Gizli Prensesin Maceraları 7.Bölüm

[ A+ ] /[ A- ]

Gizli Prensesin Maceraları 7. Bölüm: Geçmiş Sadece Geçmiştir

 

Merhabalar, Ben Jack ve bu bölümden sonra Elizabeth anlatma işine geri dönecek. Onu biraz daha oyalamak isterdim ama o bunu benden daha fazla hak ediyor. Başlıkta dediğim gibi geçmiş, sadece geçmiştir. Bu yüzden size önceki dünyamla ilgili hiçbir şey anlatmayacağım. Size 18 yıl önce Detroit’e ilk gelişimizi anlatmak istiyorum.

 

Detroit zamanının araba fabrikaları ile bilinen şimdilerde ise kendi yağında kavrulan ve ekonomik olarak yoksul insanların bulunduğu bir eyalettir. Çocukluk yıllarımda durumu biraz daha iyi olan Detroit’te ilk düştüğümüz zamanı hatırlıyorum. New York’a nazaran buradaki kimliğimiz hemen belli olmuştu. Bizim hakkımızda bir seri katil dedikodusu bile çıkmıştı. Neyse ki annem Elizabeth’e göre oldukça zekiydi ve…

 

-İtiraf etmeliyim asla zeki olmadım ama bu seni dövemeyeceğim anlamına gelmiyor.

 

-Elizabeth gerçekten susman lazım zaten anlatmaman gereken tonla şey anlattın ve insanlar bizi şikayet edip duruyor.

 

-Abim olduğunu bir bölüm erken öğrendiler diye bu kadar yaygara çıkarmanı anlamıyorum.

 

Bana başka bir şans tanımadın.

 

-Hey ne yaptığını za…

 

Kendi silahınla vuruldun Elizabeth. Bir bölümde sen koli bandı ile uğraş. Onu çıkarana kadar ben de hikayemi anlatır herkes mutlu sonla birlikte seni beklerler. Off… Şu kız kardeşim yüzünden nerede olduğumu unuttum. Şu anda annemin ne kadar zeki olduğundan bahsediyordum. Kısa sürede sokakta şarkı söyleyerek para kazanacağını fark etti. Bildiği ve bana söylediği tek şarkıyla sokaklarda bir ay kadar yaşamıştık. Bu sürede insanları izleyerek ve öğrendiklerini da bana anlatıyordu. Sonunda ise ir restoranda şarkı söylemek için işe alınmıştı. Geçmişi de hazırdı.

 

Kendisi Florida doğup büyümüştü ve evlendiğinde New York’a taşınmıştı. Ancak eşi bir trafik kazasında ölmüş ve bu yüzden buraya geldiğini söylemişti. Restoranın sahibi tam anlamıyla ikna olmamış olsa da annemin sesi yüzünden işe almıştı. Kendisine ve bana bir kimlik çıkarmış, diğer çocuklar gibi beni bir kreşe yazdırmıştı.

 

Kreşte tıpkı benim yaşlarımda çeşit çeşit çocuk vardı. Annem bana gerçekte kim olduğumu söylememe konusunda sıkı sıkıya uyarmıştı. Onun böyle yapmasının nedeni belliydi. İkimiz diğer tüm insanlardan farklıydık. Böylece kreşlerde bile çabuk fark edilen bir çocuktum. Sonuçta ben farklıydım ve ergenlik dönemime kadar da popüler kalmaya devam ettim.

 

Dikkat: Ergenliğe girene kadar hayatımda önemli bir olay olmadığı için oraları anlatmayacağım ama ilerisinin fazla klişe olduğunu söylemek istiyorum. Ne de olsa klişe sözü konumuzla genelde bir araya gelmiyor.

