Derebeyi Cilt 15 Bölüm 2 Kısım 2

Çok az kişi yorumları okuduğundan buradan bazı bilgileri paylaşayım. Hayatımda oldukça fazla değişiklik oluyor.. KPSS’yi kazandım.. İş yerim deprem bölgesinde. Barınma sıkıntısı filan çekeceğim bir miktar. Bir süre bilgisayarımı yanıma almayacağım. “Herşey tamam” dediğimde veya “Bilgisayarımı yanıma almak güvenli” dediğimde ancak o zaman bilgisayarım benimle olacak. Bu süre zarfında büyük ihtimal çeviriyi yine baya geciktireceğim. Fakat bu seriyi yarım bıraktığım, çeviriye ara verdiğim anlamına gelmiyor. Kimse bana gelip “Overlord’u çevirir misin?” diye sormadı, bu benim kararımdı. Çünkü bu seriye bayılıyorum. Zaten kendimi de hiç çevirmen olarak lanse etmedim. Ben Overlord fanıyım. Kısaca merak etmeyin seri her türlü devam ediyor. Bölümler biraz geç gelebilecek olsa dahi!

 

Kısım 2

 

Büyücü Krallığı’nın uzak güney ucunda, Teokrasi’nin de güney tarafında bulunan uzanan uçsuz bucaksız ormanın tepesinde. Ainz, uğultuları bile duyulan şiddetli rüzgârların eşliğinde aşağıdaki topraklara baktı.

 

“Demek Büyük Orman dedikleri yer burası. Daha çok bir ağaç denizi gibi… Evet, Büyük Ağaç Denizi.”

 

Gece vakti olması ve altında uzanan yeşilliğin yoğunluğu nedeniyle siyaha boyanmış gibi görünüyordu. Rüzgârlar ağaç örtüsüne temas ettiğinde tıpkı denizdeki gibi dalgalar yayılıyordu. Burasının Büyük Ağaç Denizi olarak adlandırılabilecek en iyi yer olduğunu düşündü. Bu orman hem Tob’un Büyük Ormanı’ndan hem de Azerlisia Sıradağları’nın toplamından daha büyüktü. Hatta tüm Krallık’tan bile daha büyük olabilirdi.

 

(Büyücü Krallığı açısından, bundan böyle burası Büyük Ağaç Denizi’dir.)

 

Görebildiği kadarıyla, bu devasa ormanda hiçbir yer ve yön gösterici işaret yoktu. Çeşitli türler bu ormanda bağımsız uygarlıklar kurmuş, çevreyi yaşam tarzlarına uyacak şekilde değiştirmiş olmalıydı ama gökyüzünden bu değişikliklere dair hiçbir emareye rastlamadı.

 

Belki de sıkı ağaç örtüsü tarafından gizleniyorlardır. Uygarlıkları muhtemelen kendilerini gökyüzünden saklayacak şekilde gelişti çünkü uçabilen canavarlar da vardı.

 

Ancak iki şey keşfetmişti. Bunlardan biri, Elf başkentinin yeri olduğu söylenen hilal şeklindeki göldü. Büyüklüğü nedeniyle oldukça çabuk bulmuştu. Diğeri ise Teokrasi’nin bölgesinden başlayan toprak yoldu. Teokrasi ordularının ilerleyebilmesi için ormanın temizlenmesiyle yapay olarak oluşturulmuştu. Etrafındaki devasa ormanla kıyaslandığında bir iplik gibi görünüyordu ama 100 metreden daha geniş olmalıydı. En azından o genişlikte değilse, onu gökyüzünden görememesi gerekirdi. Bunun çok anlamsız bir iş olduğunu düşündü ama muhtemelen bu koskoca ormanda kendilerini güvende hissetmelerinin başka bir yolu yoktu. Bu yolu inşa etmek için gereken zaman ve emek miktarı göz önüne alındığında, Teokrasi’nin Elf ülkesini yok etme takıntısı hissedilebiliyordu.

 

(Ama ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikrim yok. Neden göze çarpan tek şey bu? Teokrasi ilerleyişini durdurdu mu?)

 

Elf köylerini yok etmek istiyorlarsa, bunu yapmanın en iyi yolu ağaçları kesmek ve ardından orman yangınları çıkarmak değil miydi? Orman tamamen kuru değildi ama aşırı nemli de değildi. Dolayısıyla, yangınları başlatırken çevrelerine dikkat ettikleri sürece Elf köylerini yok etmek kolay olmalıydı.

 

(Elfleri köle olarak almayı planladıkları için mi onları yakmaktan kaçınıyorlar? Bu durumda, teokrasi o kadar da baskı altında değil gibi görünüyor… belki de güçleri arasında oldukça büyük bir eşitsizlik vardır.)

 

Gökyüzünden yanmış orman izlerine rastlayamadı ama yerden çok yüksekte olduğu için emin olamıyordu. Aura burada olsaydı, belki fark edebilirdi.

 

(Ve şuradaki aydınlıkta Teokrasi’nin öncü kampına ait olmalı.)

 

İnsanlar karanlıkta göremedikleri için, kampları ne kadar büyükse, uzaktan görülebilme olasılığı da o kadar yüksekti. Ancak, başta gökyüzündeki konumu olmak üzere çeşitli faktörler nedeniyle, kamp ile başkent arasındaki mesafe hakkında iyi bir fikir edinmek zordu. Ormandan dümdüz ilerlemeleri halinde ordunun başkente ulaşmasının ne kadar süreceği konusunda hiçbir fikri yoktu. Ainz ihtiyacı olan her şeyi gördüğüne inanıyordu, bu yüzden [Büyük Işınlanma]’yı kullandı. Herhangi bir siper olmadan gökyüzünde kalmaya devam ederse yerden görülmesi kolaydı. Üstün görüş yeteneğine sahip pek çok insan vardı, bu yüzden gece olmasına rağmen kesinlikle dikkatsiz davranamazdı.

 

Elbette, karşı taraf onu fark ederse, binlerce metre yükseklikte olan ona ulaşamadan kolayca kaçabilirdi. Yine de buradaki varlığı hakkında başkalarını bilgilendirmenin bir anlamı yoktu. Sonuç olarak, Ainz [Mükemmel Bilinmez]’i deaktif etmedi. Ainz’in topladığı bilgiler üzerine yaptığı analizlere göre, bu dünyadaki canlı varlıkların çoğunluğu zayıftı. Bununla birlikte, hakkında hiçbir şey bilmediği alanlarda, kimsenin kendisine denk olamayacağını kesin olarak söyleyemezdi. Dolayısıyla, “belki” var oldukları varsayımıyla hareket etmeliydi. Kendisi hakkında bilgi sızdırılması halinde düşman karşı önlemler hazırlayabileceğinden, ona ait bir kozu ifşa etmek yenilgisine bir adım daha yaklaşmak demekti.

 

(Yani bir sonraki durağımız Elf başkenti olmalı.)

 

Gece geç saatlerdi. Orman karanlıktı ve çok az ay ışığı vardı ancak bu Ainz için bir sorun değildi. [Uçuş]’u kullanarak gökyüzünden alçaldı, yabani yetişen otlara basmamak için yerin hemen üzerinde süzülerek hedefine doğru ilerledi. Teokrasi ordusunun ne kadar ilerlediğinin zaten anlamıştı. Dolayısıyla Elf Kraliyet Başkenti’nde bir an önce bilgi toplaması gerekiyordu. Önündeki arazi yavaş yavaş genişliyordu. Elf evleri, Elf Ağaçları olarak bilinen kısa, sağlam ağaçlardan inşa edilirdi ve birçoğunun toplandığı Kraliyet Başkenti, bir ormanı andırıyordu.

 

Yapılar diğer Elf köylerindeki ile aynıydı ama barındırdıkları nüfus göz önüne alındığında oldukça etkileyiciydi. Belki de başkentte daha yoğunlukta oldukları içindi ama bu onu bile rahatsız edecek kadar bunaltıcıydı. Ainz, ona eski gri tonlu dünyasını hatırlattığı için bu yerden uzaklaşmak istiyordu. Neticede, Kraliyet Başkentini çevreleyen ağaçlar temizlenmiş ve geniş bir çayırlık alana dönüştürülmüştü. Bu doğal bir oluşum olmamakla birlikte, Elflerin başkentlerinin savunması için yaptığı bir şeydi. Görüş mesafesini arttırarak bir düşmanın fark edilmeden başkente yaklaşmasını zorlaştırıyordu.

 

(Ama öte yandan, bu Elf Ağacı’nın hayatta kalma stratejisi olarak da yorumlanabilir).

 

Elflerin Elf Ağaçları yetiştirmek için büyü kullandığını duyduğunda garipsememişti ama belki de Elf Ağaçları kendilerini çoğaltmak için Elfleri kullanıyordu. Elf Ağaçlarını bir tür canavar olarak hayal edebiliyordu. Zeki olup olmadıklarını görmek için muhtemelen daha fazla araştırma yapmalıydı. Ainz bunu nasıl araştıracağını ve Mare’ye emanet edip edemeyeceğini düşünürken önüne bakmaya çalıştı. Muhafızlar tetikte olmalı ve açık alanları gözlüyor olmalıydı. Büyü kullanmadan içeri girmek zor olacaktı.

