Gizli Prensesin Maceraları 3.Bölüm

[ A+ ] /[ A- ]

Gizli Prensesin Maceraları 3. Bölüm: Sorgu Odası

 

Merhabalar, bu sosisliler ketçaplı mı daha güzel yoksa hardallı mı? Gerçi iki türlü de seviyorum ve yazar da hızlıca işine dönmüşe benziyor. Hadi o zaman size bana ne yaptıklarını anlatayım ve siz de yiyecek ve içeceklerinize çok yumulmayın.

 

Polis arabasından sorgu odasına kadar ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyorum ama sonunda beni o kapkara sorgu odasına yollamışlardı. İçeride sadece bir masa ve iki sandalye vardı. Bu iki sandalyeden birine oturmuştum. Üstelik ellerimden biri, polislerin kelepçe dediği zincire benzeyen bir eşyayla masadaki bir çıkıntıya bağlanmıştı. Sol elimi kurtarmaya çalıştığımda canım yanıyordu ve bu kelepçe denilen şey oldukça sağlamdı. Üstelik bana kocaman saray bile dar gelirken bu odada duramazdım. Sorgu odasından çıkmak istiyordum ve terlemeye başlamıştım.

 

Bu sırada kapının açıldığını görmüştüm. Birileri ile konuşmak, bu kapalı alanda durmanın verdiği rahatsızlığı durdurabilirdi.

 

Bu topraklara neden “Amerikan Rüyası” derler? Çünkü hiç kabus görmemişler. HAHAHAHAHAHA!!!

 

Ancak kendi kötü esprisine sadece kendisi gülen bu adamı gördükten sonra beni rahatlatmak yerine daha çok strese sokacağını hissediyordum. Adamı çok incelemeden hızlıca bir bakış attığımda bile oldukça farklı ve garip birisi olduğu belli oluyordu. Kırklı yaşlarındaydı ve ilk kez saçları dökülmüş birisini görüyordum. Sakalı yoktu ve bıyıklarının ucunu kıvırmıştı. Giyim şekli ise daha çok kendine özgüydü. Düğmeleri birbirine iliklenmiş kareli bir gömleği ve sonradan pantolon olduğunu öğreneceğim bir giysiyi daha giymişti. Adam biraz kiloluydu ve pantolonuna askılık tutturmuştu. Adam elini bana uzatmıştı ve ben de isteksiz, somurtmuş bir yüzle adamla tokalaştıktan sonra diğer sandalyeye oturmuştu.

 

-Şakalarıma gülmeyen birini daha almışız. Zaten tüm gün işimiz başımızdan aşkın ve yeni eleman da işini fazla ciddiye alıyor. Ben William Runner. Dostlarım ve burada oturanlar bana Will der. Tüm bu karmaşada rahat davranabilirsin.

 

-Öyleyse şu zinciri çıkarmanızı istiyorum.

 

-Zincir mi? Oh adamım seninle çok işimiz olacak. Bu arada adamım” sözü nereden  çıkmıştır? HollyWood. HAHAHAHAHAHA!!!

 

İtiraf etmem gerekirse buradaki mizah seviyesinden korkmaya başlamıştım ve şu an bile Will adına utanmadan duramıyorum.

 

-Buna da gülmüyorsun. Seninle başka bir yerde tanışsak seni tavlamaya değer birisi olarak görürdüm ama sanırım bir sevgilim olmak üzere küçük hanım. Bu sorgudan sonra bir buluşmam var ve soruları cevaplamanı istiyorum.

 

Yine bilmediğim birçok kelime ve içimde kötü bir his vardı. Bu anda Will, bana ne soruyorsa onu cevaplayacaktım çünkü yalan söylersem başıma bir şey geleceğini düşünüyordum.

 

Pekala adın nedir? İlginç bir şekilde seninle ilgili hiçbir şey bulamadık.

 

-Adım Elizabeth.

 

-Adın çok uzun. Sana Eli diyeceğim. Peki soyadın nedir?

 

-Soyadı mı?

 

Sorunlar üst üstte gelmeye devam ediyordu. Bu dünya bana karşıydı ve hiçbir izimin olmaması da bana karşı olan bu dünyanın ekmeğine yağ sürüyordu. Will’in kafası da karışmıştı ve saçları olmayan kafasını kaşıyordu.

