İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 05 Bölüm 07: Perde Arkası Kısım 1
Perde Arkası: Goblin Katili Eris
Çevirmen: AllahDiyenKirpi
Kısım 1
Aniden konuyu değiştirdiğimiz için özür dilerim ama gelin hadi Cliff Grimor adındaki genç bir adam hakkında konuşalım, olur mu?
Şu ânda Cliff on iki yaşında—yaş olarak tam Eris ve Rudeus’un arasında. Daha küçükken, Milishion’daki bir yetimhanede kalmıştı. Burası Milis Kilisesi tarafından çalıştırılıyordu. Bu, kilisenin gücünün ve saygınlığının bir göstergesiydi. Doğal olarak, destek ya da kaynak eksiği çekilmiyordu; oradaki çocuklara her açıdan oldukça iyi bir şekilde bakılıyordu ve birçoğu eninde sonunda evlatlık olarak alınıyordu.
Bu üst düzey kurumda birkaç yıl geçirdikten sonra, Cliff beş yaşındayken şimdiki üvey babası tarafından evlatlık olarak alınmıştı. Üvey babasının adı Harry Grimor idi, Milis Kilisesi’nde yüksek mevki sahibi yaşlı bir adam.
Cliff Harry’nin hanesine girdiğinde ise, onun doğal yeteneklerini geliştirmeyi amaçlayan sıkı bir eğitim programına tabi tutuldu. Sadece birkaç yıl içerisinde Şifa, Panzehir ve İlahi Darbe büyülerinde ileri düzey kademesine ulaştı. Ayrıca bütün orta seviye saldırı büyülerini ve hatta ateş büyülerinin ileri seviye olan büyülerini başarıyla kullanmayı bile öğrenmişti.
Söyleyecek olursak, Cliff bir dâhiydi.
Etrafındaki herkes onu övgü yağmuruna tutmaktaydı; herkes ona ileride bir gün dünyaya izini kazıyacağını söylemekteydi.
Bu açıdan, onun çocukluk yılları tıpkı Rudeus’unki gibiydi. Ama Rudeus’tan farklı olarak, ki Rudeus önceki yaşamından öğrendikleri sayesinde mütevazi olması gerektiğini biliyordu, Cliff gitgide küstahlaşmaya başlamıştı. Yani çocuğun götü kalkmıştı. Hem de nasıl.
Bir bakıma, bunun için onu suçlayabilmek zordu. Eğitmenleri arasında bile, onun kadar geniş bir büyü yelpazesine sahip olan ve onun kadar etkili büyü yapabilen hiç kimse yoktu. Bazıları Aziz-Seviye Şifa büyüleri yapabilirdi, doğru; diğerleri de Aziz-Seviye Panzehir büyülerinde ustalaşmışlardı. Fakat, sadece Cliff dört ayrı büyü disiplininde ilerleyebilmişti. Böyle geniş büyü yeteneklerine sahip olmasından ötürü bazıları onun ‘yetişmekte olan bir bilge’ olduğunu söylemekteydi. Çocuğun egosu gün geçtikçe daha da büyümekteydi. En sonunda, eğitmenlerinin sözünü dinlemeyi tamamen bırakmıştı.
İleride bir gün, Cliff’ten üvey babasının yerine geçmesi ve Milis Kilisesi’nde bir mevki sahibi olması bekleniyordu. Elbette Cliff de kendisinden beklenenin farkındaydı. Ama şu anda, istediği şey maceracı olmaktı.
Neden maceracı olmak istiyormuş ki diye sorabilirsiniz?
Sebebi yetimhanede geçirdiği zamanlarda yatmakta. Orada yetiştirilenlerin birçoğu büyüdüklerinde maceracı olmaya gidiyorlardı. Onuncu yaş gününe kadar evlatlık alınmayan bütün çocuklar, daha sonra beş yıl boyunca kılıç ve büyü eğitimi alacakları kilisenin işlettiği bir okula yollanmaktaydı. Buradan mezun olanlar, kendi yeteneklerine uygun işleri seçmekteydiler. Hem akademik açıdan hem kılıç ustalığı açısından hem de büyücülük marifeti açısından harika sonuçlar elde eden çocuklar, bazen şövalye olarak hizmet vermeye başlarlardı ancak genellikle bu kişilerin çoğunluğu özellikle maceracılığa atılırlardı.