 

Yine de, Aura seviyesindeki bir korucu bunu yapabiliyor olmalıydı. Yüksek seviyeli korucular siper olmadığında bile gizlenebilme yeteneğine sahipti. Aradaki seviye farkı yeterince fazlaysa, gözlemci korucunun bakışlarıyla karşılaşsa bile olağan dışı bir şey fark etmeyebilirdi. Aura’dan çok yetenekli bir korucunun gizlenme kabiliyetlerinin, yol kenarındaki bir çakıl taşından başka bir şey olmadıklarını düşündürecek kadar iyi olduğunu duymuştu ama Ainz buna şüpheyle yaklaşıyordu. Buraya gelirken Aura’nın saklanmasını sağlayarak bir deneme yapmıştı fakat Ainz, eğer ki Aura yeteneklerini artırmak için büyülü eşyalar ya da özel beceriler kullanmıyorsa onu az çok tespit edebiliyordu.

 

Bunun nedeni, Aura’nın beceri seviyesi korucu ve canavar terbiyecisi arasında bölünmüş olması ve Ainz’in seviyesi çok yüksek olduğu için temel istatistiklerinin de fazla olmasıydı. Ainz, Aura’nın bahsettiği şeyleri bizzat deneyimleyemediği için pişmanlık duyuyordu. Bunun yanı sıra, Ainz büyü kullanmadan Kraliyet Başkentine sızmak için gerekli gizlilikten yoksundu. Bu yüzden [Mükemmel Bilinemez] büyüsünü yaptı, ayrıca üstünde illüzyon büyüsü de kullanarak bir elfe dönüştü. Bu dünyadaki ortalama bir bireyin gücü göz önüne alındığında [Mükemmel Bilinemez]’i aşmak zor olsa da, tıpkı gökyüzünde uçarken olduğu gibi yine de temkinli olmak zorundaydı.

 

Bu yüzden bir illüzyon oluşturacak kadar abartmıştı. Bu dünyanın eşsiz yetenekleri ve becerileri hakkında bilinebilecek her şeyi öğrendiğini bir an bile düşünmemişti. Nihayetinde Ainz’in bilgisi Yggdrasil’de geçirdiği zamandan geliyordu ve o bile dört dörtlük değildi. Diğer tarafın da tıpkı Ainz’in yaptığı gibi görünmezliğin arkasını görebilmek için daima bir yetenek kullandığını varsaymalıydı. Ainz, gizlilik donanımının bir parçası olarak Ghillie-Ghillie Mantle adlı büyülü bir eşya giyiyordu. Kendini gizlilik katmanlarıyla kaplamasına rağmen, keşfedilmesi halinde düşmanı kandırmak için de önlemler planlamıştı. Sonuçta kimse asla yeterince tedbirli olamazdı.

 

(Hadi başlayalım.)

 

Orman ile çayırlık arasındaki sınıra ulaştıktan sonra —daha ileride saklanacak bir yer yoktu— Ainz başkenti gözlemlemeye başladı. Elflerin, Kraliyet Başkentini çevreleyen ağaçlardan oluşan dış çemberi birbirine bağlayan köprüler üzerinde devriye gezdiğini görebiliyordu. Bunlar muhtemelen bir şehrin surlarına eşdeğerdi, köprüler de söz konusu surların üzerindeki dikkat çekici unsurlardı. Onun [Mükemmel Bilinemez] yeteneğini görecek becerileri mi yoktu yoksa sadece dikkat mi etmiyorlardı bilmiyordu ama askerler onu fark etmiş gibi davranmıyordu. Eh, gizli kalmak için bunca zahmete katlanıyordu. Onu bu kadar çabuk bulmayı başarsalardı utanç verici olurdu.

 

Ainz, askerlerin kendisini görmeyeceğinden emin olduktan sonra bir parşömen çıkardı. Parşömeni tam etkinleştirirken durakladı, tereddüt etmişti . Tekrar başladı ve tekrar durakladı. Buraya gelmeden önce bunu kullanacağına dair kendine söz vermişti ama bunun bir kayıp olduğunu düşünmeden edemiyordu. Ne zaman aklından daha iyi bir yol olması gerektiğine dair bir düşünce geçse, parşömeni aktive etmekte tereddüt ediyordu. Hayatı için savaşıyor olsaydı tereddüt etmezdi ama o kadar ciddi bir durumda olmadığı gerçeği tereddütlerinin kaynağını oluşturuyordu. Bir süre sonra Ainz kafasını toparlamayı başardı ve nihayet parşömeni etkinleştirdi. Eğer bir şey düşünseydi yine tereddüt ederdi. Etkinleştirilen büyü [Tanrı’nın Gözü] idi.

 

Görünmez ve soyut bir göz yaratan 9. kademe bir büyü. Kertenkeleadamlarla karşılaşmasından bu yana muhtemelen ilk kez kullanıyordu. [Uzaktan Görüntüleme]’den çok daha geniş bir menzile sahipti ve duvar gibi engelleri de aşabiliyordu. Bu büyü casusluk için mükemmel olsa da, nihai olarak en iyisi değildi. Görünmez olsa da, ikinci kademe tespit büyüleri onu kolayca tespit edebilirdi. Ayrıca, cisimsiz olmasına rağmen, bir saldırıda yok edilirse büyüyü yapan kişi geri bildirim olarak hasar alırdı.

 

Bu aynı zamanda kehanet yeteneği olarak kabul edildiğinden, rakip kehanet karşıtı önlemlerle yerini bulabilir veya herhangi bir otomatik savunmayı tetiklerse bir saldırı kendi üzerine gelebilirdi. Asıl sorun, bu gözün kendisinin herhangi bir HP’ye sahip olmaması ve ayrıca Ainz’in seviyesini, savunmasını kullanamamasıydı. Yine de, oraya gidip doğrudan gözlem yapmaktan çok daha iyi olduğu için duruma göre faydalı olabiliyordu. Göz sabit bir hızda uçtu —ama o kadar yavaştı ki Ainz biraz sabırsızlanmıştı— ve sonunda şehrin surlarına ulaştı. Yaylarla donatılmış üç Elf muhafızı bir ekip olarak devriye geziyordu ama kimse yaklaşan [Tanrı’nın Gözü]’nü fark etmedi.

 

(Görünüşe göre burada hiç kimse görünmezlik karşıtı yeteneklere sahip değil… ama Elfler arasında bu tür yeteneklere sahip sınıfı olan kimse olmadığından emin olamıyorum.)

 

Eğer gözü fark ettilerse, görmezden gelmeleri için bir neden yoktu, bu yüzden haklı olmalıydı. Yine de dikkatsiz davranmamalıydı çünkü bu onların daha önce bilinmeyen bir yerdeki ilk istihbarat toplama göreviydi. Ainz’in [Tanrı’nın Gözü] yürüyüş yollarının altından geçerek başkente girdi. Şehre girdikten sonra gözü hızla geriye döndürdü ve daha önceki üç muhafızın karşısına getirdi. Görünüşe göre bir şeyler konuşuyorlardı ama hala gözü fark etmemişlerdi.

 

“Fiyuuv. Her şey yolunda.”

 

Ainz rahat bir nefes aldı. Nazarick’inki gibi lonca üslerinde, işgale uğradıklarında devreye giren ve belirli büyü türlerini zayıflatan veya etkisiz hale getiren tuzaklar bulunurdu. Örneğin, [Görünmezlik]’i bozabilir, kutsal elementin gücünü azaltabilir ve benzeri şeyler yapabilirlerdi. Ainz Elf şehrinde böyle tuzaklar olup olmadığını kontrol etti. Şehrin önemli görünen yerlerini iki kez kontrol etmesi gerekecekti, ancak sıradan yerlerde bir soruna yol açacak birşey görünmüyordu. [Mükemmel Bilinemez]’i korumak için de çok fazla zaman harcamak istemiyordu. Bundan sonra elinde kalacak mana ile çok fazla yapabileceği bir şey olmayacaktı. Ainz gözün bakışlarını yavaş yavaş şehrin derinliklerine doğru yönlendirdi. Dükkânlara benzeyen ağaçlarda yaşayan Elfleri arıyordu. Burayı sıradan bir şehir olarak düşünürse, dükkânların ulaşılması kolay bir yerde kümelenmiş olması gerekiyordu. Ellerinde envanter bulundurmak zorunda oldukları göz önüne alındığında, daha büyük ağaçlarda olmaları şaşırtıcı olmazdı. Ainz bir süre sonra sessizce mırıldandı.

 

“—Onları bulamıyorum!”

