Düşmüş Perinin Yükselişi Bölüm 09

[ A+ ] /[ A- ]

Yüreklere su serpen, cezbedici ışığıyla ay ve yoldaşı olan yıldızlar gecenin koyu karanlığında hayatlarını devam ettirmekte olan insanları izliyor ve ışıltılarıyla onlara bir gösteri sunuyordu.

Beyaz ve gri renklerin uyum içerisinde bulunduğu teras ay ışığının altında cennetten bir araziyi andırıyordu. Beyaz güller ve gri renkteki papatyalar korkulukların üstünde hafiften esen, serin rüzgarlar sayesinde dans ediyor ve rüzgârın bitimiyle tekrar durgun bir hal alıyorlar, ölümcül bir sessizliğe gömülüyorlardı.

Koyu tonların cazibesini taşıyan kızıl kahve saçları dağınıklığı, esen hafif rüzgâr sayesinde daha da karmaşık bir hal alıyordu ama çocuk bunun etkisini hissetmemiş bir şekilde bir kölenin ışığını kaybetmiş bakışlarını andıran bakışlarıyla arkabahçeyi izliyor ve telaşlı ortamı aklına kazımaya çalışıyordu.

Arkabahçe Alastair’in durgun ve soğuk mizacının aksine tamamıyla canlı bir ortama ev sahipliği yapıyor, bakanın içini rahatlatacak bir etki yaymasını sağlıyordu.

Savaş alanında bir generalin askerlerine emirler yağdırıp onları olabildiğince etkili bir şekilde kullanışını andıran Laila, zarafetini ve güzelliğini bunca telaşa rağmen korumaya başarabiliyordu.

Laila’nın hizmetçilere tekrar ve tekrar endişeyle hizmetçilere emirler yağdırırken görüntüsü ne kadar kibar ve narin olursa olsun hareketlerinin yavaşlamaya başlaması onun zayıf düşmeye başladığını göstergesiydi.

Hizmetçilerin durumunun da Laila’dan pek farkı yoktu.

Onlar da bu gece yüzünden endişeliydiler çünkü bu gecenin sonunda belki işlerinden bile olabilir ve hayatlarını sokakta geçirebilirlerdi. Bu aynı zamanlarda içlerinde kaygının ve korkunun yükselmesine sebep oluyordu. Ayrıca Laila’nın şu anki korkutucu görüntüsü ve veriyor olduğu emirlerle birlikte çaresizlikleri de artıyor, ettikleri duaların sayısı da artıyordu buna bağlı olarak.

Bu gece herkes için çok zorlu geçiyordu.

İçindeki endişe ve kaygı, her an kapılarına dayanacak olan misafirleri yüzünden birçok gerginlik dolu senaryonun oluşmasına sebep olmuştu. Ancak şahit olduğu manzara bütün bu negatif duygunlarını bastırmasını sağlamış, kendisinin daha da rahatlaması konusunda yardımcı olmuştu. Bozulan keyfi yavaş yavaş yerine gelmeye başlamıştı.

Bu insanların bazıları köleler arasından seçilmiş ve dersler verilerek hizmetçi haline getirilmişti veya zaten hizmetçilik konusunda bilgileri vardı. Ancak hiçbirinin günü bugünkü kadar stresli geçmemişti.

‘Zavallı hizmetçiler. Bu gecenin stresi yüzünden ne hissedeceklerini bile şaşırmış durumda olacaklar,’ diye düşündü yükselen acıma duygusuyla, ardından soğuk havayı içine çekti.

Laila’nın verdiği sert ve hiçbir itiraz beklemeyip, harfi harfine uyulması beklenen uyarıları doğrultusunda görüntüsüne oldukça dikkat etmiş, kusursuz ve mükemmel gözükmeye çalışmıştı.

Laila’nın uyarılarına bir de büyükbabasınınkiler de eklendiğinden uyması gerektiğini hissettmişti.

Bu uyarıların kendisinde yarattığı zorunlu dikkat gereksinimi yüzünden sıkılmış ve baskılanmış hissediyordu ama buna uymaktan da başka bir şansı yoktu.

Bu şansının olmayışından hazzetmiyor ve bu lanet, stresli ve düşündükçe sinirlerinin zıplamasına sebep olan gecenin bitişini iple çekiyor, sonunun çabuk gelmesi için dua ediyordu.

Alastair açık gri renklerinde bir gömlek giyinmeyi tercih etmişti. Bu gömleğininkinden biraz daha koyu tonlarda olan papyonunu desteklemeye yardımcı olmuştu.

Gömleğinde bulunan düğmelerinin çevresinde zarifçe ama rastgele görünecek bir şekilde işlenmişti, gizemli bir hava katmıştı. Ne kadar küçük bir detay da olsa yine de dikkat çekmeyi başarabiliyordu.

