Derebeyi Cilt 15 Bölüm 2 Kısım 1

[ A+ ] /[ A- ]

Nazarick Tarzı Seyahat Deneyimi

 

Elflerin yaşadığı Büyük Evasha Ormanı’nın geçitlerden yoksun olduğu söylenebilir. Tehlikeli canavarların, küçük yarı insan topluluklarının ve geçilmesi imkânsız labirentlerin bulunduğu yerler elbette vardı ama hiçbir bina ya da kale geçilmez fiziksel engel olarak adlandırılamazdı. Bununla birlikte, geçiş noktası olarak tanımlanabilecek tek bir yer vardı. Üstelik tek bir kişi tarafından tutuluyordu. Soykırım Kutsal Kitabı’nın kaptan yardımcısı Schoen, dağınık ağaçların arkasında saklanırken ileriye bakmaya çalıştı. Orada, Elflerin tipine göre yaşından daha da genç görünen yaklaşık sekiz yaşlarında bir kız oturuyordu. Hafif kavisli küçük bir sandalyeye oturmuş, elinde kendisi için fazla büyük olan bir yay tutuyordu. Sandalyenin yanında, içinde birkaç ok bulunan bir sadak duruyordu.

 

O küçük sadakta iki elle sayılabilecek kadar az ok vardı ama okların asla tükenmeyeceği konusunda önceden bilgilendirilmişlerdi. Bunun büyülü bir eşya olduğuna hiç şüphe yoktu. Kız dışında etrafta kimse yoktu, bu da onu korkutuyordu. Bir kahraman savaşın gidişatını tek başına değiştirebilirdi. Onlardan sadece biri bile, on bin kişilik bir orduyla başa çıkabilirdi. Üstelik daha şimdiden, önündeki kız Teokrasi ordusundan binden fazla can almıştı bile. Kırk bin kişilik bir ordu, sandalyede oturan tek bir kız tarafından alaşağı ediliyordu. Böyle durumlarda önerilen strateji engelin etrafından dolaşmaktı. Buradan geçmeleri gerekmiyordu. Büyük ormanın kendisi doğal bir engeldi ancak dolambaçlı bir yoldan gitmek de imkânsız değildi. Bununla birlikte, rakip bir ordudan ziyade tek bir savaşçıydı.

 

Sayıca kalabalık olan bir düşmanın hareketlerini anlamak kolaydı ama bu kız güçlü bir savaşçıdan çok daha fazlasıydı. Ayrıca bireysel olarak onların ordusundan daha çevik olabilirdi. Onu gözden kaybettiklerinde bulmaları zor olacaktı. Bir orduyla tek başına savaşabilecek kapasitede bir düşman, büyük ormanın karanlık derinliklerinde kendi haline bırakılırsa öncülerin morali düşebilirdi. Ayrıca daha büyük bir kuvvetin ilerlemesine izin verirken küçük bir kuvvetle onu sıkıştırarak oyalamayı da deneyebilirlerdi. Bu pek de kötü bir fikir sayılmazdı ama düşman bir toprakta güçlerini bölmek aptalcaydı. Dolayısıyla bunun en iyi şansları olduğu söylenebilirdi: hem de rakip konuşlanmışken (bir sandalyede oturmanın konuşlanma sayılıp sayılmayacağı tartışmalı olsa da). Üst düzey komuta kademesi, kuvvetlerinin bir kısmını feda etmek anlamına gelse bile, nerede olduğunu bildikleri sırada onunla ilgilenmeleri gerektiğine karar verdi.

 

“Sadece bir kahraman başka bir kahramana karşı koyabilir.”

 

Sözün bittiği yerdelerdi. Ayaktakımını göndermek hiçbir şeyi çözmeyecekti. Bu kez Teokrasi’nin işgal ordusu arasında kahraman olmadığı için, Soykırım Kutsal Kitabı bununla başa çıkmak zorundaydı. Ancak, Soykırım Kutsal Kitabında hiç kahraman yoktu. Eskiden bir tane vardı ama o da Kara Yazıt’a transfer edilmişti. Teokraside, kahramanlar diyarına adım atan herkes Kara Yazıt’a alınırdı. Öte yandan Schoen henüz o âleme ulaşamamıştı. Buna rağmen, bu savaş alanına gönderilmişlerdi çünkü Soykırım Kutsal Kitabı’nın bir takım olarak çalıştıklarında bir kahramanı alt edebileceğine inanılıyordu ve bu doğruydu.

