Derebeyi Cilt 15 Bölüm 2 Kısım 3

[ A+ ] /[ A- ]

Kısım 3

 

Kara Elf köyüne doğru yola koyuldular. Elfin söylediklerine güvenerek Fenrir’in sırtında zeminde ilerlediler. Hedeflerini gökyüzünden bulabilselerdi, hiç beklemeden oraya yöneleceklerdi ama ne yazık ki Aura’nın yetenekleriyle bile keşfedememişlerdi. Ormanda ilerlerken nefes almakta zorlanıyorlardı; sanki Ainz’in suratına, yeşillikleri emen bir hava çarpıyormuş gibiydi. Ormanın kendine özgü, son derece güçlü kokusu genzinin yakıyordu. Belki de sadece Ainz’in hayal gücüydü fakat bunun Tob’un Büyük Ormanı’ndaki havadan farklı olduğunu hissedebiliyordu. Eğer sadece hayal gücü değilse, o zaman bu dünya YGGDRASIL’e benzese de büyük farklılıkları vardı ve çeşitli diğer değişikliklerle doluydu. Boş boş böyle düşünürken, bu uçsuz bucaksız dünyanın dört bir yanına seyahat etme isteği kalbini biraz olsun heyecanlandırdı. Sıradan bir insan, sallanan sarmaşıklar, yığın yığın karmakarışık ağaçlar ve daha pek çok engelle dolu Büyük Ağaç Denizi’ndeki patikasız yolda ilerlemeye kalksa, düz bir çizgide ilerlemesinin imkânsız olduğu aşikârdı. Ne olduğunu anlamadan kendilerini tamamen farklı bir yöne doğru ilerlerken bulacaklardı.

 

Adamdan duyduklarına göre, Elf köyüne yolculuk yaklaşık bir hafta sürecekti. Elfler ormanlara adapte olmuş olsalar da, bu Ağaç Denizi’nde günde 15 kilometre yol alabiliyorlarsa, iyi iş çıkarıyorlar demekti.

Köyler arasında yaklaşık 100 kilometrelik bir mesafe vardı. Ainz ve beraberindekiler bu mesafeyi yerde seyahat ederek bir saatten birazcık daha fazla bir sürede kat ettiler. Eğer etraflarını kontrol etmeleri gerekmeseydi, daha da hızlı varırlardı.

 

Fenrir işte bu kadar inanılmazdı. Fenrir’in [Orman Gezgini] yeteneği özellikle çok kullanışlıydı çünkü tüm ağaçlar, sık çalılıklar ve benzerleri sanki Fenrir’den kaçıyormuş gibi hareket ediyordu; böylece neredeyse düz bir rotada ilerleyebiliyorlardı. Fenrir’in kendisi ne kadar harika olsa da, [Orman Gezgini] yeteneği olmasaydı bu kadar kısa sürede zeminde hareket ederek bu kadar uzağa gelemezlerdi.

 

Ama—

 

“Sanırım buralarda bir yerde…”

 

Ainz’in önünde oturan Aura şaşkınlık içinde başını eğdi.

 

Elf köyleri ağaçlar kullanılarak inşa edildiğinden, ormanın ortasında bir köy bulmak oldukça zordu. Elbette, yaşadıkları köyleri inşa etmek için ağaçları kullanacak şekilde gelişmelerinin nedeni de tam olarak buydu. Etrafındaki tüm ağaçların kesildiği Elflerin Kraliyet Başkenti bunun istisnasıydı. Bununla birlikte, oldukça yetenekli bir korucu olan Aura’nın bulamayacağı kadar zekice gizlenmiş olması imkânsız olmalıydı. Buraya gelirken gözden kaçırmış olduklarına veya henüz varacakları köye ulaşmamış olduklarına inanmak zordu.

 

“Hedefimize olan mesafe konusunda yanılmadığımız sürece sorun yok. Sadece çok yaklaşırsak sorun olur.”

 

Ainz’in eli taktığı maskeye dokundu.

 

“Onlar bizi bulmadan önce bizim köyün yerini bulmamızı istiyorum. Onlar hakkında bilgiye ihtiyacım var, bu yüzden kendimizi fark edilmeyeceğimiz bir yerde gizleyeceğiz.”

 

En çok korkutan şey yanlış tarafa yönelmiş olmalarıydı. Ancak, bu konuda hiçbir endişe duymuyordu. Elbette, eğer biri ona hiç tereddüt etmeden tek bir referans noktası bile olmayan bir yere (Ağaç Denizi gibi) gitmesini söyleseydi, Ainz bunu kesinlikle yapamazdı. Elften aldığı talimatlar şöyleydi:

 

“2500 adım kadar gittikten sonra karşına kocaman bir kaya parçası çıkacak, sonra oradan üç ağacın arka arkaya durduğu yöne dönerek 3000 adım kadar ilerle.”

