Düşmüş Perinin Yükselişi Bölüm 10

[ A+ ] /[ A- ]

Koyu gecenin karanlığının tanıklığıyla Fae ailesinin erkekleri malikanenin önündeki çeşmede yerlerini almışlardı. Oldukça gergin ve titrek nefes almalarına sebep olan bir on dakika yaşamışlardı.

Devasa kapının açılışı hislerinin yavaşça kaybolmuş, tamamen yok olmuştu.

Fae ailesi olarak hayatları boyunca böylesine uğraştırıcı ve zihnen kendilerini tükenmesine sebep olacak bir buluşmanın organizatörlüğünü üstlenmemişlerdi. Bütün Fae ailesi bu organizasyon yüzünden diken üstünde yürümeye başlamışlardı.

En nihayetinde en küçük hataya bile göz yumamayacaklarının farkındaydılar.

Loer ailesinin bu geceki sürücülüğünü üstlenen ellili yaşlarındaki adam arabanın yavaş bir tempoyla içeri girmesini ve çeşmeye ulaşmadan küçük bir dönüşle kapısının Fae ailesine bakmasını sağladı. Sonrasında da kayışları yanına gelen Fae ailesinin şövalyelerine teslim edip arabadan indi. Kapıyı yavaşça açtı ve içeriden çıkanlara karşı nezaket kuralları gereğince reveransta bulundu.

Aynı şekilde Fae ailesi de nezaketlerini ve saygılarını göstermek amacıyla referansta bulunarak Loer ailesinin iki genç efendisini karşıladı.

Abisinin arkasından arabadan inerken Mennas’ın gözleri kendilerine karşı reveransta bulunan kişilerden çok Fae ailesinin malikânesindeydi.

Kaşları malikaneyi incelerken hafif kalkmıştı. Kendilerini onaylıyor, içten içe hafiften övüyordu.

Düşündüğünden daha iyi bir eve sahip olmaları onu şaşırtmış olsa da yine de ondan hâlâ alttaydılar bundan dolayı bunu fazla düşünmemeye karar vermiş, yüzünde soğuk, duygusuz olduğunu düşündüğü bir ifade tutmayı seçmişti.

Ona göre bu bile çoktu onlara ama gecenin adına katlanacaktı.

“Hoş geldiniz Loer ailesinin genç efendileri, efendi Edwin ve efendi Mennas!” diye heyecanla karşılamıştı yaşlı adam onları reveransının ardından.

Yüzündeki güneşi kıskandıracak kadar parlak gülümsemesi ve umudun ateşini taşıyan gözleri insanın istemsizce gülümsemesine sebep oluyordu.

“Umarım yolculuğunuz boyunca bir sıkıntı yaşamamış ve rahatça buraya ulaşabilmişsinizdir,” diye endişesini dile getirdi ve bütün ilgisini onlara yöneltti. “Duymuşsunuzdur; yakın zamanlarda soylu sınıfından birinin ailesi zor durumlar yaşadı. Sizin yola çıktığınızı öğrenip uğursuz planlar yapmış olabilirler diye korkmuştum. Yaratıcı korudu da düşündüğümüz gibi çıkmadı!”

Şefkatle ve saygıyla bezenmiş kelimeleriyle dikkatini ilgiyle yaklaşan yaşlı adama dikmiş, odağını onun üstüne yoğunlaştırmıştı Edwin.

“Hoş bulduk, efendim,” diye karşılık verdi Edwin mütevaziliğinin ön planda olmasına uğraşarak. “Sizin gibi hayat tecrübesi bizim gibi gençlerin sahip olduğundan daha fazla olan birinin bize lord diye hitap etmesi kalbimizi acıtıyor ve bizi zor bir duruma sokuyor. Siz bizim büyüğümüzsünüz! Bundan dolayı bu konuda ısrar ediyoruz ve yapacağınız hiçbir itirazı da kabul etmeyeceğimi de şimdiden belirtmek istiyorum.”

Abisinin sözlerini işittiğinde kaşlarını çatmamak ve küçümseyici bir gülümseme sunmamak için kendisini sıkıp yüz ifadesini korumaya çalıştı.