 

Sanırım 15 yaşlarındaydım. Geçen seneye kadar popüler çocukken şimdi tam anlamıyla bir inektim. Hatta hala inek olduğumu düşünüyorum. Ancak benim inekliğim ders çalışmaktan çok ders çalışmamaktı. Bu arada şimdi fark ettim de şu klişe lafı biraz gereksiz oldu değil mi? Ne de olsa derslerim sürekli A+ olan ve kızların kavga edecek kadar yakışıklı… Tamam yakışıklı değilim ama A+ konusunda en ufak bir yalan söylemiyorum. Bu seneki derslerimdeki düşüşe rağmen Detroit’in okullar arası bilgi yarışmasına katılmıştım. Geçen sene okulu şampiyon yapan 15 yaşındaki ergenlik yüzünden neler yaptığından haberi olmayan beni, bu sene okulda neler neler yapan Jack’i yine de ilgi yarışmasına sokmuşlardı. İçimden “Şimdiye kadar okuldan atılmam gerekmiyor muydu?” diyordum. İşte otobüsten indiğim ilk anda, onunla tanışmıştım.

 

Merhabalar.

 

-Kahretsin. Başım ağrıdan çatlayacak.

 

Etrafım tuhaf şekilde sadece karanlıktan ibaretti. Kesinlikle otobüste uyuyakalıp rüya filan gördüğümü düşünmüştüm. Etrafım ne kadar karanlıksa karşımdaki de tam tersi şekilde parlaktı. Parlaklığı yüzünden yüzünün nasıl olduğunu da çıkaramıyordum. Karşımdaki kişi kendini tanıtmadan evvel biraz öksürdükten sonra konuşmaya başladı.

 

Sana bir soru sorabilir miyim?

 

-Eh… şey…

 

-Bunu bir hayırolarak kabul ediyorum ama yine de sorumu soracağım. Sen yeraltından geliyorsun değil mi?

 

-Yer altı? Bir dakika sen annem ile beni tanıyor musun?

 

-Evet ve keşke hiç var olmasaydınız dünya çok daha iyi olabilirdi.

 

-NE?!

 

Kafam burada tıpkı Elizabeth gibi karmakarışıktı. Tahmin edebileceğiniz gibi zaman ile konuşuyorum ve bu konuşma  hayatımı değiştirmekten çok hayat beni değiştirecekti. Tabii ki o zamanki ben ona bir yumruk geçirmek istemişti ve yumruğum zamanın vücudundan geçip gitmişti. Zaman biraz daha öksürdükten sonra söyle bir tekerleme söylemişti.

 

-Herkes var olduğumu bilir ama kimse dokunamaz. Sevgi veya nefret değildir çünkü o durduralamaz.

 

-Bu saçma sözler de nedir?

 

-Kimine göre saçma kimine göre bir felsefe. Ben Zamanım.

 

-Zaman mı? Öyleyse bu şakayı kes!

 

Evet gördüğünüz gibi bir ben bir salağım ve Elizabeth gibi hemen kendime ders çıkarmadığım için bir kez daha zamana doğru ileri atılmıştım. Ona tam vuracağım esnada bu sefer yumruğumdan kaçınmıştı ve peşinden bir öksürük krizi gelmişti. Zamanın o halini gördükten sonra, nihayet aptallık yaptığımın farkına varmıştım ve ona yardım etmeye karar vermiştim.

 

Öhöm öhöm! Dokunma. Daha fazla çizgimi bozma. Öhöm öhöm…

 

-Çizgi mi? Sanırım biraz hastasın ve bunun benimle… yani bizimle bir ilgisi var değil mi?

 

-Evet. Düşündüğümden daha pratiksin. Şunu söylemem gerekiyor ki senin ve annenin bu dünyada olmaması gerekiyor. Yaptığınız tüm eylemler beni etkiliyor ve 9 yılda davranışlarınıza karşı “bağışıklık” tarzında bir şeyler kazanmıştım. Öhöm öhöm… Ancak SENİN son bir yılda yaptıkların yüzünden yine öksürük krizleri yaşamaya başladım.