 

Pardon hanımefendi ama bu kaç?

 

-İki değil mi?

 

-Tanrım bu kadın da kim böyle?

 

Will biraz sinirlenmişe benziyordu. Sürekli sol kolundaki aksesuara, yani saatine bakıyordu. Bu sıradaysa kapı bir kez daha açılmıştı. Bu kapıdan hangi tuhaf adam çıkacak diye düşünürken;

 

William. İstersen sorguyu bana bırak.

 

-Anlaşıldı. Bu bu tuhaf kızla sen uğraşabilirsin John. Yetişmem gereken bir randevu var.

 

İçeri giren kişi, buraya ilk geldiğimde çarpıp sonra öfkemi gösterdiğim adamın ta kendisiydi. Adının da John olduğunu öğrenmiştim. Will kapıyı kapattıktan sonra John diğer sandalyeyi masadan biraz uzaklaştırdı. Sandalyeye kendisi oturdu ve ayaklarını masanın üzerine attı. Açıkçası bu ukala tavrından rahatsız olmuştum. Yine de onun burada olması sayesinde biraz rahatlamıştım, artık duvarlar üstüme üstüme gelmiyordu.

 

-İşte yine karşılaştık küçük prenses. Tavırlarından bir gün buraya düşeceğini tahmin etmiştim ama bu kadar çabuk beklemiyordum.

 

John hızlıca ayağa kalktı ve yanıma sokuldu. İkimizin arasında oldukça az bir mesafe vardı. Ben sadece gözlerine bakarken, o beni baştan aşağı süzüyordu. Sonra geri çekildi ve hiçbir şey olmamış gibi bana el uzattı.

 

O halde gerçekten tanışalım. Ben New York Polis Departmanından şerif yardımcısı Thomas John Kenway. Bana John diyebilirsin. Burada yeni sayılırım.

 

-Mem… Memnun oldum. Ben Elizabeth.

 

Tokalaşmanın ardından sandalyesini öne çekmişti ve karşılıklı bir şekilde oturmaya başlamıştık. Bu odada olacakları artık kestiremiyordum.

 

-Şuradan sorguyu izliyordum ve seni konuşturabileceğimi söyleyip içeri girdim. Pekala o zaman nereden başlamak istersin?

 

-Nereden mi başlayım? Hem orada siyah bir cam var. Oradan beni nasıl görebiliyorsun?

 

-Açıkçası bunu anlatmak için vaktim yok. Sorumu değiştiriyorum küçük prenses. Sen kimsin?

 

-Ben kim miyim? Bunun ne önemi var ki? Kimse beni bilmiyor, kimse beni görmüyor ve kimsenin umurunda bile değilim. Benim artık kim olduğumun ne önemi var?

 

-İtiraf etmeliyim son sözünde haklısın. Will sana seninle ilgili hiçbir şey bilmediğimizi söyledi. Bu sıradan bir bilgisizlik değil. Sanki bu dünyada yokmuşsun gibi. Dua et bu bilgisizlik ile kimliğini gizli tutuyoruz yoksa bizim yerimize başkaları ilgilenirdi ve yine itiraf etmeliyim ki misafirlere pek saygıları yok.

 

John’un sözlerindeki ciddiyet, bu durumda yine şanslı olduğumu gösteriyordu ve derin bir nefes almıştım. Ona dürüstçe her şeyi anlatacaktım. İnanacağına inanmıyordum ama yine de anlatacaktım.

 

-Pekala. Sana her şeyi anlatacağım ama dalga geçmek yok.

 

-Nasıl istersen.

 

– Öhm öhm. Şu Sanki bu dünyada yokmuşsun gibi. sözünde haklısın. Nasıl desem bilemiyorum ama bugüne kadar burada yaşamıyordum. Ben… Evet bu konuda şüphem yok. Ben başka bir dünyadan geliyorum.

 

Sözlerimi biraz kekeleyerek de olsa söylemiştim. John ise bana bir aptalmışım gibi bakıyordu. İçimden “Kesinlikle tek lafıma inanmadı.” diyordum. John bana bakmayı bıraktı etrafımda dönmeye başlamıştı. Ne yaptığını anlamamıştım ama düşündüğü kesindi. Yaklaşık üç veya dört tur döndükten sonra yine sandalyesine oturmuştu.

