Gizli Prensesin Maceraları 8.Bölüm

[ A+ ] /[ A- ]

Gizli Prensesin Maceraları 8. Bölüm: Kanıtlar ve Kafa Karışıklığı

 

Merhabalar, en sevdiğini prenses olan ben, yani Elizabeth, geri döndü. Açıkçası son bölümden sonra Jack’e bir bölüm daha teklif etmiştim ama bunu kendisi reddetti. Ancak o hikayesini anlatırken boş durmadım ve sizlerden birkaç soru aldım. Üç sorumuz var ve soruyu soran insanların isimlerini güvenlik önlemleri nedeniyle…

 

Biz Las Vegas’ta kumarhane mi işletiyoruz?

 

-Hmm… Bu sefer haklı olabilirsin.

 

Neyse efendim nerede… Öhm öhm… kalmıştık de mi? Sorular oldukça kısa ve cevaplarım da net olacak.

 

İlk sorumuz hikaye ile ilgiliymiş. “Sizce de bu hikaye klişe değil mi?” Eee… acaba 7+1 bölümü boşuna mı yaptık? Sıradaki soruya geçelim. İkinci soru da benimle ilgiliymiş. “Hey acaba Jack ile aranızda…” Bu soruları Jack hazırlamış olamaz çünkü bundan haberi ile yok. Bu sorular okuyucu kitlemi sorgulatmaya  başladı. Son soru konusunda biraz endişeliyim ama okumak zorundayım. “Aslında bu hikayeyi ayılıp bayılmazdım ama işin içine zaman girdikten sonraki tahmin edememe duygusu çok hoştu. Sorum ise ilerisi için spoiler vermeden bir şeyler anlatabilir misiniz?” Biraz endişelenmiştim ama hala aklı başında birini görmek beni mutlu etti.

 

Sorunuza cevap olarak şunu diyebilirim ki bu daha hiçbir şey. İlerisi için hiç kaygılı olmayın. Pekala artık Lyndis ile otele vardığımız andan itibaren neler olduğunu anlatmam gerekiyor.

 

Otelin yanında indikten sonra Lyndis bana Jack’in annesinin yani annemin odasına gitmemi söylerken, o da kamera var mı diye kontrol edecekti. Dediği gibi de yapmıştım çünkü patron oydu. Annemin odasının benim kaldığım odayla pek bir farkı yoktu. Fark olmayabilirdi ama Jack kendi sorgusunu anlatırken, Lyn benim için onun göremediği şeyleri bile görebileceğini söylemişti de mi?

 

-Evet. Başta çok anlam verememiştim ama…

 

-Jack… Hani ilerideki olayları anlatmayacaktık? Üstelik sen bana bunu üstüne basa basa söylemiştin.

 

-Öyle mi? Ben ağzımı koli bandı ile kapatayım.

 

-Bu koli bandını biraz fazla ön plana çıkarmadık mı?

 

-Hmm… Onun yerine ben Suç ve Ceza okuyacağım.

 

Jack’e okuyacağı kitap için onu iki bölümlüğüne göremeyeceksiniz ama bu hiç görmeyeceğiz anlamına gelmiyor. Sadece gereksiz yere araya girip benim sinirlerimi oynatmayacak o kadar. Bu kadar oyalanmak yeter. Odada katili bulabilecek herhangi bir ipucu aramaya başlamıştım. Sorunum ise buradaki hiçbir şeyi bilmiyordum ama bu benim odamla gerçekten ama gerçekten tıpa tıp aynıydı. Yani benim odamın arasındaki her bir farkın bir ipucu olabileceğini düşünmüştüm. Bu anda gözüme odadaki aynaya takıldı. Pamuk Prenses’i okurken aklıma o meşhur “Ayna, ayna söyle bana.” sözleri aklıma geldi. O boy aynasına bakarken,bu dünyaya düştükten sonra ilk kez kendime doğru düzgün bakıyordum. Birbirine girmiş sarı saçlarım, giydiğim sıradan kıyafetlerim ve ağlamaktan kısmen şişmiş göz çevreme bakarken içimden “Cidden oldukça farklı görünüyorum.” demiştim.

