Oregairu Cilt 1 Bölüm 01 Kısım 1

[ A+ ] /[ A- ]

Zaten Hikigaya Hachiman Fesat

 

 

Çevirmen: NatsuJun

 

 

Japonca öğretmenim Shizuka Hiratsuka kompozisyonumu sesli okurken sinirleri zıpladı. Dinlerken, yazma becerilerimin yeterlilikten çok uzakta olduğunu fark ettim. Birkaç şekil şükül sözcüğü bir araya getirirsem beni zeki gösterir diye düşündüm ama bu daha çok bir şeyler ortaya koyacağım derken basit taktikler kullanan zorda kalmış bir yazar gibi gösterdi beni.

Demişken- acaba amatörce yazdığım kompozisyondan ötürü mü çağırdı beni? Yok ondan değildir. Zaten biliyordum. Hiratsuka sensei okumayı bitirdikten sonra elini alnına götürüp derince iç çekti.

‘Söylesene Hikigaya, ders esnasında sana verdiğim ödev neydi?’

‘…Şeyy, konusu “Lise Hayatını Gözden Geçirmek” üzerine bir kompozisyondu.’

‘Bingo. Peki sen neden bir tehdit mektubu yazdın1? Sen bir terörist misin? Ya da bir geri zekalı mısın?’

1Burada kullanılan orijinal sözcük ‘hankouseimei’ suçu kabullendiğini belirten bir şey imiş,

İngilizcesi için fazla kaba durduğundan böyle kullanılmış.

 

Elini saçlarından çekerken sinirlenmiş bir vaziyette bir iç daha geçirdi 2.

2Sinirlenmiş olarak kullandığımız ‘vex’ sözcüğünün Japoncası ‘nayamashi’ aynı zamanda tahrik edici anlamına geldiği için sıradaki düşünceye itiyor Hachiman’ı…

 

Lafını etmişken, ‘bayan öğretmen’ yerine müdire hanım demek kulağa daha erotik geliyor.3 O sırada böyle şeyler düşünüp kendi kendime sırıtırken, bir tomar kağıdı kafama yedim.

3Orijinal Japoncaya göre bayan öğretmen için kullanılan kanji (女教師) , ‘jokyoushi'(bayan öğretmen) yerine ‘onnakyoushi’ (müdire hanım) diye okunsa daha erotik olur. Bir de kadın öğretmen demek yerine müdire hanım (mistress) deyip olayı hayal gücünüze bıraktım.

 

‘Dikkatini topla!’

‘Emredersiniz.’

‘Gözlerin, tıpkı kokuşmuş bir balığınkine benziyor.’

‘O kadar mı omega-3 ten zengin duruyorlar? Kulağa dahiyane geliyor.’

Dudaklarının kenarı yukarı kıvrıldı.

‘Hikigaya. Bu tatsız kompozisyon neyin nesi? En azından bana elle tutulur bir şey söyle.’ Gözlerini sanki kalbimi deler gibi üstümde gezdirdi, kaşlarını öyle şiddetli çattı ki ses çıktığına yemin edebilirim. Sadece böylesine bir güzellikle lanetlenmiş bir kadın böylesine insanı istemeden kendine çekip tamamen ezip geçen, dehşete sokacak kadar güçlü bir ifade takınabilir. Yani, hakikaten korkunçtu.

‘Ahh- Şey- Benn…lise hayatımı gözden geçirdim ama değil mi? Bugünlerde lise hayatı fazlasıyla bu şekilde hani! Kompozisyonum gerçeğe oldukça yakın!’

Lafı ağzımda geveleyip durdum. İnsanlarla konuşurken geriliyorum, kaldı ki bir kadınla konuşunca daha da gerildim.

‘Normalde, böyle bir soru yaşadıklarını gözden geçirmeni gerektirir, değil mi?’

‘O zaman lütfen soruya böyle diyerek giriş yapın. Böyle yapsaydınız, kompozisyonumu ona göre yazardım. Yanlış yönlendirebilecek bir soru sormanız sizin suçunuz değil mi sensei?’

‘Off ukalalığı bırak evlat.’

‘Evlat…? Yani senin yaşında biri için elbette ben bir çocuk olabilirim, herhalde öyle olmalı.’