 

Soykırım Kutsal Kitabı kahramanları öldürme gücüne sahipti. Bununla birlikte, kahramanların dünyasına yeni girmiş olanlarla, neredeyse uç noktadasında olanlar arasında önemli bir fark vardı. İlkini yenebilseler bile, ikincisine karşı zafer kazanmaları imkânsızdı.. Bu yüzden Schoen kızı dikkatle gözlemliyordu. Sıradan askerler, daha güçlü askerler, seçkin askerler, kahramanlar ve sıradışılar… Çeşitli seviyelerde varlıklar görmüş olan Schoen, kızın gücünü doğru bir şekilde ölçmek ve kayıplarını mümkün olduğunca en aza indirmek için yeterli bilgi ve zekaya sahipti. Kara Yazıt ile kıyaslanamasa da, Soykırım Kutsal Kitabı üyeleri oldukça güçlülerdi (ama aynı şey Altı Kutsal Kitap’tan herhangi biri için de söylenebilirdi).

 

Onların sebepsiz yere öldürülmesini istemiyordu. Kadının gücüne bağlı olarak, Teokrasi’nin Kara Yazıt’ı göndermesini beklerken onu oyalamak için bazı askerleri feda etme emri vermek zorunda kalabilirdi. Schoen yavaşça, derin bir nefes verdi. Ağaçların arkasında [Görünmezlik] ve [Sessizlik] ile saklanıyor saklanıyor olsa da —[Sessizlik] aslında bir gizlilik büyüsü değildi, ancak bu versiyonu büyücüler tarafından kullanılmak üzere geliştirilmişti— nefes alırken bile dikkatli olmak zorundaydı. Alnındaki teri silmek istedi ama herhangi bir hareketin kesin ölümle sonuçlanacağını bildiği için bunu yapmamayı tercih etti. Schoen yetenekli bir büyücüydü ama büyü kullanmadan gizlenme konusunda ortalama bir insandan daha iyi değildi. Elf kızı muhtemelen bir korucu ya da okçuydu. Eğer ilkiyse, büyüyle gizlenmiş olsa bile Schoen’i hissedebilirdi. Tam yerini bilmeyebilirdi ama etki alanı saldırısı yaparak —ki bunu yapabildiği onaylanmıştı— Schoen’i dumana boğabilirdi. Schoen, rakibi bir kahraman olsa bile tek bir saldırıyla ölmezdi, ancak yaralanırsa sorunsuz bir şekilde kaçabileceğinden emin değildi. Schoen ölümden korkuyordu ama topladığı bilgileri paylaşamadan ölmekten daha da çok endişeleniyordu.

 

(—Ama gerçekten de sevimsiz bir veletmiş.)

 

Onu izlemeye başladığından beri tek bir hareket bile yapmamıştı. Yüzündeki donuk ifade onu oyuncak bebek gibi gösteriyordu. Elbette Schoen onun bir oyuncak bebek olmadığını biliyordu; o gerçek bir insandı. Gözlemine başladığından beri bilinmeyen bir süre geçtikten sonra hedef nihayet hareket etti. Hedefin sonunda onu bulduğu düşüncesi Schoen’in göğsünde bir çarpıntıya neden oldu. Kız ona bakıyor gibi görünmüyordu ama bu gardını indirebileceği anlamına gelmiyordu.. Yeteneklerini tam potansiyeline kadar geliştirmiş olanlar için gözlerini kaçırmak çocuk oyuncağıydı. Sonuçta Schoen böyle bir yeteneğin var olduğunun farkındaydı. Çok geçmeden, [Fil Kulağı] tarafından sağlanan gelişmiş işitme yeteneği sayesinde arkadan yaklaşan büyük bir grup insan duydu. Hedefinin gördüğü kişiler büyük olasılıkla bunlardı. Duyabildiği kadarıyla, onlar da kendisi gibi Teokrasi askerleriydi. Schoen buraya neden gönderildiklerini anladığı anda kendini suçlu hissetmeye başladı.

 

Görevi gereği, onlara herhangi bir uyarıda bulunmayacaktı. Yine de hiçbir şeyin gözlerinden kaçmasına izin veremezdi. Yapabileceği tek şey buydu. Savunmacının yani hedefinin gücünün gerçek boyutunu bilmesinin tek yolu ona savaşta tanık olmaktı. O askerler, üst rütbelilerin bu amaçla gönderdiği kurbanlardı. Yoldaşlarının değerli hayatlarını feda edeceklerdi. Schoen görünmediğinden emin olmak için arkasını iki kez kontrol etti. Görme duyusunu geliştiren ikinci kademe büyü [Şahin-Göz] sayesinde tepesinden geçen bir ok gördü. Birkaç ağacın etrafından dolandıktan sonra, tek ok havada birden fazla oka ayrılarak geniş bir alanı kaplayan bir ok yağmuruna dönüştü. Muhtemelen ok belirli bir şeyi hedef almamıştı. Ormanın derinliklerinde avını bulmak için sesi kullanmasının imkânı yoktu. Önünde bu kadar çok ağaç varken, nokta atışı yapmak boşunaydı. Öte yandan, bir [Ateş Topu] bu engelleri kolayca aşabilirdi. O ise sadece ağaçlardaki boşluklardan geçmek için mecburen okları çoğaltma tekniğini kullanıyordu. Schoen’in artan işitme yeteneği askerlerin acı dolu çığlıklarını duymasını sağladı. Görünüşe göre kimse yara almadan kurtulamamıştı.