Bu genç erkek ve kızlar sıklıkla eski evlerini ziyarete giderlerdi. Eski hocalarıyla yeniden bir araya gelmek— ve özellikle de orada yaşayan çocuklara en heyecanlı maceralarını anlatma hazzına varmak için. Bu yetimlerin birçoğu, anlatılan bu hikâyelerden etkilenerek onların izinden gitme hayalleri kurmaya başlarlardı ve Cliff de bu konuda bir istisna değildi.
Tabii ki bu hayalini gerçekleştirecek olmasına kendisi de inanmıyordu. Yüreğinden geçenlere rağmen, içinde bulunduğu pozisyonu iyice anlamıştı. Sonuçta, yetimhaneden evlatlık alınan bir çocuk kendi kaderini belirlemeyi hayal dahi edemez.
Bu durumu kabullenmişti…en azından ilk başta. Ama sıkıcı geçen günleri Cliff’i bıktırdı ve durmadan aldığı övgüler de başını şişirdi. Ve böylece, bir gün, aklına evden kaçıp maceracılığa atılma fikri geldi.
Aslında tek istediği sahip olduğu yetenekleri test etmekti. Üstelik kendisine ders veren büyü hocalarından bazıları gençliklerinde kendilerine maceracı olarak isim bile yapmış kimselerdi. Mutlaka kendisi de halen daha gençken buna benzer şeyler tecrübe etmeliydi…en azından kendisine söylediği şeydi bu. Elinde babasının ona onuncu yaş günü için armağan ettiği asasıyla, Cliff Kutsal Bölge’den kendisine mavi bir büyücü cübbesi alacağı Maceracılar Bölgesi’ne gitti.
Bunu da hallettiğine göre, loncaya doğru ilerlemeye başladı. Eğer şifacı olarak kayıt yaptıracak olursa Kilise’nin onu çabucak bulabileceği endişesiyle, uzmanlığını ‘büyücü’ olarak belirtti. Her nedense, böyle yazmasının bir fark yaratacağını düşünmüştü.
Kısa bir süre içerisinde, Cliff’in kayıt işlemleri tamamlanmıştı. O artık resmi olarak bir maceracıydı. Tehlike, heyecan ve şöhret dolu yepyeni bir dünyanın kapıları ona aralanmıştı.
Kalbi sevinç ile atarken, Cliff etrafına göz gezdirmeye başladı. Neredeyse gördüğü herkes kaslı kaslı adamlardı. Birçoğunun çekirdekten itibaren savaşçı ya da kılıç ustası olarak yetiştirildiği aşikâr idi.
Cliff, yetimhaneyi ziyaret eden maceracılardan öğrenmişti ki; yetenekli büyücülere olan talep oldukça büyüktü. Farz etti ki basitçe kendisini bir büyücü olarak tanıtırsa, birisinin partisinde kendisine kolaylıkla bir yer edinebilirdi. Derecesi ne olursa olsun, hızlıca bir partiye alınacağını zannettiğinden, danışmanının loncadaki dereceler hakkındaki söylediklerine hiç kulak asmadı.
“Öyle olmaz, ufaklık.”
Kaçınılmaz bir şekilde, reddedildi. Kime yaklaştıysa olmadı, herkes onu düz bir şekilde başından savmıştı. Aynı şey arka arkaya dördünce defa olduğunda ise çocuğun sabrı sonunda taşmıştı. “Niye! Niye beni partinize almıyorsunuz ki?!”
“Zaten söyledim ya. Derecelerimiz farklı.”
“Öyle olmasının ne önemi var?! Herhangi bir A-sınıfı büyücü kadar güçlüyüm! Sizin gibilerle çalışmaya gönüllü olmama dahi şükretmeniz lazım!”