 

Ve bu şekilde devam etti. Ainz onun açıklamasının pek de net olmadığını düşünmüştü. Ancak Aura için öyle değildi. Elbette, Aura’nın bile zaman zaman kafasının karıştığı ve etrafı araştırmak zorunda kaldığı durumlar olmuştu ama yine de çoğunlukla kendinden emindi ve onlara buraya kadar rehberlik etmişti.

 

(Korucular her zaman bu kadar harika mıydı, yoksa sadece Aura mı harika…)

 

Cüce Krallığı’na doğru yol alırken bunu o kadar hissetmemişti ama bu yolculuk Ainz’in zihninde, yanlarında bir korucu olmadan bunun imkânsız olduğu sonucuna varmasına neden olmuştu. YGGDRASIL bile sık ormanlara sahipti ama geriye dönüp baktığında, bunlar sonuçta sadece Oyuncular için ayarlanmıştı. Gerçek bir ormanın bu kadar zorlu olabileceğini hiç düşünmemişti. Öte yandan, bu deneyimin heyecan verici olduğu da bir gerçekti.

 

(Bu geri kalmış bölgelerde… eğer herhangi yeni bir şeyler olabilirse… Bilinmeyene duyulan arzuyu tamamen anlayabiliyorum… Dünya Kaşifleri, ha…)

 

Kaşifler bu heyecanın peşinden koşanlardı. Ainz gerçek bir maceracı figürü arıyordu.

 

(Her şeyi bir kenara at ve git bu dünyayı keşfet, ha…)

 

Kendini bir kez daha böyle şeyleri düşünürken bulan Ainz başını iki yana salladı. Böyle bir şey yapmasına imkân yoktu. Bu, Nazarick’in Büyük Mezarı’nın Yüce Hükümdarı Ainz Ooal Gown için asla izin verilemeyecek bir hareketti. Ancak, belki de sadece kısa bir süreliğine de olsa buna izin verebilirdi. Nazarick’i terk etmek değil de, bu sefer yaptığı gibi ücretli bir tatile çıkmak şeklinde mesela.

 

(Hadi ama, aynı şeyi tekrar tekrar düşünüp duruyorum. Dürüst olmak gerekirse, bunun bu ağır yükten kurtulup kaçma arzusundan kaynaklanmadığını söyleyemem… Sonunda hiçbir ilerleme kaydedemeden dönüp duruyor muyum? Bir ölümsüz olduğum için mi gelişemiyorum? Yoksa sadece kendim olduğum için mi? Bunu düşündüğümde tek yapabildiğim iç çekmek oluyor… Offf. Pekala, olumsuzlukların üzerinde durmanın bir anlamı yok. Her neyse, bu sefer Aura ve Mare’yleyim ama bir dahaki sefere Cocytus ve Demiurge ile yolculuk etsem nasıl olur? O zamandan beri onları yanıma almamıştım…)

 

Ainz, Katze Ovalarında kara gemisini satın aldıkları zamanı hatırladı.

 

(Tamam! Bu karamsar düşünceleri bir kenara bırakıp olumlu düşünelim. Aynı yolculuğa bir korucu olmadan çıksaydım zor olurdu ama bilgelik ve içgörü ile bu zorluğun üstesinden gelmeye çalışmak oldukça eğlenceli olabilirdi.)

 

Bu sefer Aura’nın yanında olması sayesinde buraya kadar sorunsuz bir şekilde gelebilmişlerdi ama bunun Ainz’in hiçbir şey yapmadığı anlamına gelmesi kendisinde biraz hayal kırıklığı yaratmıştı. Elbette araya girip işleri kendisinin halledeceğini söyleyebilirdi. Bunu yaparsa, Aura muhtemelen düşünceli davranıp onun için kenara çekilirdi. Ainz bir hata yaparsa, şüphesiz onu kırmamaya dikkat ederek ona yardımcı olmanın bir yolunu bulmaya çalışacaktı. Ancak—

 

(—Ah Tanrım, bunun dışında her şey kabulümdür, lütfen. Çünkü şimdiden Büyücü Krallığı’nın yönetimine yeterince engel oluyormuşum gibi hissediyorum zaten!)

 

Sonuç olarak, istediğini elde etmesinin en iyi yolu Aura olmadan bir maceraya atılmaktı. Bu şekilde herkes beynini çalıştırabilir ve iyi vakit geçirebilirdi. Bununla birlikte, Ainz’in bu şekilde düşünmesinin tek nedeni, elbette bir macera sırasında olabilecek şeylere karşı yeteneklerine güvenmesiydi. Örneğin, bilinmeyen bir yerdeyse ve yönünü kaybetmişse, bulunduğu yerden geri gelmek için [Işınlanma] kullanabilirdi. Hatta, çalılıklardan birden garip bir büyülü canavar çıksa bile, onunla bir şekilde başa çıkabilir ve en kötü senaryoda dahi Nazarick’e geri kaçabilirdi.

