Gizli Prensesin Maceraları 5.Bölüm

[ A+ ] /[ A- ]

Gizli Prensesin Maceraları 5. Bölüm: İsimsiz Bölüm

 

Merhabalar, önceki bölüm sonu ile birlikte bu ismin daha uygun olduğunu düşündüm. Normal ismine yazar çok gülmüştü ve tabii ki bunu size söylemeyeceğim. Neyse… İsim benim de çok hoşuma gitmemişti. Bu gereksiz uzatmayı sona erdirelim ve ilk “kırılma” bölümünde yaşadıklarımı anlatayım.

 

Orada bizi bekleyen adam otelin sahibiydi. Bu arada benim beş yıldızlı bir otele gittiğimizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. John anahtarı verip odanım ikinci kattaki 9 yazan kapıda olduğunu söyledi. Ben de asansörü değil merdivenleri kullanmıştım. Asansörü de bilmediğimi düşünüyorsanız bir kere daha yanılıyorsunuz çünkü polis merkezine buna biniyordum ama bana o kadar dar geldi ki ona iki saniyeden fazla katlanamamıştım.

 

Odama sonunda ulaştığımda, pek de bir beklentim yoktu. Sonuçta sarayda filan değildik. Bir yatak, bir dolap, bir sandalye, bir boy aynası, perde ve halı gibi işe yaramaz dekorasyonlar ve tuvalet için ufak bir oda vardı. Bir yandan da içimden “Acaba neler oldu?” diyordum ki olayın merkezinin solumdaki oda olduğunu öğrendim çünkü kapıyı araladığımda John’un odaya girdiğini görmüştüm. Hemen üstüme ilk aldığım kıyafetleri giydim. Lavaboda yüzümü yıkadım ve oradaki eski tarakla dağınık saçlarımı taradım. Aynaya baktığımda ise nedensizce gülümsedim. Ancak şunu biliyordum ki aynada olduğum kişi en ama en güzel halimdi. Hızlıca olayın olduğu odayı dinlemek için kulağımı kabarttım.

 

-Size söyledim. Ben neden annemi öldüreyim?

 

-Çünkü tüm kanıtlar buna işaret ediyor.

 

Bu duyduğum ses Evelyn’e aitti. Demek Evelyn’de olay yerine gelmişti. Eğer Evelyn kime dediğini henüz bilmediğim bu kişinin katil olduğunu düşünüyorsa, kesinlikle haklıydı.

 

-İlk olarak o duygusuz kadın haksızdı ve sen bunun ispatladın. İkincisi ise o adam benim ve sen şu olayları daha fazla uzatma ve kim olduğumu açıkla.

 

-Eğer ömrünün kalan kısmını koli bandı ile geçirmek istemiyorsan lütfen sus. Olayları açıklayıp durursan okuyucunun okuma isteği körelir. Yazar olmana rağmen kafan bunu almıyorsa…

 

-Tamam tamam. Siz kadınlar çok konuşuyorsunuz.

 

Ben bununla ne yapacağım? Neyse ben kapıya biraz abanınca kendiliğinden açıldı ve kabak gibi ortada beliriyordum. Şimdi herkesin nasıl göründüğü ile ilgili vakit kaybedemem ve yazarın şimdi bile aynı olan görünüşüne geçelim. Öncelikle adının Jack olduğunu ve benim bilerek yazar dediğimi söylemek istiyorum. Yüzü nasıl desem… kesinlikle çirkin filan değildi ama yakışıklı olduğunu söylenemezdi. Dağınık ahverengi saçları ve taktığı gözlükte görünen tıpkı benim ve John gibi dikkat çeken mavi gözleri vardı. Uzun siyah bir tişörtün içine kısa kollu ve dinazor figürlü bir sarı tişört daha giymişti. Kirli bir pantolon ve ucuz spor ayakkabıları giymişti. Oldukça çelimsiz, zayıf ve gözüme korkak birisi gibi göründüğü için ilk andan itibaren onun bir katil olduğuna pek inanamamıştım.

 

Eee pardon ama önemli bir anı mı berbat ettim?

 

-Hey sen? Bizi mi dinliyordun. Kesinlikle katille bir alakan var. Hemen itiraf et! Yoksa beni tutuklayacaklar!

 

İtiraf etmeliyim ki yazar tam bir korkaktı ama Evelyn böyle düşünmüyordu. Onun gözleri çaresizlik görürken ben korku görüyordum. Sonrasında o yaklaşmaya başlamıştı.

 

Sana diyorum küçük kız. Hemen iti…

 

Kimse onu durduramamıştı sözlerini söylerken omzuma dokunduğu anda sanki kalbim yerinden sökülmüş gibiydi. Bu anda Evelyn ve John yazarın bana bir şey yaptığını sanarak silahlarına davranmıştı. Ben ise kalbimi tutuyor, zar zor nefes alıyor ve yazarın şaşkın gözlerine bakıyordum.