 

Binlerce ağaçtan oluşan bu şehir çıplak gözle bakıldığında bir ormandan başka bir şeye benzemiyordu. Gece olduğu için tabelaya benzer bir şey bulamamıştı ve ağaçların üzerinde de hiçbir isim levhası yoktu. Hiçbir ayırt edici özelliği olmayan sıra sıra ağaçlardan başka bir şey göremiyordu. Baktığı ağacın az önce gördüğü ağaçla aynı olmadığından emin bile olamıyordu. Eğer burası bir insan şehri olsaydı, iki yanında dükkânlar olan bir ana cadde olurdu. Dükkânlar ana meydanın etrafında bir daire şeklinde de sıralanabilirdi. İlk bakışta böyle bir yer bulamamıştı.

 

Şimdiye kadarki tecrübesi işe yaramaz hale gelince, sezgilerine güvenmekten başka çaresi kalmamıştı. Burası bir ziyaretçiye kucak açacak bir şehir değildi. Böyle bir yerde kişinin hedefini bulması zordu… hayır, hatta, imkânsızdı. Bununla birlikte, her şeyi bugün halletmek zorunda değildi. Acele etmemeli, daha ziyade yavaş ve ihtiyatlı bir şekilde ilerlemeliydiler. Yine de Ainz bundan sonra bir süre daha aramaya devam etti. Zaten [Tanrı’nın Gözü]’nü etkinleştirmişti, bu yüzden süresi dolana kadar kullanabilirdi. Uzun arayışından sonra Ainz sadece iç çekebildi.

 

(—Bölgenin sakinleri uyurken aynı şeyi tekrar yapmanın bir faydası yok.)

 

Plansız hareket etmemeliydi. Hâlâ riskli olsa da sabah aramaya geri dönmeliydi. Orada yaşayanların nasıl hareket ettiğini gözlemleyerek muhtemelen bir ipucu elde edebilirdi. Bunu yapmazsa hedefine ulaşmasının ne kadar süreceğini bilmiyordu. Bu yüzden Ainz rastgele bir yer seçti ve [Tanrı’nın Gözü]’nü içeriye gönderdi. Elfler evlerinin girişlerinde dolaşmak için ağaçların arasındaki yürüme yollarını kullanıyorlardı ve bu da bir insan evinin birinci ya da ikinci katına tekabül ediyordu. Bu yüzden birinci kattan içeri sızmaya karar verdi. Bu, bir hırsızın çekmeceleri karıştırmasıyla mantıken aynı şeydi. İkinci kattan başlamak kötü bir duruma yol açabilirdi. Duvarı geçtikten sonra, [Tanrı’nın Gözü] üçüncü katta uyuyan elfleri bulana kadar yukarı uçtu. Orada uyuyan bir baba, anne ve iki erkek çocuk vardı. Bu ev bir aileye ait gibi görünüyordu.

 

(Daha önce duymuştum ama… ne kadar ilkel bir yaşam tarzı…)

 

Dördü de görünüşte bir yatak odası olan yerde toplanmış çok sayıda yaprak üzerinde mışıl mışıl uyuyordu. İnsan köylerinde de şilte olarak kurutulmuş ot kullanılıyordu, yani bu da ona benziyordu. Nazarick’teki elflere göre, normal bir Elf yatak odası böyle görünüyordu. Çok sayıda yaprak toplamak çok çaba gerektirmesine rağmen, uzun süre sorunsuzca kullanılabiliyorlardı. Böcekler tarafından ısırılma meselesini sorduğunda, bunun olmasını engellemek için yapraklara bir büyü yapıldığını söylediler. Ainz onları izlerken, ikisi de erkek olan çocuklar yavaş ve sakin nefesler alarak huzur içinde uyuyorlardı.

 

(Uyku, ha… eskiden nasıl hissettiriyordu?)

 

Uzun zamandır bu bedendeydi. Bu bedenin üç temel ihtiyaçtan yoksun olması ve acıya karşı duyarsızlığı muhtemelen şimdiye kadar çökmemesinin nedenleriydi ama yine de bu konuda kendini suçlu hissediyordu. Böyle güzel uyuyan yüzler gördüğünde nostaljik ve kıskanç hissediyordu. Hele lezzetli yemekler gördüğünde daha da çok.

 

(Şu işe bak…)

 

Ainz omzunu silkti ve [Büyük Işınlanma] özelliğini etkinleştirerek sarmaşıklardan yapılmış büyük bir perdenin önüne geldi. Ormanda sarmaşıklardan yapılmış bu tür perdeler görmek alışılmadık bir durum değildi, ancak yakından bakıldığında küçük bir kulübenin arkasına akıllıca gizlendiği fark edilebilirdi. Son birkaç gündür, partilerinin geçici üssü büyülü bir eşya tarafından yaratılan Yeşil Gizli Ev olmuştu. Yeşil Gizli Ev’in yanında oturan Fenrir yavaşça ayağa kalkarak evi kokladı, hırladı ve Ainz’e doğru baktı, hayır, ters ters baktı. Ancak, baktığı yer biraz sapmıştı.

 

O zamanlar Aura gibi Fenrir bile [Mükemmel Bilinemez] tarafından gizlenen birini tam olarak hissedemiyordu. Bununla birlikte, Ainz [Mükemmel Bilinemez]’i sürdürürken onu hissedebildiği için övülmeliydi. Ainz büyüyü iptal etti. Fenrir başını eğdi, öncesinde Ainz’i göremediği için yüzünde bir üzüntü ifadesi vardı. Fenrir, iletişim kuramamasına rağmen oldukça zekiydi. Başını eğme eylemi içgüdüsel değildi ama Ainz’den özür dilediğini açıkça ifade ediyordu. Ancak Ainz Fenrir’in suçlu olduğunu düşünmüyordu. Onun bakış açısına göre, kendisi sadece beklenmedik bir anda ortaya çıkmış, bilinmeyen bir davetsiz misafirdi.

 

Bu, efendisini koruyan bir muhafızın doğal tepkisiydi; öyle olmasaydı daha ziyade sorun olurdu. Her zamanki Hanzolar yerine bu sefer beraberinde sadece bu Fenrir’i getirmişti. Ainz yanına çok sayıda üst düzey ast alacağını belirtmesine rağmen, birkaç nedenden ötürü sözünü tutmamıştı. İkizlere arkadaş bulma planının nasıl işleyeceğini kestiremediği mevcut durumda, mümkünse başkalarına bilgi sızmasını istemiyordu. Ve bir başka sebep daha vardı. Shalltear’ın beyin yıkama olayından sonra artık Muhafızların tek başlarına dışarı çıkmalarına izin vermiyordu. Ama sonuç ne oldu?

 

Nazarick o zamandan beri daha hareketli hale gelmesine rağmen, düşman yeniden ortaya çıkmadı. Sonuçta Ainz kılığına filan Pandora’nın Aktörü tek başına göründüğünde, yemi yutan tek kişi Riku Agnesia adında platin zırhlı bir adamdı. Sanki Shalltear’ın beynini yıkayan düşman hiç var olmamış gibiydi. Bu nedenle, belki de düşman Hanzoların varlığını tespit etmenin bir yolunu bulmuştu, çünkü etrafta hiç Hanzo yokken Riku ortaya çıkmıştı. Belki de bu Dünya Sınıfı bir Eşya’nın yeteneğidir. Ya da belki bir becerisi vardır. Sonuç olarak, Hanzoları yanında getirmeyerek riskli bir deney yapıyordu. Albedo’yu bu konuda bilgilendirmişti ama Ainz bile mantığının hatalı olduğunu görebiliyordu. Albedo’nun gülümseyerek yaptığı konuşmadan dolayı onu ikna edebildiğini düşünüyordu ama bu durum onun gerçekten ikna olup olmadığından şüphe etmesine neden oluyordu. Belki de döndüğünde onunla konuşması iyi olacaktı.

 

“—İyi iş çıkardın.”

 

Ainz, Fenrir’i kısa  ve biraz da kasvetli bir şekilde selamlayarak yanından ayrıldı. Sonra Yeşil Gizli Ev’in, orada olduğunu bilmedikleri sürece kimsenin fark etmeyeceği kadar iyi gizlenmiş olan kapısını biraz itti. Kapı yerinden bile oynamamıştı. Ne yazık ki bu büyülü eşyanın bir anahtar deliği olmadığı için (Epignoi gibi bir şeyle zorlanarak açılabilse de), kilitlendikten sonra içeriden biri tarafından açılması gerekiyordu. Ainz kapıyı çaldı. İçerideki kişi kapıyı yarı saydam hale getirerek Yeşil Gizli Ev’den dışarı bakabiliyordu. Birkaç dakika sonra kapının kilidinin açıldığını duydu. Sonrasında kapı açıldı.

 

“Evinize hoş geldiniz!”

 

“Ho-hoş-gel-geldiniz… evinize…”

 

Enerjik bir şekilde cevap veren kişi Aura’ydı. Mare yavaşça arkasından geldi, gözleri tamamen uykulu bir şekilde kapalıydı. Her ikisi de pijamalarını giymiş ve Mare’nin başında uyku gözlüğü vardı. Elbette, şu an ki saat göz önüne alındığında, bu uygun bir görünümdü.

 

“İkinizi de geç saate kadar ayakta tuttuğum için özür dilerim.”