 

(—Ağlıyorlar mı? Hâlâ yaşıyorlar mı?)

 

Askerler, görüş alanlarının ötesinden gelen oklardan korkarak şaşkınlık içinde sağa sola koşuşturuyordu. Kimse okların nereden geldiğini anlayamayınca herkes oraya buraya kaçışmaya başladı. İçlerinde hiç savaşma ruhu kalmamıştı. Tam olarak yanlış bir şey yapmıyorlardı. Aslında rastgele etrafa dağılarak doğru bir tepki verdikleri söylenebilirdi, bu da en azından birkaçının hayatta kalmasını sağlayabilirdi. Kız bir ok daha fırlattı. Ağaçların arasındaki boşluklarda gezinerek önceki düzenine geri döndü ve yine çoğaldı. Ok yağmuru sırasında duyulan acınası çığlıklar ve çalıların çıtırtısı yavaş yavaş kesildi. Bu askerlerin kaybı sonucunda önemli bir şey öğrenmişti. Sıradan bir askeri tek atışta vuracak kadar güçlü değildi. —Dövüş Sanatları— yeteneğinin okların çoğalmasından sorumlu olduğu düşünüldüğünde, okların isabet oranının ve hasarının azalması kaçınılmazdı. Ancak, bir kahraman tek saldırıyla o sıradan askerlerin her birini hemen öldürürdü. Bunun tek bir anlamı olabilirdi.

 

(—O bir kahraman değil. Bu velet kahramanlar âlemine adım atmamış.)

 

Schoen’in vardığı sonuç buydu. Bu sonuçtan emindi çünkü Kara Yazıt’ın Üç Koltuk bölümünde ki rakipleriyle eşleşmek için çok çalışmıştı: “Toprak, Hava ve (Su ile) Ateş .”

 

[İngilizce Çevirmen Notu: Dört Elementer, “Üç Koltuk” için daha iyi bir isimdir ve Inveria’nın gelenekleri ile aynı kanjiyi paylaşmaktadır.]

 

[SesiBüzüşesice Notu: Dört elementi bana göre yanlış saydı. Doğrusu burada: https://youtu.be/ta_a037xnpY?t=249]

 

Kız Schoen’den daha zayıf olduğu için rahat olamazlardı. Bir büyücünün ve bir okçunun dövüş stilleri kendi tarzlarında güçlüdür. Schoen ondan daha güçlü olsa bile, zafer her iki tarafa da gidebilirdi. İzlendiğini fark ettikten sonra gerçek gücünü gizlemiş olması da mümkündü. Ancak dikkatli bir gözlemci olan Schoen, onun henüz kendisini fark etmediğini kesin bir dille söyleyebilirdi.

 

Yapmaları gereken tek bir şey kalmıştı. Teokrasi’nin ilerleyişinin önündeki engeli kaldırmak. [Sessiz Büyü・Oklardan Koruma Duvarı]’nı etkinleştirdi. Bunun yeterli bir hazırlık olduğunu düşünmüyordu fakat bu mesafeden başka bir şey yapmaya çalışırsa ve kız kuşkulanacağı bir şey fark ederse kaçabilirdi. Sadece [Sessiz Genişletilmiş Büyü・Sihirli Ok] kullanarak kendini güçlendirebilirdi. Ağacın arkasından saklandığı yerden çıktı ve tüm yeteneklerini tek seferde etkinleştirdi. Ayrıca, Soykırım Kutsal Kitabının üyelerinin elde etmesinin mecburi olduğu, Arcane Devotee sınıfının günde bir kez kullanabildiği kozu da etkinleştirdi. Bunu, henüz öğrenmediği büyü güçlendirici üst seviye büyülere erişim kazanmak için kullandı. Doğal olarak [Üçlü Büyü]’yü seçti. Aynı anda toplam on iki sihirli ok fırladı.

