İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 05 Bölüm 06 Kısım 1

[ A+ ] /[ A- ]

Millishion’da Bir Hafta

 

Çevirmen: NatsuJun

 

 

Diğer günün sabahı, planımızı Paul’a haber vermek üzere Arama Kurtarma Ekibi’nin karargahına doğru yola çıktım.

Karargah aşırı sıradan iki katlı bir bina. Babamı bulmam zamanımı almadı. Konferans salonu tarzı bir yerde, yaklaşık bir düzine adamıyla bir şeyler tartışıyordu, sıkı bir çalışma içerisindeydi. Parça parça dinleyebildiğim konuşmaya göre bir çeşit geniş çaplı operasyona hazırlanır gibilerdi.

Daha geçen gün Paul’u gördüğümde, sanki her gününü Millishion’da kafayı çekmekle veya akşamdan kalma halini düzelterek geçiriyor diye düşündüm, belki de zamanlamam kötü denk geldi. Şimdiyse, tıpkı hedefine odaklanmış, muktedir bir liderin portresi gibi. Bir an etkilenmiştim…yani en azından birileri, alem gecelerinde bir aydır yapılan toplantıları kaçırdığını söyleyene kadar.  Duyduğuma göre dün birden böyle tekrardan kendine çeki düzen verip motive olmuş.

Muhtemelen Paul bana iyi tarafını göstermek istedi. Yani, bana yaranmak için tekrar işbaşı yaptı.

Hay Allah’ım. Ufaklıklar bana gösteriş yapmaya bayılıyor…

Yapmacık bir iç geçirmeyle Paul’un ufak bir boş zamanını beklemeye karar verdim.

Dışarıdaki bir odada oturup beklemek kulağa sıkıcı geliyordu, ben de binada gezinirim bu sırada dedim. Birkaç dakikalık gezintinin ardından, küçük kardeşim Norn’u oynarken gördüm. Kreş rolüne bürünmüş bir odada, kendi yaşıtı diğer çocuklarla lego tarzı bir oyun oynuyorlar.

”Hey, selam,” dedim, elimi kaldırıp selamlarken göz göze geldik.

Norn şaşkınlıkla bakakaldı, sonra kaşlarını çattı ve tahta bloğu eline alıp bana fırlattı, yakalayabildim. ”Git burdan!”

Bu bana pek de dost canlısı bir selamlama gibi gelmedi. Hmm. Bana kızmasına neden olacak bir şey mi yaptım? Aklıma gelen tek sahne gözleri önünde Paul’un ağzını gözünü dağıtmam oldu.

Evet, muhtemelen bununla alakalı bir şeydi.

 

 

”Şey…Babamla biz barıştık, Norn,” diye karşı çıktım usulca.

Cevap olarak ”Yalancı!” diye bağırdı ve minik bacaklarının götürebildiği kadar hızla oradan kaçtı.

Anlaşılan minik kardeşim benden tiksiniyor. İşte bu beni üzer.

Onu varlığımla rahatsız etmek istemedim, o yüzden binadaki bekleme salonuna en benzer yere döndüm. Köşeye oturunca birkaç kişinin başı bana doğru döndü. Geçen gün Somal’i ”kaçıran” kişilerden birkaçını tanıdım.

İçime burada pek hoş karşılanmayacakmışım gibi bir his doğmaya başladı.

Bu aksilikte boğulmaya vakit kalmadan, odaya tanıdık bir kadın girdi ve birden gözler onun üstüne çevrildi. Bikini zırhlı bayanın ta kendisi, eski yarı çıplak günlerine geri dönmüş. Hemen beni fark edip yanıma geldi.

”Günaydın,” dedim.

Başını hafifçe büküp ufak bir gülümsemeyle ”Günaydın,” diye cevapladı. ”Bugün bizimle bir işiniz mi vardı?”

”Evet. Babamı görmeye geldim, şey…” Bu kızın adı neydi yahu?  Galiba Paul hiç bahsetmedi. ”Ah, bağışlayın. Kendimi tanıtmadım değil mi? Adım Rudeus Greyrat, hanımefendi.” Ayaklanıp bir elimi göğsüme koyarak, aristokratik bir eğilme ile kendimi takdim ettim.

”Ah, oh…be-be-benim adım Vierra,” diye yanıtlı bikini zırhlı kız, endişeyle elleri havada gidip geliyordu. ”Kaptan Paul’un ekip üyelerindenim.” Göğüs dekoltesinin karşı konulmaz manzarasını sunarak eğilmeme karşılık verdi.

Kızı görenin gözleri bayram ediyor doğrusu. Puslu olan gözler bile. Dik dik bakmak istemediğim için, daha demin sapık davranışlarda bulunmayacağım diye azmetmiştim. Ama sanırım gözlerimi alamıyorum. Tüm iyi niyetlerim, memelerinin çekim kuvveti karşısında kifayetsiz kalıyor.