 

-Senin için bir yalan makinesi ayarlamak isterdim ama buna zamanım yok. Neyse ki birisi daha sorguyu izliyordu. Birazdan doğruyu söyleyip söylemediğini anlayacağız.

 

Bu sırada kapı bir daha açılmıştı. İçeriye giren kişi bu sefer bir kadındı ve itiraf etmeliyim ki ilk kez birine hayran olmuştum. Yazarın da betimlemek için isteği olduğundan rahatça konuşabilirim. John’un “Evelyn de geldi.” demesinden sonra kadının adını öğrenmiştim.

 

Dikkatlice baktığımda benden daha iyi bir fiziği vardı ve benden daha uzundu. Bu arada boyumun yüz yetmiş üç santimetre olduğunu söylemek istiyorum. Evelyn’in dikkat çeken ilk yanı giyimiydi. New York’un kalabalığı yüzünden önceki seferde anlattığım kişiler hariç insanların dikkat çeken hiçbir yönleri yoktu. Bu yüzden buradaki kadınların giyim tarzını tam benimseyememiştim. Siyah bir ceket ve üzerindeki tek parça halindeki kırmızı bir elbisesi vardı. Oldukça sade ama çok şıktı. Üstelik ilk kez gördüğüm yine kırmızı renkte bir topuklu ayakkabı giymişti ve bu ona bir zariflik katıyordu. Benim gibi ruj dışında pek makyaj yapmadığı belli oluyordu. Benim saçlarıma nazaran, onun kahverengi saçları omuz hizasını geçmiyordu ve saçları kıvırcık şeklindeydi. Yüzü sanki bir ay parçasıydı ve kahverengi renginde tıpkı bir kartalın gözlerine sahipti. Galiba bu sefer betimlemeyi abartmış olabilirim.

 

Yani Evelyn’den etkilenmiştim işte. John konuşmaya başladığında sonunda kendime gelmiştim.

 

Evet Evelyn. Sorguyu sen de başından beri izliyorsun. Bu kız doğruyu söylüyor mu? Senin insan davranışları üzerine bir tez yazdığını bildiğim için senin anlayacağını düşündüm. Benim kafam oldukça karışık.

 

-Tamam John. Açıkçası bu sorgudan sıkılacağımı düşünüyordum ama yanıldım. Elizabeth idi de mi?

 

-E… Evet.

 

Evelyn de bana bakmaya başlamıştı. İçimden “Bunların amacı nedir?” diyor ve Evelyn’e olan hayranlığıma gizliden gizliye devam ediyordum.

 

Yüzündeki istemsiz hareketlenmeler, benden etkilendiği gösteriyor.

 

-Na… Nasıl?

 

-Hmm… sebebini söylediğimi hatırlıyorum. John bu kızın sözlerine inanmıyorum ama yalan söylemediği kesin.

 

-Bir dakika. Madem yalan söylemiyorum o zaman dediklerim doğru olmuyor mu?

 

-Olmuyor.

 

-Teşekkür ederim Evelyn.

 

-Rica ederim John. Bu gece bizim ekip evinde toplanıyor de mi?

 

-Evet. Erkek erkeğe olacağı için seni ve kardeşini çağırmadık.

 

-Sıkıntı yok. Başka bir gün evine uğrarım.

 

-Pardon ama prenses olan beni unutmadınız mı?

 

Hislerim bana bu ikilinin bir şeyler hissettiğini söylüyordu ve kurlarına daha sonra devam etmeleri için gereksiz bir çıkış yaptım. Evelyn odadan çıktığında, John ile yine yalnız kalmıştık. Bu sefer ben soru soracaktım.

 

Pekala. Nasıl bildi bilmiyorum fakat uzman tavsiyesini de aldınız. Bana herhangi bir hüküm verecek misiniz?

 

-İlk olarak bu ülkede hüküm vermeye gücüm yetmiyor. İkincisi ise seni bir süre nezaret hücresinde misafir etmem gerekiyor çünkü mesaim sona ermek üzere. Üçüncüsü ise sözlerin oldukça mantıksız ve Evelyn olmasa seni tımarhaneye yollardım.

