoplayıp zıplamak istiyorum.

Kendime hakim olmaya çalıştım.

“-Hmm…neyse, sevgilisi olmasan bile yine de öğrencisi için gelecektir.”

“-Cidden gelir mi sence?” diye sordum

“-Gelecektir! Lilia zayıf bir yem ama sen, ağzından hiç düşürmediği öğrencisi olan sen, senin için mutlaka gelecektir. Geldiği zaman da onu kadınım yapacağım hayatının geri kalanını sex kölem olarak geçirecek! Ondan beş tane varis peydahlayacağım!”

“-Bölüyorum ama bir soru sorabilir miyim?”

“-Ne? Ah evet. İlk önce gözlerinin önünde ırzına geçeceğim! Sonra kesilmiş kafanı gördüğünde umutsuzluğa kapıldığında bir kez daha ırzına geçeceğim!”

Pfft adamım, bu veledin de amma hayal gücü var he.

“Buraya gelmeden önce,” dedim “Lilia hakkında hiçbir ipucuna rastlamadım… Nasıl olucakta Roxy burada esir tutulduğumu öğrenecek?”

Pax donup kaldı. “-Hmm.. O baya zeki birisi, eminim dışarda bir yerde ipucu falan bulur!”

He he aynen. Roxy sırf zeki diye bulur demi?

“-Bu bilgiyi dışarıya yaymak daha mantıklı değil mi sence?” Roxy nin ırzına geçilmesini istemem ama öyle yaparsa Paul un kulağına bişeyler gider belki.

“-Hııh, Tuzağına düşmeyeceğim! Asura daki Boreas Ailesinin himayesi altında değil misin sen? Eğer seni veya Lilia’yı yakaladığımı duyarsalar onları kendime düşman edinirim, değil mi?”

“-Edinir misin..?” Hmm. Bu işte bir terslik var sanki? Sauros amca benim tutsak edildiğimi duyunca belki kurtarmak isteyebilir fakat Lilia ne alaka?

“-Lilia birçok kez mektup göndermeye çalıştı! Sanki gönderip yardım çağırmasına izin veririmde!”

Madem amacı Roxy i buraya çekmek o zaman neden yardım çağırmasına izin vermiyor??

Haaa şimdi anladım, bu arkadaş bir gerizekalı.

“-Ayrıca” diye ekleme yaptı “-Ona direkten bu bilgiyi ulaştırabilirim!”

“-Ulaştırabilir misin?” şüphe ederek sordum.

“-Onu son iki yıldır arıyorum lakin henüz bulamadım! Ama birgün bulacağım onu! Çünkü nereye gitse kendini hemen belli ediyor!”

Kendini belli etmesi onu bulabileceğin anlamına gelmiyor malesef. Mektuplarında onu bana benzettiğini söylemişti? Beni böylemi görüyordu cidden?

“-Heh he, Görünüşe göre şimdiden vazgeçtin he? Sözsüz büyü yapabilen birisi olman umurumda değil, bana karşı hiçbir şansın yok!”

Bu velede karşı kaybetme imkanım yok! Ona dik dik baktım.

“-Ooo, bakışlarını sevdim, titretiyor beni. Umarım sonuna kadar bu tavrını devam ettirirsin. Ahh çok heyecanlıyım. Roxy, bekle beni minik kuşum…” Merdivenlerden yukarı çıkarken ilgi bekleyen bir çocuğa benziyordu. Tavandaki deliğe girip kayboldu.

Roxy nin buraya gelmesine imkan yok!

 

“-Kim dedi sana Lilia’nın ağız bağını çıkart diye!”

“-Özür dilerim bir şey demek istiyor zannettim.”

“-Bu konuda karar veremezsin sen!”

“-Lütfen ekselansları bana ne yaparsanız yapın ama lütfen Rudeus’u bağışlayın!”

“-Kapa çeneni! Senin gibi bir cadının sözünü dinleyecek değilim!”

“-Aah!”

Yukardan boğuk bir ağlamayla tokat sesi duydum. Lilia’yı mı tokatladı lan o?!

“-Herneyse, Aisha yı bulabildiniz mi bari?!”

“-Ekselansları, hala arıyoruz!”

“-Hrr, Onu kaçıran adam nasıl biriydi peki?!” Pax ın sesindeki kızgınlığı hissedebiliyorum. Dün yaşanan olay hakkında konuşuyorlar.

Bak bu iyi değil işte. Yüzümü gizlememiştim kimliğimin ortaya çıkması an meselesi. Gönderdiğim mektupta kaldığım yerin adresi de yazıyordu.

Neyse boşver, kimliğim ortaya çıksa bile Ruijerd ve Eris lojmanda bekliyorlar. Ruijerd orada olduğu sürece bir sıkıntı çıkacağını sanmıyorum. Eris in saldırı yetenekleri de baya gelişmiş durumda zaten.

“-Raporda yazılana göre kendine Gölge Ay Şövalyesi diyor. Kaslı olduğu ve damdan dama gülerek atlayan bir sapık olduğu söyleniyor.”

“-Madem göze o kadar çok çarpan birisi neden şimdiye kadar bulamadınız onu?! Lanet girsin hepiniz işe yaramazsınız!”

“-Evet ekselansları! Özür Dilerim!”

Hey, bekle bir dakika bay asker! Gerçekleri doğru aktarın lütfen! Vücudumun neresi kaslı benim?

