Düşmüş Perinin Yükselişi Bölüm 11

[ A+ ] /[ A- ]

Koyu gecenin karanlığında esen yaz rüzgarının hafif serinliği bile iki aileyi bir araya getirmek amacıyla arkabahçede düzenlenen organizasyonun rekabet alevi yüzünden yükselen ısısını bir gram bile azaltamamıştı.

Mennas kendinden emin gülümsemesiyle düelloların sonuçlarını biliyormuş gibi gülümsüyor küçümseyerek Ephios ve Alastair’in tarafına bakışlar atıyordu.

Krallığın üçüncü ailesinden Loer ailesi olarak kendisinin bu tür bir güç gösterisine gerek olduğunu hiç düşünmüyordu. Bundan dolayı abisine ilk başta olumsuz bir tavırla yaklaşmasının sebebi olmuştu.

Yine de bunu severek karşılamış ve birkaç dakika sonra işine gelen durumların ortaya çıkmasını sağlayacağını ve bu durumlardan kazanacağı avantajları hayal etmişti.

Yapraklarını yitiren solmuş bir çiçek gibi Ephios’un gözleri de ışığını kaybetmeye başlamıştı. Kaşlarını çatmış, endişeli bir şekilde dişlerini sıkmaya başlamıştı. Derin nefesler alarak kendisini rahatlatmaya ve sakin bir akılla düşünmeye çalışıyordu ama bunu beceremiyordu.

Büyükbabasının kendisini ve Alastair’i kılıç kullanımındaki pratiklerini takip etmeyi aksatıp geciktiği, hatta bazı günler tamamen ortaya çıkmadığı zamanları hatırlıyordu.

Bunlar son iki yılda yaşanmaya başlamış olaylardı. Bu aynı zamanda kendisinin kılıç pratiklerini ihmal etmeye ve ardından da tamamen bıraktığı zamanlara denk geliyordu.

‘Eğer Alastair ile bir düello içinde bulunsaydım muhtemelen azar işitecektim ama karşımda koskoca Loer ailesinden biri var! Bu kesinlikle iyi bir bahane olur!’

Ephios aklına gelen düşünceyle birlikte gülümsedi. Hissettiği endişe yavaşça yerini rahatlamaya bırakırken büyükbabasına ve babasına baktı. Onlardan azar işitmeyeceğinin düşüncesiyle gülümsemesi daha da genişledi.

Öte yandan Alastair’in kaşları çatılmış ve hiç de rahat hissetmiyordu. Göz kapaklarını hafif kısmış, düşünüyor ve bir anda ortaya çıkmış olan bu önerinin sebebini çözmeye çalışıyordu.

‘Neden böyle bir öneri yapma gereğinde bulundu?’

Alastair çatık kaşlarını daha da çatıp neredeyse tek kaş olmasına sebep olurken bir yandan da Edwin’e gizlice şüpheyle bakıyordu.

Şüphe duyduğu Edwin’den gözlerini çekip hizmetçilerin el birliğiyle açtığı ve halat aracılığıyla sınırlarını belirledikleri alana çevirdi gözlerini.

Dairesel alan iki kişinin hamlelerini rahatça yapıp güzel mücadelelerin gözler önüne serilmesini sağlayacak derecede büyük gözüküyordu. Bu da yapılacak düelloların oldukça ateşli ve heyecanlı geçeceğine dair bir işaretti.

Alastair’in alana diktiği gözleri rengini kaybetmeye, tahminler yürütüp kafasında oynattığı senaryolar yüzünden de kara bir bataklığın içine çekilmeye başlamıştı.

Bir anda ortaya atılmış olan bu teklif kelimenin tam anlamıyla buluşmada geçiriyor olduğu zamanın cehennemden aratmayacak hale gelmesini sağlamıştı.

Loer ailesinin iki temsilcisinden olan Edwin’in iki yetişkin adam ile olan konuşmalarını dinlerken içinde büyümeye başlayan tatsız hissiyat ve ona eşlik eden öfke kendisinin ölümünü isteyecek kadar büyümüştü ama garip bir şekilde aynı zamanda ürküyordu Edwin’den.

