Derebeyi Cilt 15 Bölüm 2 Kısım 6

[ A+ ] /[ A- ]

Sanki yukarı çekiliyormuş gibi ani bir hafiflik hissine kapıldı ve ardından sırtından bir darbe hissetti.

 

Her nedense, yerde yarı ters dönmüştü.

 

Ayağa kalktığında, uzun, yılana benzer şey çekilen arka bacağın etrafına sarılmıştı, küçük olan ise onun gerisinde kalan kısmı tutuyordu.

 

(Neler olduğu ya da nasıl olduğu hakkında hiçbir fikrim yok, ama bu küçük olanın beni yere düşürdüğü anlamına mı geliyor? Ben, o ufaklık tarafından-)

 

“Of be. Seni kaçmaman konusunda uyarmıştım.”

 

Küçük olan dişlerini göstererek homurdandı.

 

“Emin ol, seni yiyeceğim” diyen bir sesti bu. Belki de pusuya yatmış bir yırtıcıydı. Bu, o sırada ağaçta olanın da onun kadar güçlü olduğu anlamına mı geliyordu?

 

“Hmmm. Demek o kadar da iyi değilmiş. Ainz-sama’yı öylece bekletemem… Belki de onu yakalamak yerine öldürüp derisini yüzmek daha iyi olur. Ama bu büyük bir israf olmaz mı? Deneylerim için de kullanabilirim. Hmmm… Ainz-sama da öldürmenin sadece son çare olarak kullanılması gerektiğini söylemişti…”

 

Ona bakıyordu. Belki de bu yavaş hareket ettiği anlamına geliyordu. Bu yüzden avını yakalamak için elinden uzanan yılan benzeri şeyi kullanıyordu.

 

Bacağına dolanan yılan benzeri şeyi koparmaya çalıştı. Ancak, yapamadı.

 

Sıkıca sarılmıştı ve kımıldamıyordu. Bu durumda, o çok gurur duyduğu pençelerini kullandı.

 

Onlarla kesemeyeceği bir şey olmamalıydı.

 

(Gu?)

 

Kafası karışmıştı. Kesemiyordu. Bu pençeler daha önce her şeyi kesmiş olsa da, şimdi kesemiyordu.

 

“Pekala, herneyse. Onunla savaşmayacağım.”

 

Vücudu hareket ettikçe, çıtırdayan toprak ve kayan otların sesi duyuluyordu. Yılan sürüklenmeye başlamıştı. Yerde izler bırakarak düzenli bir şekilde çekiliyordu.

 

Artık hiç şüphesi yoktu. Bu ufaklık inanılmaz bir güce sahipti.

 

“Sanırım yapacak bir şey yok. Bunu yapmaktan pek hoşlanmıyorum ama bir deneyeceğim… Eğer işe yaramazsa, sanırım seni öldüreceğim.”

 

Yılana benzeyen şey bacağından çıkartılmıştı. wuh-PSSSH. Düşünecek zaman bile bulamadan:

 

“Kaçmalıyım.”

 

Vücuduna keskin bir acı saplandı.

 

“GwoOOOO!”

 

Acı dalgaları art arda geldi. Kolları, bacakları, yüzü, karnı, kuyruğu—gerçekten o kadar da acımıyordu—eğer vücudunun bir kısmını örtmeye çalışacak olsaydı bu sırtı olurdu. Eğer vücudunun acısını ağzıyla bastırmaya çalışsaydı, acı içinde kıvranırdı.

 

Acıya dayanmaya ve kaçmaya çalıştığında, vücudu muazzam bir güç tarafından sabitlendi. Kafasını kaldırıp baktığında, iri olan bacaklarından birini sırtına koyarak onu hareketsiz hale getirmişti. O kadar güçlüydü ki, toprağın derinliklerine gömüleceğini hissediyordu.

 

Bu gerçekten oluyor mu? Bırakın iki hayvanı, bir hayvanın bile kendisinden çok daha büyük bir güçle karşısına çıkması.

 

Acı devam etti.

 

Bu ses her çınladığında keskin bir acı vücudunu sarıyordu. Yağmurun sesi gibi, hiç durmuyordu.

 

Karşı koyma isteğini kaybettiği sırada ses nihayet kesildi. Vücudunda acı çekmeyen hiçbir yer kalmamıştı. Tüm vücudu yanıyordu ve normal boyutunun iki ya da üç katına kadar şiştiği hissine kapılıyordu.

 

(Bundan sonra muhtemelen beni yiyecekler. Hepsi bu kadar. Şu ana kadar yaptığım şey şimdi bana yapılıyor.)

 

“Tamam. Pekâlâ, iyi görünüyorsun. Şimdi patronun kim olduğunu biliyor musun? Tamam, o zaman, hareket etmeye başlayalım mı?”

 

(Küçük olanın ufacık dişleri olmasına rağmen benim tamamımı yiyebilecek mi? Beni altındakiyle paylaşmayı mı planlıyor? Artık hayattan vazgeçen ben olduğuma göre, lezzetli olacağımdan eminim.)

