Oregairu Cilt 12 Bölüm 05

[ A+ ] /[ A- ]

Bugüne kadar, anahtara hiç dokunulmamıştı.

 

Çevirmen: NatsuJun

 

Şubat’ta, daha bitkiler çiçek vermemişken.

Bahar esintileri  çoktan kapımıza varmışken, soğuklar sık sık geri döndü ve mevsimler sadece takvimde değişir oldu. Bu harap ağaçların yeşermesi görünen o ki bir hayli zaman alacak. Nehir kıyısından geçen sakin bulvarda bile bu kasvetli manzaranın izleri var.

Okulun her zamanki bisiklet yolunda, denizden esen kuvvetli bir fırtına kışın hüzünlü kokusunu da beraberinde getiriyor.

Birbirini izleyen tatiller sayesinde, ya da belki geçen günkü Komachi’nin teşekkür konuşması sebebiyle ortalıkta ruhsuz gibi dolanıyordum, ama bu soğuk esinti suratıma öyle bir vurdu ki sanki uykudan yeni uyanıyormuşum gibi hissettim. Toplamda üç hafta süren giriş sınavı artık bitmişti ve içim gündelik yaşama geri dönüş coşkuyla doluydu.

Galiba bedenim bu git-gellere iyice alışıyor. Yaklaşık iki senedir bu sokakları arşınlıyorum, artık dikkat etmeden bile dönemeçlerden dönüp trafik lambalarına vardığımda en uygun ve olması gereken tavırları sergiliyorum.

Bunu bir sene daha yapacağıma göre, herhalde gelecek yıl gözlerim kapalı bile okula gidip gelebilirim. Yo, daha net konuşmak gerekirse, bu yolu sadece bir yıl daha kullanacağım. Sonrasında kendimi nostaljiye boğup belki bu sokakta dururum yine içimden gelirse. Ama cidden, bu yola okula giden rotam diyecek sadece bir yılım kaldı.

Ne zaman, ne şekilde ve nerede olursan ol, her zaman bir süre limitin oluyor. Sabahları ve akşamları, güneş hep doğar ve batar – ama eğer bu olaylara ‘yılın ilk gündoğumu’ veya ‘dağların arasından gündoğumu’ gibi özel anlamlar yüklersek, o vakit güneş sonsuzluk algısını kaybeder.

Belki böyle şeyler ilişkiler için de söylenebilir. Komachi ve benim aramda kardeşlikten gelen bir bağ söz konusu, ve bu kendi başına sonsuza dek süreceğinin göstergesi. Fakat, artık eskisi gibi çocuk olmadığımızın farkına vardığımızdan, ilişkimizin seviyesi her nasılsa biraz değişti denebilir.

Ben kesinlikle kardeşler olarak biraz olsun daha olgun olduğumuza inanıyorum. Gerçi, aslına bakarsan birlikte olduğumuz 15 senenin ardından, Komachi de ben de ilişkimizin öyle *keskin* değişimler yaşamayacağının farkındaydık.

Sonuçta Komachi ile aynı aileye mensup olduğumuzdan, galiba böyle olmasında sorun yok. Zaten hep şanssız olduğuna inanırdım, ve pes ederek artık hayatının sonuna dek bana eşlik etmekten başka çaresi kalmadı. Birlikte, abiciğine cehenneme kadar eşlik edecek.

-Fakat, benimle böyle ilişkisi olmayanlar için konuşuyorum, acaba bana nereye kadar eşlik ederler merak ediyorum?

Bu düşüncelerde kaybolmuşken, sonunda kapının yanına vardım.

Frenleri hafifçe sıkarak hızımı azalttım, diğer insanların ve bisikletlerin arasına karıştım. Böylece bisikletin kollarından tutup çevirdim ve bisikletimi boş bir yere yerleştirdim.

Bisikletim gıcırdayarak durduktan sonra kilidini taktım. Başımı kaldırdığımda etrafımda umduğumdan çok daha fazla boş yer olduğunu fark ettim.

Bisiklet park alanının neden bu kadar boş olduğuna endişelenirken, ana binanın girişine doğru ağır aksak yürüdüm.

Tatil olan günlerden olacak herhalde, yanımdan geçen öğrenciler yol boyunca şen şakrak makara yaparken çok coşkulydu.  Yankıyan sesleri normalden daha çok kendini hissettiriyordu.

