Gizli Prensesin Maceraları 6.Bölüm

[ A+ ] /[ A- ]

Gizli Prensesin Maceraları 6. Bölüm: Jack’in Sorgusu

 

Merhabalar, Elizabeth çok değil 2 bölümlük bir süre verdi ve bunu iyi kullanmam gerektiğinin farkındayım. Öyleyse size ilk olarak sorgu odasında yaşadıklarımdan ve Elizabeth ile konuşmamızı anlatayım.

 

Elizabeth bayıldıktan sonra da direnmeye devam etseydim öleceğimi düşündüğümden daha fazla direnmenin anlamsız olduğuna karar verdim. Beni duvara dayayıp ters şekilde kelepçeledikten sonra karakola götürürlerken aklım Elizabeth’deydi. Çünkü onun benim kardeşim olduğunu anlamıştım. O daha neler olduğunu bilmiyor ve ilk teması kurduğunun farkında değildi. Önceki sefer kafanızın karıştığının farkındayım ve size zaman ile olan münakaşamı da anlatacağım. Sonuçta 18 yıldır bu dünyadayım ve Elizabeth’in aksine her şeyi biliyorum.

 

Beni karakola götürdükten birkaç saat sonra önce John sorguma gelmişti. Bana biraz öfkeli gibi görünüyordu. Bana sorulan sorular aynıydı ama ben yine reddetmiştim. Delil olduğunu iddia ettiği şeyleri söyleyip benden yalnızca itiraf almak istediklerini söylemesine rağmen yine reddetmiştim ve ona her şeye rağmen reddeden insanlara peşin hüküm vermemesini söylemiştim. O da bana epey öfkeli olmuş olmalı ki yüzümü masaya vurmuştu ve gözlüklerim kırılmıştı. O sırıtışımı gördükten sonraki yüzünü görmenizi istemezdim. Sorgudan çıktıktan sonra gözlüğümü masanın üstüne koymuştum.

 

Bu sefer gelen kişi bana o delileri söyleyen kişi olan Evelyn’di. Dediğine göre annemi birisi uykusu sırasında boğularak öldürülmüştü. Annemin ve benim odalarımız farklıydı ve onun odasının anahtarı sadece bende vardı. Boğulurken direndiğini gösterdiğine ve katili tanıdığı da söylemişti. Annemin boynundaki morluklar da katilin erkek olduğunu gösteriyormuş. Üstelik bizim New York’a dün geldiğimiz için burada tanıdığı sadece ben olduğumu söylemişti. Bir diğer kanıt ise direnirken tırnaklarının içinde sarı kumaş parçaları vardı ve ne tesadüf ki benim tişörtüm de sarıydı ve geçen hafta yırtılmıştı. Bana bu delillere rağmen niye inat ettiğimi sorduğunda ise hiçbir şey söylememiştim. O da derin bir nefes alıp cebinden bir sigara çıkarmıştı.

 

Bunu sadece sinirlendiğimde kullanıyorum. Pekala. Onu bir aydır sorgudan uzak tutuyorduk. Geçen yıl bana ve John’a rağmen, Boston’da yılın polisi olan, tamamen benden farklı olan kardeşimin kendine has yöntemlerine maruz kalacaksın. Ben John’un evine gidip kardeşimin nasıl seni hizaya getireceğinden bahsedeyim.

 

-Bir dakika sen neden bahsediyorsun?

 

-Sana birazdan Pedarel Hükümete dahil olan en genç kadın polisi Lyndis Beston yani kısaca Lynile tanışacağını söylüyorum. John inatçı ben de üstün zekayla doğmuş olabilirim ama üç yılda kat ettiği yok bizden daha çok. Saat şu an 21:55. Benim buradan bir an önce gitmem gerekiyor.

 

Evelyn gibi biri bile kardeşinden çekinmesi bir yanımı oldukça korkuturken, bir yandan da bu yaptığı başarılara karşı onun nasıl birisi olduğunu merak ediyordum.

 

-Lyn konusunda Will de benzer şeyler söylemişti. Onu ben de merak etmiştim.

 

-Evet de… bir dakika sen niye araya giriyorsun Elizabeth?

 

-Sen araya girebiliyorken ben neden girmeyim ki?

 

-Çocukluğun sırası değil. Seninle tartışmakla vakit kaybedemem.

 

O kendince intikam alıyor ve buna katlanmak zorundayım. Konumuza dönecek olursak, saat tam 22:00 olduğunda ise kapı sert bir şekilde açılmıştı. Kapıda kimse görünmüyordu. Aklıma Evelyn’in uyarıları gelmişti. Kendimi her şeye hazır tutmam gerekiyordu. Bu dünyadaki 18 yılım boyunca tonla olay yaşamıştım. Bazı ıslık sesleri duyduktan sonra  kapının kenarından bakan zümrüt gibi yeşil gözleri görmüştüm. Gözümü bir anlığına kırptığımda ise karşımda oturan bir kız vardı. Bu insanüstü hıza oldukça şaşırmıştım. Karşımdaki kişi kesinlikle Lyn’di.