 

-Bağışıklık mı? Pratiklik konusunda haklısın ama senin bu özelliği nasıl kazandığını pek anlayamadım. Üstelik 10 yıl senin için 10 saniye gibi bir şey olmalı değil mi?

 

-Benim kurallarım veya bir ölçüm birimim yok. İnsanoğlunun bulduğu şeyler sadece bir İSİM. Hatta adımın zaman olduğundan bile emin değilim. Sana bu durumu insanların bağımlı olduğu herhangi bir şey ile anlatabilirim.

 

-Sigara gibi mi?

 

-Öhöm öhöm… Durum bundan daha karışık ama temelinin hemen hemen benziyor. Bana her gün zarar veriyorsun ama insanlar bağımlılıklarına zamanla alışır ama onlara zarar vermeye devam eder. Benim için bu sıradan bir alışkanlık değil.

 

-Çizginden bahsetmiştin. Yani sana zarar verdiğim kadar seni eylemlerimle iyileştirdim değil mi?

 

-Çok doğru. Bana fayda da veriyorsun ama senin ve annenin varlığı yüzünden iyice dengemin bozulduğunu ve zararını sürdürüyorsun. Üstelik 1 yılda zaman çizgimi epey bozdun. Böyle gidersen veya ani bir davranış uygularsan, neler olacağını söylemek istemiyorum.

 

Bu sözlerin hemen ardından kendimi otobüsün önünde arkadaşlarım bana sesleniyordu. Hızlıca onların arasına katılırken, Hayatımın bundan sonra sakin geçmeyeceğini biliyordum. Kararımı vermiştim ve şu ana kadar ilgimi çekmeyen zamanı merak etmeye başlamıştım. Peki bilgi yarışmasına ne mi oldu?

 

Sonuçlara gelirsek, kıl payı olsa da yarışmayı bir kez daha kazanmıştık ve son soruyu ben cevaplamadığım için mutluydum. Bu andan itibaren bana inek denmeye başlanmıştı. İlk olarak okuldan mezun olduktan sonra üniversiteye gitmemeye karar vermiştim. Annem bu durumdan ötürü ilk kez bana bağırmıştı ve uzun bir süre birbirimizle konuşmamıştık. Zamanı rahatsız eden şeyin yaşadığım dünyaya etkisini görmek için bir günümü neredeyse izole bir şekilde geçirirken, başka bir günümü tam tersi bir şekilde yapmaya karar verdim. Buna ek olarak zamanı tamamen rahatsız edecek ani bir davranıştan kaçınmak için hiçbir şekilde suç işlememem veya herhangi bir şekilde ani olarak ünlü olmamam gerekiyordu. İzole günlerimde boş durmamak adına ise birkaç şey karalamaya ve resim çizmeye karar vermiştim.

 

Bu durumun uzun vadeli sonuçlarını görmek için tam 1 yıl boyunca bu davranışı sergilemiştim ve her gün haberleri takip edip bir çetele oluşturdum. Her gün haberleri de izledikten sonra kendimce bir hesap yapmıştım. Bir tablo yapıp her günün ardından 1 ile 10 arasında bir rakam vermiştim. Skor ne kadar yüksekse günün o kadar iyi geçtiğini gösteriyordu. Öncelikle izole kaldığım günlerin tüm sayılarını hesap makinesinde toplayıp 183 ile böldükten sonra sonuç 6,832 çıkmıştı. Daha sonra dışarıda aktif olduğum günleri toplayıp 182 ile bölünce sonuç 3.1 idi. Bu beklediğimden de kötüydü ve annemi de hesap altında tutmak için onun olmadığı vakitleri mavi bir yıldızları işaretlemiştim.