Bu kibar sözlerin onun ağzından çıkıyor oluşunun sebebinin karşısındaki adamın saygısını kazanmak olduğunu biliyordu. Bunu yerine getiriş şekline hayran olmuştu.

Abisi gibi tatlı dilini kurnazlıkla kullanabilen birisi değildi. Bu da arabada konuştuklarına ve aldığı uyarıların tekrar kafasında canlanmasına sebep olmuştu.

Loer ailesinin kendisinde yarattığı etkinin onlarla ile yüz yüze gelmesinin ardından azalmaya başlamış ve kendisinin de rahatladığını, hafiflediğini hissettirmişti. İç karatıcı hissiyatlarının kaybolması zihninin de açılmasını sağlamıştı.

‘İlk üç aileden olmaları tek başına oldukça baskı verici bir isim olmaya yetiyor.’

Alastair’in düşünceleri bu kısa karşılaşmanın bitmesiyle birlikte son bulmuştu.

Kısa süren karşılaşma merasiminin hemen ardından hepsi doğruca arkabahçeye doğru ilerlemeye başlamıştı.

Arkabahçeye doğru ilerlerken Edwin yüzündeki rahatlatan sıcak gülümsemesiyle Bentley ve Oriol ile konuşuyor, iki ailenin arasındaki buzları eritmeye çalışıyordu.

Eğer onların akıllarına girebilmeyi başarabilirse bu Ephios ve Alastair’i kontrol altında tutmak için en güvenli ve etkili yola sahip olmalarını sağlayacaktı.

Edwin konuşmalarına devam ederken kardeşine anlık olarak yandan bir bakış attı ve onun Fae ailesinden Ephios ile konuşmaya başlamış olduğunu fark etti ama Alastair’in en arkada olduğunu da görmüştü.

‘Pek de sıcakkanlı değil,’ diye bir düşünceyle ilk izleniminin aklında yer etmesini sağladı.

Alastair ela gözlerinde soğukluğu gizleme ihtiyacı duymadan grubun en arkasından onları takip ediyor ve Loer ailesinden gelen ikiliyi gözlemliyordu.

Ephios’un Mennas’a gülümseyerek heyecanla bir şeyler anlatıyor oluşuna bakarken içten içe iğrenmiş ve kafasını iki yana sallamıştı ama Mennas’ın Ephios’un anlattıklarına karşı olan sunduğu gülümsemenin samimiyetten çok uzaktaydı, kibirle doluydu.

‘Yalakalığa şimdiden başlamış,’ diye düşündü. ‘Elinden gelse ayakkabıları kirlenmesin diye omzunda taşıp gezdirecek çocuğu. Aptal!’

Hepsinin meşgul oluşundan emin olduktan sonra gözlerini iki yana devirdi ve tiksinti dolu ifadesiyle onlara bir bakış attı. İkiliden gözlerini ayırmıyor, onların bu kadar farklı kılan ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Arkabahçeye varana kadar da devam etti.

Arkabahçeye doğru ilerlerken önündekileri izlemeye bırakmış ve suratına sabit bir gülümseme kondurmuştu.

Eğer daha fazla önündeki sahteliklerle bakmaya devam ederse gözlerini oyup sabunlu suyla yıkamasının gerekeceğinin farkındaydı.

“Buraya gelirken oldukça uzun bir yol teptiniz,” dedi Oriol tükenmek bilmeyen enerjisiyle gülümsemeye devam ederken. “Acıkmış olduğunuzu düşünüyorum. İsterseniz hemen masaya geçelim ve konuşmalarımıza orada devam edelim.”

“Siz nasıl uygun görürseniz Bay Oriol,” diye kibarca karşılık verdi Edwin her zamanki gibi centilmenliğinden bir gram kaybetmeden. “Sonuçta burada misafir olan ben ve kardeşim Mennas. Ağırlayan ev olarak siz ne derseniz biz de ona uyup ilerleyeceğiz.”

Oriol Edwin’in nazik cevabıyla daha geniş bir şekilde gülümsemişti ve ardından attığı bir kahkahayla yemek masasını işaret etmişti.