“Oğlum bak git? Sana yeteri kadar katlandım, geri zekalı piç! Bak git, yoksa bu kadar yakındayken benimle kapışmak mı istiyorsun?!”
“Ne olacak? Sizin gibi salaklar anca kılıç savurmasını bilirler. Ne oldu, yemiyor mu, he? Vurayım mı sırtına?!”
“Ya sabır…”
Cliff’in önündeki irikıyım maceracı öne bir adım attı ve onu yakasından kavradı. İşler tam olarak düşündüğü gibi gitmemişti, ancak eğer bu adamı yere sermeyi başaracak olursa, güçlerini güzelce sergilemiş olacaktı.
“Boş versene. Çocukla çocuk olma.”
Tam kendisini gösterme şansı eline geçecekti ki aşağı yukarı kendi yaşında olan kızıl saçlı bir kız araya girip olaya müdahale etti.
***
Hadi hafiften zamanda biraz geriye gidelim.
Aynı sabah, Rudeus ve Ruijerd’den ayrılan Eris Boreas Greyrat Milishion’un Maceracılar Loncasına gitti. Binaya giden caddeyi hızlıca geçerken yüzündeki gülümseme öylesine büyüktü ki caddede onun yüzündeki bu gülümsemeyi görenler muhtemelen aynı şekilde gülümsemiştir. Her zamanki maceracı kıyafetleri vardı Eris’in üzerinde: kalın bir gömlek, deri göğüs zırhı, deri pantolon ve ince tabanlı ama dayanıklı botlar. Ve de belinde asılı olan kılıcı ile bakıldığında, uzmanlık alanının kılıç ustalığı olduğu aşikar olan bir kız.
Bugün, her zaman giydiği kapüşonlu giysisini giymemişti. Geçtiği son bir yıl içerisinde öğrenmişti ki loncaya kapüşon takarak girmek, diğerlerinin onu bir büyücü sanmasına sebep oluyordu… ki her nedense genellikle diğer erkeklerin ona yaklaşmasını kolaylaştırıyordu bu durum.
Çok geçmeden, Eris hedefine varmıştı. Milishion’un Maceracılar Loncası, geçtiği bu büyük caddenin en sonunda yer almaktaydı.. Bütün organizasyonun karargâhıydı bu bina, Maceracılar Bölgesi’ndeki tek büyük bina.
Heybetli giriş kapısı, Eris’in gözünü korkutmak için yeterli değildi. Uzun adımlarla içeriye girdi. Ancak, lobinin muazzam büyüklüğü, neredeyse onu durdurup kollarını kavuşturmasına neden olmuştu. Sırf şimdiye kadar görmüş olduğu diğer lonca binalarındaki lobilerden büyük değildi, hatta ailesinin Roa’daki ziyafet salonundan da daha büyüktü burası. Kayıt yaptırmak için gelen her genç kız ve erkek içeri girdiği sırada gördüğü bu etkileyici manzara sonrasında tereddüte düşmüş olmalıydı.
Ama elbette, Eris ürkek bir çömez değildi. O A-sınıfı bir maceracıydı—saygı duyulan bir kıdemli. İlan panosuna doğru dümdüz bir şekilde yürümeye başlaması sadece bir saniyesini almıştı.
Pano, şimdiye kadar gördükleri arasından şüphesiz ki açık ara en büyük olanıydı ama tıpkı diğer panolarda olduğu gibi bu da üzerine yapıştırılan kağıtlarla dolup taşıyordu. Kollarını kavuşturarak, Eris panoya göz gezdirmeye başladı.
Bugün, Ölü Son’un ekmek teknesi olan B-seviye görevlere bakmak yerine, panonun E-seviye görevlere ayrılan kısmına Açık Görev bulabilmek için göz atmaktaydı. Bunlar özel görevlerdi, loncanın bulunduğu ülke tarafından belirli aralıklarla yayınlanan görevler. Kazandırdığı ödüller azdı az olmasına, fakat bu tarz görevler yüksek öncelikteydi ve maceracıların derecelerine bakılmaksızın isteyen herkesin üstlenmesine izin verilirdi.