 

(Maceracıları bilinmeyen diyarlara göndermek. Bu kesinlikle bir yanlış değil. Lonca ustası Ainzach bile bunu destekliyor. Ancak kendimi bir maceracı için altın standart olarak görmek akıllıca değil. Gerçekten de, Aura’nın gözlerimin önünde böyle bir yerde aktif bir rol oynadığını gördüğümde, maceracıları düzgün bir şekilde eğitmenin gerekliliğini anlayabiliyorum.)

 

Ainz maceracıların ölmesini özellikle istiyor değildi.

 

(Tob’un Büyük Ormanı’nda pratik yapıyoruz, ama…)

 

Tamamen Nazarick’in kontrolü altında olan Tob’un Büyük Ormanı ile buradaki tehlike seviyeleri birbirinden çok farklıydı. Maceracıların Tob’un Büyük Ormanı’nda deneyim kazanmaları ve final sınavını burada yapmaları kötü bir fikir olmayabilirdi, ancak bunu mümkün kılacak koşullar, Mare ile daha fazla istişare yapılmasını gerektirecekti.

 

“Uh, şey, Ainz-sama?”

 

“Hm? Oh, üzgünüm, Aura. Görünüşe göre kendi düşüncelerime dalmışım. Söyle bakalım, neye ihtiyacın vardı?”

 

“Ah, peki şimdi ne yapmalıyız?”

 

Ainz gözlerini gökyüzüne çevirdi. Dallardaki yeşil yaprakların bolluğu yüzünden gökyüzünü göremiyordu. Öte yandan, kızıla çalan güneşin yeryüzüne yaydığı ışık, saatin kaç olduğunu anlaması için yeter de artardı bile.

 

“Hmm. Daha önce yaptığımız gibi, bulunması zor ve Kara Elflerin ya da diğer akıllı yaşamın faal olduğu alandan ayrı bir yer belirleyip orada kalacağız.”

 

“Anlaşıldı! Öyleyse, lütfen bana biraz zaman verebilir misiniz?”

 

“Elbette.”

 

Ainz’in yanıtından sonra Aura çevik bir hareketle Fenrir’in üzerinden atlayıp, koşacakmış gibi hareketlenirken, Ainz aceleyle ona durması için seslendi.

 

 

 

“Bekle, Aura. Fenrir’i de yanına al. Burada beklememiz konusunda endişelenmene gerek yok. Fenrir’in yerine bir canavar çağırabilirim. Değil mi Mare?”

 

 

 

“Evet, Ainz-sama.”

 

 

 

Ainz’in arkasındaki Mare telaşla cevap verdi. O anda, Fenrir’in başından başlayarak Aura, Ainz ve Mare sırayla Fenrir’in sırtına biniyordu. Ainz ve Mare Fenrir’in varlığına minnettardı çünkü Fenrir’in algı güçlerini kullanarak kendilerine yaklaşan herkesi hissedebilirlerdi, onlar bu yeteneklerden yoksundular. Ancak, eğer durum böyleyse, Aura tek başına hareket etmek zorunda kalacaktı. Ainz gibi canavarları çağırabilseydi güzel olurdu ama Aura bu yetenekten de yoksundu. Ainz gibi canavar çağıran büyüleri olsa neyse ama Aura’nın böyle bir yeteneği yoktu. Onu bu bilinmeyen topraklara kalkan olmadan göndermekten endişe ediyordu. Bir büyülü eşyayı onun yerine kullanmak bununla başa çıkmanın bir yoluydu ama bir canavarı çağırmak için fazladan bir hareket gerektiriyordu. Zaman sınırı ve benzeri şeyleri göz önünde bulundurduğunda, bunun iyi bir hamle olduğunu düşünmüyordu.

 

(Bence bu konuda çok fazla endişeleniyorum ama Aura Fenrir’i de yanına alarak işini daha çabuk bitirebilir.)

 

Aura bir şey söylemek üzereymiş gibi görünüyordu ama onun yerine şöyle yanıtladı:

 

“Anlaşıldı.”

 

Böylece Ainz ve Mare attan indi, Aura Fenrir’den inmedi ve yola koyuldu. Bir kız ve bir kurt figürü ormandaki ağaçların arasında kayboldu ve görülemez hale geldi.

 

“Ve şimdi, Mare. Kendimizi bu bölgede olabildiğince göze çarpmayacak şekilde gizleyelim ki fark edilmeyelim. Biri bizi burada fark ederse Aura’nın tüm çabaları boşa gider.”

 

“Evet. O halde Yeşil Gizli Ev’i mi kullanacağız?”

 

“Bu iyi olur ama önce halletmemiz gereken bir şey daha var.”

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.