Edwin’in babası ile olan birkaç görüşmesi ve mektuplaşmalarından o adamın oldukça soğuk biri olduğunu anlamıştı ve bu da bu geceki organizasyonun aşırı sıkıntıyla geçeceğinin biri işareti olarak onu endişelendirmişti.

Bu da omuzlarında dağlar kadar yük bindirilmiş gibi hissetmesine sebep olmuştu ama Edwin’in tavrının hiç de böyle olacağını düşünmemişti. Onun tavırları kendisini rahatlatmış, biraz daha gevşemesini ve neşeli hissetmesini sağlamıştı.

‘Sonunda Fae ailesi olarak daha da yükseleceğiz!’ diye düşündü içindeki arzu ateşinin gözlerini parlatmasına izin vererek. ‘Başkente taşınabileceğiz.’

Oriol’un işaret ettiği masa 10 kişilik bir aileyi alabilecek şekilde tasarlanmıştı.

Beyaz renkteki masanın üstündeki örtü krem rengindeydi ve siyah renkte iple ve taşlarla işlenmişti. Masanın ayakları hilal şeklindeydi ama bir perinin kanadını açıp uçtuğu bir görüntüsünü verecek şekilde oyulmuştu.

Siyah renkteki sandalyelerin sırt bölümlerinde de aynı şekilde bir peri bulunuyordu ama bu sefer kanatları kapalı durumdaydı, yüzü yere bakacak şekildeydi ve görünmüyordu.

İnce detaylara yer verilmiş ve usta birinin elinden çıktığı belli olan bir takımdı masa ve sandalyeler.

Masanın üstünde ise altın işlemelerle süslenmiş gümüş yemek takımı ve ona eşlik eden çıkıntılarla süslenmiş bardaklar bulunuyordu. Tabakların ve bardakların kenarları kırmızı, beyaz ve pembe renkte birçok çeşitle süslendiği bir çizim bulunuyordu.

“Masanın görüntüsü mükemmel!” diye beğenisi belirtti Edwin gülümseyerek.

Kestane rengi gözleri hayranlıkla parlarken Laila’ya dönmüş ve önünde saygıdan eğilmişti, “Zevkiniz ve tarzınız gerçekten daha da acıkmamı ama aynı zamanda bu mükemmelliğin görüntüsüne zarar verileceğinden dolayı kalbimde yükselen korkuyla yemek yememem gerektiğini düşünmeme sebep oluyor. Gerçekten muhteşem bir hazırlık!”

Laila’nın yüzünde övgülere karşılık utangaç bir gülümseme yer etmişti.

“Lütfen muhtemelen daha iyilerini gördüğünüze eminim.”

“Hayır, hayır!” diye heyecanlı bir şekilde karşılık verdi Edwin. “Sakın ola öyle bir düşüncenin bir daha zihninizde belirmesine izin vermeyin! Kendinize haksızlık etmiş olursunuz. Samimi bir şekilde belirtmek isterim ki gerçekten mükemmel bir zevkiniz var. Bunun bütün kalbimle önünüzdeki bu şahsım tarafından beğenildiğini itiraf etmek isterim!”

Edwin’in sarf ettiği hayranlık dolu abartılı sözler Alastair’in kaşlarını çatmasına sebep oldu.

Yine de büyükbabası ve yengesinin dışında bir de amcası Bentley’i kendisini azarlayacak olanlar listesine eklemek istemiyordu. Bundan dolayı hemen yüzüne tekrar gülümsemesini kondurdu ve hiçbir şey olmamış gibi devam etti.

Edwin’in bu aşırı sıcakkanlı tavırları kendisinin ürkmesine sebep olmuştu.

‘Oyunu fazla mı ilerletmiş yoksa hep bu şekilde biri miydi?’

Zihninde beliren bu düşünceyle birlikte ne yapacağını bilemedi. Belirsizliği yüzünden bir kenara attı ve odağını tekrar partiye çevirdi.

Mennas abisinin tavırlarını biraz fazla bulmuştu ama ona bu konuda bir yorumda bulunmadı. Tek odağı bu gecenin olabildiğince kusursuz bir şekilde geçmesi için kendi duygularını kontrol altında tutması gerektiğiydi.