Şeytan Kıtası’nda bu tarz görevlerden hiç yoktu tabii ki. Sonuçta orada bulabileceğin bir “ülke” yoktu.
Avuç dolusu Açık Görevler arasından, Eris’in gözleri belli bir tanesi üzerinde durmuştu.
***
Açık
GÖREV: Goblinleri Yok Et
ÖDÜL: 10 Millis Bakır Sikkesi/Kulak Başına
DETAYLAR: Yerel Goblin Popülasyonunu Azaltmaya Yardımcı Ol
YER: Milishion’un Doğusu
ZAMAN ARALIĞI: Yok / ZAMAN AŞIMI: Yok
GÖREVİ VEREN: Milis’in Kutsal Şövalyeleri
NOTLAR: Yeni maceracılar Hobgoblinlere karşı temkinli olmalı, onlar bazen goblin sürülerinde görünmektedirler. Sakın bu kağıdı panodan kopartmayın; topladığınız kulakları ön tezgâha götürmeniz yeterli.
***
Goblinler genellikle ormanların ve düz ovaların birleştiği kısımlarda yaşayan bir çeşit canavardır. İnsani bir yapıları bulunmaktadır ve ilkel silahlar kullanırlar ama insan dilini anlamazlar. Sayıları az iken genellikle zararsızlardır ama uzun süre kendi başlarına bırakılırsa hızlıca çoğalmaya ve civar köylere saldırmaya başlarlar. Bir nevi zararlı böcek olarak görülmektedirler. Yine de ormanların kıyılarında yaşadıklarından dolayı, ormanda yaşayan daha güçlü canavarlar için tampon görevi görmektedirler.
Eline kılıcı geçiren herhangi bir erkek ya da kadın tarafından kolaylıkla öldürülebilecek kadar zayıf yaratıklardır. Loncalar bu durumdan istifade ederek, orta seviyede cömert ödüller sunmak ve çömez maceracıları maceraya alıştırmak için düzenli olarak Goblin-Yok Etme görevleri yayınlar.
Dahası—gerçi Eris’in bundan haberi yok—bu yaratıklar yakalanan casuslara işkence etmek için bile kullanılmaktadır. Bütün bu sebeplerden dolayı, Milis’in Kutsal Ülkesi goblin popülasyonunu kontrol altında tutmak için hiçbir şeyden çekinmez.
Eris, yetenekleri Ruijerd Superdia tarafından kabul edilmiş A-sınıfı bir maceracı ve sırf yumruklarıyla bile ortalama bir C-seviye savaşçıyı kusursuz bir şekilde alt edebilecek kapasitede. Madem öyle, peki o zaman neden böylesine kolay bir görevi seçmekte, diye sorabilirsiniz.
Bunun iki sebebi bulunmakta.
Birincisi: bu uzun zamandır hayalini kurduğu bir şey.
Okula gittiği hayatının o kısa dönemi sırasında, Eris sınıfındaki oğlanların konuşmalarını dinlerdi. O çocuklar birbirleriyle durmadan maceracı oldukları zaman yapacakları şeyleri konuşurlardı. Planları goblin avlayarak işe başlamaktı. Biraz para biriktirdikten ve güçlendikten sonra, yüksek seviye görevler ve içerisine dalınacak labirentler bulabilecekleri merkez kıtanın güney kısımlarına doğru yol alacaklardı.
Onların bu heyecanlı sohbetlerini dinledikten sonra, Eris’in de içinde bu fanteziler oluşmaya başladı.
Bir gün, bu küçük gruba yaklaşmıştı ve aralarına katılmayı talep etmişti, ki işi diğer üç çocuğu feci bir şekilde pataklamasıyla sonuçlanmıştı. Okuldan atılmıştı ama kısa bir süre sonra maceracılık hayallerini daha da alevlendirecek olan Ghyslaine ile tanışacaktı.
Rudeus ile taşımasının ardından, durmadan onunla birlikte maceraya atılmanın hayallerini kurarken buluyordu kendisini. Onun hayaline göre, iki kişilik parti kuracaklar: kılıç ustası Eris ve büyücü Rudeus. Birlikte, hazine bulma ümidiyle bilinmeyen labirentlere meydan okuyacaklardı.