 

-Mesai? Nezaret? Tımarhane? Bu dünyada neden bilmediğim bir sürü şey var ki?

 

-Hadi ayağa kalk küçük prenses.

 

-Hemen mi?

 

-Sana mesai bitti diyorum.

 

-Ben de sana bu kelimeyi bilmiyorum diyorum. Ayrıca şu kolunu çek. Kendi başıma yürüyebilirim.

 

Nasıl isterseniz küçük prenses.

 

-Bana küçük prenses” deme!

 

John’la yaşadığım bu inatlaşmanın ardından birkaç dakika boyunca yürümüştüm. Tabii etrafta koşuşturan polislerden ve kulağıma çalınan bazı laflardan sonra polislerin kim olduğunu ve amaçlarının suç işleyen insanları durdurmak olduğunu anlamıştım. Ülkemde neredeyse hiç suç yoktu. Suç diyebileceğim şeyler basit kavgalardan ibaretti.

 

Sonuç olarak nezaret hücreme konulmuş ve ellerimdeki kelepçeyi de çözmüşlerdi. Bileklerim acıyordu ve John bu gece burada kalacağımı söyledi. Pek rahat edemeyecektim ama ilk gecemi dışarıda geçirmekten katbekat daha iyiydi. Üstelik önceki suçlulardan kalma bir battaniye bile vardı. Yerde rahat edemiyordum ve karnım yine guruldamaya başlamıştı. En sonunda yorgunluk, diğer şeyleri bastırdı ve öylece uyuyakaldım.

 

Uyandığımda saat kaçtı hatırlamıyordum ama bildiğim bir değil iki şey vardı. İlki yerde uyuduğum için her yerim tutulmuştu ve ikincisi ise çok ama çok açtım. Uzun zaman olmuş olmalı ki yanımda bir kadın vardı.

 

Pa… Pardon ama saat kaç biliyor musunuz?

 

-…

 

Kadın fazla sessizdi ve ne suç işlediğini pek kestiremiyordum. Bu sırada kapı açılıyordu ve John karşımdaydı.

 

-Yine şanslısın küçük prenses. Seni şimdilik serbest bırakıyoruz.

 

-Pardon ama ben küçük prenses” değilim. Üstelik çok açım.

 

-Bir daha ne zaman görüşürüz bilmiyorum ama dediklerinden yola çıkarak bir evinin olmadığı kesin. İşte sana on beş dolar.

 

-Demek dolar dediğiniz şey bu yeşil kağıtlarmış.

 

-Galiba gerçekten bizden farklı bir yerden gelmişsin.

 

-Sana gerçekleri anlatmama rağmen neden inanmakta zorlanıyorsun ki?

 

-Kusura bakma küçük prenses ama benim işim bu.

 

-Neyse… Tartışmaya zamanım yok çünkü çok açım.

 

Hızla dışarı çıkmıştım ve artık bu binada daha fazla duracak sabrım kalmamıştı. Bir yandan da içimden  “Burada nasıl yaşayacağımı öğretebilecek birileri olsaydı?” diyordum ve sanki bir dileğim gerçekleşmişti.

 

-Bir dakika bekle.

 

-Yine ne oldu?

 

-Madem sen başka bir dünyadan geldiysen hiçbir şey bilmiyorsundur.

 

-Evet öyle. Gördüklerim dışında hiçbir şey bilmiyorum.

 

-O halde sana en azından yardım etmem gerekiyor. Son zamanlarda New York’da suç oranları artmaya başladı ve cesedini herhangi bir arka sokakta görmek istemiyorum.

 

-Ci… Ciddi misin?

 

-Yanımdan ayrılmak ve kendi kafana göre hareket etmek yok.

 

-Te… teşekkür ederim.

 

-Teşekkür isteyen olmadı küçük prenses. Şimdi dediğin gibi önce karnımızı doyuralım.

 

-Tamam.

 

Sonunda kendime bir rehber bulmuştum. Tüm aksiliklere rağmen yaşamaya kararlıydım ve bir sonraki sefere kadar benim uyumam ve yazarın parmaklarını dinlendirmesi gerekiyor.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.