 

Bu mavi yıldızlı sayılara da aynı işlemi yaptığımda ise ikimizin de dışarıda olduğu zamanlarda hiç 4 rakamını üstünde sayı toplayamadığımı fark etmem fazla zaman almamıştı. Yani bizim varlığımız dünyanın ömrünün kısalmasına neden oluyordu ama o tabloya bakarken 10 rakamlarını tamamında dışarıda olduğumu fark etmiştim. Bu zamanın anlattıklarının örtüştüğünü gösteriyordu ama sonuç bu kadar basit olamazdı. Bu tablonun oluşturduğu sonucu gördükten sonra annem bana işten çıkarıldığını söylediğinde çok şaşırmıştım. O dönemde 16 yaşındaydım ve bu vakitlerde internet artık her evde izole günlerde yazdığım hikayeyi ve resimleri internette yayımlamaya karar vermiştim. Hatta birkaç resmimi bile satmıştım.

 

Annem başka bir yerde iş bulmayı başarmıştı ama ondan gizlice birkaç inşaatta veya boşaltılan evlerde hamallık yaparak gizlice para biriktirmeye devam etmiştim. Bu para olmasa ne New York’a gidebilirdim ne de Elizabeth ile tanışırdım. Zamanla olan ikinci ve son görüşüm de bu inşaatlardan birinde olmuştu. İlk kez bir otelin inşaatında yer alırken bu otelin 5. katına 10 kilo tuğla taşımıştım. Saatin akşamüstü olduğunu hatırlıyorum ve biraz soluklanmak için bir duvara yaslanmıştım. Ancak oradaki tuğla yığınını henüz çimento ile sıva yapmadıkları için ufak bir kuvvetin o tuğlaları yere düşürmesi için yeterliydi. Hatta ben de az kalsın düşecektim. Gözlerimi kapayıp derin bir nefes alıyordum ki kalbime giren tarifsiz bir ağrı vardı. Size biraz salak olduğumu söylemiştim değil mi? Öyleyse hazır olun çünkü karşınızda hem salak hem de şanssız bir Jack var.

 

Daha fazla uzatmadan konumuza döndüğümüzde bu sefer cidden çok yakındı ve çabukluğum sayesinde en azından 5. katta sallanan bir hamaldım. Bu anda etrafımın yeniden karanlıkta kaplı olduğumu gördükten sonra ellerimde tutunduğum alanı kaybolduğunu fark ettim. Bir kez daha zamanın mekanında olduğumu anlamıştım. Ona seslensem de ortaya çıkmıyordu. Bir gariplik vardı. Gariplik az sonra ortaya çıkmıştı çünkü zamanın sesi vardı ama kendisi yoktu.

 

Biraz daha dikkatli ol! Senin yüzünden birileri ölüyordu ve buna kendim karışmasam daha çok etkilenirdim. Olacak sonuçlardan haberdar bile değilsin

 

-O halde olacak şeylerden bahsetsen olmuyor mu?

 

-Bunu anlatmak isterdim ama… ÖHÖ ÖHÖ ÖHÖM ÖHÖM!!!

 

-Zaman… Hey!

 

Bu anda hatırladığım şey ise bir işçinin beni çektiğini fark etmiştim. Zamanla olan son münakaşanın ardından yıllar sonra ise artık Detroit’de doğru düzgün iş bulamamanın ardından New York’a gideceğimizi ve birikmiş paramın olduğunu söyledikten sonra olanları biliyorsunuz. Pek çok insan bana annemi ve olayları doğru düzgün anlatmadığım için çok eleştireceğinizi biliyorum. Ancak bu benim hikayem değil.

 

Evet. Senin geçmişinle vakit kaybedemem. Bu arada bu koli bandı cidden can yakıyormuş.

 

-İlk üç bölüm onu çıkarmak için çok çalıştım. Şimdi özür dileyecek misin?

 

-Tamam… Özür dilerim.

 

Burada son sözlerim olabilir ama merak etmeyin. Sık sık Elizabeth’i rahatsız edeceğim. Bu yüzden Elizabeth’e söz hakkını verip hepinize hoşçakalın diyorum.

 

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.