 

İç mekân aydınlıktı ve dış görünüşünün gösterdiğinden çok daha büyüktü. Kapıdan doğrudan oturma odasına girebiliyor ayrıca oradan mutfağı ve diğer odaları da görebiliyordunuz. Ayrıca tek tek odalara bağlanan dört kapı daha vardı.

 

“Hayır, hayır, geç kalabileceğiniz konusunda bilgilendirildiğimizde daha fazla zaman almasını bekliyorduk.”

 

“Ben de öyle düşünmüştüm, ama… burada dururken konuşmayalım. Şuraya oturalım.”

 

Aura’ya uyumaya gidebileceğini söylemek istiyordu. Ama elinde az miktarda bilgi olsa bile bunu onlarla paylaşmalıydı. Ainz’in hafızasına pek güveni yoktu, bu yüzden bunu mümkün olan en kısa sürede yapmak en iyisiydi. Onları kendi bencil nedenlerini kabul etmeye zorladığı için biraz suçluluk duysada, gördükleri hakkında konuşmak için onları oturma odasına davet etti. Sandalyelerde otururken, gözleri yarı kapalı bir şekilde başını arkaya yaslamış olan Mare’nin aksine Aura’nın pür dikkat kesildiğini fark etmişti. Mare, uykuya dalma sürecindeymiş gibi görünüyordu. Ainz onları daha önce uyuyan çocuklarla karşılaştırdığında kendini daha da suçlu hissetti.

 

(Uyumadığım için uykuya ihtiyacı olanları düşünmüyor olabilir miyim? Bu hiç iyi değil.)

 

“Neden Mare’nin uyumasına izin vermiyoruz? Ona konuşmamızdan sabah bahsetmenin bir zararı olmaz.”

 

“Tanrım…”

 

Aura, Mare’nin kafasına vurdu.

 

“Uyan artık. Ainz-sama’ya karşı kaba davrandığının farkında mısın?”

 

“Ha~ Ah, tekrar hoş geldiniz.”

 

Mare hafifçe eğildi. Ainz bunu zaten daha önce yaşamış oldukları gerçeğiyle alay edemezdi.

 

“Ahh, bu çocuk.”

 

Aura, Mare’nin tavırları karşısında öfkelenmeye başlamıştı.

 

“Birini uyanık kalmaya zorlamak iyi bir fikir değil. Yarınki operasyonu etkileyebi—”

 

Ainz aniden sustu, YGGDRASIL’de ki günlerini hatırladı. Uykusuzluğun elbette ofis işlerini etkilemediğini varsayıyordu ama durum böyle miydi? Ayrıca bunu başkalarının rahatlığı için yapmak zorunda kaldığınızda değil de kendi eğlenceniz için yaptığınızda durum farklıydı.

 

Ainz—Suzuki Satoru patronu yüzünden geç saatlere kadar çalışmak zorunda kalmaktan yakınırdı.

 

Her şeyden önce, çocukları yetişkinlerle kıyaslamamalıydı. Bununla birlikte, 100. seviye bir NPC’nin şaşırtıcı fiziksel yeteneğine sahip bir çocuğu Suzuki Satoru gibi sıradan bir yetişkinle kıyaslamakta yanlış kabul edilebilirdi. İkisi de bakışlarını, uyku sersemliğinden yarı kapalı gözleriyle onlara dik dik bakıyormuş gibi görünen Mare’ye çevirdi. Mare’nin başı aniden kayarak paniklemesine ve gözlerini kocaman açmasına neden oldu. Daha sonra başını tekrar önceki pozisyonuna geri getirdi. Neredeyse sınırına gelmişti.

 

“—Tamam… Öyleyse bu şekilde yapalım. Mare şimdi uyuyabilir, böylece yarınki işi olumsuz etkilenmez. Eğer onu zorla uyanık tutarsan, duyuları körelebilir ki bu iyi bir şey değil. Söylediğim gibi burada neler konuştuğumuzla ilgili sabah onu bilgilendirebilir misin?”

 

Ainz’in emirlerine hemen itaat etmesi gerekirdi. Bunun yerine, sanki Mare’nin davranışının bir Muhafız için uygunsuz olduğunu düşünüyormuş gibi yüz ifadesi karmaşık bir hal almıştı. Ama sadece kısa bir an için. Sonrasında sanki az önce zihninde kendini ikna etmişçesine derin bir şekilde eğildi.

 

“Anlaşıldı. Mare’yi hemen odasına geri götüreceğim… ayakta durabilir misin?”

 

“Ha, haaa?”

 

Aura’ya anlaşılır bir şekilde cevap bile veremediğine göre ayakta durması söz konusu olamazdı.

 

“—Hmmm. Bırak ben taşıyayım.”

 

Aura bir şeyler söyleyecek gibi oldu fakat Ainz onu görmezden gelerek ayağa kalktı ve Mare’yi kollarına aldı. Mare’yi nispeten hafif bulmuş olabilirdi çünkü üzerinde sadece minimal düzeyde kıyafet vardı, pijamalarını giyinmişti. Ama hayır, normal çocuklar muhtemelen ancak bu kadar ağır olabilirdi.

 

(Tam teçhizatlı olsaydı daha zor olurdu ama o zaman bile onu taşıyamayacak değildim ya… Bu şey çok büyük… muhtemelen Muhafızların en ağır ekipmanı.)

 

[SesiBüzüşesice Notu: Muhtemelen Mare’nin asasından bahsediyor burda..]

 

İki eli de dolu olduğundan —istese onu tek eliyle de taşıyabilirdi— kapıyı açması için Aura’nın önden gitmesine izin verdi. Mare’nin odasına girdi ve onu yavaşça yatağa bıraktı. Mare çoktan gözlerini kapatmış, yavaş ve sakin bir şekilde nefes alıyordu. Muhtemelen Ainz’in kollarındayken uyumaya başlamıştı. Ainz gürültü yapmamaya özen göstererek sessizce odadan çıktı. Aura da bir Korucu’dan bekleneceği üzere onu daha da sessiz bir şekilde takip etti. Her ikisi de oturma odasına geri dönüp yerlerine oturdular. Aura hemen başını eğerek konuşmaya başladı:

 

“Ainz-sama bu kadar yoğun çalışırken dinlendiğimiz için lütfen bizi affedin. Mare adına içtenlikle özür dilerim. Bir Muhafız olarak onun iş ahlakı konusunda kızgın ve endişeli olmakta haklısınız, ancak sizi temin ederim ki geceleri yapmamız gereken bir iş varsa, genellikle uyku ihtiyacımızı ortadan kaldıracak eşyalar kuşanırız ve bizden böyle pasaklı bir görünüm görmezsiniz. Bugün bunu neden yapmadığımızı soracak olursanız, savaş gücümüzü biraz azaltacağından diyebiliriz çünkü o tip eşyaları kuşanmak savaş odaklı ekipmanlarımızı çıkarmamız anlamına geliyordu. Bu yüzden eşyayı takmamaya karar verdik çünkü Ainz-sama’yı korumak için nöbet tutuyor olacağız…”

 

Aura birden açıklamaya başlamıştı. Alışılmadık konuşma tarzından endişeli olduğunu anlayabiliyordu.

 

“Hayır, hayır, o kadar endişelenmenize gerek yok. Sonuçta buraya tatile geldik. Uyumakta yanlış birşey yok. Daha da önemlisi, ya sen Aura? Uykulu hissetmiyor musun?”

 

“Ah, hayır, size asla böyle uygunsuz bir görünüm sergilemem-”

 

“—Çok katı ve çok gerginsin. Hiç de kızgın değilim. Aksine, Mare’nin farklı bir yönünü gördüğüm için memnunum. Sizler benim yanımda hep çok resmisiniz. Şimdi diğerlerinin normalde nasıl davrandığını çok merak ediyorum — mesela Cocytus?”

 

“Onun bildiğiniz Cocytus’tan pek bir farkı yok.”

 

Aura’nın yüzü her zamanki haline geri dönmüştü.

 

“Anlıyorum. Öyleyse, o yalnızken [Mükemmel Bilinemez] kullanarak gizlice bir göz atmalı mıyım?”

 

Ainz belli belirsiz tebessüm etti —her ne kadar yüzü bunu göstermese de sesi muhtemelen duygularını yansıtıyordu— ve Aura da muzip bir gülümsemeyle ona katıldı.

 

“Peki o zaman, uyumak istemediğine emin misin?”

 

“Genelde bu saatlerde uyanık olurum, o yüzden kendimi pek uykulu hissetmiyorum.”

 

Ona göre, canavarlarıyla oynamak için gece geç saatlere kadar ayakta kalması yaygın bir durummuş. Canavar terbiyecileri bu oyunu atlarsa, canavarların strese gireceği ve tam potansiyellerini gösteremeyecekleri mantıklıydı. Bununla birlikte, uyuyarak geçirdiği zamanı azaltmıyordu. Sadece bütün gece uyanık kaldıktan sonra gün boyunca geç saatlere kadar uyuyordu. Yani gece vardiyasına benzer bir sistem uyguluyordu. Bu arada, ikizlerden herhangi biri Nazarick’in dışına çıkmak zorunda kalırsa, uykudan kaçınmak ve uyanık kalmak için daha önce bahsedilen eşyayı kullanıyorlardı.