‘Davranışları, tatlı dili… Ürkütücü bir ustalıkla kullanıyor.’

Zihnindeki düşünce diyarındaki çalışan çarkların kendisine getirdiği kötü düşünceleri göz ardı edip önündeki gerçekliğe odaklanmayı tercih etti. O kötü düşünceler yüzünden ruh halinin daha da batmasını göze almak istememişti.

Madem bir düello yapması gerekecekti, o zaman elinden geldiğince düzgün bir şekilde bunu yerine getirmeliydi.

Bu sayede en azından hem Fae ailesinin bir bütün olarak güçlü olduğunu gösterecekti hem de kendisinin onların altında olmadığını gösterecek bir işaret göndermiş olacaktı. Aynı zamanda büyükbabasının bu düelloların sonunda kendisine tekrar ders vermesi gerekeceğine dair bir düşünceye kapılmaması için de bir işaret olacaktı.

“Evet,” diyerek ileri bir adım attı ve dikkatleri üzerine çekti Edwin. “Her şey hazır olduğuna göre o zaman başlayalım!”

Edwin’in heyecanla söylediği kelimelerin ardından üç çocuk da ileriye çıktı ve hizmetçiler tarafından kendilerine uzatılan kılıçlarını aldılar. Üçü de birbirine, ardından da tahta kılıçlara kısa bir bakış atmış ve olduğu yerde heyecanlı bir şekilde titreyen Edwin’e çevirdiler bakışlarını.

Hepsinin de aklında bu işin tam olarak nasıl gerçekleşeceği konusuna dair soru işaretleri bulunuyordu.

“Aslında oldukça basit ve sıradan bir düello yapacağımızı belirteyim,” dedi Edwin ve önündeki üçlüye teker teker baktı ama gözleri en çok Alastair’in kendisine diktiği soğuk ela gözlerine odaklanmıştı. “Tabii ki sıradan bir düello olup olmaması sizin bizlere sunacağınız mücadelelerin ne kadar heyecanlı olduğuna göre değişir.”

Mennas ve Ephios yüzlerindeki gülümsemeyle bakarken Alastair soğuk bir ifadeyle Edwin’in anlatacaklarının sonunu bekliyordu.

‘Kış kadar soğuk. Arada kış mevsimi bile güneş gösteriyor,’ diye düşündü Edwin Alastair’in davranışları hakkında yorum yaparken.

“Kurallarımızın oldukça basit olduğunu zaten farkındayım ve sizin de normal bir düellodaki kuralların nasıl olması gerektiğini bildiğinizi de biliyorum ama yine de üstünden geçerek iyice belirtmemin yararımıza olacağını düşünüyorum,” dedi ve derin bir nefes alışının ardından devam etti. “Sakatlanmaya ya da ağır bir yaraya sebep olacak her türlü darbe yasaktır. Ne kadar tahta sopayla birine aşırı sert bir darbe vursanız da en fazla bayıltabilecek seviyede olur ama konuyu anlamışsınızdır. Bayılmanızı, bayıltmanızı istemiyorum. Unutmayın bu sadece bir gösteri ama iyi bir gösteri, tamam mı?”

Çocuklar başlarını sallayarak onayladılar. Garip bir şekilde bunu aynı anda yapmışlardı.

“Tekrar ediyorum ki kafanızda yer etsin. Aşırıya kaçıp birbirinizi yaralamak yok. Yasaklı hareket. Anında diskalifiye olursunuz. Sadece rakibin pes etmesi veya elinden silahının alınması durumunda maç biter ve kazanan belirlenir. Anlaşmışızdır diye umuyorum.”

“Anlaşıldı!”

“Pekâlâ!”

“…”

Mennas ve Ephios heyecanla karşılık verirken Alastair tutumunu koruyarak sadece başını sallamakla yetinmişti. Ardından hepsi hizmetçi tarafından getirilip Edwin’e teslim edilen çiçek yapraklarına odaklanmış ve onlarla neler yapılması gerektiğine dair düşüncelere dalmışlardı.