 

Bunun sayesinde önceki şaşkınlığıma cevap bulmuş oldum.

An itibariyle üçüncü sınıf öğrenciler sınava hazırlık evresinin zirvesindeler, ve okula gelip gelmemekte özgürler. Böylelikle çoğu okula gelmemiş, bu da park alanının neden bu kadar boş olduğunu açıklıyor.

Okulun birinci ve ikinci katı çok sessizdi. Girişten merdivenlere kadar olan yolda sınıflar terk edilmiş gibiydi, bu yüzden koridordaki öğrencilerin sesleri çok daha belirgin geliyordu.

Sessiz ve soğuk atmosfer onları huzursuz etmiş olacak ki bu sebepten birbirleriyle daha fazla konuşmayı tercih etmişler.

Bunu düşününce, konuşmalarının ardından bir yalnızlık hissi alıverdi beni.

Fakat, buna rağmen, üçüncü kattaki ikinci sınıfların olduğu sınıflara vardığımda, sevecen, şen şakrak sesler duyabiliyordum. Aslına bakarsanız, aşırı gürültülü. Tatil günlerinizi nasıl geçirdiğiniz umrumda bile değil, o yüzden kapayın çenenizi! Hey, illa telefonunuzu getirip birbirinize yollamak zorunda değilsiniz, eh, ne de olsa onları SNS’e yüklemediniz mi zaten? Arkadaşlarınız çoktan görmüş olabilir. Muhtemelen refleks olarak ‘beğen!’ tuşuna basıp hemen ardından unutmuşlardır. Ah anladım, bu yüzden bilerek tekrar gösteriyorsun onlara. Aman Tanrım! Ne kadar da dünden hazırlıklısınız! Boşlukları kapatmak için iki kademeli bir saldırı!

☙ Rurioni Kenshin’de geçen bir kullanımmış.

Böyle düşünüp koridorda akın eden Instagramcılardan kaçınırken, arkamdan gelen usul ayak seslerinin yaklaştığını duydum. Yol vermek için hafifçe sağa çekildim. Ardından sol omzuma usulca vuruldu.

‘Hachiman! Günaydın!’

Arkamı döndüğümde, vücut özellikleri Instagram’a etrafımızdaki herkesten daha yakışan birini gördüm. Bu kişi okul kıyafetinin üstüne rüzgarlık giymiş Totsuka Saika’dan bir başkası değildi.

‘A-ahhh… Günaydın…’

 

Derme çatma bir cevap verdiğimde, Totsuka haylazlığının bir başarıya ulaştığını gözüme sokarcasına şaka yollu gülümsedi. Çok geçmeden benimle dalga geçer gibi kısık bir sesle şaşırıp şaşırmadığımı sordu. Onun yüzünden nefesimi toplarken anca başımı sallayabildim. Tanrı aşkına! Haylazlıklar Ustası Totsuka-san, sen var ya sen!

☙ Karakai Jouzu no Takagi-san’a gönderme bir kelime oyunu varmış.

Yo, elbette şaşakaldım. Yani, neden bu kadar tatlı olmak zorunda ki? Böyle dudaklarını aşır uzun elbise kolunun ardında saklayıp neşeyle gülerken, alımlı kız yanın çok fazla değil mi? Hey, hey, şimdi Daikanyama veya Nakameguro’da gibi yerlerde satılan tarz kapüşonluların fotolarını yüklemenin  sırası değil.  Asıl bunu yükleyin! *Kızlık gücü* dediğiniz işte budur! Haydi kızlar,  biraz kendinize yakışanı yapıp hatalarınızdan ders alın. Şimdilik kalbimde yer alan Instagram ‘beğen!’ tuşuna basmakla yetineyim.

Ve aynı tuşa 16 kez bastıktan sonra kalbimin küt küt atmasını durdurabildim ve nefesimi toparladım. Sonunda Totsuka’yı adamakıllı süzecek duygusal dinginliğe ulaşabildim.

☙ Takahashi Meijin’in ‘saniyede 16 mermi’ tabirine gönderme.