 

(Ehh—Bu konuda ne yapmalıyım? Sorumlu kişilerin çok çalışıyor olması doğal ancak uykuya ihtiyaç duyan ırkların uyuması daha iyi olmaz mı? Özellikle de büyümek için yeterli uykuya ihtiyaç duyan çocukların. Belki de bu konuyu Albedo ile konuşmalıyım… ama bu başka bir hikaye!)

 

Ainz kısa bir nefes aldıktan sonra Büyük Ağaç Denizi’nde gördüğü Teokrasi kampından bahsetti ama ne kadar askerleri olduğunu ya da Elf başkentinden ne kadar uzakta olduklarını anlayamamıştı. Ordularının hâlâ ilerlemekte olduğunu bilmek yeterliydi. Ainz’in şu anki görevi Teokrasi ile çatışmayı içermiyordu. Sonra daha önemli bir konu olan Elflerin Kraliyet Başkentini keşfetme konusuna geçti. Olan biten her şeyi gördüğü gibi anlattı. Bu tür konuları gizlemek anlamsızdı. Bazen bazı imkansız şeylerle karşılaştığında dürüst olmak zorundaydı. Ayrıca, Aura (o) ikisinden farklıydı.. Belki de onun sözlerini olduğu gibi kabul edecek ve nasıl ilerlenebileceği konusunda ona daha iyi tavsiyelerde bulunacaktı.

 

“Öyle mi…”

 

Aura onun açıklamasını duyunca hafifçe başını salladı.

 

“Bu durumda, Ainz-sama’nın da düşünebileceği gibi, gün boyunca onlara gözlemlemeliyiz.”

 

“Ahh. Öyle yapmaya niyetliyim ama siz ikiniz o süre zarfında ne yapacaksınız?”

 

“Bu konuyla ilgili olarak… ben… gizlice içeri sızmasam daha iyi olur sanırım?”

 

“Haklısın. Keşfedilme ihtimalinin çok düşük olduğuna inanıyorum ama emin olmak için elimizde yeterli bilgi yok. Mevcut durumda, gerçekte kim olduğumuzu belli etmemek en iyisi olur.”

 

“Bu durumda, yarın Mare ile görevi hakkında konuşacağım. Ancak ben Ainz-sama ile çalışmak istiyordum. Elflerden herhangi bir iz olup olmadığını görmek için şehrin çevresine bakmama ne dersiniz?”

 

Ainz başıyla onayladı. Eğer mallar Kraliyet Başkentine taşınıyorsa, ne kadar zayıf da olsa geride bir tür iz bırakılmalıydı. Yoğun olarak kullanılan patikalar da normal yollardan farklı değildi. Onları bulmakta başarılı olurlarsa, yolun diğer ucundaki Elf yerleşimlerini de bulmayı bekleyebilirlerdi. Elbette tüm bunlar Elflerin [Orman Gezgini] tarzı bir şey kullanmadıkları varsayımına dayanıyordu ama Aura’nın önerisi çok zekiceydi. Ainz’in bu konuda endişelenmesi için hiçbir sebep yoktu.

 

[SesiBüzüşesice Notu: ‘Orman Gezgini’ derken kısaca ağaçlar üzerinde seyahat etmiyorlarsa anlamına geliyor.. Direk olarak çevirmiş olsaydım eğer ‘Ağaç Yürüyücüsü’ demek zorunda kalırdım. Fakat ‘Orman Gezgini’ kulağa daha hoş geliyor.]

 

“Bu harika bir fikir. Çevredeki tüm alanları araştırmak… büyük olasılıkla bir günden az sürer. Arkalarında bırakmış olabilecekleri izleri bulmak için Mare ile birlikte çalışın. Sana güveniyorum.”

 

“Tamam! Anlaşıldı!”

 

“Öyleyse, yarın öğlen biraz daha istihbarat toplayacağım — aslında saati göz önünde bulundurursak bugün.”

 

“O zaman araştırmayı da gece yapacağım çünkü gündüz fark edilmenin daha kolay olduğunu düşünüyorum.”

 

“Umu, bunu sana bırakıyorum. O zaman biz de yatmaya gidelim. İyi geceler, Aura.”

 

“Tamam. İyi geceler, Ainz-sama.”

 

Ainz, Aura ile birlikte ayağa kalktı. Aura’dan farklı bir yöne giderek kendisine tahsis edilen odaya girdi ve yatağa uzandı. Ancak Ainz bir namevt olduğu için uyumasına gerek yoktu. Daha sonra eşya kutusundan bir kitap çıkardı. Bu çokça okuduğu yönetim kitaplarından biriydi ve başlığı “Nasıl İyi Bir Lider Olunur?” idi. Dürüst olmak gerekirse, bu kitapları okumanın kendisine yardımcı olduğunu düşünmüyordu ama hiç okumamaktan daha iyiydi. Ainz sayfaları çevirmeye başladı.

 

///

 

Ainz bir süre şaşkınlık içinde kalmıştı. İlk gece ve ikinci günün öğleninde, iki değerli parşömeni sızma için israf etmişti. Ancak nihayet üçüncü günün öğle saatlerinde önemli bilgilere ulaşabilmişti. Yinede gördüğü tek şey dükkânların bulunduğu ağaçlardı ama nihayetinde bu başkentin düzeni hakkında bir fikir edinmesini sağlamıştı. Diğerleri bunu küçük bir adım olarak görebilirdi fakat Ainz bunu oldukça önemli bir ilerleme olarak görüyordu.  O kadar sevinmişti ki duygularını bastırması tetiklenmişti. Sonuç olarak, bu fırsatı heba etmemeye karar verdi. Ainz dükkana giden yolu hafızasına kazıdı. O noktadan sonra geri çekildi. Büyünün hâlâ bir süre daha aktif kalabileceği süresi vardı.

 

Son derece meraklı hissetmesine, [Tanrı’nın Gözü]’nü kraliyet sarayı olan geniş ve büyük ağaca gönderip içeri bakmak için duyduğu güçlü arzuya rağmen kendini tutmayı başardı. İnsan uygarlıklarında krallar her zaman en güçlü varlıklar değildi. Bunun büyük olasılıkla iki nedeni vardı. Birincisi, insanlar daha iyi kararlar verebilenler yerine en güçlüleri takip ederlerse insanların gelişmesinin zor olacağıydı. Bu, daha zayıf ama daha kalabalık olan ve diğer ırklar için avdan başka bir şey olmayan bir türün hayatta kalma stratejisiydi. Bir başka neden de nispeten daha güvenli bölgelerde yaşamalarıydı. Bu, Krallık, İmparatorluk ve Kutsal Krallık’a özgü bir durumdu. Bununla birlikte, diğer ırklarla kılıçların çarpışmasının gerekli olduğu bir coğrafyada, en güçlü olanın kral olması doğaldı.

 

Elf kralı da muhtemelen güçlü bir kişiydi. Bu durumda dikkatli olmalıydılar; bunca zahmete girdikten sonra anlamsız bir tehlikeye davetiye çıkarmamaları gerekiyordu. Şimdiye kadar bu dünya hakkında çeşitli bilgiler toplamıştı ama henüz kendisiyle boy ölçüşebilecek ve canavar olmayan güçlü bir varlıkla karşılaşmamıştı. Riku adındaki o gizemli savaşçıyla tanışmasaydı belki de dikkatsiz davranacak ve Elf kralına tepeden bakacaktı. Fakat Riku’yla tanışmak onu her zamankinden daha temkinli hale getirmişti. Gözü kapattıktan sonra [Büyük Işınlanma] büyüsünü yaptı.

 

Ainz üslerine geri döndü ve ondan daha önce geri dönen iki ikisiyle (ki Mare’nin gözleri bu kez tamamen açıktı) bulduğu bilgileri paylaştı. Elflerin seyahat etmek için ağaçları kullandığını fark etmeden önce iki günü de boşa harcamalarına rağmen, sonunda birden fazla patika bulmayı başardıkları konusunda bilgilendirildi. Bu yollar üzerindeki en yakın yerleşime olan uzaklığa bağlı olarak, buldukları patikaları araştırmak değişen süreler alabilirdi. Ainz, bu yolları araştırmaya karar verirlerse Elfler tarafından görülme endişesini dile getirdi. Buna karşılık Aura, Fenrir ile birlikte yol boyunca yerde seyahat edeceklerini söyledi. Ormanın içinde kalırlarsa fark edilmeyeceklerinden emindi.