Laila’nın işaretiyle birlikte hizmetçiler masadaki boş tabakları alıp yemekleri doldurmaya ve masaya koymaya başlamıştı. Aynı anda da iki aile masaya oturmuşlar ve konuşmalarına başlamışlardı bile.

Koyu gecenin ilerleyen saatleri gayet sıcak ve her iki taraf içinde mükemmel bir şekilde devam ediyordu.

Oriol ve Bentley’nin gerginlikleri Edwin’in gösterdiği tavırlar sayesinde tamamen yok olmuşlardı. İkili oldukça mutlu ve rahat bir şekilde Edwin ile konuşup gülüşebiliyorlardı.

Bu da onların Loer ailesiyle olan ilişkilerinin iyi yönde olacağını gösteriyor ve yüzlerindeki gülümsemelerinin kalıcılık süresini arttırıyordu.

Gecenin mükemmele sonuçlanacağına şimdiden karar vermiş gibiydiler.

Karşısındaki iki adam kendisiyle olan konuşmalarında daha rahat ve kullandıkları kelimelerde daha cesur bir hal almışlardı ama Laila’nın hâlâ kibarlığını ve zarafetini koruyarak konuşmaya devam etmesi gözünden kaçmamıştı.

Mennas ise Ephios’un kendisiyle konuşmasına izin veriyor olsa da bunu pek de istiyor değildi. Yine de ona karşı hiçbir şey dememişti. Kuzeni Alastair ise bu konuda oldukça soğuk bir tutum sergiliyordu. Bu da kendisinin içten içe şüphelenmesine sebep olmuştu.

“Efendim mazur görün ama bu geceyi daha da neşeli ve heyecanlı bir hale getirmek için bir önerim olacaktır,” dedi Edwin gülümsemesini koruyarak ve hızla kardeşine işaret etti. “Bu buluşmayı bir düello ile onurlandıralım. Genç jenerasyonumuzun kaynaşması için gayet de iyi bir şans olur. Peki siz ne dersiniz?”

Bu ani gelen teklif ile Oriol’un yüzünde gizleyemediği bir şaşkınlık oluştu ama ardından özgüvenini öne çıkarttığı bir gülümseme oluştu.

Ne olursa olsun Loer ailesinden gelen ikiliyi memnun etmek için onların suyuna gitmeye kararlıydı ve doğal olarak kabul edecekti. Ayrıca bu tekliften herhangi bir zarar edeceğini de düşünmüyordu. Ne de olsa sıradan, basit ve kimseye zararı dokunacak bir düello olacağını da sanmıyordu. Öte yandan da Alastair ve Ephios’un eğitimlerini düşünüyor ve kazanma durumlarını hesaplamaya çalışıyordu.

‘Sahip olduğumuz jenerasyonun potansiyelini kanıtlamak için iyi bir fırsat!’ diye düşündü Oriol oğluna kaşlarıyla işaret ederken.

“Tabii, tabii!” diyerek onaylamış oldu Bentley.

Gülümserken kısılan gözlerini çocukların üstünde gezdirmiş ve onlara gülümsediğini göstermeye çalışmıştı.

“O zaman…” demiş ve arkasını dönmüştü Edwin.

Kardeşine bir göz kırpmış ve ardından masayı işaret ederek konuşmaya başlamıştı.

“Şu masayı kaldıralım ve genç arkadaşlarımızın çiçek açışını rahatla izleyebileceğimiz bir alana sahip olalım, değil mi?”

Oriol Edwin’i gülümseyerek onaylamaya devam ederken bir yandan da hizmetçilere düello için ayarlanacak olan yer için gerekli emirleri veriyordu.

Edwin’in söylediği gibi genç jenerasyonun çiçek açışını izlemek istiyordu ve bundan dolayı kanı kaynamaya, kalbi hızla atmaya başlamıştı. Gözleri yükselen hırs ve gurur hissiyle ateş gibi parlıyordu.

Kendi ailesini Loerler ile kıyasladığında küçük ve güçsüz bir aileye sahipti ama bu şans onlara bir sebepten ötürü verilmişti ve onlar da bunu sıkı sıkıya tutup güzel bir şekilde değerlendireceklerdi.