Kendisini, Şeytan Kıtasında, onunla savrulmuş bir halde bulduğunda ise işler onun hayalini kurduğundan çok farklı bir şekilde gelişmişti. Bilhassa Rudeus neredeyse her şeye iş gözüyle bakmaktaydı. Partiyi labirentlerden ve bilinmeyen tehlikelerden uzak tutmuştu. Eğer Eris goblin avlamak için teklif sunacak olsaydı, muhtemelen kaşlarından birisini kaldırıp “Neden öyle bir şey yapmaya zahmet edelim ki?” derdi.
Kuşkusuz, Eris artık bir çömez değil. Şeytan Kıtası’nın tehlikeleriyle cebelleşmiş ve bu görevi almanın gerçekte hiçbir anlamının olmadığının farkındaydı. Ama anlamsız olsa bile, goblin katletmek, Eris’in ‘Maceracı olduğum zaman yapmak istediklerim’ listesinin en üst sırasında yer alıyordu. Hiçbir şey olmasa bile, bunu sadece tecrübe etmek istiyordu.
Bu onun birinci sebebiydi. İkincisine gelecek olursak…bu bir sır.
“Acaba güneş batmadan dönebilir miyim ki…”
Panoda gördüğü göreve odaklandığı sırada, Eris gidiş-dönüşün ne kadar süreceğini düşünmekteydi. Bu işi yaya olarak halledecekti. Vakit halen sabah idi ama hata payını da hesaba katarak kendisine iyi bir aralık belirlemesi gerekiyordu.
“…Hm?”
Ama bunu düşündüğü sırada, F-seviye görevlerin de ötesinde, panonun tam kenarında bulunan bir notu fark etti.
***
Fedoa Bölgesinden Işınlanan Vatandaşlara: Lütfen Belirtilen Adres İle İletişime Geçiniz:
***
İlk satırı okuduktan sonra, bakışlarını geri çekti. Aynı notu Aziz Limanı’ndaki Maceracılar Loncasında da görmüştü.
Rudeus Fedoa bölgesi hakkında hiç konuşmuyordu. Eris bunun nedeninin onu endişelendirmek istememesi olarak farz etmekteydi. Hatta onun bugüne ‘serbest gün’ demesinin sebebini de sırf bu konuda bir şeyler yapmak istemesi olarak düşünmekteydi.
Eris karmaşık sorunlar hakkında pek düşünmemeye çalıştı. Kendisini bu konuları anlayamayacak kadar zeki olmadığına ikna etti ve kendisi yerine bu konuları Rudeus’un düşünmesine karar verdi. Zamanı geldiğinde, planını Eris’e onun anlayabileceği bir şekilde açıklayacağından emindi. Rudeus’un bu uyarı notlarından haberi olmadığını hayal dahi edemezdi.
“Peki o zaman!”
Burada yapmak istediğini hallettikten sonra, Eris neşeli bir şekilde panodan ayrılıp çıkışa doğru ilerlemeye koyuldu. Artık doğuya doğru yol almanın ve biraz goblin katletmenin eli kulağındaydı. Şu anda ne kadar istekli olduğuna bakacak olursak, tatmin olması için bir ya da iki goblin yuvası yok etmesi gerekecekti. Artık onu durdurabilecek hiçbir güç yoktu. Küçük yeşil dostlarımız için bir dakikalık saygı duruşu lütfen…
“Niye?!”
Sanırım biraz fazla havaya girdik. Tam binayı terk etmek üzereydi ki duyduğu bağırışlar nedeniyle olduğu yerde durdu.
Dönüp baktığında gördü ki küçük bir çocuğun etrafı koca koca adamlar tarafından sarılmıştı. “Niye beni partinize almıyorsunuz?”