Bu kıyafete diyecek tek sözüm var, vicdansız.

”Çok özür dilerim, geçen gün çok kaba davrandım. Babam biraz zamparadır da, korkarım yanlış izlenime kapıldım.”

”Ah, hayır! Sorun değil gerçekten. Giyim kuşamıma bakarak böyle düşünmeni anlayabiliyorum.” Vierra ikide bir başını sallayarak sözlerini vurguladı. Eh tabi vücudunun diğer yerleri de bunun sonucu sallandı. Bu bikini zırhı galiba bir yere sabitlenmiş, ama böyle ani hareketlerde sallanmasına karşı koyacak kadar değil anlaşılan. O şeyler kocaman ne de olsa.

Uuppss. Yine aynı şeyi yapıyorum.

Yüksek azim gücümle gözlerimi kaçırmayı başardım. ”Böyle bir zırhla bunca erkeğin arasında takılmak iyi bir fikir olmayabilir, hanımefendi. Bazıları bunu biraz dikkat dağıtıcı buluyordur. Belki en azından pelerin falan giyebilirsiniz?”

Vierra çekinerek gülümsedi. ”Üzgünüm, böyle giyinmemin bir sebebi var.”

Belki de kafamda kuruyorum ama sanki birden odadakilerin bakışı bana yönelmiş gibiydi. Söylememem gereken bir şey mi söyledim? Aman, neyse. Paul’a sorarım bunu sonra. ”Babamın toplantısı ne zaman biter biliyor musun?”

Vierra düşünerek başını bir yana büktü. ”Şey, şuan bir aylık iş geriden geliyor. Baya bir süre meşgul olabilir.”

”Peki o zaman. Fırsatın olursa, yedi gün içinde Millishion’dan ayrılmayı düşündüğümü söyler misin?”

”Gerçekten mi? Bu kadar çabuk demek.”

”Yani, alışık olduğumuz düzen böyle bizim.”

”Anladım…O halde bekle Shierra’yı alıp geleyim. Bir dakika lütfen.”

Böylece Vierra, başka bir yere doğru tıpış tıpış yürüdü. Birkaç dakika sonra yanında cüppeli, tanıdık bir şifacı ile döndü.

Bu kız ona baktığımı görünce, boğazından bir hıçkırık kaçtı ve bir şey demeden Vierra’nın arkasına saklandı. ”Kaptan’ın programı şimdilik dopdolu, ama dört gün sonra akşam vakti biraz olsun boş zamanı olacak. O gün birlikte akşam yemeği yemek ister miydin?”

”Ehm, eğer çok meşgulse hiç sorun değil.”

”Seninle konuşurken kaptan hayat dolu görünüyor. Oldukça meşgul, ama yine de gelirsin diye ümit ediyorum.”

Shierra’nın sesi sakin geliyordu, hala Vierra’nın arkasına saklanmasına bakınca, şaşırdım. Bu kız sanırım cidden benden nefret ediyor.. Hatta belki korkuyordur Biraz üzücü bir durum ama…neyse artık.

”Dört gün sonra, öyle mi? Tamam o halde. Kaldığı handa mı buluşalım?”

”Bizim ekibin sıkça gittiği bir restoran var, orada rezervasyon ayarlarım ben. Doğruca oraya gidin lütfen.”

Shierra tam zamanı ve mekanı bildirmek için sakince ilerledi. Ticari Bölge’de ”Aylak Millis” adında bir yerde yiyecekmişiz. İşimi garantiye almak için, kıyafetle alakalı bir kural var mı diye sordum, yokmuş.

Bu biraz tuhaf geldi doğrusu. Sanki büyük bir şirketler zincirinin CEO’su ile iş görüşmesi ayarlıyormuşum gibi. Demek Paul’un günlük programını ayarlayan bir sekreteri var ha? Herif harbiden dünyada yükselmiş.

”Yanınıza kimse eşlik edecek mi?”

Eris’in yüzü canlandı aklımda, bir o kadar hızlı ”O geri zekalı dallamayı öldüreceğim!”diye bağırması dank etti.

”Yo, tek geleceğim.”

Böylelikle tüm detayları düzledik ve oradan ayrıldım.

 

***

 

Peki bakalım. Bir hafta çok da uzun bir süre değil, o yüzden zamanımızı verimli kullanmamız gerek. Bunu kafama kazıyıp Millishion Maceracılar Loncasına doğru yol aldım.

Bina oldukça büyüktü, tıpkı koca bir  organizasyonun karargahından bekleneceği gibi. İki kat yüksekliğinde ve şuana dek gördüğüm tüm Loncalardan daha ferah bir alana sahip. Elbette önceki hayatımda dolusuyla gökdelen gördüğümden bu manzara nefesimi kesmeye yetmedi.