 

Bu oklardan kaçmak mümkün değildi fakat tek bir okun verdiği hasar yetersizdi. Güçleri arasında önemli bir fark varsa, [Genişletilmiş Büyü] ile bile onları öldürmek zor olurdu. Ama bu sadece tek başına savaşıyorsa geçerliydi. Schoen’in hareketleri [Görünmezliği Gör] kullanan tüm astları tarafından izleniyordu. Bir anda hedeflerinin yüz ifadesi değişti. Belki Schoen’in saldırısı yüzünden acı çekiyordu ya da belki de Schoen’in arkasından kendisine doğru gelen yüzün üzerinde [Sihirli Ok] gördüğü içindi. Soykırım Kutsal Kitabı, gizlilik gerektiren suikast ve terörle mücadele işleriyle görevlendirilmişti, bu yüzden ekipleri her biri farklı görevleri gerçekleştiren en az dört kişiden oluşuyordu.

 

Bu, Krallık ve İmparatorluktaki maceracıların kullandığı taktiklere benziyordu. Maceracı loncaları aslında Teokrasi tarafından gizlice kurulduğu için, onlara silah arkadaşları bile diyebilirdiniz. Bu kez strateji tek bir ortak sınıftan oluşan ekibe dayanıyordu. Dahası, yalnızca belirli bir beceriye sahip olanlar seçilmişti. Sonuç, [Görünmezlik] kullanabilen büyücülerden oluşan bir takımdı.

 

Vuruş.

 

Vuruş.

 

Vuruş.

 

Vuruş.

 

Sanki parıldayan kanatlar gökyüzünde uçuyor gibiydi. Hedef yere düştü ve hareketsiz bir şekilde yüzüstü kapaklandı. Buna rağmen sadece Schoen ona yaklaştı. Bir okçu olan hedefin bunu kullanabileceğini düşünmüyordu ama bazı illüzyonlar birinin ölü görünmesini sağlayabilirdi. Henüz gardını indiremezdi. Ayağını kızın vücudunun altına soktu ve onu çevirdi. Çocuğun vücudunda, büyülü oklarının isabet etmesinden dolayı yara almamış tek bir yer bile yoktu. Schoen kızın yüzüne daha yakından baktı. Şişmiş göz kapakları bir yana, gözlerinde hiçbir ışık görünmüyordu. Kesinlikle ölmüştü.

 

“Hah. Seni sümüklü velet, hak ettiğini buldun.”

 

[Sihirli Ok] büyüsünü sadece sembolik bir intikam eylemi olsun diye seçmemişlerdi. Korucular gibi keskin duyulara sahip kişiler, etki alanı büyüleri tarafından hedef alındıklarında bazen bunu fark edip hasardan kaçınabilirlerdi. Zihinsel saldırılar ise tek bir darbede ölümcül hasar verme konusunda durumsal olarak etkiliydi, ancak neredeyse her zaman etkisiz hale getiriliyorlardı. Bu yüzden, onu destekleyecek başkaları da olduğundan rakibini vurmak için kesin yöntem kullanmayı seçti. Ne olursa olsun, kızın oklarıyla öldürülen askerlerin intikamını almak için kullanabilecekleri en iyi büyü buydu. Schoen ölü çocuğun yüz ifadesini gördüğünde kaşlarını çattı.

 

Kız sonunda istediği olmuşçasına huzurlu görünüyor gibiydi. Belki de yanılıyordu ama yanılmıyorsa bu son derece sinir bozucu olurdu. Bu elf neredeyse bin Teokrasi yoldaşını öldürmüştü, bu yüzden onun acılar içinde ölmesini ve sonunda yaptıklarından pişmanlık duymasını istiyordu. Schoen, kızın bedenine tükürmeden önce kendini durdurdu. Önce ekipmanı ondan çıkarması gerekiyordu. Etrafta düşman olmadığı için bunu burada yapmayı planlıyordu. Bu sırada kendi tükürüğüne dokunmak zorunda kalırsa muhtemelen iğrenirdi, bu yüzden onları çıkardıktan sonra tükürmeliydi. İlk olarak, yay. Teokrasi ordusunu tek başına durdurmayı başaran rakibin silahıydı. Değerli bir şey olmalıydı.

 

“Ah, lanet olsun.”

 

Schoen, bir adamın soğukkanlı sesini duyunca aniden kaskatı kesildi. Hemen karşılık vermesi gerekirken, bu beklenmedik durum onu şok ederek hareketsiz bırakmıştı. Sesin kaynağına bakmak için dönen Schoen, karşısında tek bir elfle karşılaştı. Burada kimsenin olmaması gerekiyordu; bu konuda hata yapmış olamazdı. Hedeften başka hiçbir elfin olmaması gerekiyordu. Hedefe yaklaşırken [Görünmezliği Gör] özelliğini bile kullanmıştı.