 

Sen…

 

-A… acıyor…

 

Başım dönmeye başlamıştı ve bilincimi kaybetmiştim. Peki bu neden olmuştu? Neden başka zaman değil de o zaman bayılmıştım? Cevabı çok basit ve yazarı yani Jack’i bildirmek için söylediğim sözlere uymayıp ikiyüzlülük edecek olsam da olayları daha iyi açıklayabilmek için bunu söylemeliyim.

 

Jack… o… o… kafamı toplamam lazım. Eveleyip geveleyen ben bunun hala şaşkınlığı ve babama olan öfkem hala aynı. Babam mı? Babamın bu olayla ilgisi mi nedir? Artık söylemenin vakti geldi.

 

Jack benim öz abim ve öldürdüğü iddia edilen kişi de benim öz annem. Bunu bilmenizi istedim ki kafanızın karışmasını ve beni yanlış anlamanızı istemiyorum.

 

Neyse bu sıkıcı anı arkada bıraktığımıza göre en önemli kısma gelmenin  vakti geldi. Uyandığımda etrafım karanlıktan ibaretti. Boğazımda bir kuruluk vardı. Onun dışında herhangi bir sorunum yoktu. Etrafta bu tuhaf manzara dışında da bir şey yoktu. Buradan nasıl çıkacağımı düşünürken bir anda karşımda birisi belirdi. Tamamen beyaz ve bir yüzü bulunmayan bu kişi bana bakıyor gibiydi. Ben bu dünyada daha nelerin olduğu kavramamışken karşıma tuhaf şeyler çıkmaya devam ediyordu.

 

Bir kez daha bölündü. Bunu size göstereceğim.

 

-Bölündü? Neyden bahsettiğini anlamadım.

 

-Senin de haberin yok değil mi? Ben zamanım ve parçalanmış bir anı toz edip zamana aykırı davrandın?

 

-N-ne?

 

-Herkes varlığımdan haberdar ama madem zamana aykırı davrandın. O halde karıştığın o cinayetin gerçek katilini bulmak zorundasın. Katil suçlanan o adam değil ve üç gün süren var. Yoksa bu dünya yok olur.

 

-Ne? BEN BU DÜNYADAN BİLE DEĞİLİM VE BENDEN NE İSTEDİĞİN FARKINDA MISIN?

 

Bu anda gerçekten küplere binmiştim. Ben kimdim ki dünyayı kurtaracaktım ki? Üstelik benim üstün bir zekam veya öyle bir yeteneğim de yoktu. İçimden “Neden ben?” diyordum. Ben sadece bir prensestim. Beni televizyonlardaki süper kahramanlardan mı zannediyorlardı?

 

-İşte bu yüzden buradasın. Normalde sen bu dünyada var olmaman gerekiyor.

 

-Sanki ben burada çok mutluyum. Buraya zorla getirildim. Madem sen zamansın. O zaman bana en azından gerçek katili söyle.

 

-Üzgünüm. Bozmasını bildiğin kadar tamir etmesini de bilmen lazım.

 

-Kahretsin. Bunu yapmak zorundayım değil mi?

 

-Hayır. İstesen hayatına devam edebilirsin. Diğeri gibi utangaç da değilsin.

 

-Diğeri mi?

 

Bu anda geçmişte yargılananlar aklıma gelmişti. Benden önce kim yargılanmıştı diye düşünüyordum.

 

-Gerçek kimliğimi söylerken hala son yargılanan kişinin annem ve ben olduğu aklına gelmiyor mu?

 

-Hayır. Sadece babam sizde gördüğü kötülüğü ben göremiyorum. Ayrıca zamanı sen de tanıyorsun değil mi?

 

-Evet.

 

-Peki şey… Neyse sen yazına odaklan.

 

Son günlerim gerçekte çok ilginç geçiyordu. Ben bunları düşünürken zaman da ortalıkta yok olmuştu. O kaybolduktan sonra başıma korkunç ağrılar girmeye başlamıştı. Bu baş ağrıları hiç bitmeyecekmiş gibiyken bir anda uyanmıştım. Yanımda ise Will vardı.

 

Sonunda uyandın Eli. Artık bu sıkıcı nöbeti sürdürmenin anlamı yok. Neden mi? Çünkü artık dikilmek yerine geçirecek daha fazla zamanım var.

 

-Hey o adam ve arkadaşların nerede?

 

-Büyük ihtimalle John ve Evelyn bir yerlerde kaçamak yapıyordur. Sorguda kesin Evelyn’in kardeşi vardır ve o adam için iyi şeyler hissetmiyorum.

 

-Hemen oraya gitmem lazım.

 

-Eee zaten randevum iyi geçmedi ve…

 

-Eğer beni götürürsen seninle randevuya çıkarım. Üstelik saat kaç?

 

-Buluşma saatini de mi soruyorsun? Buluşma saatini bir kadın söylerse ne olur? Tabii ki o bir vampirdir. HHAHAHAHAHA!!!

 

-Will!

 

-Tamam tamam. Saat şu an gece yarısı. Hadi arabama binelim.

 

-Pekala.