“Bu üç farklı renkteki çiçek yaprağı sizleri temsil eden nesnelerimiz olarak kullanılacak. Kimin kiminle karşı karşıya olacağını bunlar aracılığıyla belirleyeceğiz. Kırmızı olan Mennas, beyaz olan Ephios ve son olarak da gri renkteki çiçek yaprağı da Alastair olarak temsilcilik görevlerini yerime getirecekler,” diyerek hızlıca açıklamasını yapmış ve çiçek yapraklarını yeleğinin cebine koymuştu.

Edwin açıklamasını ardından adımlarını sandalyesindeki Laila’ya çevirdi. Laila’nın soru işaretleriyle parlayan gözlerine ve merakla kalkmış olan kaşlarına karşılık gülümseyip yeleğinin cebini işaret etti.

“Kuramızın güzeller güzeli Leydi Laila tarafından çekilmesini istiyorum, ki bu sayede hem yapılacak olan düellolarımızın hem de ailelerimiz arasındaki anlaşmanın da sizin güzelliğinizi taşımasını sağlasın.”

Aldığı bu itirafın ardından yüzünde zarif bir gülümseme oluştu. Laila’nın ve beyaz eldivenli elleriyle dudaklarını kapatarak bu gülümsemesini saklamaya çalıştı.

Önündeki bu genç adamın nasıl konuşması gerektiğini biliyor oluşunu duyduğu ilk kelimesinden ve gösterdiği davranışlarından anlamıştı.

Yine de içten içe bu çocuğun davranışlarına pek fazla karşılık vermemesi gerektiğini de bilerek onun iltifatına bir karşılıkta bulunmamayı tercih etmiş ve sadece önündeki düellonun devamını sağlamaya karar vermişti.

Laila derin bir nefes aldı ve içinden Yaratıcıya ettiği dualarla elini Edwin’in yeleğinin cebine atmıştı. Çıkacak sonucun belirsizliğinin verdiği heyecanın getirisiyle birlikte eline gelen ilk çiçek yaprağını hemen çekti.

“Kırmızı!”

Tuttuğunu fark etmediği nefesini geri verdi ve tekrar bir yaprak çekmek için yeleğin cebine attı elini ama bu sefer hemen çekmemiş, yaprakları kısa bir süre karıştırmış ve kısa bir sürenin ardından ikinci yaprağı da ortaya çıkarmıştı.

“Beyaz!”

Çekilen iki yaprağın da duyurmasının ardından Edwin hızlıca heyecanını gizlemeyerek çocuklara yöneldi.

“Evet, şimdi de gelelim düelloların nasıl yapılacağına,” demiş ve ardından çıkan ilk iki yaprağı çocukların gözü önünde tutmaya başlayıp konuşmasına devam etti. “Kırmızı ve beyaz yaprak, yani Mennas ve Ephios ilk çıkanlar. Bu yüzden Mennas ve Ephios ilk karşılaşmayı yapacak olanlar olacak. Ardından da kazanan kişi Alastair ile yapacak. Sonuncuya gelince de o da Alastair’in maçının kaybedeni ve ilk kaybeden arasında yapılacak.”

Edwin’in açıklamasının bitmesinden sonra Alastair kenara geçmiş ve alanı Mennas ile Ephios’a bırakmıştı. Kuranın bu şekilde sonuçlanmasının verdiği neşeyle yüzünde soğuk bir gülümseme oluşmuş ve gözlerini karşılaşmalarını yapacak ikilinin üzerine dikmişti analiz amacıyla.

Ephios’un kılıç kullanma konusundaki durumunu gayet iyi biliyordu. Kendisiyle karşılaştırdığında Ephios yeni yürümeyi öğrenmiş bir çocuktan farksız kalıyordu.

Eğer son iki yılda savsaklamak yerine kendisi gibi devam etseydi muhtemelen kendisi gibi olabilirdi ama bunun pek de öyle olacağını sanmıyordu. Yine de en azından kendi bulunduğu seviyenin bir iki tık altına gelebilirdi.