 

Bundan o kadar emindi ki Ainz’in endişelerinin yersiz olduğunu düşünmesine neden olmuştu. Yine de Ainz şimdilik buna izin vermedi. Bunun yerine, onlardan bir süre daha beklemelerini istedi. Muhtemelen bugün bazı faydalı bilgiler edinebilecekti. Böylece üçüncü günün gecesi oldu. Ainz, Elf kraliyet başkentine bir kez daha yaklaşabilmek için [Mükemmel Bilinemez]’i kullandı. Doğal olarak daha önce hiç bulunmadığı farklı bir noktadan sızmıştı. Önceki sızmalarında Elfler arasındaki zeki bir korucunun fark edemeyeceği herhangi bir iz bırakmadığını garanti edemezdi. Geride iz bırakmamak için her zaman [Uçuş] kullanarak hareket ederdi ama bu sadece gizlilik ve arama konusunda uzman olmayan Ainz’in bakış açısına göre fazladan güvenlik oluşturuyordu. Buraya gelirken herhangi bir dalı kırmadığını ya da yaprakların garip yönlere eğilmesine neden olmadığını söyleyecek kadar kendinden emin değildi.

 

(Dürüst olmak gerekirse, bazen neden bu kadar temkinli davrandığımı merak ediyorum… ama yakınlardaki Elf köylerinin gizemli bir varlığın etrafta dolaştığından şüphelenmeye başlaması pek hoş olmazdı. Özellikle de Teokrasi tarafından yakalanıp bu bilgi onlara sızdırılırsa çok daha kötü olur.)

 

Bu gizemli varlığın Büyücü Krallığı’yla bağlantılı olabileceğini düşünmesi pek olası değildi ancak Teokrasi’ye yakınlarda üçüncü bir grup olduğu bilgisini vermek felaket olurdu. Ayrıca Teokrasi’nin bu bilgiye nasıl tepki vereceği konusunda da endişeliydi. Beklenmedik tepkileri planlarını alt üst edebilirdi.

 

(Bunu şimdi durdurup Albedo ve Demiurge ile konuşmanın bir zararı olmaz, ancak bunu yapmak Aura ve Mare’nin arkadaş edinmesi için yaptığım planları tehlikeye atar.)

 

Sonuç olarak, Ainz’in tek seçeneği mümkün olduğunca temkinli olmaktı. Ainz hızla bir parşömen çıkardı ve etkinleştirdi. Tereddüt etmemişti çünkü bu sefer somut sonuçlar alacağından emindi.

 

“Güzel!”

 

Ainz, [Tanrı’nın Gözü] ile hedefin Elf Ağacı’na girdiğinde sesleri dinlemeye başladı. Hedefi yaprak yığınının altına yatmış, derin bir uykudaydı. Bu bir erkek elfti. Elfler temelde narin bir ırktı, insanlardan yaklaşık %10 ila %20 daha kısaydılar. Dahası, vücutlarında neredeyse hiç kıl bulunmaz ve sakal bırakmazlardı. Uzun süre genç yetişkinler gibi göründüklerinden, sadece dış görünüşlerine bakarak yaşlarını tahmin etmek zordu. Neticede, çoğunluğu gerçek yaşlarından çok daha genç görünüyordu. Sonuç olarak, Ainz bu elfin aradığı bilgiye sahip olduğundan emin değildi, ancak buna rağmen Ainz’in onu hedef olarak seçmesinin bir nedeni vardı.

 

Çünkü bu elf yalnız yaşıyordu. Bütün bir aileyi kaçırmak daha sonra sorun yaratabilirdi ama tek bir kişiyi kaçırmak basitti. Ayrıca, daha sonra ortaya çıkabilecek başka bir nedeni daha vardı. Ainz rotayı ezberlediği için [Büyük Işınlanma] ile doğrudan oraya ışınlandı. Ainz’in davetsiz misafirliği elfin uyanmasına neden olmadı. Zira yüksek seviyeli bir korucu olmadığı sürece Ainz’i hissedemeyeceği kesindi. Ainz daha sonra ona dördüncü kademe [Cazibe Etkisi] büyüsünü yaptı. Uyuduğu ve seviyeleri arasında çok büyük bir fark olduğu için büyü başarılı olmuştu.

 

“Uyan.”

 

Ainz onunla konuştu. Zarar verme niyetiyle bir büyü yaptığı anda (ya da oyun terimleriyle ifade etmek gerekirse, büyüsü bazı dirençleri tetiklediğinde) [Mükemmel Bilinemez] özelliği ortadan kalkıyordu.. Yine de, onu incitmemeye özen göstererek elleriyle omuzlarını hafifçe sarsarak uyandırmaya çalışmıştı.

 

“Eehhh…? ”

 

Elf aptal gibi mırıldandı ama daha yeni uyandığı için yapacak bir şey yoktu.

 

“Karşı koyma, tamam mı? ”

 

Ainz sözlerini bitirdi ve elfin elini tutarken [Büyük Işınlanma] büyüsünü etkinleştirdi. Bu büyü kişinin diğer insanlarla birlikte ışınlanmasına izin veriyordu, ancak onların da bunu kabul etmesi ve direnmemesi gerekiyordu. Bu durumda hiç bir sorun çıkmamıştı çünkü büyülenme etkisi oldukça başarılıydı. İşe yaramıştı çünkü büyülenme durumu bir anlaşma olarak kabul ediliyordu. Hükmedilme hali de benzer şekilde çalışmalıydı fakat direnmesi daha zor ve daha yüksek seviyeli olan bu seçeneği kullanmamıştı çünkü bazı şeylere karşı tetikteydi. Yani bu kaçırma olayının icrası kusursuzdu. Ona birinci sınıf bir suçlu bile diyebilirsiniz.

 

(Güzel. Tam da planladığım gibi!)

 

Elbette, planı bu kadar sorunsuz işlediği için mutlu olacaktı. Kemikli yüzünde geniş bir gülümseme varken—

 

“-Hah! Bu da ne? Bu da ne böyle?”

 

Etrafındaki ani değişikliği anlayıp altındaki zemini hissetmesiyle elf sarsılarak ayağa kalktı ve tamamen uyandı. Ne yazık ki, tüm bunların bir rüya olduğunu düşünüyor gibi görünmüyordu. Ya da belki de Elflerin rüya dünyası diye bir kavramı yoktu.

 

“Bu kadar yüksek sesle konuşma.”

 

“Bana yapmamamı söylemiş olsan bile…”

 

“Işınlanma büyüsü kullandım. Lütfen sakin ol. Burada sana zarar verecek kimse yok.”

 

“Işınlanma büyüsü mü?”

 

Elf sessizce paniklemeye devam etti. Sessizleşmesinin tek nedeni cazibe büyüsünün hâlâ aktif olmasıydı.

 

“Eh, işte geldik.”

 

Ainz elfi yarı açık kapıdan geçirerek Yeşil Gizli Ev’e götürdü. Aura ve Mare hafifçe aralanmış kapılarındaki boşluklardan onları izleyebilirdi. Ayrıca, tutsağın daha rahat konuşmasını teşvik edeceği umuduyla, Kara Elf olan onları görmesine izin vermeyi de düşündü. Ancak bunun gelecekte yol açabileceği potansiyel sorunları göz önünde bulundurarak bundan vazgeçti. Nazarick’te bulunan üç elf, Kara Elfleri düşman olarak görmese de, bu durum değişmiş olabilirdi. Belki de Kara Elflere artık Kraliyet Başkentinde olumsuz gözle bakılıyordu. Elbette, Ainz tutsağa şöyle demesi problem olmazdı, hemen kabul edilirdi:

 

“Onlar düşman değil.”

 

Diyebilirdi.

 

“Burası neresi… sakın bana buranın İlahi Ağaç Dünyası olduğunu söyleme…”

 

Ainz, İlahi Ağacın Dünyası hakkında hiçbir şey bilmiyordu ama efsanelerinden ve mitlerinden bir şey olduğunu tahmin edebiliyordu. Ya da belki—

 

(YGGDRASIL’den bir oyuncuyla mı bağlantılı? Araştırmak gerekiyor ama… Burada çok fazla zaman harcamak istemiyorum. Bunu daha sonra yapacağım.)

 

Ainz onu oturma odasındaki bir kanepeye oturttu ve bir not defteri çıkardı. İçinde sorması gereken soruların madde madde sıralandığı bir liste vardı. Zaman kaybetmeyi göze alamazdı. Eğer bu süreçte bir şeyler ters giderse, adamı öldürmek zorunda kalacaktı. Pek olası olmasa da, birinin aniden Kraliyet Başkentini terk etmesi ileride sorunlara yol açabilirdi.

 

“Mümkün olduğunca az kelimeyle bu arkadaşına bildiğin şeyleri anlat.”

 

Ainz onun cevabını beklemeden devam etti.

 

“Biri senden bilgi almak için büyü veya başka bir yöntem kullanırsa ölme ihtimalin var mı?”

 

“Ha? Böyle bir şeyin başıma gelmesine imkân yok, değil mi?”

 

Adamın Ainz’in neden bahsettiği hakkında hiçbir fikri yok gibiydi fakat elfin böyle bir tuzağın var olup olmadığını bilmemesi de olasıydı.

 

(Yanlış hatırlamıyorsam, böyle bir tuzağın aktif hale gelmesi için üç soru sorulması gerekiyordu…)

 

Ainz nottaki soruları hazırlarken bu tür senaryoları göz önünde bulundurmuştu, bu yüzden sadece listeyi yukarıdan aşağıya doğru gözden geçirmesi gerekiyordu.