İçeri girer girmez bilgi toplama işine koyuldum.

Öncelikle Fittoa Bölgesi’ni soruşturdum, lakin kimse Paul’un anlatmadığı bir şeye değinmedi. En azından bu şehirde, Arama ve Kurtarma Ekibi sanırım Fittoa hakkında herkesten daha çok şey biliyor.

Sonrasında Millishion bölgesine özgü canavarlar hakkında bilgi topladım.

Anlatılanlara göre Büyülü Kıta’dakilere kıyasla tehdit oluşturacak seviyede değiller. Çoğunlukla Dev Ağustosböceği, kısaca büyük bir çekirge; Deri-deşen Tavşan, etobur bir tavşancık; ve Kaya solucanı, esasen fazla gelişmiş bir toprak solucanı, gibi şeylerle karşılaşırmışız. Büyük çoğunluğunun kimseye pek bir zararı olmayacak cinsten.

Üstelik daha çok ufak oluyorlarmış, en azından Büyülü Kıta’daki canavarlara kıyasla. O amansız topraklarda, yaratıklar insanlardan kat kat büyüktür lafı herkes tarafından bilinir. Neredeyse kökünü kuruttuğumuz Çakal Sürüsünün bile (biraz abartmış olabilirim), boyu iki metreden fazlaydı; Zehirli Kurtlarsa üçü geçiyordu. Koca Tosbağaya gelirsek, ortalama bir üyesi sekiz metre civarındadır, ve uzadın mı taa 20 metreye kadar büyüyebiliyorlar. Yüce Orman’ın yağmur mevsiminde ortaya çıkan canavarlar da genelde hep insan boyundaydı.

Boyut her zaman bir güç ölçütü değildir elbette, fakat sadece kütlenin kendisi bile başlı başına bir silah olabiliyor. Sonuç olarak, Millishion civarındaki yaratıklar anca zavallı avarelerden ibaret.

Bana göre hava hoş. Kafaya takacak bir şey daha eksildi.

Canavarları dinledikten sonra, buradaki yerlilerin Supard ırkı hakkındaki fikirlerini nasıl değiştirebiliriz diye düşündüm.

Maalesef, bu konuda yolumuz kapalı gibi.

Bir kere, Millishion’da öne çıkan politik bir kesim var, bunlar şeytan ırkının ihraç edilmesini savunuyor. Grup liderlerinin Tapınak Şövalyeleri ile arası iyi, ki bunlar Millis Kilisesi’ne bağlı kutsal askeri birliklerden biridir. Onlar da tüm şeytanların Millis Kıtası’ndan sürgün edilmesi gerektiğini ayan beyan her yerde konuşuyorlar.

An itibariyle Millis’in kontrolü bu partinin elinde değil. Baştaki papa, şeytan ırkı ile bir arada yaşanması gerektiğini savunan daha güçlü bir kesimin üyesi; bu sayede Tapınak Şövalyeleri onları kovmak için aktif adımlar atamıyor. Fakat, ola ki bir şeytan şehirde kargaşa çıkardı, işlerini güçlerini bırakıp kavgaya dahil olan herkese eziyet etmeye koşarlar. Politik yönden zayıf olmalarına rağmen, ‘adalet’ ve ‘toplum düzeni’ adı altında yaptıkları agresif müdahalelerden genelde yırtıyorlar.

Eğer Ruijerd ortalıkta Supard olduğunu beyan edip Millishion’da iş almaya başlasa, Tapınak Şövalyeleri hayatımızı daha sefil hale getirmek için bir an bile tereddüt etmez. Anladığıma göre şehrin her yerinde gözü kulağı var bunların.

Şu durumda, belki o işe hiç bulaşmasak daha iyi olacak.

Bu düşünceyle, Loncanın daha demin panoya asmış olduğu B-rütbeli bir görevi çekip aldım. Görünüşe göre yakın bir köyde ortalığı talan eden bir canavarın temizlenmesi gerekiyor. Yer o kadar yakın ki bir günlük yolculukla rahatlıkla varabiliriz.

 

Bu seferki hedefimiz Yaprak yeşili Kaplan. Bu canavar Yüce Orman’ın güney habitatında yaşar normalde, ama her ne sebeple olduysa artık daha güneye yol alıp buraları mekan bellemiş.

Yaprak Yeşili Kaplanların yeşil nokta etrafına bezenmiş kahverengi kürkleri var. Bu da ormanda kusursuzca kamufle olmalarını sağlıyor. Gözle saptanması zor olduklarından küçük gruplar halinde hareket ederler, B-rütbe canavarlar arasında kabul ediliyorlar. Fakat bizim peşinde olduğumuz bir başına takılıyor, ve kamuflajı bu uçsuz bucaksız çayır alanında bir işe yaramayacak. Muhtemelen ortalama bir Zehirli Kurt’tan daha az tehdit oluşturacak. Ben olsam en fazla D-rütbeli yapardım. Büyülü Kıta’da olduğum zamanlarda, böylesine kolay bir görevi panoda görsem sevinçten yerimde duramazdım.