 

“İnsan, biliyor muydun? Güçlülerle savaşmanın, hayatını tehlikeye atmanın, güçlenmenin en hızlı yolu olduğunu? Onu annesinden alıp hemen savaşın içine atmış olmama rağmen, başarılı olacağını düşünerek…”

 

Sesi hayal kırıklığına uğramış gibiydi. Elf, küçümseyici bir ifadeyle kızın ölü bedenine baktı.

 

“Seni değersiz bok parçası. Zamanımı boşa harcama konusunda diğer beceriksizlerden bile daha kötüsün. Düşündüğüm gibi, kralın özünü ortaya çıkaramayan insanların çöpten farkı yoktur.”

 

Schoen elfin kim olduğunu çoktan anlamıştı. İçersinde birden fazla renk barındıran irisleri yeterli kanıtı sağlıyordu. Teokrasi’nin nihai hedefi. İğrenç bir suçlu. Elflerin kralıydı. Bırakın Schoen’i, kahramanlar bile bu varlığı yenemezdi. Aykırılar’dan bile üstün olan biri. Kazanmanın hiçbir yolu yoktu.

 

“[Sessiz Büyü – Görünmezlik]”

 

Shoen panikleyerek hemen büyüyü etkinleştirdi ve kısa bir mesafe ilerledi. Yine de Elf kralının bakışları onu takip etti. Elf kralı, [Görünmezlik] büyüsünü yaptığı yerden sadece kısa bir mesafe uzaklaşmış olmasına rağmen onu açıkça görebiliyordu. Schoen bunu fark ettiği anda sırtı Elf kralına dönük bir şekilde koşmaya başladı. [Görünmezlik] ve [Sessizlik] kullansa bile çiğnenmiş otları gizleyemezdi buna rağmen koşmayı da bırakamazdı. Yine de Elf Kralı’nın bakışları Schoen’e sabitlenmişti. Onu mükemmel bir şekilde görmek için [Görünmezliği Gör] kullanıyor gibi görünmüyordu. Sadece olağanüstü görüşüyle [Görünmezlik] ve [Sessizlik] büyülerinin ötesini görebiliyordu.

 

Bu yüzden Schoen’in aralarına biraz mesafe koyması gerekiyordu. Eğer rakibi onu bulmak için gizlilik karşıtı yetenekler kullanmıyorsa, aralarındaki mesafeyi artırmak saklanmasını kolaylaştıracaktı. Bir anlığına kaçmak için [Uçuş] kullanmadığına pişman oldu ama edindiği yeteneklerden biri yüzünden bunu yapamazdı. Surshana Üstatları, günlük kullanım sayısı sınırlı olan benzersiz bir yeteneğe sahipti. Bu yetenek, manalarını tüketerek bir büyünün süresini uzatmalarını sağlıyordu. Bu yetenekten yararlanırken, manasının çoğunu diğer büyülerini de aktif durumda tutmak için kullanmıştı; dolayısıyla [Uçuş]’u etkili bir şekilde kullanmak için yeterli manası yoktu. Ayrıca, Elf kralının menzilindeyken onu savunmasız bırakacağı için [Uçuş]’u kullanmak için deli olmak gerekirdi. Schoen henüz o kadar çaresiz değildi. Ağaçların arasına saklanabilecek kadar uzaklaştıktan sonra kullanmak daha mantıklıydı.

 

[SesiBüzüşesice Notu: Surshana (スルシャーナ) Slane Teokrasisinin Altı Büyük Tanrısından biridir. “Ölüm Tanrısı” unvanına sahiptir ve Altı Büyük Tanrı’nın en güçlüsüdür. Ve burda Teokrasi içinde ona tapanların oluşturduğu üst gruptaki kişilerden bahsediyor. Sanırım, muhtemelen..]

 

“—Ha.”

 

Elf kralının, arkasından küçükseme dolu gülüşünü duydu.

 

“Sizi öldürmenin bir anlamı yok ama buraya gelmek için bu kadar zahmete girdim, o yüzden zaman geçirmek için bunu yapabilirim.”

 

Schoen, bir büyücü olarak vücudunu kullanma konusunda pek de yetenekli sayılmazdı. Yine de, kahramanlar âlemine girmenin eşiğinde olan biri olarak, çok az çabayla büyük mesafeleri kolaylıkla kat edebiliyordu. Schoen yeterince uzaklaştıktan sonra, Elf kralının sesi aniden [Fil Kulağı] tarafından güçlendirilmiş kulaklarında yankılandı.

 

 

Elf Kralı kendini gösteriyor.

 

 

 

“Git—Behemoth, herkesi öldür.”

