Seksen Altı Cilt 02 Bölüm 00: Önsöz
Herkesin ağzındaki kelime “Neden?” idi.
Onlar için nedenini sormanın bir hakaret olduğunu bilemezlerdi.
Çünkü onlar… Seksen Altı’ydı.
-FREDERICA ROSENFORT, SAVAŞ ALANI HATIRALARI
Çevirmen: Kawaragi
MAJESTELERİ SAVAŞ ALANINDA DEĞİL
“Yine mi siz, Teğmen Vladilena Milizé?”
Lena ofise girdiğinde, masanın arkasında oturan komutan yüzünü buruşturarak ona baktı. Üniforması yıpranmıştı ve çenesi kirli sakallarla kaplıydı. Barışın hüküm sürdüğü bu zamanlarda neredeyse hiç yeri yokmuş gibi görünen bu subay, bakışlarını karşısında son derece rahat duran Lena’dan çevirdi.
Tertemiz, kolalı siyah bir üniforma giyiyordu ve kızıla boyadığı bir bölümü hariç gümüş rengi saçları ipek gibi akıyordu. Bu görünümü altı ay önce, Seksen Altı’nın bir filosu olan Öncü filosu bir intihar görevi için savaş alanına gönderildiğinde benimsemişti. Geri dönmelerine izin verilmediğinden, tek seçenekleri çatışmada ölene kadar düşman topraklarında ilerlemekti.
O zamandan beri, onların yasını tutmak için siyah giymiş ve dökülen kanlarını simgelemek için saçının bir kısmını kızıla boyamıştı. Emirleri açıkça ihlal etmesine rağmen, onlar için koruma ateşi açmış ve ceza olarak bir rütbe düşürülmüştü. Muhtemelen hiçbir zaman teğmen rütbesinin ötesine yükselemeyecekti.
“Bir önleme topunun izinsiz ateşlenmesi. Birliklerinizi kayıtsız bir savaş başlığı ve diğer malzemelerle donatmak ve diğer filolara doğrudan komutlar vermek. Lütfen bir avuç Seksen Altı için daha fazla gereksiz sorun ve evrak işi yaratmaktan kaçının,Teğmen. Nakliye araçlarından ve malzemecilerden senin hakkında kaç tane şikâyet aldığımı biliyor musun?”
“Eğer taleplerim onaylanmış olsaydı hiç şikâyet almazdınız, Yarbay. Eğer bu şikayetler sizi gerçekten bu kadar rahatsız ediyorsa, istediğiniz kadar dırdır etmekte özgürsünüz, ancak dürüst olmak gerekirse umrumda dahi değil.”
Yarbayın şiddetli alkolizm nedeniyle ağırlaşan gözlerinden birinin altında bir kırışıklık oluştu.
“Ağzından çıkanı kulağın duysun, genç bayan. Senin gibi bir teğmen haddini bilmeli.”
Lena ince, soğuk bir gülümseme takındı. Yarbay ise rütbesiyle ona baskı yapmaya çalıştı ama hiç etkisi dahi olmadı, hatta, sadece onu herhangi bir şekilde cezalandırabilecek cesareti olmadığını kanıtladı. Çünkü Lena’nın filosu doğu cephesindeki en yüksek Lejyon imha oranına sahipti. Ve astlarının başarıları doğrudan komutanlarının başarılarına dönüşüyordu.
Kara kuvvetleri savaşın ilk aşamalarında yok edildiğinden, yarbay rütbesine kadar tırmanmayı başarmış olan bu adam daha da yukarılara tırmanmak istiyordu. Ona göre Lena ve başarıları altın yumurtlayan tavuk gibiydi.
Şakaları çok ileri gitmediği sürece, ne olursa olsun ona katlanacaktı.
“Ben gidiyorum, Yarbay.”
Zarif bir selam vererek odadan ayırldı.
Ordunun karargâhı olarak kullanılan sarayın koridorunda yürürken -birinci koğuş için bile lüks sayılabilecek, güzel ve eski mimarisiyle zengin bir bina- etrafındaki küçümseme fısıltılarını duyabiliyor ve küçümseyen bakışları görebiliyordu.
İşte o, binbaşı rütbesini ve daha yüksek kademelere terfi etme umudunu bir avuç Seksen Altı için bir kenara atan aptal. İnsanları hayvanlardan bile ayırt edemeyen bir prenses. Lejyon bir yıl içinde işlevini yitirecek olsa da, savaşın daha uzun sürmesi için hazırlık yapmaları gerektiğini söylediklerinde domuzların yalanlarıyla dans eden bir aptal. Herkes yakında biteceğini biliyor.