 

Lyn kesinlikle Elizabeth’den sonra gördüğüm en güzel kadındı. Yüzünden düşmeyen neşeli bir gülümseme vardı. Uzun siyah saçları bağlanmış ve gözleri gerçekten parıldıyordu. Evelyn’in aksine esmer bir teni vardı. Giyim şekli ise sportif ve şıklığın harika kombinasyonu dersem abartmış olmam. Yeşil bir gömlek ve altında giydiği krem renginde göbeği açık bir giysi vardı. Altında ise bir partide yine krem renginde keten bir pantolon ve deri bir kemer giyiyordu. Yüksek topuklu yeşil ayakkabılar ile kombin tamamlanıyordu. Sol parmağında taktığı bir yüzüğü çıkarıp masaya koyduktan sonra konuşmaya başladı.

 

Bu yüzük anneme aitti. Haberlerde annem ve babam bir yangında ölmüşlerdi. Babamın yüzüğü de ablam kolye şeklinde taşıyor. Şu anda bunu sence neden anlatıyorum ki? Sonuç dosyana göre anneni öldürmüşsün.

 

-Annemi öldürmüşüm öyle mi? O halde söyle beni bu zamana kadar koruyan kişi kimdi?

 

-İstersen timsah gözyaşlarını dökebilirsin.

 

-N… NE DEDİN?

 

O son sözü söylemeyecekti ve masaya sert bir şekilde vurup diğerlerine dediğim şeyi dedim?

 

BEN KİMSEYİ ÖLDÜRMEDİM!!!

 

 

Bu ani çıkışımın ardından Lyn’in gözü masaya vurduğum elindeydi. Öyle sert vurmuştum ki masaya koyduğu yüzük yere düşmüştü. Sonrasında yine anlam veremediğim bir olay olmuştu. Gözümü yine bir anlığına kırptığımda Lyn karşımda değil arkamdaydı ve başıma silahını dayamıştı. Bu insanüstü hıza aklım almıyordu ve kendimi ilk kez ölüme bu kadar yakın hissetmemiştim. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya ve sırtımdan soğuk terler akmaya başlamıştı. Bu durum ne kadar sürdü hatırlamıyordum ve Lyn havaya bir el ateş açmıştı.

 

-Susturucu takmak en güvenlisi. Eee şimdi aynı lafları edecek misin Bay Ben Masumum Bey.

 

-Beni vurursan başına neler gelir bilmiyor musun?

 

-Adım gibi biliyorum ve en azından sokaklardan bir pislik azaldı diyerek kendimi avuturum.

 

-Ben bu dünyada neler gördüm ama senin gibisini ilk kez görüyorum.

 

Bu dünyamı? İlk olarak bu sorguda kimse bizi izlemiyor ve bu lafından sonra benim konumumdaki herhangi birisi sana uzaylı mührünü vurup üstünde garip deneyler yapardı. İkincisi ise insanları asla bir bakışta tanıyamazsın.

 

-Vay vay vay. Bana bunları söyleyen birisi aynı şekilde bana katildiyor.

 

Öyle mi?

 

Son sözündeki ses tonu biraz garipti ve silahını yeniden kafama dayamıştı. Yine aynı yoğun duyguları yaşıyordum ve içimden “Demek her şey bu kadardı ha?” diyordum.

 

Sana son kez soruyorum. Anneni öldürdün mü?

 

-Madem bu benim son sorum. O halde dürüstçe cevaplamam gerek.

 

Derin bir nefes almıştım. Gözümde 18 yıl sonra akan ilk gözyaşı ve nedensiz bir gülümseme vardı. İyi bir hayat yaşadığımı ve yalvararak değil, gururla ölecektim.

 

-Hayır. İsterseniz tüm dünya bunu söyleyin ama be katil değilim.

 

Ondan geriye saymaya başlamıştım. Dokuz! biraz klişe… Sekiz! olacak ama… Yedi! bu anlarda…  Altı! hayatım… Beş! film şeridi… Dört! gibi geçip gidiyordu. Üç! İki! Bir!

 

Gözlerimi açtığımda ise Lyn karşımda oturuyordu ve sol elindeki yüzüğü de takılıydı. Yüzündeki gülümseme artık sinir bozucu olmaya başlamıştı. O da benim gibi derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başlamıştı.

 

Bana rağmen ölüm korkusu yüzünden yalan söylemediğin için tebrik ediyorum. Zaten gözlerinde bir katilifadesi yoktu.