 

Zamanın dediğine göre üç gün sürem vardı ve şu an başlamıştı. Hızlıdan çok pratik davranmam gerekiyordu. Birkaç dakika sonra Will ile indiğimizde onun arabası diğerlerinden daha farklıydı. Peki ben hangi arabaya binmiştim? Tabii ki 69 model bir… dur bir saniye… ünlü markaları söylememem gerek çünkü Jack öyle istiyor. Neyse siz anladınız ki bir klasik arabaya binmiştim. Kırmızı bir rengi vardı ve oldukça havalıydı. Açıkçası bu arabayı en son Will’den beklerdim.

 

Evet arabam ile ilgili ne düşünüyorsun?

 

-İtiraf edeyim oldukça havalı.

 

-İyi bir arabaya sahipsen ne olur?

 

-Off. Ne olur?

 

-Çok basit. Araban olur. HAHAHAHAHAHA!!!

 

İçimden bu esprilerin sona ermesini ümit ederken, Will’in yüzünde bir ciddiyet belirmişti. Ciddiyetin sebebi galiba Evelyn’in kardeşi ile ilgili olmalıydı.

 

Will. Bana şu Evelyn’in kardeşinden bahseder misin?

 

-Şey… Açıkçası konumuz Lyndis olunca onu kimse anlatamaz. Ablasına hiç ama hiç benzemez. Üstelik ablası gibi üstün zekalı olmamasına ve John gibi bir şerif yardımcısına rağmen geçen yıl ülkenin polisi ödülünü kazandı.

 

-Öyle mi?

 

William onu anlatırken bir yanı pırıl pırıl parlarken diğer yanı ise karardıkça kararıyor gibiydi. Lyndis’i de merak etmiştim ve karakola da varmıştık. Arabadan inip Will’e teşekkür ettim ve randevunun dört gün sonra olacağını söyledim. O da teşekkürünü ettikten sonra arabasını gazlayıp uzaklaşmıştı. Karakola uzunca bir süre baktıktan sonra İçimden “Neden bunu yapıyorum?” diyordum. Gerçekten neden yapıyordum ki? Bu bilmediğim dünyayı neden kurtaracaktım ki? Bu anda yine ağladığımı fark etmiştim. Yeniden o sıcak gözyaşına dokunduğumda ise yeniden kendime sorduğum soruların cevabını bulmuştum.

 

Bunun dünyayı kurtarmakla bir ilgisi yoktu. Bunun kendimle de alakası yoktu. Bunun o boşa suçlanan adamla yani Jack’le ilgisi vardı. O adamın suratında “Ben kimseye zarar veremem.” sözü dolaşırken kendi annesine yani anneme zarar verebileceğine inanmıyordum. Üstelik onunla konuşmak istiyordum çünkü onun bu konuyla ir ilgisi olduğunu adım gibi biliyordum.

 

-Daha önce sana onu tanıdığımı söylemiştim. Son cümle biraz anlamsız olmuyor mu?

 

-Uslu uslu yazını yazıp hiç konuşmasan olmuyor mu?

 

-Benim bir korkuluk filan olduğumu zannediyorsan yanılıyorsun Elizabeth.

 

Evet son cümlem biraz alakasız oldu ama önce John’un nerede olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Neyse ki mutlaka dedikoducu birileri vardır ve bu sayede yerini öğrenmiştim. Denilene göre sorgudan yeni çıkmıştı ve Lyndis gibi bir canavara bile suçsuz olduğunu söyleyebilecek kadar inkarcı bir korkak olduğunda bahsetmişlerdi. Jack benim kaldığım yerin bir kat altındaydı. Ancak kapının önünde duran bir gardiyan vardı. Onu nasıl geçeceğimi düşünürken aklıma bir fikir geldi. Hızla sarı elbisenin altında bulunan tek ayakkabılarımdan birini çıkarmıştım. Sonrasında etrafımı kontrol edip kimsenin olmadığını gördükten sonra, ayılıp bayılma numarası yapmaya başlamış ve adamın önünde yere yığılmıştım.

 

Adam ise numaramı yemişti ve yanıma geldiği anda ayakkabıyı kafasına geçirmiştim. Adamı duvara dayadıktan sonra kapıyı açmıştım ki orada da bir polis vardı. O anki panikle onu da aynı yöntemle bayıltmıştım. Parmaklıkların karşısında ise ağlayan Jack’i görmüştüm.

 

Sonunda buraya gelebildik.

 

-Gevezeliklerin olmasa daha çabuk gelirdik. Üstelik hala Lyndis ile sorgunu anlatmadın.

 

-Bir dakika… sadece senin değil benim de mi anlatmamı istiyorsun?

 

-Sen yazar değil misin? Üstelik sen benim abimsin. Eğer sen olmasan bunların hiçbiri olmazdı.

 

-Elizabeth…

 

Jack’in yine duygusallığı tuttu. Biz burada bitiriyoruz ama bir sonraki seferden önce size bir sürprizimiz var. Merak etmeyin o kadar beklemenize gerek kalmayacak.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.