Tercih ettiği gömleğinin gri tonlarına uyarak takmış olduğu papyondan daha koyu renkte ve oldukça da derin bir yakaya sahip bir yelek giyinmişti. Yeleği, gömleğiyle karşılaştırıldığında daha sade ve düzdü.

Alastair sadeliği severdi.

Koyu gökyüzünden bir parça alınarak dikilmiş gibi gözüken siyah renkteki ceketinin üstündeki desen göze çarpmayan ince çizgilerden oluşmuştu.

Ceketinin üstünde bulunan sekiz düğmenin biri dışında hepsi tamamen iliklenmişti. Bu onun resmiyete olan aykırılığına dair öne çıkmayan göstergesi olmuştu. Ceketinin sol göğsünde bulunan cebinde, üstüne aile simgesinin işlendiği beyaz bir mendil bulunuyordu.

Ceketinin hem rengini hem de desenini takip eden sade ve gösterişsiz bir pantolon giyiyordu. Tercih ettiği ayakkabısı geceden bir parçaymış gibi gözüken ceketi gibi siyah renkteydi ve sade bir tasarıma sahipti. Normalde bağcıklarının bulunmasının gerektiği yerde üstüne peri kanatlarının işlenmiş olduğu siyah renkte demir bir toka bulunuyordu.

En son olarak da beyaz renkte, üstünde ‘A’ harfinin işlendiği eldivenlerini de takıp takımını tamamlamıştı.

Büyükbabasının ve Laila yengesinin ayakkabı tokasına aile simgesini eklemek istemeleri dışında takım tamamen kendi isteğine göre dikilmişti.

Acıyarak incelediği arka bahçenin canlı ve telaş cümbüşü olan görüntüsünden çekti ela gözlerini ve masallardan fırlamış gibi görünen odasına çevirdi.

Bütün ev ahalisinin stres olmasının sebebi olan sevgili misafirleri gelene kadar elinde yapabileceği bir şeyi yoktu. Kendisin oyalanması gerektiğine dair garip bir zorunluluk hissiyatıyla dolmasına sebep olmuştu.

İçten içe bunun sebebi kendisinin de endişeleniyor oluşuydu ama kendisini tamamen kaptırmamak için de uğraşıyordu.

Laile ve Bentley gibi olmak istemezdi.

Masallardan fırlamış görüntüsüne rağmen Alastair’in yatak odası bir soylunun odasının olması gerektiği gibi canlı ve gösterişiyle boğan bir oda değildi. Hatta tam aksine hepsine inat bir şekilde ölü bir alan gibiydi

Soğuk, acımasız ve boğucuydu. Grinin ve beyazın ağırlıkla bulunduğu oda insanın ruhunu daraltıyordu. Bir insanın uzun bir süre kalmak isteyeceği türden bir odaya benzemiyordu ve bu Alastair’in işine geliyordu çünkü insanların odasına girmesini engelliyordu hizmetçilerin dışında.

Bu odanın renkleri konusunda yengesiyle oldukça büyük tartışmalar yaşamış ama babasının sayesinde istediği gibi yaptırabilmiş, zaferle ayrılmıştı sonuç olarak.

Odanın duvarları tamamıyla beyazdı. Parmak ucu kadar bile leke gözükmüyordu açıkta kalan duvarlarda ve bir sanatçı tarafından boyanmayı bekleyen beyaz bir tuvalden farksızlardı. Kusursuz gibi gözüken bu duvarların özenle zaman harcanarak temizleniyor olduğu rahatça anlaşılabiliyordu.

Odanın zemininde gri renkte büyük ve güçlü gözüken bir ağaç ve dallarının üstünde çiçeklerinin resmedildiği bir halı serilmişti.

Halı, tek parça halinde bütün odayı kaplayacak şekildeydi, mobilyaların hemen diplerinde bitiyordu. Özel dikim olduğu gayet açıktı, bu halı Alastair’in tam anlamıyla gereksiz olduğunu düşündüğü bir parçaydı ama yine de renginin kendisi tarafından seçilmiş oluşu halıya tahammül edebilmesini sağlıyordu.

Odasındaki mobilyaların üstünde hiçbir desen yoktu. Odasının sade, gösterişsiz ve ölüden farksız havasına gayet yakışıyordu.

Terasın yakınında ve odanın en köşesinde gri rengin birçok farklı tonunu taşıyan bir koltuk takımı ve masa yer alıyordu. Masanın üstünde birçok açılmış halde bırakılmış defterler ve kitaplar ile üzerlerinde çeşitli karamaların bulunduğu kağıtlar dağınık bir biçimde duruyorlardı.