 

-Neden böyle bir şey yaptın ki?

 

-Sadece merak. Sen suçlu değilsin. Hatta yapabilirsem sana yardım edeceğim.

 

-Ciddi misin? Te… Bunu daha sonra söylerim ama beni buradan çıkaramazsın ki?

 

-Bunu ben yapmayacağım. Buraya gelebilecek kadar cüretkar bir yakının var mı?

 

Bunu sorduğu anda aklıma Elizabeth gelmişti. İkimizin karşılaşması zamanın akışını tahmin ettiğimden daha fazla etkilemiş olmalıydı ve en azından bu sorulara cevap bulmak için buraya geleceğini biliyordum ama benim gibi kim olduğundan haberi var mı emin değildim.

 

Bugün buraya kız kardeşim gelebilir ama buraya gelip beni kaçırsa bile kameralara yakalanacaktır.

 

-Birincisi o seni kaçırmayacak çünkü onunla gerçek katili arayacağız. İkincisi kameraları ve diğer güvenlikleri çok umursama çünkü onları kolaylaştıracağım. Üçüncüsü ise kardeşin gelecek demene rağmen nüfusunda tek çocuklu olarak görünüyorsun.

 

-Şey… Nasıl desem…

 

-Hiç açıklama yapmana gerek yok. Benim derdim gerçek katille. Peki anneni kim öldürebilir? Bir düşmanınız var mı?

 

-Açıkçası aklıma kimse gelmiyor. Peki onu kardeşimle birlikte nasıl bulacaksınız?

 

-Eğer buraya gelirse bu onun ne kadar inatçı olduğunu gösterir. Hatta bu benim bile göremediğim şeyleri görebilir. Offf… Sorgumda kimsenin olmasa ve birileri o camdan bizi izlese ne düşünürdü çok merak ediyorum. Bu kadar sorgu sana yeterli Jack Rudder. Ben telefonda öfkeli bir sesle ablama yine reddettiğini ve katilin başkası olacağı ve cesedi inceleyeceğimi söyleyeceğim. Sen de uslu uslu burada otur ve üç gün sonra karşısına çıkacağın jüriye diyeceklerine odaklan.

 

-Peki…

 

-Sonra görüşürüz Jack Rudder.

 

Lyn de odadan çıkmıştı ve bana inanması içimi umutla doldurmuştu. Daha sonra nezarete koyulmuştum ve jüriye diyeceklerimi değil, Elizabeth’i düşünüyordum. O zamanlar adını bile bilmiyordum ve bana hiç benzemiyordu. Ben etrafındakiler tarafından sevilen ama bir türlü iş bulamamış birisiydim ve yazar olmayı istiyordum. Annem ise hayatını şarkı söyleyerek kazanıyordu. Annemin sesi çok güzeldi ve 1 ay öncesine kadar faturaları da ödüyorduk. Ancak kaldığımız eyalet olan Detroit’de annemin çalıştığı restoran da kapanmıştı. Sonrasında ise faturaları ödeyemedik ve dün New York’a taşınmıştık. Bunları düşünürken ağladığımdan haberim yoktu ve kapının açıldığını, Elizabeth’in ayakkabısıyla nöbetçiyi bayılttığını fark etmiştim.

 

-Sonunda seni buldum sulugöz.

 

-Sulugöz mü?

 

Bu anda ağladığımı fark etmiş ve gözyaşlarımı silmeye başlamıştım. Aklımda ise tek bir soru vardı. O da…

 

-Sosisli ketçaplı mı daha iyi yoksa hardallı mı?

 

-Artık çok oldun Elizabeth!

 

-Eee tamam tamam bir daha araya girmeyeceğim.

 

Şimdi biz nerede kalmıştık?… Şu Elizabeth yüzünden bu hikaye tutmazsa hiç şaşırmayacağım. O beni gördüğünde abisine kavuşmak istiyormuş gibi görünmüyordu ama yüzündeki korkuyu fark etmiştim. Sanırım zaman ile karşılaşmıştı ama zaman Elizabeth’den ne istemişti ki? O zamanlarda zamanın Elizabeth’den ne istediğini bilmiyordum ve zaman da bu ana kadar bana sadece çok görünmememi istemişti. Elizabeth sanki banka soymaya gelmiş gibi konuşmaya başlamıştı.

 

Bana tüm olayları anlatsan iyi olur sulugöz çünkü yapacak çok işim var.

 

-Tahmin ettiğim gibi… Sadece zamanı tanıyorsun?

 

-İşte tanıyormuşsun! Bu kahrolası yüzü, gözü, kıyafeti, olmayan adam bana seni haklı çıkarmamı yoksa üç gün içinde dünyanın yok olacağını söyledi.