 

Başıma yine keskin ağrılar girerken, aynanın sol altından bir şeylerin parıldadığını görmüştüm. Parıldayan şey yatağın hemen altındaydı. Onu yatağın altından almıştım. Bu camdan bir bardaktı ve içinde birkaç damla turuncu bir sıvı vardı. Bunun ne olduğunu düşünürken aklıma Lyn’in zehirlemeden bahsettiğini anımsamıştım.

 

-Demek öyle.

 

Sinirliydim. O kadar öfkeyle dolmuştum ki farkında olmadan elimdeki bardağı çatlatmıştım. Beni bu öfke kasırgasından çeken şey ise Lyn’in üçüncü kez ve yüksek sesle bana bağırması olmuştu.

 

Tanrı aşkına bir yerlere mi daldın?

 

-Sanırım bir ipucu buldum.

 

-İpucu? Hmm… Bardak neden çatladı bilmiyorum ama sanırım annen bu bardağı kullanmış olmalı. Etrafta başka bardak görmüyorum. Bu katilin arkasında iz bırakmadığı anlamına geliyor.

 

-Öyle mi? Peki bu kamera denen şeylerden bir şeyler çıktı mı?

 

-Evet. Ablam insan davranışları tezini yeni bitirdi ama zihni hala burada kamera olamayacağını söylüyor. Maalesef bir kez daha yanıldın.

 

-Kamera bu mu?

 

-Ne? Bu kamera değil. Bu bir bilgisayar. Kamera görüntüleri bunun içinde?

 

-Bilgisayar? Görüntü? Yine bilmediğim birkaç kelime daha.

 

-O bardağı nasıl buldun bilmiyorum ama sadece izle.

 

Lyn görüntüyü oynatmaya başladığında gözümü bilgisayar denen, o zamanlarda ona tuhaf bir şekilde “Yorçım” yani…

 

YALANLARI ORTAYA ÇIKARAN MAKİNE!!! Diye söylerdim. Aklıma geldikçe hala o anları unutmak için Ultra Acılı Hex Sosislisi yerdim. Efendim Hex kim mi? Ona sonra geleceğiz. Öncelikle şu annemin katilini ortaya çıkarmalıyız.

 

Şimdi görüntüleri betimlemek gerekirse, olay 22.00 sularında yaşanmıştı. Kamera görüntüsü istediğimiz açıda olmadığı için katilin suratını görememiştik. Katilin boyu oldukça kısaydı. Giydiği turuncu sweatshort’ün cebinden bir şey çıkarmıştı. Sanırım bu anneme verdiği zehir olmalıydı.

 

Katil uyuşturucu kullanıyor.

 

-Uyuşturucu?

 

-Yasa dışı bir madde. İnsanlar kötü etkilense bile bağımlı oldukları için kullanmaya devam ederler.

 

-Anladım.

 

-Katilin dövüş sporlarıyla uğraştığını söylemiştim. Eğer dövüşüyorsa bunu da yasadışı yollarla yaptığını gösterir.

 

Görüntünün ilerisinde katil kapıyı tıklıyor ve kapı açılıyordu. Bunun üzeriden 5 dakika dahi geçmemiş idi ve birisi daha kameraya takıldı. Önceki kişiye göre daha uzundu . Sarı bir tişört giyiyordu. Mavi bir kot pantolon ve kulaklarındaki büyük küpeler dikkat çekiciydi. Saçları da oldukça kısaydı. Mavi renkteki saçlar ise bana biraz itici gelmişti. Ne de olsa o kadar insan görmüştüm ve ondan daha güzel çok sayıda kadın sayabilirdim. Tenini de görmüştüm ama tam anlamıyla siyahi değildi. Bu kadına dikkatle bakarken, Lyn beni dürtüklüyordu.

 

Bu kişi Evelyn’deki delillere göre %99 ihtimalle katil bu kadın. Önceki giren kişi ise katil olmayabilir ama cinayet ile kuvvetli bağları var.

 

-…

 

-Oldukça düşünceli görünüyorsun… Adın neydi?

 

-Elizabeth… Sadece Elizabeth.

 

-Soyadın da mı yok?