Öte yandan Mennas’ın durumunu öğrenmek oldukça büyük bir avantaj sağlayacaktı kendisine. Mennas ile hiç karşılaşmada bulunmadığından ötürü dezavantajlı durumdaydı ama o da öyleydi. Lakin bu kura sayesinde onun hakkında en azından bilgiler edinebilme avantajı yakalamıştı.

Mennas karşısındaki Ephios’a bakarken oldukça rahat hissediyordu. Daha başkentin nasıl bir yer olduğunu görmemiş olan bu soylunun kendisi gibi bir soylunun yeteneğini geçemeyeceğine adı kadar emindi.

Mennas birçok kılıç ustasından eğitim görmüştü ve özellikle büyükbabası bu konuda onun mümkün olduğu kadarıyla iyi olması için uğraşmıştı. Yine de kendisi büyücülüğe olan yatkınlığı olduğunu öğrendiğinde eğitimlerini aksatmaya başlamış ve bu da onun biraz da olsa hamlamasına yol açmıştı.

Karşısındaki Ephios’un geldiği andan beri kendisine karşı olan davranışlarını da göz önünde bulundurduğunda bu karşılaşmanın kazananının kendisi olduğunu düşünmeye başlamıştı bile.

İkili ellerinde tahta kılıçlarıyla birbirlerine karşı duruşlarını almışlardı. Gözlerini birbirine kilitlemişler ve başlamaları için gereken kelimeyi bekliyorlardı.

“Başla!”

Edwin’in başlatmasının hemen ardından ilk hamleyi yapan Ephios olmuştu.

Tak!

Tahta kılıçlar birbirine değdiği anda güçlü bir sesin çıkmasını ve izleyicilerin de heyecanının artmasını sağlamıştı.

İkili birbirlerinin kılıçlarını karşıladıkları anda ilk yaptıkları şey güç yarışına girmek olmuştu. İkisi de birbirini ezmeye, en kolay yolan pes ettirmeye çalışmaya başlamıştı. Ayrıca, ikisi de aralarındaki fiziksel güç farkını ve bunun sağladığı avantajın kimde olduğunu öğrenmek istiyordu.

Ephios kısa bir süre devam eden güç yarışmasından derin bir nefes alıp zihninde dönen küfürlerle geri çıkmış ve güç savaşını kaybettiğini ilan etmişti.

İki yıl boyunca savsakladığı kılıç pratiği yüzünden sahip olduğu dezavantaj kendisinin ilk işaretlerini göstermeye başlamıştı bile.

Derin bir nefes alarak tekrar hızla ileri atıldı ve bir yarma saldırısı yaptı ama Mennas tarafından kolayca savunulmuş ve hatta hızlı bir karşılık dahi almıştı, ki zorlanarak da olsa bu saldırıyı savunabilmişti. Ardından zorunlu bir şekilde geri çekilmiş ve bu seferde Mennas’ın etrafında daire çizmeye başlamıştı bir açmak amacıyla.

Boşu boşuna art arda saldırılar yapıp gücünü harcayacağına, etkili ama az saldırı yapmanın avantajı olacağına karar kılmıştı.

‘Bir açık! Bir açık bulmalıyım!’

Ephios dairesinin ilk turunu tamamlamıştı ki, onu koşma hızına yetişemeyip açık veren Mennas’ın kendisine dönük olan arkasını fark etti ve anında ileri atıldı. Elindeki tahta kılıcı dikey bir şekilde savurmuştu.

“Benim o kadar salak olduğumu mu düşünüyorsun?” diye sordu Mennas, kısık ama Ephios’un duyabileceği bir ses tonuyla.

Mennas kaşla göz arasında Ephios’a dönmüş ve onun saldırısı kolayca karşılamıştı.

TAK!

Tahta kılıç tok sesi bir kez daha kulakları çınlattı.

Mennas’ın dudağının köşesi kıvrılmış ve yüzündeki küçümseyici ifade yerini almıştı.