Üçümüz birlikte yola koyulduk bir an önce. Ve tam da yeni vardığımızda, kocaman yeşil bir kedi ağzında bir tavukla köyde aylak aylak dolanıyordu.

Bizi fark edince ağzındaki ganimetini yere sallayıp bize doğru kükredi, Eris ”Bu iş bende,” diye koşturup canavarı ortadan ikiye tertemiz ayırdı.

Görev tamamlandı! Fiuvvv, çabuk bitti.

 

Köyün halkı bize gönülden teşekkür etti. Kaplan, çiftlik hayvanlarını talan etmiş ve yakın zamanda bölgedeki pek çok çiftçiye saldırmış.

Normalde korumaları için kutsal askeri birliklerden biri gönderilirmiş. Ama daha birkaç gün önce bu civarlarda, Kutsanmış Çocuğun saldırıya uğradığı ciddi bir olay olmuş anlaşılan. Ona refakat eden Tapınak Şövalye birliğinin tamamı neredeyse bozguna uğramış, sadece kaptanları kurtulabilmiş.

Neyse ki Kaptan Şövalye Kutsanmış Çocuğun hayatını zar zor kurtarmış. Buna rağmen büyük kayıplar verildiğinden, ceza olarak görevinden alınmış.

Daha bu talihsizlikten önce, kutsal askeri birlikleri şüpheli köle kaçırma mevzuları yüzünden ipin üstündeydi. Bu haberler üzerine hem Millis Kilisesi hem şövalyeler kargaşa çıkardı. Sonuç olarak, ismi lazım değil, bir B seviye canavarın hakkında gelemediler. Ellerinden daha iyi bir şey gelmediği için de köylüler çareyi Maceracılar Loncası’na başvurmakta bulmuş.

İlginç bir hikaye. Bizi pek alakadar etmez.

 

Toplayabildiğim kadar malumat topladım, sonra ufak bir deney yapayım dedim.

Detay vereyim, köylülere Supard’ları anlattım. Dostumuz Ruijerd’in bu kabileye mensup olduğunu ve ırkından olanların dünyanın dört bir yanını dolaşıp iyilikler yaparak diğer ırkların dostluğunu kazanmaya çalıştığını anlattım.

”İlk bakışta Supard’lar soğuk ve düşmanca gelebilir, ama bu taştan görüntülerini yıkmak çok da zor değil. Elimdeki heykeli görüyor musunuz millet? Tek yapmanız gereken bir Supard’a bunu göstermek ve Ruijerd’in selamını söylemek. O korkunç kaş çatışları bir anda mutlu bir tebessüme dönecek ve ömür boyu aranızdan su sızmayacak!”

Muhteşem bir pazarlama konuşmasıydı, kendimi methetmek gibi olmasın. Bununla beraber, köy reisinin yüzünde en ufak bir etkilenme emaresi yoktu. Ruijerd’e minnettarlar, ama bu şeytan ırkına olan görüşlerini hepten değiştirmeye yeterli değildi. Ve Millis Kilisesi’nin fertleri olarak bir şeytanın heykelini almak istemediler. Böylelikle minik heykeli bana geri verdi.

Galiba deneyimiz hüsranla sonuçlandı. Muhtemelen yakın zamanda çözmeyi ümit edebileceğimiz bir sorun değil bu.

Belki seksi bir kız figürini daha etkili olurdu. Aaa, peki Ruijerd’in cinsiyet değişmiş versiyonunu yapsam nasıl olur?

Bir dakika, bir dakika, olmaz. Bu hepten amacının dışına çıkmış olur.

 

Ruijerd, Millishion yoluna ağır adımlarla yürürken figürini hayranlıkla inceleyerek, ”Böyle bir şey yaptığından hiç haberim yoktu,” dedi.

”Muhteşem değil mi? Rudeus böyle şeyleri baya iyi becerir!” Nedense anlamadım, Eris takdirini kazanmamdan baya gururlanmıştı.

Bu seferki geri çevirilmiş olsa bile figürlerim pazarda iyi para getiriyor. Ne de olsa hayvangillerden tanınmış bir Kılıç Kral’ın ve yabancı ülkeden bir prensini övgüsünü kazanacak kadar kaliteliler.

Evet gerçekten. Artık neredeyse saraylara layık bir sanatçıyım!

”Bu pozisyon iyi olmamış ama.”

”Aynen, duruş şekli tamamen hatalı. Daha çok çömelmen gerekiyor…”

Üzgün trombon sesi.

Bu ikili cidden kalkmış götü indirmeyi iyi biliyor.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.