 

-Sence?

 

-Hayatımda senin gibi bir insanla hiç karşılaşmadım.

 

-Sen de artık gülmeyi bıraksan olmuyor mu? Bir dakika. Sen de duydun mu?

 

-Hayır. Kulaklarım o kadar da keskin değil.

 

Lyn bir şey duymamıştı. Ben ise bir şeyler duyduğumdan emindim. Sesin geldiği yöne dönmüştüm. Kulak kabartmayı da ihmal etmemiştim. Bu sırada dolabın sanki hareket ettiğini görmüştüm. Arkamda korku filmlerindeki gibi bir müzik filan çalmıyordu. Ancak nedensiz şekilde çok gergindim ve dolabın kapısını açtığım anda;

 

OH MY GOD!!!

 

Ciddiyim… Tam da böyle bir çığlık atmıştım. Dolabın içinde Kameralarda gördüğümüz turuncu giyinen kişiydi ve yüzünü de ilk kez görüyordum. Oldukça farklı bir saç stili olan, elleri ve ayakları bağlanmış, siyahi bir adamdı. Bu arada tüm bu suçluların ten rengi farklı diye onları kesinlikle aşağılamıyorum. Bu dünyada öğrendiğim en kötü duygulardan birisi ırkçılıktır. Bu konuyla ilgili uzun uzun sonraki bölümlerde konuşacağım.

 

Ben şaşkınlıktan hareket edemezken, Lyn hızlıca adamı aldı ve parmaklarını adamın boynuna götürüp nabzını kontrol etmeye başlamıştı.

 

.-Ya… Şükürler olsun ki yaşıyor. Çabuk 911’i ara.

 

-911?

 

-You seriously?

 

Bu yabancı kelimeler  nereden çıktı bilmiyorum. Açıkçası pek de bunu önemsemiyorum. Lyn 911’i aramak için telefonunu ararken, ben de adamın başında bekliyordum. Yaklaşık üzerinde 10 dakika geçmişti ki beni korkutan siren sesleri ile ambulans hızlıca gelmişti. Lyn’in suratında ilk kez ciddi bir ifade vardı. İçimden bir his bunun çok kötü bir işaret olduğunu söylüyordu.

 

-Elizabeth… Eğer o adam yaşarsa annenin katilinin bunu neden yaptığını öğrenebiliriz.

 

-Ha… Haklısın da o korkunç bakışlar nedir?

 

-İlk başta anlam verememiştim. Hiçbir şeyi bilmiyorsun. Bunun sebebini gerçekten merak ediyorum.

 

İçimden “Kahretsin. Her şeyi anlayacak.” tarzında bir düşünce geçirdiğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu anda tıpkı John’a anlattığım gibi gerçek kimliğimi Lyn’e söylemeye karar vermiştim.

 

-Lyn ben…

 

-Tamam tamam. Geçmişini sonra anlatırsın. Ancak uzaylı çıkarsan… Uzaylı ne demek biliyor musun?

 

-Eee… hayır desem?

 

-Beni gerçekten şaşırtmıyorsun Elizabeth. Ben kamera kayıtlarının devamını evime götüreceğim. Sen bu otelde kalıyordun de mi?

 

-Evet. İtiraf etmek gerekirse bu gece uyuyacağımı zannetmiyorum.

 

-Bence bu gece rahatça uyuyacaksın. Neyse…

 

Lyn, Yorçım’ı yani bilgisayarını alırken, ben de birkaç dakika öylece dikildikten sonra odama çekilmiştim.

 

Ufff… Bugün ne çılgın bir gündü.

 

Açıkçası sadece bugün değil, bu dünyaya düştüğümden beri sakin bir an bile yaşamamıştım. Gözlerimi kapayıp birazcık da olsa düşünmek istemiştim. Tahmin edin ne oldu? Başkalarının haklı çıkmasından her zaman nefret etmişimdir ve Lyn haklı çıkmıştı. Sanırım bedenim ve zihnim o kadar yorulmuştu ki hemen uyuyakalmıştım. Üstelik ben çok iyi horlarım.