 

///

 

Ainz, Yeşil Gizli Ev’in içinde Mare ile birlikte çalışıyordu.

 

Önce yiyecekleri sihirle yaratılmış obsidyen bir masanın üzerine dizdiler. Sıcak çorba da vardı ama yemekten hemen önce servis etmeyi planladıkları için içeride sıcak kapta muhafaza ediyorlardı. Daha sonra üç bardağı buzla doldurdular ve masanın ortasına bir şişe meyve suyu yerleştirdiler.

 

Yeşil Gizli Ev, kapısı kapalıyken bile mükemmel bir şekilde havalandırılıyordu, öyle ki büyülü bir mekanizma sayesinde içeriden dışarıya ne ses ne de koku sızabiliyordu. Ancak, kapı açıldığında bu sihirli koruma çalışmadığı için, ikisi kendilerini buraya kapatmış olsalar bile, Aura geri döndüğünde yemeğin kokusu dışarı sızacaktı.

 

Kokular beklenmedik ölçüde uzun bir mesafelere taşınabilirdi. Aura, herhalde etrafın güvenli olduğundan emin olmadan üsse dönmek gibi bir hata yapmazdı. Yine de Aura’nın duyu menzilinin dışında havada dolaşan bir kokunun fark edilmeme ihtimalini de göz ardı edemezdi. Bu ormanda, zekâ ve kültür sahibi biri lezzetli bir yemeğin kokusunu alırsa, bunu kesinlikle şüpheli bulurdu.

 

Kara Elfler hayvanlarınkiyle kıyaslanabilecek bir koku alma duyusundan yoksundu. Ancak, bu dünyada, sınıf yapısına bağlı olarak bu mümkün hale gelebilirdi. Kişinin kendisi bunu yapamasa bile, büyülü bir canavar kullanıp onunla sözsüz iletişim kurabiliyorsa, bunu yapabileceği anlamına gelirdi.

 

Başka bir deyişle, bu Ainz ve Mare’nin Aura’nın çalışmalarını boşa çıkaracak bir şey üzerinde özenle çalıştıkları anlamına geliyordu. Ainz de bunun tamamen farkındaydı.

 

İkisinin neşeyle yemek hazırlığı yapmasının nedeni, Ainz’in boş zihnini tam kapasite çalışmaya zorlaması ve bununla birlikte suçluluk duygusundan kurtulmaya çalışmasıydı. Suçluluk duygusundan kurtulmak için bulabildiği tek fikir buydu.

 

Tabi bir de özellikle Aura’yı işten eve geldiğinde lezzetli bir yemekle karşılamak içindi.

 

Elbette, minnettarlığını Aura’nın tüm sıkı çalışmasını ziyan edebilecek bir hareketle ifade ederek önceliklerini tersine çeviriyor olabilirdi.. Bu yüzden Ainz bunun başka bir yönünü düşündü.

 

Evet, sadece başka biri tarafından keşfedilmemeleri gerekiyordu.

 

Sorun, kokunun etrafa yayılması ve başka birinin bu kokudan etkilenerek içeri çekilebilecek olmasıydı. Eğer durum buysa, kokunun etrafa yayılmamasını sağlamak zorundaydı.

 

Elbette en güvenli yöntem masayı hazırlamak, Aura içeri girdiğinde kapıyı kapatmak ve yemeği sonra servis etmekti. Ama bu etkileyici olmazdı.

 

Bu şekilde kapı açıldığında “ta-dah! işte yemek” yapılamazdı.

 

En büyük anlam ve önemi bu sürpriz duygusu taşıyordu.

 

Bu yüzden Nazarick’e geri döndü ve baş aşçıya mümkün olduğunca az kokulu yemekler hazırlattı. Sonrasında Mare’nin büyülü bir eşya ile çağırdığı rüzgar elementali etraflarındaki havayı gökyüzüne savurdu. Kokular da dahil olmak üzere tüm hava, ağaçların tepelerine yönlendirilecek ve sonunda orada yayılmaya başlayacaktı. Normalde koku partikülleri havadan daha ağırdı, bu dünyada da öyle olup olmadığını bilmiyordu. Çeşitli nedenlerle geri dönmeyebilirlerdi ve dönseler bile yere ulaştıklarında önemli ölçüde seyrelmiş olacaklardı.

 

Bununla birlikte, hava akımı oluştuğunda yapraklar hafifçe sallanacaktır – Ainz’in endişeleneceği kadar değil, ancak keskin gözlü bir gözlemci gökyüzünden aşağı bakarsa, birşeylerin normal olmadığını hissedebilirdi. Bununla birlikte, Ainz birkaç gün önce yüksek irtifada keşif yaparken, gökyüzünde uçan tek şey sıradan kuşlardı, bu yüzden muhtemelen endişelenmemekte fayda vardı.

 

“U, um, Ainz-sama. Bunu size geri vermemin zamanı gelmişti.”

 

Mare, kısa bir süre önce hazırlıkların tamamlandığı sırada Ainz’in kendisine verdiği küreyi uzattı.