Odanın düzenli görüntüsüne kıyasla dağılmış bu eşyaların iç içe geçmiş görüntüsü kişinin gözlerine bir iğne gibi batıyordu.

Devasa yatağı odanın tam ortasında, kapının biraz sağ tarafında kalacak şekilde yerleştirilmişti.

Alastair bu yatağın devasa büyüklüğüne anlam veremiyordu ama kendisinden önce de burada var olduğundan karşı da çıkamıyordu yatağın varlığına.

Yatağının hemen yanı başında iki çekmeceli, beyaz renkte bir komodin yerini almıştı. Komodinin üstü tamamıyla boştu ve çekmecelerinin de bir farkı olmadığı söylenebilirdi çünkü bütün içerikler dağılmış bir şekilde masanın üzerinde yerlerini alıyordu. Lakin çekmecelerinden birinde gizli bir alan vardı ve orası kendisinin para kasası olarak işlev görüyordu, aile üyelerinin hiçbir tarafından bilinmiyordu.

Odanın eski sahiplerinin dışında bu gerçek kendisini koruyordu.

Komodinin hemen yanında da grinin koyu tonlarında bir gardırop vardı. Gardırobun mat siyah kolları dışında gerisi tamamıyla grinin tonlarını taşıyor, odanın geri kalanının görünüşüne uyum sağlıyordu.

Gardırobunun yanındaysa boy aynası bulunuyordu. Boy aynası, odasındaki halısına uygun olacak şekildeydi. Aynanın dört bir tarafı, dört farklı çiçekle süslenmiş ve hepsi kökleri aracılığıyla birbirleriyle bağlanarak zarif bir görüntü oluşumuna sebep oluyordu.

Alastair boy aynasına doğru ilerledi ve durup kendisini incelemeye başladı.

Normalde dağınık tutmaya veya kısa, düzensiz bir taramayla şekillendirdiği kızıl kahve saçları bu sefer özenle taranarak sağa doğru tarafa yatırılarak ayrılmıştı.

Elini saçlarına götürdü ama anında geri çekmişti.

Baştan aşağıya ben bir soyluyum diye bağıran görüntüsüne baktıkça içine bir sıkıntı çöküyor, papyonunu söküp atası geliyordu. Yüzündeki ölü bakışla kendisini bile iğrendirmeyi başarmış, kendini incelemeyi bırakmasını sağlamıştı.

Boy aynasının önündeki tiksindirici dakikaların hemen ardından koltuk takımının olduğu bölüme doğru ilerleyip düzgün bir şekilde oturdu. Üstündeki takımı kırıştırmamaya çalışacak kadar zarif bir tavır sergilemişti.

‘Bir aile gelip bizimle yemek yiyip konuşacak diye çektiğim şu acıya, şu sıkıntıya bak! Soylu olarak doğduğum güne lanet olsun!’

İsyankâr düşünceleri acı dolu bir nefes alışına ve yorgun hissetmesine sebep olmuştu. Kendisini rahatlatmaya çalışarak geçirdiği dakikaların sonunda yenilmişlikle omuzlarını düşürmüştü.

Loer ailesinin gelece oluşunun içinde yükselmesine sebep olduğu anlamsız baskı şiddetli bir şekilde kendisini hatırlatıp duruyor, unutmasına izin vermiyordu.

Musallat olan bu his yüzünden diken üzerinde geziniyordu ortalıkta.

Gözlerini kapadı ve yavaşça sırtını koltuğuna yaslayıp başını tava doğru kaldırdı. Derin nefesler alıp kendini rahatlatmaya ve düşüncelerinin önüne duvarlar örmeyi denedi. Loer ailesiyle kesişmesini sağlamak yerine daha farklı şeyler düşündü. Yine de bu durumun pek de yararını göremiyordu.

Başarısız olmuştu. Loer ailesinin simgesi olan o lanet aslanlı resim aklında belirip duruyordu.

Bir anda gözlerini açtı. Bağırıp çağırmak istiyordu ama yapamıyordu.

“Kendimi ilk defa kapana kısılmış bir fare gibi hissediyorum,” dedi sesli bir şekilde yenildiğini kabullenmiş biri olarak.

Dediklerinin ardından yüzüne kırık bir gülümseme yerleşti ve ardından kısa, sesli bir kıkırdama takip etti.

Bulunduğu durumun hissettirdiği baskı yüzünden soğukkanlılığını kaybetmeye başlamıştı.

Derin bir nefes alarak yüzündeki gülümsemeyi kesip suratının düz bir ifade kondurdu ama kısa bir süre sonra tekrar gülümsemeye başladı. Anlamadığı bir nedenden ötürü gülümseyip duruyordu.