Ephios dişini sıktı ve bu sefer direkt olarak yüz yüze karşılaşmayı seçerek kılıcını ardı ardına hiç beklemeden savurmaya başladı. Yaptığı her darbe güçsüzdü ama hızıyla bu açığı kapatmaya çalışıyordu, ki kısa bir Mennas’ın karşısında bunun da etkisiz olduğunu fark etmişti.

‘Babamdan veya büyükbabamdan azar işitmemek için biraz daha uğraşmalıyım!’

Ephios’un kavrayışı daha sert ve sıkı, hareketleri de daha seri ve daha güçlü bir hal almıştı.

Yıkılmayı düşünmüyordu ama karşısındaki Loer ailesinden biri olan Mennas’ı da yenebileceğine dair olan inancı da yoktu, yine de şansını denemek istedi. İçinden gelen bir ses, denemesi gerektiğini söylüyordu ve o da buna uymayı seçmişti. En azından bunu yapabilmeliydi. Fae ailesinin güçsüz olmadığını göstermeliydi.

‘Buluşmanın iyi geçmesi için,’ diye bir düşünce belirdi Ephios’un zihninde.

Gücünü göstermeliydi ki, kendisi de ilerde rahat edebilmeliydi.

‘Hareketleri daha da seri ve daha güçlü bir hal aldı,’ diye düşündü Mennas Ephios’un değişen ritmine ayak uydurarak. ‘Yine de küçük bir kasaba soylusu! Zayıf bir kasaba soylusu!’

Mennas’ın yüzündeki gülümseme genişledi ve uğursuzluk dolu zalim bir yüz ifadesinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Tahta kılıcı kavrayışı sertleşti ve o da daha da güçlü saldırılarda bulunmaya başladı.

Eğer sakat bırakacak veya ağır yaralayacak saldırıların yasaklanmasına dair olan kurallar olmasaydı, kendisini hiç tutmadan saldırılarda bulunabilirdi. Yine de hala karşısındaki Ephios’u ezebilecek yolları vardı.

“Fae ailesinin bir genci bu kadar zayıf mı yani?” diye sordu tepeden bakan tavrını koruyarak.

Mennas’ın sesi, kendisine saldırılarda bulunmaya devam eden Ephios tarafından duyulmuştu sadece.

Ephios kılıcını daha sert bir şekilde kavradı, ki neredeyse avuç içleri ve parmaklarının bembeyaz olmasını sağlamıştı. Dişlerini sıkıp saldırılarına devam etti ama saldırıları daha da şiddetli bir hal alsa da rakibine ulaşacak türden değildi. Tamamıyla kendini kaybetmişti. Şu anda karanlıkta çubuk savuruyormuş gibi görünüyordu.

‘Aptal falan ama el altında bulundurmak için iyi bir oyuncak!’

Mennas’ın uğursuz ifadesi daha da iğrençleşti ve kestane kahvesi gözleri ölümcül bir ışıkla parladı.

Mennas kendinden emin gülümsemesiyle başını hedef alan kılıç saldırısını hızlıca engellemişti. Ardından da güçlü ve hızlı bir yatay savuruşla Ephios’un elindeki kılıcın fırlamasına sebep olmuş ve onu silahsız bırakmıştı. Kılıcını Ephios’un boğazına dayamıştı.

“Zayıfsın,” diye acı gerçeği söyledi Mennas. “Böyle bir aile ile iş yapmayı kesmeyi ve bu ortaklığı tamamen sonlandırmaya dair bir teklif sunabileceğimi unutma. O yüzden, lütfen bu kadar zayıf ve acınası olma.”

Sadece Ephios’un duyabileceği şekilde fısıldadığı şeylerden sonra Mennas kılıcını utanç ve öfkeyle dişlerini sıkan Ephios’un boğazından çekmişti.

Onun zayıf ve acınası yüz ifadesiyle yavaş yavaş ilerleyişini bir süre izledikten sonra gözlerini Alastair’e çevirmişti.

‘Ezikler!’ diye düşündü Mennas.

Kestane kahvesi gözlerindeki kendini beğenmişlik giderek daha büyüyordu.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.