Yo, belkide yanlış raporu iyilik etmek için verdiler. Belkide Aisha’nın kaçmasına yardım etmeye çalışıyorlar. Zaten ilk gördüğümde kötü birisine benzemiyordu.

Aferin sana asker abi!

“-Raporda yazılana göre mektubu yırtmışlar.”

“-İyide mektubu tekrar yazabilir!”

“-Yüksek kademeden soylu birisi sırf bir çocuk ona mektup yazdı diye harekete geçmez. Onu unutsak olmaz mı?”

“-Hayır hayır hayır hayır! Arayın o kızı! Ailenin başına gelebileceklerden endişelenmiyor musun yoksa?”

“-….onu araması için birilerini gönderirim.” Öfkeli adımlarla odadan ayrıldı.

Muhavereden anladığıma göre Ginger’ın ailesi rehin alınmış galiba?

“-Hmph, Lilia’yı odasına geri götürün!”

“-Emredersiniz efendim!”

“-Rudeus Efendi yemin ederim sizi kurtaracağım!”

“-Kapa çeneni! Sanki izin veririm de!”

“-Aah!”

“-Hmph. Roxy’i sende tanıyorsun değil mi? O veletle birlikte seni de idam ettireceğim!”

Şaak! Başka birtane daha boğuk tokat sesi duydum, sonrasında yerde birşeyin sürüklendiğini.

“-Rudeus! Hiçbir yere gitmiyorsun!”

Sesin geldiği yöne baktığımda Pax’ın tiksinç gülüşünün bana çevrilmiş olduğunu gördüm. Sonra tavandaki deliğin kapağı kapatıldı.

Odaya sessizlik çöktü, büyü çemberinin loş ışığı dışında etrafımı aydınlatan bir şey yoktu.

“-Off…”

Şaşkın hissediyorum.

Lilia ya vurulmasına kızmam gerekiyor ama garip bir şekilde hiç öfke hissetmiyorum.

Sanırım bunun sebebi yaptığımız bütün konuşmanın gülünç olmasıydı, ya da İnsan-Tanrı’nın bana ikisinin de kurtulacağını söylemesiydi.

Düşünmeden edemiyorum ama belki de bütün bu yaşananlar Pax’ın, Roxy’e olan hislerinden kaynaklanıyordur belki? Her ne kadar çarpık olsalar bile.

Eğer Roxy tarafından bir kenara atılsaydım belki bende onun gibi olabilirdim.

Hayır sebebi bu değil. Öfkeli hissetmiyorum çünkü o bana benziyor yani eski bana—reenkarne olmadan önceki bana. Bu yüzden öfke yerine şaşkınlık hissettim.

“-Her neyse…”

Vaziyetin ne olduğunu az çok anladım sayılır. Basitçe anlatmak gerekirse; Pax, Lilia’yı yakaladı, rastgele uydurduğu bir bahaneyle onu rehin aldı, onu dinledikten sonra bir şekilde Roxy ile bağlantısı olduğunu düşünüp planını kurgulamaya başladı. Lilia’yı yem olarak kullanıp Roxy i buraya çekecek sonra da onu yakalayacaktı.

Bütün bunları Greyratlardan korktuğu için sır olarak sakladı. Zaten eğer Asura Krallığı öğrense ne olur? Lilia basit bir hizmetçi sadece.

Bütün bunları sır olarak saklaması ve Roxy’i bunca zamandır bulamamaları Lilia’nın uzun bir süre rehin kalmasına sebep oldu.

Lilia, Paul’dan yardım istemek için mektup göndermeye çalışıyor ama Pax ona izin vermiyordu. Aisha mektup göndermek için kaleden kaçmaya çalışınca da mektubu yakalanıp yırtıldı.

Beni asıl şaşırtan sonrasında yaşananlar. Bir nedenden ötürü muhafızlar, Aisha’nın firar etmesine yardımcı olmak için sahte rapor hazırlamış.

Acaba prensten nefret mi ediyorlar yoksa başka bir sebebi mi var?

Ginger’ın ailesinin rehin alındığını duydum, belki diğer askerlerin de durumu aynıdır?

 

 

Bende örümcek ağlarının tam ortasına düştüm demek he? İyide İnsan-Tanrının bana dediği gibi Roxy’e mektup yazmıştım. Olayların böyle gelişmesi gerekiyor değil mi? Panik yapmaya gerek yok değil mi? Şu an bana denileni yapıyorum değil mi?

Hayır….bekle.

Acaba dediklerini aynen uyguladım mı?

Örneğin: askerlere kendimi Gölge Ay Şövalyesi olarak tanıttım. İnsan-Tanrının tavsiyesine göre Aisha’ya kendimi Köpek Ustası olarak tanıtsam yeterliydi.

Belki askerlere de kendimi Köpek Ustası olarak tanıtmam gerekiyordu?

Yanlış yaptığım tek nokta burası da değildi. Mektubu yazarken de yanlış yaptım. Adımın Rudeus olduğunu belirtmediğim sürece sıkıntı çıkmayacağını düşünmüştüm. Eğer adımı mektubun üzerine yazmasaydım olaylar böyle gelişmezdi belki?

Belki Prens benim sadece Roxy nin bir tanıdığı olduğumu zannederdi, belki olaylar daha sakin gelişirdi?

Siktir. Şimdi harbiden işi batırmış gibi hissediyorum.

Yo, sıkıntı yok değil mi? Hala şansım var değil mi?

Endişeliyim.

Anlaşılan şu an kaçış yolumu planlamak dışında yapabileceğim bir şey yok.

 

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.