 

Altındaki zemin sarsıldı. Bakmasına bile gerek olmadan devasa bir şeyin geliyor olduğunu anlamıştı.

 

“Uzaklaşın!”

 

Sesinin astlarına ulaşabilmesi için [Sessizlik] büyüsünü iptal ederek bağırdı. Hayatında hiç bu kadar yüksek sesle bağırmamıştı. Eğer Elf Kralı bu durum karşısında biraz bile yüzünü buruşturduysa, bu daha da iyi olurdu. Astlarının şu anda ellerinden gelenin en iyisini yapmalarına ihtiyacı vardı, bu bazı hayatların feda edilmesi anlamına gelse bile. Kaybedilen hayatları telafi etmenin tek yolu bilgiyi eve geri götürmekti. Elf kralına en yakın olan Schoen’in öleceği neredeyse kesindi. Bu yüzden geri çekilmesi zaten anlamsızdı. Astlarından önce ölmesi aslında iyi bir şey olacaktı. Daha önce Toprak Elementalleriyle karşılaşmıştı. İnsanlardan daha küçük ve kolları vücutlarına göre çok büyük olan, tombul görünümlü garip şeylerdi. Zaten karşısındaki de sevimli olmaktan çok uzaktı.

 

Kayalardan ve maden cevherinden yapılmış şekilsiz vücudu etrafındaki ağaçlar kadar büyük, Toprak Elementi Lordu olarak adlandırılabilecek kadar devasaydı. Kalın ve uzun kolları, sağlam ama kısa bacakları vardı. Çok daha küçük olsaydı belki komik görünebilirdi ama kolları ve bacakları hiçbir canavarın sahip olamayacağı bir güç sergiliyordu. Elf kralı onun arkasında durmuş, Schoen’in umutsuz mücadelesine alaycı bir ifadeyle bakıyordu. Tavrı kesinlikle iğrençti. Kendi hayatını tehlikeye atmadan can alan biri. Schoen’in öfkesini umursamayan Elf kralı, buz üzerinde kayarcasına zarif hareketlerle aralarındaki mesafeyi hızla kapattı. Behemoth, Toprak Elementali, iki devasa kolunu havaya kaldırdı.

 

“—Kolay lokma mı sandın beni, piç kurusu! [Taş Duvar]”

 

(Çevirmen Notu: Yukarıdaki cümleyi çevirirken diğer çevirmen arkadaşlardan yardım istedim biraz.. Çünkü Schoen burada sinirli bir ruh halindeydi zaten ve aslında küfürlü bir cümle kurmuştu. Bu siniriyle küfürünü basite indirgemek istemedim o yüzden yardım almanın iyi olacağını düşündüm.. Okuduğunuz benim çevirim olsada, önerilerde bulunurken Toprak Elementi Lordu’nda ne şeref ne haysiyet bırakmadık.. Şotachi ve Xheirnam o kadar absürt çeviri önerilerinde bulundu ki.. Şotachi önerilerde bulunurken şu noktaya geldi:

 

-Hadi denesene ustune sicip tezek yaptigim

-Benim ipim koptu su an

-Noel dayi vs eminem izleyip gelicem

 

En son Xheirnam nickli çevirmen arkadaşımız şöyle bir cümle kurdu:

 

-koskoca elementalin tüm saygınlığını s*k*p attik şu an. toprak lordu çamur lordu oldu.

o da tezekle karışık çamur.

 

Kahkaha atmama vesile olduğunuz için ikinize de çok teşekkür ederim..)

 

Elf kralı ile arasına taştan bir duvar örüldü. Hemen ardından tek bir vuruşla yıkıldı ve parçaları havada eriyip gitti. Başka etkenler de olsa, bir duvarın gücü ve dayanıklılığı, onu yapan kişinin gücüyle orantılı olma eğilimindeydi. Öyle bile olsa – hayır, belki de bu Elf kralı tarafından çağrılan Elemental’in gerçekten de ne kadar güçlü olduğunu gösteriyordu. Behemoth hemen sol yumruğunu kaldırdı. Schoen, Elf kralının memnun bir tebessümle orada beklediğini gördü, ne düşündüğünü anlamıştı. Ne olacağını biliyordu. Muhtemelen Schoen’in bir sonraki saldırıda öleceğini varsayıyordu. Elbette haksız da sayılmazdı. Schoen bir büyü daha yapamadan Behemoth’un yumruğu ona ulaşırsa ölecekti. Buna rağmen—

 

(Biraz zaman kazanmayı başardım.)