 

Elemental Gacha adını verdiği yüksek kaliteli bir büyülü eşyaydı. Şeffaf, cam benzeri kürenin içinde dört ışık daireler çizerek hareket ediyordu.

 

Günde dört kez bir saat boyunca bir elemental çağırabilir ve kullanılabilirdi.

 

Çağrılabilen elementaller arasında ateş, su, rüzgâr ve toprak bulunuyordu. Ayrıca ateş + toprak = magma, su + rüzgar = kar fırtınası, toprak + su = bataklık, ateş + su = hidrotermal, toprak + rüzgar = kum fırtınası, ateş + rüzgar = ateş kasırgası ve daha fazlası gibi elemental bileşimleri de vardı.

 

[SesiBüzüşesice Notu: Ben tahta elementini çağıramayan büyülü eşyaya büyülü eşya demem arkadaş! Doğada bulunan 4 element: ateş su toprak tahta! https://youtu.be/VaH554I36gY?si=afqROlACE1thsA7f&t=32]

 

Ateş, su, rüzgâr ve toprak elementalleri 40’lı seviyelerde yüksek rütbeli elementaller, 20’li seviyelerde orta rütbeli elementaller ve tek haneli seviyelerde daha düşük seviyeli elementaller olarak ortaya çıkabiliyordu.

 

Bu eşya ile tek bir yüksek rütbeli elemental çağrılabiliyordu. Çağrılan orta rütbeli elementallerin sayısı rastgeleydi, ancak 1 ila 3 arasında çağırılabilirdi; çağrılan düşük rütbeli elementallerin sayısı da rastgeleydi, ancak 3 ila 6 arasında olabilirdi.

 

Bileşik elementaller ise seviyeleri 50’lerin ortasında olan yüksek rütbeli elementaller, seviyeleri 30’ların altında olan orta rütbeli elementaller ve seviyeleri 10’ların altında olan düşük rütbeli elementaller olarak tezahür edebiliyordu. Ancak, her durumda yalnızca bir bileşik elemental çağrılabilirdi.

 

Bunu duyunca kulağa oldukça kullanışlı geldiğini düşünebilirsiniz, ancak ne yazık ki çağrılan elemental rastgele seçilmekteydi. Dahası, yüksek rütbeli bir elementalin ortaya çıkmasını sağlamak, daha düşük rütbeli bir elementalin ortaya çıkmasını sağlamaktan daha zordu. Yüksek rütbeli elementaller söz konusu olduğunda bu, bir Kayan Yıldız Yüzüğü kazanmakla eşdeğerdi.

 

Rakibe veya duruma uygun bir şey çağıramamak stratejik açıdan çok faydasızdı. Örneğin gökyüzünde uçarken bir toprak elementi çağırırsanız, tek yapabileceğiniz onun bir kaya gibi düşmesini izlemek olurdu. Aslında, Mare’nin bir rüzgâr elementi çağırabilmesi için öğeyi üç kez kullanması gerekiyordu.

 

“Hayır, buna hiç gerek yok. Mare, onu sana veriyorum. Farkında olduğun gibi, eşya biraz kusurlu, bu yüzden sakıncası yoksa benim için saklarsan memnun olurum. Gerçi en yüksek seviye elementalleri, kirletilmiş elementalleri veya kutsal elementalleri çağırabilseydi daha ilginç olurdu… Ayrıca, başlangıçta sadece druidler tarafından kullanılmak üzere sınırlandırılmıştı. Eğer Mare’de kalmazsa, bir eşya olarak tek işlevi Hazine Salonu’nu süslemek olacaktır.”

 

Seviyeniz düşükken kullanışlı olabilirdi ama Ainz ve Mare söz konusu olduğunda kalkan olarak bile kullanılamayan bir eşyaydı. Sonuç olarak, başlangıçta onu düşük seviyeli birine vermek niyetiyle envanterinde tutmuştu.

 

“B-Bunun sorun olmayacağından emin misiniz?”

 

“Evet, benim için sorun değil. Hazine Salonu’nda tozlanmaya terk etmektense Mare’nin onu kullanması 100 kat daha değerli olacaktır.”

 

“Ço, çok teşekkür ederim! Uh, umm… peki bununla çağrılan elementaller, o kişinin büyüsü kullanılarak çağrılmış gibi mi kabul ediliyor?”

 

“Hm?”

 

“Elementalleri çağırabilen bir eşyam da var, ancak bunu kullanmadan önce ilgili elementi içeren veya ikincil elementi de içeren bir büyü yapmalısın.”

 

Başka bir deyişle, Mare eşya ile bir alev elementi çağırmak istiyorsa, önce ikincil element olarak alev içeren bir büyü kullanması gerekiyordu, örneğin [Ateş Topu], ki Mare bunu yapamıyordu.

 

“Ön koşulların büyük olasılıkla karşılandığına inanıyorum, ancak zamanımız varken neden bir kez test etmiyoruz?”

 

“Evet! Lütfen bunu yapmama izin verin.”

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.