“Bilinmeyenin verdiği korku gerçekten de çok güçlü! Belki de bunun yüzünden nihayetinde delirmeye başladım!”

Sesli bir şekilde dile getirdiği düşüncesinin hemen ardından kapısı çalındı ve içeriye siyah, düz hizmetçi elbiseleriyle orta yaşlı bir kadın adım attı.

“Genç Efendi Alastair, büyükbabanız Efendi Oriol sizin arkabahçeye teşrif etmenizi istiyor.”

“Hemen geliyorum,” diye cevapladı saygıyla emri ileten orta yaşlı kadına.

Büyükbabasının hizmetçi aracılığıyla yaptığı çağrısıyla hızla ayağa kalktı ve yüzündeki silemediği gülümsemesiyle arkabahçeye doğru ilerlemeye başladı.

Yol boyunca kendini sakinleştirmek ve yüzündeki gülümsenin gitmesi amacıyla derin nefesler almaya devam ediyordu.

Büyükbabasının onu bu şekilde gördüğünde ne diyeceğini düşünerek ilerlerken o an aklına Khan geldi.

‘Acaba ne halt yedi? Dediklerimi yerine getirebildi mi?’

Arkabahçede safir mavisi takımıyla bir hükümdar edasıyla dikilen adam hizmetçilerin son dokunuşlarını yapmalarını izliyordu.

Yanındaki gelininin işleri yapışından memnun bir şekilde gülümserken gelen adımların sesine kulak vermiş ve kendisine doğru ilerleyen bir çift parlak ela gözle karşılaştı.

Gri ve siyah tonlarının altında kendisini öne çıkartan torununun görüntüsüne bakarken yüzü daha da parladı, gülümsemesi daha da genişledi. Torunun mükemmele yakın olarak düşündüğü görüntüsü ve soğuk, yükseklerdeki yerini belirten haklı havası, neşesine neşe katıyordu.

Torunlarının da kendisi gibi biri olması için uğraşan biriydi ve bunun meyvesini alıyor olduğunu görmesi doğal olarak mutlu olmasını sağlıyordu.

“Torunum!” diyerek Alastair’i karşıladı ama sonra anında kaşlarını çattı. “O sona kalan düğmeyi ne diye iliklemedin? Hemen ilikle! Bugün hiçbir şeyde kusur görmek istemediğimi belirttim sanıyordum!”

“Özür dilerim büyükbaba,” diye karşılık verdi soğuk yüz ifadesiyle ama saygılıydı.

Arkabahçeye ulaşmasıyla gülümsemesinin de sonu gelmişti ama his hâlâ oradaydı, kendini hatırlatıyordu.

Büyükbabasının uzattığı sağ eline öptü ve ardından belini hafiften bükerek reverans yaptı.

“Her zaman olduğu gibi şanlı görüntünden bir şey kaybetmemişsin.”

Alastair sözlerini söylerken içten içe kusmak istiyordu ama elinden bir şey gelmiyordu. Büyükbabasının bu aşırı davranışı sinirini bozmuştu. Yine de gecenin uğruna bunu yüz ifadesi aracılığıyla belli etmeyecekti.

Büyükbabasının saçları tamamen grileşmiş ve beyazlaşmaya doğru adım adım ilerliyordu. Yüzündeki kırışıklara ve birkaç küçük kahverengi noktaya rağmen kendinden emin ve güçlü görüntüsü hâlâ öne çıkıyordu. Büyükbabasının boyu kısa ve hafif de tombuldu ama yine de baskın havası hâlâ onunla birlikteydi.

Bir aile yöneticisi olarak kendisini elinden geldiğince iyi ve güçlü göstermeyi başarabiliyordu.

Yengesinin kızıllar içindeki uçları fırfırlı olan elbisesi göz alıcı görüntüsünü daha da farklı bir seviyeye taşımıştı.

Alastair bunu sözleriyle dile de getirmişti.

Yengesi de kendisine bir bakış atmış ve iltifatlara ek olarak yanaklarını sıkarak kendisine sevgisini göstermişti.

Alastair bundan nefret ediyordu, etmeye de devam edecekti.

O sırada arkabahçeye doğru ilerleyen baba-oğul ikilisini gördü Alastair.

“Oh, Ephios, Bentley, sonunda! Yaratıcıya şükürler olsun!”

“Efendim, Loer ailesi gelmek üzere! Arabalarının yaktığı lambaları gördük!”

‘İşte başlıyoruz!’

Alastair gergin ama soğuk bir ifadeyle bir anda gerçekleşen şeylerle kendisine bakan kuzenine dikti gözlerini. O da aynı durumdaydı ama gerginliği barizdi.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.