 

-NE!!!

 

Bunu duyduğumdaki şaşkınlığı sadece hayal etmenizi istiyorum. Zaman bunu istediğine inanamıyordum.

 

Beni dinliyor musun? Sana her şeyi açıklamam gerek. Ben başka bir dünyadan geliyorum ve ben bir prensesim. İsmim Elizabeth ve sana şunu soruyorum. Sen kimsin?

-…

 

-SEN KİMSİN APTAL SULUGÖZ!!!

 

-BEN SENİN ABİNİM! OLDU MU?

 

-N… Ne dedin?

 

Bu ani çıkışımın ardında Elizabeth boş boş bana bakmaya başlamıştı. Bu anlamsız bakışları beni korkutamazdı.

 

Sen… Yani sen anneni… yani annemi… her neyse onu sen mi öldürdün?

 

-Tabii ki ben yapmadım.

 

-Yani sen gerçeklerden kaçıyorsun? Öldürmediğini söyleyerek kendini avutuyorsun.

 

-Bir dakika…

 

-KES SESİNİ! Demek bu yüzden… Zaman bana masum olduğunu söyledi ama…

 

Elizabeth benim aksine annemi hiç bilmiyordu ve onu görmeden ölmüştü. Bu yüzden o mavi gözlerle bana bakan şey öfkenin vücut bulmuş haliydi.

 

-Demek bu yüzden… Demek kendi annemin katilini bulacağım.

 

-Onu benim yardımım olmadan bulamazsın.

 

-Lyn!

 

Neyse ki Lyn tam zamanında buradaydı. Elizabeth Lyn’e, Lyn de Elizabeth’e bakıyordu. Lyn her zamanki gibi gülümserken, Elizabeth’de onu süzüyordu.

 

-Sen Will’in bahsettiği kişisin. Ben Elizabeth.

 

-Açıkçası memurları bayılttığın için memnun değilim ama katili bulmak istiyorsak birlikte çalışmalıyız.

 

-Buradaki her şeyin %99’unu bilmediğimi söylemiş miydim?

 

-Olabilir ama bu o %1’in işe yaramaz anlamına gelmiyor. Sanırım ablamla aramızdaki fark bu. O benden çok daha zeki ama o %1 ihtimali de işin içine katmaz. Şu anda kendini katilin erkek olduğuna inandırıyor ama katilimiz bir kadın.

 

-Ne? Bunu nasıl buldun Lyn?

 

-Boynundaki izler ilk bakışta bir erkeğe ait görünebilir ama izler bir erkeğin bırakabileceği izlerden daha küçükse, bu katilin mutlaka bir dövüş sporu yapıyordur. Üstelik cesedin saçlarında aynı renkte ama başkasına ait saç telleri buldum. Son olarak katilin asıl amacı boğmak değilmiş çünkü cesedin dili mavi renkte ve bu zehirlendiğinin bir işareti. Bu arada ablam otopsilerden nefret eder.

 

-Yani katilin sıradan birisi olmadığını söylüyorsun de mi Lyn?

 

-Evet. Ablama bunu dedikten sonra o da şüphelendi ama kendi kanıtlarının daha olası olduğunu söyledi. Şimdi otele gidip kamera var mı diye kontrol edeceğim. Kardeşin de benimle geliyor.

 

-Senin izninle gelecek değilim. Bu arada kameralar nedir?

 

Elizabeth’in bilgisizliği burada gerçekten belli oluyordu ve Lyn kendi alnına vurduktan sonra bana kardeşimin hafıza kaybı yaşayıp yaşamadığını sormuştu. Ben de bunun uzun bir hikaye olduğunu söyledikten sonra Lyn ve Elizabeth beraber nezaretten çıkmışlardı. Ben de azından uyumak için bir köseye sinmiştim.

 

-İtiraf etmeliyim ki hala o anlar aklıma gelirken kendimi çok kötü hissediyorum. Üstelik babama bu yüzden çok kızgınım.

 

-Evet ben de ona kızgınım. Lyn dışındaki herkes bana peşin hüküm verdi ama onları da suçlamak bana göre anlamsız.

 

-Bu arada yine araya girdiğim için üzgünüm ama istersen gidebilirim. Zaten uykum gelmişti.

 

-Bu sefer kızmadım ama senin yüzünden tam anlamıyla anlatamadım.

 

-Benim yüzümden mi? Tıpkı John gibisin.

 

-Sen de bir prensesten çok cadıya benziyorsun.

 

-Seni… Ben Pamuk Prenses’i okuyacağım.

 

Bir sonraki sefere kadar Elizabeth hikayesini okuyup dinlenirken, ben de biraz yemek programlarına bakacağım.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.