Hafif uzun, beyaz, parlaki yumuşak ve ışıkta açılan saçları birazcık dağınıktı. Sırtına alıp omuzladığı raket çantasına çeki düzen vermesi hızlı ve maharetliydi, bir yandan da canlı ve insanın ruhuna can getiren bir gülümseme atıyordu. Yanaklarındaki detaylar sanki pembeye boyanmış gibi insanın içini ısıtıyor. Anladım. Anlaşılan sabah alıştırmaları daha yeni bitmişti, biter bitmez de alelacele buraya gelmişti.

Sanki hayal meyal limonlu bir sprey deodorant kokusu alıyorum, acaba doğru mu? Eğer öyleyse, gönlüm istediği kadar içime çekebilirim, göğsümde depolayıp alyuvarlarımla vücudumun dört bir yanına yayarım onu. Böyle bir şeyi sadece iyi etik değerlere sahip bir centilmen yapar. Burnumla derin bir nefes alıp ağzımla nefesi verdim, sonra konuşmaya başladım.

‘Sabah antrenmanında iyi iş çıkardın. Hava bu kadar soğukken bir de, inanılmazsın.’

‘Evet. Gerçi alışkınım zaten.’

Totsuka adımlarıma ayak uydururken kocaman bir gülümsemeyle yanıtladı. Gülüşünün ardından alçakgönüllülükten ziyade özgüven yattığına eminim.

 

‘Yakında alt dönemler gelecek. Bu yüzden, en cazip yanımızı göstermek adına daha sıkı çalışmam lazım.’

Sanki ‘Ganbaru-zoi’ der gibi elini yumruk yapıp göğsünün önünde sıkarak moral depoladı.

☙ New Game’deki ‘Ganbaru-zoi!’ elimden geleni yapacağım hareketine gönderme.

Böylesine savaşma ruhu ortaya koyan hali gerçekten şirin, sevimli, alımlı, güvenilir ve tatlı görünüyordu. Bana kalırsa, genelde iyi bir şeyi betimlemek için kullanılan tüm sıfatlar ona yakışır. Sonuç olarak sadece dolmuş gözlerimle ona bakmakla yetindim, kelimeleri söze dökme kabiliyetimi kaybetmiştim çünkü. Artık sözleri kullanmama gerek yok… Diğer yandan belki de sessizce ona bakakalmamdan biraz karafsı karışmış olacak ki Totsuka gözlerini dikip yukarı bakarak başını büktü.

‘Peki siz alt dönemlerle ne yapacaksınız?’ ‘Heh?’

Gözlerim hala ona dalmış bakarken beklemediğim bir soru sorulması üzerine şaşkınlıktan garip bir ses çıktı ağzımdan. Bunun üstüne Totsuka sorusunun belli belirsiz olduğunu düşünmüş olacak ki ellerini sallayarak üstüne birkaç şey daha ekledi.

‘Yani, şimdi Hizmet Klübü artık adamakıllı bir klüp haline geldiğine göre, alt dönemlerin klübünüze katılması sorun olmaz değil mi?’

O açıdan bakarsak adamakıllı klüp aktivitesi yapıyor muyuz emin değilim, ama… Bunu düşünürken başımı büktüm.

‘Bilmem ki… Bir ast olarak bilmiyorum. Ayrıca nasıl oldu da bizimkisi bir klüp halini aldı hiçbir fikrim yok… Neredeyse zorla tehdit edilerek klübe katıldım, sanırsın bir çeşit mahkumum.’

‘Ahaha, anladım…’

‘O yüzden ben alt dönemlerin katılacağını sanmıyorum.’

Derken Totsuka acı bir gülümsemeyle gözlerini nazikçe düşürdü. ‘Hadi ya… Buna biraz üzüldüm doğrusu.

 

Eğer alt dönemler katılmazsa, ileride elbette Hizmet Klübü tarihe karışacak. Bu böylesine bariz bir şeyken, bir kez daha bunun farkına vardım. Hızımı artırıp Totsuka’nın bir adım önüne geçtim. Yüz ifademi gizleyebildiğim bu pozisyonda yorgun bir iç çektim.

‘Benim açımdan da bir hayal kırıklığı… Ben de Kouhailerime en az bir kez olsun her Senpainin söylediği sözlerden etmek isterdim – ‘Bu zorlukları yaşayan bir tek sen değilsin.