 

“Herhangi bir Kara Elf köyünün yerini biliyor musun?”

 

“Tam olarak nerede olduklarından emin değilim ama büyük ormanda genel olarak nerede olduklarını biliyorum.”

 

Söylediklerinden, Kraliyet Başkenti’nden daha güneyde olduğu anlaşılıyordu. Daha da ayrıntıya girerek Üç Ağaç denilen ve ağaçların devasa olduğu bir yerde olduğunu söyledi. Ancak Ainz bu bölgenin düzenine aşina olmadığı için pek birşey anlayamamıştı. Sonuç olarak, onu dinlemekte olan Aura’ya güvenmek zorunda kalacaktı.

 

“Bir sonraki soruya geçelim…”

 

Notları hazırlarken, ikizler bu soruyu dahil etmemesine şaşırmışlardı. Ancak, şimdi düşününce önemli görünüyordu, bu yüzden üçüncü soruya geçti.

 

“—Teokrasi hakkında bildiğin her şeyi anlat bana.”

 

“Teokrasi… ah, o korkunç insan ülkesi! O pislikler ortada hiçbir neden yokken bize saldırıyor! Biz farkında değilken bize saldıran şerefsiz bir ülke, yüzlerce Elf’i kaçıran bir korkaklar çetesi.”

 

Böylece adamın Teokrasiyi kınama konuşması başladı ve Ainz onu durdurana kadar da şiddetle devam etti. Ancak görünen o ki, sadece sıradan biri olan bu adamın Teokrasi’nin ne kadar ilerlediğine dair hiçbir fikri yoktu. Elflerin kazanıp kazanmadığından bile emin değildi. Ancak devriyelerin eskisine kıyasla daha gergin bir ruh hali içinde hareket ettiğini gören Elfler arasındaki ortak kanı durumun iyi olmadığı yönündeydi. Üç soru sorulmuştu ama elfte sorun olduğuna dair hiçbir belirti yoktu. Düşündüğü gibi, bu defa ki bir istisnaydı. Bu durumda elfe istediği soruyu sorabilir, ama onunla o kadar çok vakit harcayamazdı.

 

“Elfler ve Kara Elfler arasındaki ilişkiler nasıl? O kadar da kötü değiller, değil mi?”

 

“Fena değil… Sanırım?”

 

Ainz ona bu hafif duraklamanın sebebini soramadan elf tekrar konuşmaya başladı.

 

“Onlardan nefret ediyorum diyemem ve etrafımdakilerin de kara elflerden nefret ettiğini zannetmiyorum. Onlar bizim için uzak akraba gibiler. Ama bu sadece bizim hislerimiz; diğer tarafın bizim hakkımızda ne düşündüğü hakkında hiçbir fikrimiz yok. Onları nadiren görüyoruz, bu yüzden ne düşündükleri hakkında hiçbir bilgim yok.”

 

“Büyücü Krallığı hakkında bir şey biliyor musun?”

 

“O da ne?”

 

Anında yanıt aldı. Şaşırmamıştı çünkü bunu bekliyordu. Her halükârda, az önce edindiği bilgilerin hiçbirinin ikizlere arkadaş edinme planına engel teşkil etmediğine karar verdi.

 

“Sormak istediğim herşey bu kadardı, minnettarım.”

 

“Hiç sorun değil, sonuçta bizler arkadaşız değil mi?”

 

Ainz adamın cevabı karşısında istemeden de olsa alaycı bir şekilde gülümsedi. Yeni arkadaşlar edinmeye elbette niyetliydi ama aynı kelime kendisine yöneltildiğinde anlamsız gelmişti. Sadece lonca arkadaşları Ainz’in arkadaşı olarak adlandırılabilirdi.

 

“Hepsi bu kadar.”

 

Ainz ona bir işaret gönderdiğinde Mare başını elfin arkasındaki kapıdan dışarı uzattı. Ainz onun dikkatini başka yöne çekmek için adamla konuşmaya devam etti.

 

“Ben de Elf kültürü hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyordum ama çok fazla zaman ayıramam—”

 

Elfin gözlerinin yavaş yavaş daha uykulu bir hale geldi ve sonra kanepeye yanlamasına düştü. Elf derin bir uykuya dalmış, yavaş ve sakin nefesler alıyordu. Durumun bu ani değişiminden Mare’nin [Kumadam’ın Kumu] sorumluydu. Ainz, Mare’yi takip eden Aura’ya elfin uyuduğunu söyledi.

 

“Aura. Bu adamın söylediklerini kullanarak Kara Elflerin köyüne ulaşabileceğimizi düşünüyor musun?”

 

“Yapabileceğime inanıyorum. Ancak tam yerini tespit etmek için yaklaştığımızda detaylı bir keşif yapmam gerekebilir.”

 

Bu onun için yeterince iyiydi. Ainz elf üzerinde [Hafıza Kontrolü] büyüsü kullandı. Yalnız yaşayan bir elfi kaçırmasının —seçmesinin— başlıca nedeni zaten buydu. Sadece olgun görünümlü bir elfi kaçırsa bile gerekli tüm bilgiye sahip bir yetişkin bulacağından emin olamazdı çünkü bir elfin yaşını tahmin etmek zordu. Elfin, Kraliyet Başkenti’nin dışına hiç adım atmamış çok genç biri olma ihtimali vardı. Öte yandan, çocuklu bir elfi kaçırırsa, o elfin ailesinde ne kadar kişi varsa daha sonra uğraşması gereken o kadar yarım kalmış işi olacaktı. Eğer sırf bunca kişiyle uğraşmak can sıkıcı diyip hepsini öldürürse, bu bütün bir ailenin başkentten hiçbir direniş belirtisi göstermeden kaybolması anlamına gelirdi. Bu kesinlikle onlara sorun yaratırdı. Muhtemelen borçları yüzünden gece kaçmışlar gibi görünmelerini de sağlayamazdı. Ve manasının şu anda yaptığı gibi bütün bir aileye [Hafıza Kontrolü] büyüsü uygulayacak kadar uzun süre dayanması mümkün değildi.

 

Bu nedenle, yalnız yaşayan bir erkek elf seçti. Ainz tek bir hamleyle elfin anılarını sildi. Anıların hassas bir şekilde manipüle edilmesi ve ayrıntıların tutarlı kalmasının sağlanması karmaşık bir işti. Ancak, detayları fazla önemsemeden onları topluca oluşturmak hiç de zor değildi. Ayrıca, silmesi gereken anılar o kadar da uzun bir zamanı kapsamıyordu. Soruları için mümkün olduğunca az zaman ayırmaya çalışmasının nedeni de buydu. Eğer [Hafıza Kontrolü] ile elfin anılarını silmesi gerekmeseydi, Ainz onu sorgulamak için mümkün olduğunca çok zaman harcayacaktı —belki de büyü sona erene kadar, hatta [Cazibe Etkisi]’ni tekrarlayarak daha da uzun süre boyunca—. Sorularının sayısını az tuttuğu ve sorgulamayı kısa sürede bitirdiği için, uyuduğu ana kadar olan anıları kolayca silmeyi başardı.

 

Hayır, hatta elf yatmadan hemen önceki zamana kadardan biraz daha fazlasını sildi. Bunun nedeni çok sayıda anıyı bir kerede silmesiydi, ama silmeseydi MP’si uzun süre dayanmazdı. Geriye dönüp baktığında, kalan MP’si aslında dayanabilirmiş gibi görünse de iş işten geçmişti. Şu anda bu konuda bir şey yapamazdı, bu yüzden eğer elfin bazı şüpheleri varsa bile, bunları boşvereceğini ummak zorundaydı. MP’si düşüktü ama kalan görevleri tamamlamaya yetecek kadar kalmıştı çünkü titizlikle hazırlanarak görevi sorunsuz bir şekilde tamamlamayı başarmışlardı.

 

“Ben gidiyorum o zaman. Aura, Mare konuştuğumuz gibi bana yardım edebilir misiniz?”

 

“Elbette! Bana bırakın!”

 

“Ah, evet. Elimden geleni yapacağım.”

 

Aura ve Mare, kol ve bacaklarından, Ainz ise elfin başından tutarak onu kaldırdı ve taşımaya başladılar. Güçleri göz önüne alındığında, elfi taşımak için bir kişi yeterliydi ancak eğer bir şeye çarpar ve bu hasar olarak kabul edilirse, uyanabilirdi. O zaman Ainz’in bir kez daha [Hafıza Kontrolü] yapması gerekecekti ve kalan MP’sinin bunun için yeterli olup olmadığından emin değildi. Tabi ki—

 

(-Bu senaryo için farklı bir strateji geliştirdim, bu yüzden bir sorun olmamalı.)

 

Ainz önce [Mükemmel Bilinemez]’i etkinleştirerek Yeşil Gizli Ev’den tek başına ayrıldı. Ondan sonra bir [Geçit] açtı. Elfin evi elbette kapının diğer tarafındaydı. Ainz önce tek başına kapıdan girdi ve elfin yatak odasında belirdi. Hemen etrafına bakınmaya ve herhangi bir ses olup olmadığını kontrol etmeye başladı.