Mennas kaşlarını çatmış bir şekilde abisinin yanında hizmetçilerin düello alanı için gerekli ayarlamaları yapışını izliyor ve ortaya atılan bu anlık fikrin nedenini anlamaya çalışıyordu.

Hizmetçilerin ve Fae ailesinin kendilerine dikkat etmediği anı fırsat bilerek abisine döndü.

“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” diye sordu ses tonundaki hafif kızgınlık ve merakla.

Mennas’ın kafası karışmıştı ve bu durumdan hazzetmediği belliydi.

“Ne kadar sevecen ve cana yakın davranmış olsak da gücümüzü de belli etmemiz gerekiyor kardeşim,” diye cevapladı. “Üstünlüğümüzü göstermeli ve kendilerinin ne durumda olduklarını onlara hatırlatmalıyız. İşte bu rolü sen üstleneceksin. Ephios ve Alastair’i elinin altında tutabilecek olduğunu göster. Arabada sana onları ezmemeni söylemiş olabilirim ama şimdi onları biraz ezebilirsin. Tamam mı?”

“Bu iyi bir ilişki için kurma yolunda pek de iyi bir yolmuş gibi görünmüyor,” diye fikrini belirtti Mennas. Abisinin dediklerini anlamaya çalışıyordu. “Ne kadar onların haddini bildirmek için şans elde etmiş olsam da yine de böyle bir şey yapmak onları caydırmayacak mı? Bu durumda yaşamaya devam etmek isteyebilirler.”

Edwin Mennas’ın bu şekilde düşünmeye başlamış olmasının verdiği mutlulukla gülümsedi ve kardeşinin omzunu sıvazladı rahatlamasını istediğini göstererek.

Edwin yüzünde küçümseyici bir gülümseme belirdi ve tek kaşını kaldırdı.

“O durumu dert etmene gerek yok kardeşim. Ailemizin adı altına çalışan büyücülerden bir arkadaşımız bizim yardımımıza gelecek. Ondan sonra da Ephios ve Alastair’in büyüye yatkınlığı olduğunu söyleyecek. Bu da onlar için yeni bir sevinç ve umut kaynağı olacak,” diye cevapladı Edwin kendinden emin bir şekilde.

“Onların büyücülüğe yatkınlığı olduğunu nereden biliyorsun?”

“Büyükbabam büyük bir şey diye belirttiği o öngörüsünde bulunmadan önce, kendisi Fae ailesinden iki figür görmüş. Sonra da büyük şeyi görmüş,” diyerek açıkladı ama kaşları çatılmıştı. “Sana bunu söylemedim mi?”

“Siz bana öngörüler konusunda hiçbir şey demiyorsunuz,” dedi alınmış bir şekilde Mennas. “Dışlıyorsunuz daha doğrusu.”

“Dert etme. İlerde büyükbabam seni özel olarak eğiteceği zaman benden daha çok şey bileceksin.”

“Pekâlâ dediğin gibi olsun,” dedi ve yönünü hazırlanması bitmeye yakın olan alana çevirdi. “Büyücü ne zaman gelecek?”

Edwin ceketinin düğmelerini ilikledi ve iç cebinden gümüş bir cep saati çıkardı. Kaşlarını çatarak kısa bir süre bakmış ve yerine koyup kardeşine dönmüştü.

“Yaklaşık 20 dakika veya 25 dakika sonra.”

“Tamamdır,” diye onayladı ve ekledi. “Ephios’u elimin altına aldım ama şu Alastair biraz sıkıntılı.”

Edwin gülümsemiş ve kardeşinin belirttiği sıkıntıya dikmişti gözlerini. Gözlerinde uğursuz bir ışık yanıp söndü o sırada ama Mennas bile fark etmemişti.

Birkaç cesaretlendirici sözün ardından kardeşini geçiştirivermişti.

Önlerinde uygulamaya hazır olan ve şu an ilk adımını attıkları devasa bir plan vardı.

Bu gece her şeyin güzelce sonlanacağından eminlerdi.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.