Herkes bu yollardan geçiyor.’ Veya ‘Eğer şimdi pes edersen, nereye kaçarsan kaç işler yoluna girmeyecek.’ gibisinden sözler.

‘N-ne kadar itici bir senpai…’

Arkamdan yüzünde beliren hafif endişeli tebessümünü hissedebiliyordum.

‘Ah, öyle demek istememiştim! Sadece, Hizmet Klübü harika bir klüp diyordum, o yüzden ileride de devam etmesini istedim…’

Totsuka dinç bir şekilde önüme doğru atladı ve tekrar aynı çizgide olduk. Bana doğru bakarken gözlerinde bir huzursuzluk ve endişe emaresi vardı.

‘…Eh, sonuçta bu klüp başkanı ve yardımcısına bağlı değil mi? Ben öylesine bir astım sadece,

O yüzden klüp meselelerinde kullanacak bir oyum yok.’ Böylece saf ve katıksız bir gerçeği ortaya döktüm.

Sözlerimi duyan Totsuka kıkırdadı.

‘Öyle konuştun ki tıpkı ofis işçilerine benzedin.’

Sözleri şakayla karışık bir serzeniş gibiydi, diğer yandan taşı tam gediğine koymuş olabilir.

Bu konuda duruşum şimdiye kadar hep aynı olmuştur. İş, talepler şeklinde gelir ve böylece danışmanlık doğar,

 

problemleri ve imtihanları beraberinde getirir, bu yüzden meseleyi her şeyimi vererek halletmeye çalıştım. Benim ne istediğimse çok önem arz eden bir mevzu değil. Zaten her zaman ‘Bu tamamen benim işim olduğundan.’ demişimdir.

Bu sayede sonrasında söylediğim şeylerde bir miktar mazoşistlik olabilir.

‘Değil mi? İleride çalışmaya başladığımda, her şey daha zor ve boktan olacak, değil mi? O yüzden hiç mi hiç çalışmak istemiyorum.’

Komik demeçime gülerken sınıfa vardık. Sonrasında birbirimize ufak bir el sallayıp kendi yerlerimize doğru yöneldik.

Sınıftaki ısıtıcı sayesinde burası koridordan çok daha sıcaktı. Sınıfın atmosferi o yüzden olacak ki çok daha gevşekti. Kapıya yakın oturanlar açısından bakarsak, kapının etrafındaki aralıklardan giren soğuk onları sefilce donduruyordu. Onlara kıyasla ısıtıcının yanında bulunan pencere tarafında oturanlarsa yüce sobanın lütfuyla mayışıp aylaklık ediyorlar. Pencere tarafının en önünde oturan Kawasaki Saki, gözleri kapalı bir şekilde çenesini eline dayayarak uyukluyor gibiydi.

Diğer yandan pencere tarafının arka sıralarına baktığımda, oradakiler her zamanki gibi enerji dolu. Tobe yine neşeyle daldan dala konuşurken herkesin ilgi odağıydı, muhtemelen geçen gün güzelce tamamlanan çikolata etkinliğinden ötürü.

Belki de etkinlik sayesinde ilişkilerinde birtakım değişiklikler olmuştur. Miura doğru mesafeyi ayarlamakta başarısız olsa bile, en azından biraz olsun yaklaştı. Ebina da diğerlerine olan mesafesini korurken, iyi bir gelişme kaydetti. Tobe’ye gelecek olursak… eh, neyse ne. Görünüşe göre eğleniyor, ne de olsa Tobe’den bahsediyoruz. Böylece, şey, her neyse.

Fakat, etkinliğin güzel olduğunu söyleyen o kişi için…Onlara doğru baktığımdan, gruptaki Yuigahama beni fark etti.

 

Yuigahama belli belirsiz ağzını açtı ve usulca el salladı bana. Böyle şeyler yapman beni utandırıyor, lütfen buna bir son ver…Gel gör ki onu görmezden gelemeyeceğimden ufak bir baş sallamayla karşılık verdim.

Sonrasında Yuigahama’nın bakışlarını takip ederek Miura ve diğerleri de bana baktılar. Hemen sonrasında Miura bakışlarını kaçırıp telefonuna odaklandı, bir yandan saçlarıyla oynamaya başladı, Ebina kim olduğumu görünce usulca ‘ohh’ladı. Tobe ve diğerleri sessizce ‘yah’, ‘yo’ ve ‘hey’ gibi şeyler söylediler adamakıllı selamlamak varken. Bir arka sıralar klasiği.