 

O uykuda bir rüya görmüştüm. Etrafım yine karanlık mı karanlıktı. Başta yine zamanın beni çağırdığını zannetmiştim ama sadece kabus gördüğüm anda içimde hiçbir duygu veya hisse sahip olmadığımı söylemiş miydim? Elimi çimdikleyip hiçbir şey hissetmediğimi teyit ettikten sonra kabus gördüğüm anda yaşadığım bazı aşamaları beklemeye başlamıştım. Peki bu aşamalar neydi diye soracak olursanız bunu bu kabusta göstermek isterdim.

 

Ama;

 

Hey buraya baksana.

 

-Huh? Böyle olmama… Ne?

 

-Ow… Sanırım biraz şaşırmış görünüyorsun.

 

Karşımda başka bir ben vardı. Duyguları hissedemiyordum ama zihnim gerçekten karışmıştı. Bu ne bir rüyaydı ne de bir kabustu. Bu bir yüzleşmeydi.

 

Şimdi de başka bir benle hiçliğin ortasındaki bir ortamda biraz sohbet edeceğim. Bir günüm de normal geçse olmuyor mu diğer ben?

 

-…

 

-Diğer ben?

 

-Halbuki sana en yakın kişi ben oldum.

 

-Eee… Acaba siz kimsiniz?

 

-Yakında öğreneceksin Elizabeth. Hem de hemen!!!

 

Bu konuşma bana klişe gelmeye başlamıştı ki karşımdaki benim gibi görünen kişinin dediği son cümlede dediklerinin harfi harfine yapacağını kestirememiştim. Aniden karşımdaki kişinin görünümü değişmişti. Eğer bir duygu hissetseydim bu kesinlikle korku olurdu. Karşımdaki kişi nezarette tanıştığım kadındı ve kulakları tırmalayan bir sesle şu sözleri söyledi.

 

Gördün mü Elizabeth? Sen aslında bensin. Sen de böyle hissetmiyor musun?

 

-Sorun da burada zaten ap…

 

Bu sefer karşımda oluşan şekil John’du. Bir de unutanlar için John’u hatırlamak için önceki bölümlerde biraz gezinmeyi ihmal etmeyin. John uzunca bir süre görünmedi ve ortaya çıktığında “Bu kimdi?” sorularını duymak istemiyorum. Son olarak bu gergin ortamı böldüğüm için de özür diliyorum. Konumuza dönecek olursak, bu sefer daha korkunç bir ses tonuyla şunları duymuştum.

 

Bana çok yakın birisi şunları demişti. Hayat dediğimiz şey her zaman güzel olmak zorunda değildir ve herkes eşittir. Güçlü olmanın sırrı tamamen duygulardan ibarettir. Sen de bir gün benim gibi hissedince ne demek istediğimi anlayacaksın. Şimdi düş.

 

-Ha… HAYIIRRRRRRRRRRRR!!!!!

 

Bir anda önümdeki şekil kayboldu ve aynı saniyelerde gökyüzünden aşağıya düşmeye başlamıştım. Bu an bana Sonsuzluk Çukuruna düşüşümü hatırlatmıştı. Garip hissediyordum. Hala bir duygu hissetmiyordum ama çığlık çığlığa bağırıyordum.

 

AAAAAAAA!!!

 

Neyse ki 10 bin metreden değil, 80 santimetreden düşmüştüm. Kalbin deli gibi çarpıyordu, terlemiştim ve başıma da korkunç ağrılar giriyordu. Yarım saat sonra tam anlamıyla kendime gelememiştim. Bu da yetmezmiş gibi Lyn kapıyı gerçekten  kırarak açmıştı.

 

Elizabeth! İyi misin? Kapıyı neden cevaplamıyorsun?

 

-Sadece… Sadece güne kötü başladım diyebilirim.

 

– Öyleyse sana bir kötü bir de daha kötü haberim var.

 

Pekala devamını anlatmayı çok isterdim ama şu gördüğüm rüyayı anlatmak bana… nasıl desem… kendimi iyi hissetmiyorum. Olayların geri kalanını anlatmak isterdim. Maalesef bu sefer buruk ayrılıyoruz ve bu sefer uyuyacağımdan gerçekten emin değilim.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.