 

Rakibinin zamanını birkaç dakikalığına da olsa boşa harcatmıştı, ama bu yeterliydi. Fazlasıyla yeterli. Bu sayede en azından tek bir kişi dahi olsa hayatta kalıp Teokrasi’ye dönebilecekti. Schoen kaybetmişti ama Teokrasi kaybetmemişti. Schoen bir sonraki anda Behemoth’un yumruğuyla et parçalarından oluşan bir püreye dönüştürülsede, son ana kadar yüzünde gülümseme eksik olmadı.

 

///

 

Elf Kralı—Decem Hougan—kötü bir ruh hali içinde hoşnutsuzlukla kale kapısından geçti. Kaleye dönmesi çok uzun sürdüğü için sinirlenmişti. Yorulmak bilmeyen Behemoth’a binerek muhtemelen mümkün olan en kısa yoldan hızlı şekilde geri dönmüştü. Yine de zaman kaybetmek can sıkıcıydı ve bunun neden olduğu stresten nefret ediyordu. Başarısız eserine verdiği silahları geri almak kuşkusuz bir zaman kaybı değildi—aslında bunun için övülmeliydi. Ona verdiği ekipmanlar, babasından aldığı ve başka kimsenin yapamayacağı şeylerdi. Onların değerini anlamayacak insanların eline geçmesine izin veremezdi. Öte yandan böylesine önemli bir görevi başka hiç kimsenin üstlenemeyecek olması asıl sorunuydu. Bu tür meseleleri emanet edebileceği hiçbir astı yoktu. Çünkü hepsi zayıftı. Hepsi işe yaramazdı.

 

Elfler olağanüstü bir ırktı. Babası, onların herkesten daha güçlü olabilecek bir ırk olduğunun kanıtıydı. Eğer Decem Yüce Elf ya da Elf Lordu gibi özel bir Elf türü olsaydı, normal elf ırkının daha zayıf olduğu sonucuna varır ve bu konu burada biterdi. Ancak durum böyle değildi. Onun babası da sadece bir Elf’ti. Bu da herhangi bir Elf’in güçlü olabileceği anlamına geliyordu. Bu yüzden diğerlerinin neden bu kadar zayıf olduğunu anlayamıyordu. Elflerin en mükemmel ırk olduğunu nasıl gösterebilirdi? Sadece herkesin fark edebileceği bir şeyi yapması gerekiyordu. Tek yapması gereken bu dünyayı Elflerin, yani böylesine seçkin bir kana sahip olan kendisinin egemenliği altına sokmaydı. Elbette bunun için muazzam güçlü dişilere ihtiyacı vardı.

 

[SesiBüzüşesice Notu: Yeterince açık değilse şöyle anlatayım. Yani Elf Kralı basit biri. Güçlü karı güçlü çocuk doğrurur mantığını benimsemiş. Bizdeki kalçası geniş kadın çocuğu iyi taşır mantığı gibi bir şey.]

 

Ancak çocuklar doğana kadar hangi dişilerin rahimlerinin daha kaliteli olduğundan emin olamıyordu. Bu yüzden tüm çocuklarını mümkün olan en kısa zamanda savaşa yolluyor fakat neredeyse hiçbiri geri dönmeyi başaramıyordu. Bunu çok uzun süredir uygulamasına rağmen hiçbir sonuç alamamış olması onu rahatsız ediyordu. Nihayet, çeşitli konular üzerinde düşünürken oldukça tehditkâr görünen Decem’e bir kadın yaklaştı.

 

“—Kralım”

 

“Ne oldu?”

 

İçindeki öfkesini kadına yönlendirdi, sonra şaşkınlıkla gözlerini hafifçe araladı. Güçlü bir insanın (yani Decem’in) bakışları güçlü duygular barındırırdı, özellikle de düşmanlık veya öldürme niyetiyle doluysa. Sonuç olarak, daha zayıf varlıkları ezmeye meyilliydi. Evet, öldürme niyetini ona yöneltmemişti, sadece öfkesini yöneltmişti. Öyle olsa bile, zayıf varlıklar yine de etkilenmeliydi ve bu dişi solgunlaşsa da buna dayanmıştı. Sadece zayıf bir dişi olmalıydı. Fakat bu durumda, onun aurasına direnmeyi nasıl başardı? Belki de yorgun olduğu içindi. Gerçekten umurunda değildi ama buna dayandığı için onu ödüllendirmeliydi. Ona bakmak için durdu. Decem merhametli bir hükümdardı.

 

“O çocuk nasıl?”

 

Kimden bahsediyordu bu böyle? Bu kadar uzun bir yolculuktan sonra krala sıkı çalışması için teşekkür etmek yerine ona böyle anlamsız sorular sormasının nedeni neydi? Aniden bütün hevesini kaybetti.

 

“Roogi’yi soruyorum.”