Benzer şekilde Hayama Hayato da basit bir tebessümle ‘günaydın’ diyerek selamlayıp gözlerini çevirdi. Karşılık olarak ‘yo’ diyerek başımı sallayıp hızlıca sandalyemi sıramın altından çektim.

Çenemi masaya yaslayarak gözlerimi kapatıp dinlendim. Tekrar düşününce, bu işte bir tuhaflık var.

Normalde sabahları böyle birbirimize seslenip selamlaşmayız ama ola ki göz göze denk geldik, sessizce selamlaşacak kadar da tanışık sayılırız artık.

Eğer bu ne zaman başladı diye soracak olursanız, cevabı oldukça basit. Ta ilk zamanlar gözlerimi onlara dikip, gözlemlerken başladı.

Sınıfa ilk dahil olduğumda bile, sınıf manzarasının sadece küçük bir alanını kaplasalar da Hayama ve tayfasından haberdardım. Buna rağmen, isimlerini, hangi klübün üyesi oldukları gibi bazı bilgileri biliyor ve birey olarak onları ayırt edebiliyordum.

Gel gör ki onları tanıyorum demek güç.

…Şimdi bile onları pek tanıdığım söylenemez.

Belki bu tarz düşüncelerimden, belki de alışık olmadığım bu selamlaşmalardan artık bilmiyorum, otururken rahatsız hissettim kendimi.

Nedense kendimi toparlayamıyordum, o yüzden hızla oturduğum yerden kalktım.

 

Tam böyle zamanlarda en iyisi tuvalete tüymektir. Kaçıyor olmak utanç verici olabilir, ama faydalı.Daha geçenlerde, meşhur bir komedi ikilisi trafik kazası geçirdi. Kaza yerinden kaçıp iyi hal sergiledikten sonra yayınlar geri dönüp üstüne olay hakkında devamlı espri yapıp durdular!

☙ Aragaki Yui ve Hoshino Gen’in başrol aldığı ‘We Married As a Job’ adlı TV dramaya gönderme yapılıyormuş.

☙ Inoue Yousuke ikilisine gönderme yapmış.

Hızlıca sınıftan çıktım ve tuvalette işimi rahat rahat hallettim. Belki de yol üstündeyken içecek bir şeyler almalıyım…Derken otomatın yolunu tuttum. Zaman almış başını gitmiş, öğrenciler ucu ucuna yetişebilmek ümidiyle koridoru hızla arşınlıyorlar. Önceye nazaran daha sessizlerdi.

Bu sayede arkamdan gelen adım sesleri zihnimde daha çok yankılanmaya başladı. Arkamda hissettiğim silüet mesafesini çekimser ama yakın tutuyordu. Adımları beni usulca takip etti.

Otomatın önünde durduğumda, arkamdaki adımları da gecikerek durdu.

Hızlıca kendime her zamanki gibi bir MAX Kahve kaptım ve ani bir hareketle kenara çekildim, ve adımların sahibi yavaşça öne adım atıp siyah kahveyi gösteren düğmeye bastı.

‘Olanları duydum.’

Otomattan kutu kahveyi almak için çömelen bu kişi, sanki olduğum yerde duracağımı bilen bir edayla yüzünü dönmeden konuşmaya başladı.

Böyle bir şey daha önce olsaydı bundan çok rahatsız olur ve sert konuşurdum, ama artık durum böyle değil.

Artık Hayama Hayato’nun her şeyi sinir bozucu bir şekilde söylediğini bildiğim için hiç gıcık olmadım.

Hepsinden öte, özellikle bana bir şey demek için geldiğini biliyordum. Hal böyle olunca, hiç mi hiç gıcık olmadım. Ah, hayır! Aslında baya sinir oldum!

 

Cidden, niye böyle konuştun ki…? Konuşma tarzı sanki beni teste tabi tutar gibi, tıpkı benzer birinin konuşma şeklini andırıyor…

Eh, bazen birinin gündelik konuşma tarzı bile bulaşıcı olabiliyor. Belki tek başına bu bile birbirlerini uzun zamandır tanıdıklarının kanıtı olabilir.