Bağıran çocuk bir büyücü olmalıydı, yani mavi cübbesine bakılacak olursa. Rudeus’tan birazcık kısaydı; koyu kahverengi uzun saçları yüzünün önüne düşüyor, gözlerini saklıyordu. Elinde tuttuğu asa da Rudeus’un Aqua Heartia’sı kadar etkileyici durmuyordu ama büyü kristalinin büyüklüğüne bakarsak kaliteli malzemeler kullanılarak yapılmış olmalıydı. Muhtemelen ailesinin tuzu kuruydu, Eris’in kendi ailesi kadar olmasa da.
“Herhangi bir A-sınıfı büyücü kadar güçlüyüm! Sizin gibilerle çalışmaya gönüllü olmama dahi şükretmeniz lazım!”
Bu şımarık tavırları etrafındaki adamları iyice sinirlendiriyordu. Pek de şaşırılacak bir şey değil. Eğer bunları Eris’e karşı söylemiş olsaydı, ağzının ortasına yumruğu bir güzel yerdi.
“Oğlum bak git? Sana yeteri kadar katlandım, geri zekalı piç! Bak git, yoksa bu kadar yakındayken benimle kapışmak mı istiyorsun?!”
“Ne olacak? Sizin gibi salaklar anca kılıç savurmasını bilirler. Ne oldu, yemiyor mu, he? Vurayım mı sırtına?!”
“Ya sabır…”
Yanındaki maceracılardan biri çocuğu yakasından yakaladı. Çocuğun yüzünde sakin bir ifade mevcuttu ancak Eris bacaklarının titrediğini rahatlıkla görebiliyordu.
Uzun adımlarla onlara doğru ilerledi ve araya girdi. “Boş versene. Çocukla çocuk olma.” Eğer Rudeus orada olsaydı, şaşkınlıktan ağzı açık kalırdı. Çünkü böyle bir lafı söylemesini bekleyeceğin son kişidir Eris.
Dürüst olmak lazım, Eris de bütün bu olayları heyecanlı buluyordu. A-sınıfı bir maceracı olarak, bütün bu kişilerin üstündeydi. Herkesin içinde zorbalığa uğrayan çaylağı korumak için öne atılan sakin üst sınıf öğrencisi gibiydi. ‘Çok havalıyım be’ diye düşünüyordu kendi içinde.
Aslında, bazı aptalları Eris’in hiddetinden korumak için sıklıkla öne atılan kişi Ruijerd olurdu ama şu an için bu olgu aklından tamamıyla çıkmıştı.
“…Çıh. Evet, sanırım haklısın. Pek de olgun davranmadım.”
Karşısındaki adamın hızlıca geri çekilmesi karşısında hayrete düşmüştü. Bu olayın kavgaya evrilmesini beklemekteydi ve bu yüzden biraz hayal kırıklığı hissediyordu.
“Hadi, beyler. Gidelim.” Adamlar büyücü çocuğu bırakıp arkalarını dönüp gitmeye başladı. Eris de yüzünde hafif bir gülümseme ile çocuğun ona teşekkür etmesini bekliyordu. Kafasında kurduğu senaryoya göre, konuşma aynı böyle gerçekleşecekti:
Çocuk: Bana yardım ettiğiniz için teşekkür ederim, hanımefendi. Peki siz kimsiniz acaba?
Eris: Ah, sadece önemsiz bir kimse.
Çocuk: Lütfen! En azından bana adınızı söyleyin!
Eris: Hmm. Peki…o zaman bana Ölü Son Ruijerd diyebilirsin.
Rudeus ara sıra bu son cümleyi kullanmayı seviyordu. Bu yüzden o da bu cümleyi kullanmak istiyordu.
“Kim senden yardım istedi, he?!”
Eris’in gururlu ifadesi, çocuğun ona bağırmasıyla birlikte buz kesti.
“Bu herifleri kendi büyüm ile halledebilirdim! Üstüne vazife olmayan işlere o çirkin burnunu sokayım deme!”
Bir bakıma, çocuk şanslı sayılırdı. Sonuçta, yediği ilk yumrukta bilincini kaybetmişti ve önceki adamlar da halen yakındalardı. Eğer hemen koşup Eris’i onun üzerinden almamış olsalardı, hassas bir organını kaybetmiş bir şekilde gözlerini açmış olacaktı.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.