 

(Ohh. Güvenli.)

 

Etrafta aniden açılan [Geçit] nedeniyle alarma geçecek kimse yokmuş gibi görünüyordu. Ainz kısa bir süre için dikkatle dinlemeye ve durumu gözlemlemeye devam etti.

(Görünüşe göre… bir sorun yok.)

 

Aura’nın seviyesindeki bir korucu, Ainz’in hiçbir şey duymasına izin vermeden sessiz kalabilirdi fakat Aura bile bunu her zaman yapamazdı. Böylesi kısa bir süre içinde bu evde bir şeylerin ters gittiğini fark eden ve bunun tekrarlanmasını bekleyen deneyimli bir korucu olsaydı, durum gerçekten tam bir kara komedi olurdu. Sonuç olarak, Ainz sadece güvenli olduğunu varsayabilirdi. Ainz [Mükemmel Bilinemez]’i etkisiz hale getirdi, ikizlere işaret vermek için kafasını geçitten içeri soktu. Adamı kol ve bacaklarından tutarak kapıdan içeri taşıdılar. Planlarını tam bir sessizlik içinde uyguladılar. Önce Aura ve Mare adamı yapraklardan yapılmış yatağına dikkatlice yatırdı. Şimdi hasar alıp uyanması çok ahmakça olurdu. [Kumadamın Kumu], [Uyku]’ya göre daha derin bir uykuya neden oluyordu. Biri [Uyku] büyüsündeyken sadece bir sarsıntıdan bile uyanabilirken, [Kumadamın Kumu] söz konusu olduğunda hasar almadıkça gözlerini bile açamazdı.

 

Eğer onu bu şekilde bırakırlarsa ve hiç kimse onu zarar vererek uyandırmaya çalışmazsa, yavaş yavaş zayıflayarak ölecekti. Bunun yol açacağı karışıklık, Ainz’in böyle durumların ortaya çıkmaması için bunca zahmete girdikten sonra istediği bir şey değildi. Onu yatağa yatırdıktan sonra uyandırmak için hazırlıklara başladılar. Ainz odaya ilk girdiğinde gördüğü nesneyi bulmaya çalışarak etrafına bakındı. Bu, köstebekle kurbağa arası bir şeye benzeyen, şişkin bir karnı olan tuhaf (en azından ona göre) ahşap bir heykeldi. Ormanda geçirdikleri birkaç gün boyunca böyle bir hayvana rastlamamışlardı. Belki de Elf mitolojisi ve efsanelerinde olan bir canavardı. Ainz heykeli eline aldı.

 

(Beklediğim gibi ahşaptan yapılmış. Ancak… düşündüğümden daha ağır. Fena değil… ama onu öldürürse… bu konuda yapabileceğim bir şey yok.)

 

Bir cinayet soruşturması başlatmış olsalar bile, Ainz’in olaya karıştığından şüphelenmeleri pek olası değildi. Ainz’in elinde heykeli gören ikizler, elfi heykelin bulunduğu rafın altına taşıdı. Ainz onlara başıyla onay verdikten sonra, önce ikisi [Geçit]’ten geçti.. Ainz de onları takip etti ve tam geçidin önünde durdu. Ardından garip heykel onun tarafından havaya fırlatıldı. Bu, daha sonra başına bela olabilecek şüpheli bir ölüme neden olmamak için yapabileceği en iyi şeydi. Ainz heykelin isabet etmesini beklemeden [Geçit]’e girdi ve tereddüt etmeden [Geçit]’i kapattı.

 

“Güzel. Sonucu öğrenmeye gidiyorum. İkiniz de biraz bekleyin.”

 

“Tamam! Anlaşıldı! Sadece kısa bir süre daha, değil mi? İyi şanslar, Ainz-sama!”

 

“Ah, bence Ainz-sama’ysa sorun olmaz ama… lütfen dikkatli olun çünkü mananızın çok kalmadığını düşünüyorum.”

 

İkizlerin iyi dileklerini de alan Ainz, elfin durumunu kontrol etmek amacıyla odasına gitmek için [Mükemmel Bilinemez]’i etkinleştirip [Büyük Işınlanma]’yı kullandı.

 

“Kahretsin! Çok acıyor! Neden öylece düştü ki?! Hem neden burada uyuyorum?! İçtim mi yoksa… İçmedim gibi hissediyorum. Kahretsin, çok acıyor…”

 

Ainz, öfkesini raftan çıkarmakta olan tamamen uyanmış elfe baktı. Acıdan giderek daha fazla gözyaşı dökmeye başlayan elfe gülümsedi.

 

(Harika! Ne kadarda mükemmel bir suç!)

 

Elf rol yapıyor veya herhangi bir şeyden şüpheleniyor gibi de görünmüyordu—Hayır, üzerine düşen heykelle ilgili şüpheleri varmış gibi görünüyordu ama muhtemelen yabancı birinin odasına girip heykeli üzerine attığını düşünmüyordu.

 

“…Dur bir dakika.”

 

Ainz, elfin sesindeki şüpheyi fark ettiğinde [Büyük Işınlanma]’yı etkinleştirmek üzereydi.

 

(Bir şey mi fark etti? Belki bizim üzerimize kalmayacak ama yine de davetsiz bir misafir olduğunu mu anladı? Burası bir dükkan olduğundan herhangi bir izleme ekipmanı veya büyülü eşyası mı vardı? Ama hiç birşey bulamamıştım…)

 

“Tsungoga-sama benimle iletişim kurmaya mı çalışıyor?”

 

(Tsungoga-sama? YGGDRASIL’de böyle bir canavar hatırlamıyorum…)

 

“Tsungoga-sama. Tsungoga-sama. Bilmem gereken bir şey varsa lütfen söyleyin.”

 

Elf yere diz çökmüş, başını eğmiş ve elindeki heykeli havaya kaldırmıştı. Bu, son derece dindar bir kişinin alacağı örnek bir ibadet pozuydu.

 

(…Yani bu sadece yerel bir din mi? Bu bir yana, bu adam neden kendi kendine bu kadar çok konuşuyor? Etrafta biri olduğunu düşündüğü için mi bunu kasıtlı olarak yapıyor? Yoksa sadece Tsungoga denen tanrıya mı dua ediyor?)

 

Elf, kaçırıp kullandıklarından farklı biri gibi görünüyordu. Ainz bir an için elfi tekrar kaçırıp öldürüp öldürmeme konusunda tereddüt etti ama sonunda öldürmemeye karar verdi. Şimdilik sadece dua ediyor olması daha olasıydı ama yine de tedbirli olmakta fayda vardı. Ainz mümkünse arkasında onu izleyebileceği bir şey bırakmak istiyordu fakat bu Ainz için bile zor olacaktı. Zira bunun için uygun bir büyüsü yoktu. Yapabileceği en fazla zaman zaman kontrol etmek için büyü kullanmaktı. Ainz, manası az olmamasına rağmen Yeşil Gizli Ev’e dönmek için [Büyük Işınlanma] kullandı. [Mükemmel Bilinemez] büyüsünü etkisiz hale getirdiğinde, onu bekleyen ikizler gülümseyerek başparmaklarıyla onu onayladılar. Açıkçası, elfin son davranışından dolayı biraz endişe duymuştu ama bu konuda bir şey yapamayacakları için, onlarda endişelenmesin diye ikizlere söylememeyi tercih etti.

 

[SesiBüzüşesice Notu: Ainz aşağıdaki konuşmalarda, iş seyahatindeki basmakalıp bir yöneticinin parodisini yapıyor gibi görünüyor.]

 

“Pekâlâ, millet. Şu ana kadarki yardımlarınız için teşekkür ederim. Bununla birlikte, bugünkü işimiz tamamlandı.”

 

İkizler Ainz’in bu abartılı hareketi karşısında şaşırdılar ama sonrasında hemen gülümsediler.

“Saat geç olduğu için lütfen erken yatın, böylece yarın kendinizi yorgun hissetmezsiniz.”

 

İkizler enerjik bir “Tamam!” diyerek cevap verdiler.

 

“Bununla birlikte, gün çoktan bitmiş ve diğer güne girmiş olsak da, yarın kaçta kalkmamız gerektiğine ben karar vereceğim. Evet, ne zaman isterseniz o zaman kalkın ama öğlene kadar uyumayın, duydunuz mu? Pekâlâ, eğer sabah 9’a kadar kalkarsanız size Nazarick’ten kahvaltımızı getireceğim.”

 

Yüksek sesle “Tamam!” diye cevap verdiler.

 

Aura dirseğiyle Mare’yi hafifçe dürtse de, ona zorbalık ediyormuş gibi görünmüyordu.

 

“Tamamdır, hepinize sıkı çalışmanız için teşekkür ederim!”

 

Ainz’in sözlerini duyan ikisi de “sıkı çalışmanız için teşekkürleriz!” diye karşılık verdi.

 

“Pekâlâ, hepsi bu kadar millet!”

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.