Tam da bu yüzden diyebilirim ki Hayama’nın *bu meseleyi* önüme getirmesi aşırı normal bir şey.

“Zorlanmış olmalısın. Omzundaki yükler hafifledi mi?”

Sıcak görünen kutu kahvesini hafifçe havaya attı ve kahvesini atıp tutarken yüzünü bana çevirdi. Ukala bir tavırla sözlerine devam etti. Biliyor muydun, Raiden…? Kafamdaki düşünceleri mırıldanırken başımı büktüm.

☙ Sakigake!! Otokojuku serisine bir gönderme.

‘Heh? Neyi kastediyorsun? Ehm, kız kardeşim hakkında mı konuşuyorsun? Giriş sınıvlarıyla ilgili mi bu?’

‘Hayır.’

Hayama iç çekip omuz silkti.

“Bu da sana zor zamanlar yaşatmış olmalı, ama… Ahh, bu arada. Kız kardeşine

‘Sınava hazırlanarak iyi iş çıkarıyorsun’ dediğimi iletir misin?“

‘Yo, sana ne oluyor böyle? Hem neden senin için böyle bir şey yapayım? Gerçi, düşünmen mutlu etti. Sağolasın.’

Hayama’nın parlak gülümsemesine karşın donuk gözlerle bakınca, şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.

‘Cevap olarak senden asla böyle bir şey beklemiyordum.’

 

Hayama kutu kahvenin kapağını çekip açtı. Kahveyi ağzına götürünce acı bir tebessüm takındı. Hey, teşekkür etmiş olmam o kadar tuhaf değil, tamam mı? Benim davranışımdan ziyade, senin gösterdiğin incelik kuşkusuz daha şaşırtıcı, öyle ki böyle bir zamanda Komachi’ye teselli sözleri etmeyi unutmaman bile başlı başına…

Bununla birlikte, Hayama gerçekten terbiyeli biri olduğundan, amacından sapan konuyu hemen asıl noktaya döndürüyor.

‘Kız kardeşini bir kenara bırakalım…Buraya diğer kız kardeşin hakkında konuşmaya geldim.’

Diğer kız kardeşim mi? Sen neden bahsediyorsun? Yoksa Keika’yı mı kastediyorsun? Yok canım, tabi ki küçük bir kız olmasına rağmen ciddi manada potansiyel bir tehlike arz ediyor…Bu yüzden, duymazdan gelmenin en doğrusu olduğunu anlayıp öyle davrandığımda, Hayama Hayato’nun yüz ifadesi daha da katılaştı.

Eğer salağa yatmaya devam edersem, eminim ‘Anlaşıldı, demek sen o tip adamlardansın he?’ tarzı şeyler diyip kafasına göre yorumlayacaktır.

Genelde birbirimizin niyetini çoktan fark etmiş oluruz.

Aslına bakarsanız, Hayama da ben de birbirimizi kendi yollarımızla anlamış varsaydığımızı fark ettik, bu da konuşmaktan vazgeçtiğimizden hayal kırıklığına uğramışız gibi hissettirdi. Sonunda hatta bunu kabullenip, ben merkezli duygularımızı birbirimize yüklemekten başka bir şey yapmamaya başladık.

Birbirimize yönelttiğimiz sözler hiçbir zaman elle tutulur bir soru haline gelmedi ve devamlı asıl noktayı ıskaladı durdu. Ne sözlerimizin birbirimize geçip geçmediğini teyit etmekle uğraştık ne de sözlerimizi birbirimizden sakındık.

Duruşlarımızın birbiriyle çeliştiğini anlamamıza rağmen, nihayetinde birbirimizi görmezden gelemedik. Konuşmalarımız bencil monologlar ve ironik, imalı sözlerle doluydu.

‘…Şey, görünüşe göre olaylar bundan sonra gittikçe zorlaşacak, ama bilmiyorum.’

 

‘Kesinlikle.’

Hayama zoraki bir gülüş attı ve içmeyi bitirdiği kahve kutusunu fırlattı. Kutu uçarken bir yay çizdi ve deliksiz bir şekilde çöp kutusuna girdi. Binanın sessiz birinci katında, tiz bir ses koridorlarda yankılandı.