Zalim, acımasız, insanlık dışı Kan Lekeli Kraliçe, Kanlı Reina, Zaten yok olmanın eşiğinde olmalarına rağmen domuzlarıi ölümüne savaşmaya zorlayan kişi.
Rezallik resmen.
Lena’nın boynundaki RAID Cihazı devreye girdi ve Lena olduğu yerde durdu. Botlarının topuklarını tıkırdatarak, güzel ahşap koridorda daha hızlı bir şekilde yürümeye başladı.
“Beni duyabiliyor musun, İşlemci Bir?”
“Tepegöz. Daha fazla Lejyon mu geliyor? Durum nedir?”
Para-RAID aracılığıyla kendisiyle konuşan kaba ses Kaptan Shiden Iida’ya aitti, Kişisel Adı: Tepegöz. Tepegöz’ün Lena’nın komutası altında yönettiği filo Kraliçe’nin Şövalyeleri olarak biliniyordu.
Öncü filosuyla yaşadığı olaydan beri Lena yeni görevine başladığı ilk gün İşlemcilere isimlerini sormayı alışkanlık haline getirmişti. Ancak, onlara asla Kişisel İsimleri dışında bir isimle hitap etmiyordu. Edemezdi, çünkü daha önce bir kez İşlemcilerini gerçek isimleriyle çağırmış ve onlara eşit davranmak istemişti. Ama sonuçta onları, mezarları işaretlenmemiş ve isimleri unutulmuş birer dron olarak ölme kaderinden kurtaramamıştı.
“Lejyon Eski yüksek hızlı transit terminalindeki 112 numaralı noktaya kadar gelmeyi başardı. Bizim hatamız; radar sistemlerini bozdular bu yüzden onları çok geç fark ettik… Bu savaş acemiler için zor olacak.”
Lena acı acı dilini şaklattı. Evet, zor olacağı kesindi. Savaş alanında sıfır zayiat olsa bile en ufak hata sayısız can kaybına yol açabilirdi.
“062 noktasına gidin ve ufak (yem) bir kuvvetle onları içeri çekin. O nokta diğer önleme toplarının menzilinde olmalı. Yol özel konutlarla dolu olmalı, bu da Juggernaut’un küçük gövdesini avantajlı hale getirecektir.”
Tepegöz yüksek sesle güldü.
“Üsse bu kadar yakın bir alanda mı kullanacaksınız? Eğer ıskalarsanız, bu Bölgeyi geç; Cumhuriyetinizin mayın tarlasını bile vurabilirsiniz.”
“Ama eğer hayatta kalacaksak, burası en uygun bombardıman alanı.”
Bu düz ve kararlı ifadeyi duyan Tepegöz tekrar güldü.
Hayatta kalmak.
Onlar, Seksen Altı’lar ve Lena, Cumhuriyet de dahil Lejyon tarafından dört bir yandan kuşatılmıştılar.
Hayatta kal, demişti.
Lena’nın savaşacağına ve yaşayacağına inananların hatırı için.
“Anlaşıldı Majesteleri… Yerimizi aldıktan sonra sizinle tekrar irtibata geçeceğim. Yeni bir şey öğrenirseniz bana haber verin.”
Para-RAID’in sesi kesildi ve Lena adımlarını hızlandırarak Kontrol odasına doğru yürümeye başladı, ancak pencerenin dışındaki bir şey dikkatini çekince durakladı. Sadece gümüş saçlı, gümüş gözlü Alba’nın yaşadığı San Magnolia Cumhuriyeti’nin asfalt sokakları. Cumhuriyet’in özgürlük, eşitlik, kardeşlik, adalet ve asaleti temsil eden ve devrimin azizi, Aziz Magnolia’nın resmini taşıyan beş renkli bayrağı, loş mavi bir bahar gününde gökyüzünün altında dalgalanıyordu.
Yakında, Öncü filosuyla ilk teması kurduğu mevsim tekrar gelecekti. Son hedeflerine ulaşmayı özgürlük vizyonları olarak gören, sonuna kadar savaşmayı gururları olarak gören, mutlu bir şekilde gülerek ayrılan onlar. Onlar, asla geri dönmeyecek olanlar.
Şimdi neredeydiler? Bahar çiçeklerinin açtığı bir tarlada belki de…
En azından huzur içinde yatmalarına izin verilmesi için dua etti.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.