 

Roogiーböyle bir isim hatırlamıyordu. Decem isimleri gerçekten hatırlayamazdı çünkü onun tarafından tanınacak kadar değerli neredeyse hiç kimse yoktu. Bu yüzden, ona göre, işe yaramazların isimlerini hatırlamak hafıza israfıydı. Hafızası sınırlı olduğundan değil, fakat onu önemsiz şeyler için kullanmanın bir anlamı yoktu. Aslında, neden bu kadar çok insanın değersiz bilgileri ezberlemeye çalıştığını anlayamıyordu. Kadının bakışları Decem’in elindeki yaya kaydı.

 

“Yani, o öldü.”

 

Bir şey Decem’in dikkatini çekmişti. Ona bu kadar değerli silahlar vermiş olmasına rağmen ölen o başarısızlığıyla ilgiliydi. Damarlarında akan kanın yarısı kendisine ait olduğu için utanç duyuyordu. Hayır, aksine, yarısından daha az olduğu için basit insan ırkından biri tarafından öldürülmüştü.

 

“Evet, o öldü.”

 

“Yani… öldü.”

 

Sesi titriyordu. Muhtemelen kanının bu başarısız yaratığın damarlarında akmasından utanç duyuyordu ama o başarısızlık hâlâ ondan daha güçlüydü. Aslında kadın daha da fazla utanmalıydı. Bununla birlikte, insanlara bir şans vermekte kralın sorumluluğuydu. Decem bir kral olarak onun kibarlığından, beceriksizlere bile merhamet göstermesinden etkilenmişti.

 

“Daha sonra odama gel. Sana bir şans daha vereceğim.”

 

///

 

Decem cevap beklemeden yürümeye başladı. Önce bu silahları hazineye götürmeliydi. Hazineden döndükten sonra Decem savaş alanındaki edindiği kirleri yıkadı ve odasındaki yatağa uzandı. Bu şekilde beklerken, içeri girmek için izin isteyen bir adam geldi. Adamın arkasında kadını görememişti.

 

“Noldu?”

 

“Kral için bazı haberlerim var. Kral tarafından çağrılan Myuugi adındaki kadın intihar etti.”

 

“İntihar?”

 

“Evet. Bunu kaleden atlayarak yaptı.”

 

“Ne? Sadece o kadarcık yükseklikten düşerek mi öldü… Ah doğru, sizlerin ne kadar güçsüz olduğunuzu unutmuşum.”

 

Decem bir an duraksadı. Kadının intihar etmesi için bir neden düşünemiyordu. Her şeyden önce, onu yatağına daha yeni çağırmıştı, bu yüzden çok sevinmiş olmalıydı. Belki de intihar etmemiş, onu kıskanan biri tarafından öldürülmüştü.

 

“Bunun bir intihar olduğundan emin misin?”

 

“Evet. Eminiz, çünkü onu, bunu yaparken gören biri vardı.”

 

Decem bir an için tanığın katil olabileceği ihtimalini düşündü ama eğer bu bir intiharsa, sebebi ne olabilirdi? Decem bir süre düşündükten sonra nihayet cevabı buldu.

 

“Ah… Yani nedeni buydu. Şimdi anlıyorum. İşe yaramaz bir kız doğurduğu için üzgündü ve özür olarak kendini öldürdü, değil mi?”

 

“Gerçek hislerini sadece o bilebilir, ama muhtemelen haklısınız kralım.”

 

Adam yüzünde boş bir ifadeyle cevapladı.

 

“Bu durumda, ona uygun bir cenaze töreni yapın. Ne de olsa hayatını özür dilemek için kullandı. Başkalarını affetmek bir kralın görevidir.”

 

“Kralımın nezaketine minnettarım.”

 

Decem derin bir şekilde eğilen adama başıyla selam verdi. Düşündüğü gibi, krallar işe yaramaz varlıklara karşı böyle merhametli olmalıydı. Kendini son derece merhametli hisseden Decem, karşısındaki sadık adamı—adını hatırlamıyordu—ödüllendirmeye karar verdi.

 

“Hiç kızın var mı?”

 

“Evet… Var.”

 

“Çok şanslısın. Eğer reşit oldularsa onları buraya gönder. Eğer değillerse, karın da işe yarar.”

 

Decem’e göre adam derinden etkilenmiş gibi görünüyordu. Vücudunun her yeri titredikten sonra, kelimeleri ağzından çıkarmaya çalışıyormuş gibi konuştu.

 

“Anlaşıldı, kralım…”

 

Adam odadan çıktı ve Decem çoktan o kadını unutmaya başlamıştı. Önemsiz bir kadına ne olduğu umurunda değildi.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.