Girdiğinden emin olunca Hayama gülüşünü bozarak bir iç çekti. Bu iç çekişin tatmin olmaktan mı yoksa bir yalnızlık belirtisi mi olduğunu pek anlayamadım. İç çekişinin manasını kestirememişken, Hayama aniden yürümeye başladı.

‘…Neyse ki, önceki halinden daha iyi. Ben hep bir şeylerin değişmeyeceğini düşünürdüm.’

Başka bir yöne bakarken sözleri kulaklarıma geldi. Belli ki cevabımı beklemeye niyeti yoktu. Belki de bir şey söyleyeceğim aklının ucundan dahi geçmemiştir.

Ahh, tam da düşündüğüm gibi, her zamanki muhabbetlerimiz işte. Yo, bekle, buna sohbet bile denir mi bilmiyorum.

Bir diğerimize sanki zorla sıkıp, kusuyormuşuz gibi söylemek bile istemeyeceğimiz şeyler mırıldanıp durduk. Karşımızdakinin sözünü duymamız üzerine ikimiz de kendimize göre onayladık, kelimelere kendi anlayışımıza göre zoraki anlamlar yükledik.

Bu yüzden tavırlarımızı bir diğerimizin sözlerine anlam yüklemek diye tanımlamak yerine, her ikimizin yaptığı bir diğerinin Kaishakunin’i desek daha yerinde olur. Öyle ki, anlamlı bir sohbete çıkacak sözler bile kısa kesilmişti ve son an gelip çatıncaya kadar birbirimizi dinlemeye devam ettik.

☙ Utanç vb. gibi durumlarda Seppuku uygulayan Japonların yanında bulunup yardım eden kişiye verilen rolün adı Kaishakunin’miş.

Hayama çoktan bir adım öndeydi benden. Onu uygun bir mesafeden takip edip, demin yaşadığımız konuşmayı zihnimde geri sardım.

Hayama Yukinoshita’nın aile evine döndüğü bilgisini nereden duymuş acaba merak ediyorum? Anne babasından mı? Yoksa,

 

belki de Haruno’dan? Belki de Yukinoshita’nın ta kendisinden? Yoksa Yuigahama mı çene çalayım derken bundan bahsetti? Her nasıl olursa olsun, arada çok fark yok. Sonuçta hepsinin ucu aynı yere varıyor.

Nihayetinde bana öyle geliyor ki Yukino Yukinoshita’nın hareketleri, Hayama Hayato’nun asla değimez diye düşündüğü ‘şey’ in değişmesine sebep oluyor.

Yine de Hayama’nın buna iyi bir şey olarak bakmasına sevindim. Yukinoshita ailesiyle olan uzun süreli ilişkisini göz önüne alırsak, özellikle de iki kız kardeşle, bu sözleri böylesine kendinden emin konuşuyorsa inanmamam için bir neden yok.

Bu sayede az çok rahatlamış hissettim. Rahatladım çünkü ben farkına varmadan, Yukino Yukinoshita pek çok alanda elinden geleni yapıyordu.

Evvelen bana *omzumdan yük indi mi* diye sorduğunda bilerek kafam karışmış gibi davranıp Komachi’den mi bahsediyorsun diye sormuştum, belki de onun ifade tarzında bir kusur yoktu. Göğsümde yükselen acı kısmen Komachi’nin bana teşekkür ettiği zamana benziyor.

Dolayısıyla hissettiğim acı gerçekten doğru şeyi yaptığımın bir delili.

Sınıfa yürürken aramızda olan mesafe değişmedi.

Dersler başlamak üzereydi. Derse neredeyse geç kalmak üzere olan öğrenciler yanından koşarak geçerken Hayama günaydın demeyi ihmal etmediler, Hayama da nazikçe el sallayarak karşılık verdi.

Nedense gözlerim Hayama’nın sallanan kolunda takıldı kaldı.

Birden belki de Hayama’nın benimle aynı şeyi düşündüğünün farkına vardım. Ben nasıl Komachi’nin üzerine titriyorsam, muhtemelen Yukino, veya her ikisi için aynı şekilde hissediyordu, ne de olsa birbirlerine çok yakınlar. Sınıfa döndüğümüz bu kısa zaman dilimi içinde kendi rızamla,

 

kendimi onun yerine koyup hayal ettim.

Hayama elini sınıfın kapısına koyduğunda, aramızdaki mesafe azalmıştı.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.