Hızla bir rüzgar esti. Aa bir yumrukmuş. Hiçbir hareket emaresi göstermeden savrulan bir yumruk. Ve sadece bu yetmezmiş gibi, bu etkileyici yumruk yanağımı yaladı geçti.

‘Bir dahakine ıskalamam.’ Gözlerinden ciddilik akıyordu.

‘Özür dilerim. Tekrar yazacağım.’ İçimde vicdan azabı ve pişmanlığa benzer duygular yaşadığımı göstermek adına sözlerimi daha dikkatli seçeceğim. Fakat şuan, Hiratsuka sensei için diyebileceğim dünya kadar şey arasında, vaziyetten memnun maalesef yoktu. Öyle görünüyor ki diz çöküp ayaklarına kapanmaktan başka çarem yok.

Pantolonumdaki kırışıklıkları düzeltip kendime çeki düzen verdim, ardından sağ bacağımı kırıp yere çöktüm. Hızlı ve kusursuz bir hareketle.

‘Aslında, sana kızgın değilim.’

….Oh, demek o noktaya geldik. Hani şu devamlı yaptıkları çekilmez şey. Şu ‘Kızmadım, sorun neyse anlat’ tavırları. Böyle diyen birinin kızmadığına hiç şahit olmadım. İşe bakın ki Hiratsuka sensei gerçekten kızgın falan değildi. Yani, yaşından bahsedişim dışında.

Dizimi yerden kaldırırken kaçamak bakışlarla ne tepki verdiğine baktım.

Hiratsuka sensei, neredeyse yırtılacak gibi duran göğüs cebinden bir Seven Stars 4 çıkarıp filtresini sıraya sertçe vurdu. Tıpkı yaşlı heriflerin yaptığı gibi. Tütünü sardıktan sonra 100 yenlik çakmağı çakıp sigarasını yaktı. Bir nefes çekti ve yüzünde vakur bir ifadeyle beni süzdü.

4Japonya’da bir sigara markası.

 

‘Sen hiçbir kulüpte değilsin, doğru muyum?’

‘Evet.’

‘….Hiç arkadaşın var mı?’

 

 

Sanki olmadığına çoktan kanaat etmiş gibi sordu.

‘Şeyy, sizi temin ederim ki ben hayatım boyunca tarafsızlıktan yana oldum, bu sebeple herhangi biriyle hususi olarak yakın ilişkiye giremem.’

‘Kısacası yok yani, öyle mi?’

‘Şeyy, aslındaa…’

Sanki ne cevap vereceğimi anlamış gibi Hiratsuka sensei’in yüzü heyecanla doldu.

‘Demek öyle! Gerçekten hiç arkadaşın yok ha! Tam kafamda teşhisini koyduğum gibi. Bu ruhsuz gözlere bir bakış atmamla her şeyi anlamıştım!’

Demek sadece gözlerime bakarak bunları anladın ha? E o zaman ne diye beni uğraştırıyorsun.

Çok bilmiş gibi başını sallayıp ‘hıhımm… evet’ diye onayarak ketum bir ifadeyle beni ölçtü tarttı.

“…….. Peki kız arkadaşı veya o tarz bir şey?’

Bu ‘o tarz bir şey’ de neyin nesi? Erkek arkadaşım var desem ne yapacaksın?

Şuan için yok…’

 Geleceğe dair umutlarımı göz önünde tutarak, her ihtimale karşı ‘şuan için’ e vurgu yaptım.

‘Anlaşıldı. ‘

Bu sefer, buğulu gözlerini dikerek derin derin inceledi. Gerçekten gözlerini tırmalayan şeyin sigara dumanı olmasını diledim.

Hey, kes artık şunu. Tatlı bakışlarla bana acımayı bırak.

Neyse, tüm bu soruların sonu ne olacak acaba? Hiratsuka sensei acaba şu bizim kafadan kontak hocalardan biri mi?

Yakında sepetteki bir çürük elma tüm sepeti çürütür falan da der bu.

Belki de zamanında lise terk bir serseriydi ve eski okuluna öğretmen olarak dönmüştür?5

5Drop-out teacher returns to school (Yankee Bokou ni Kaeru) dizisine bir gönderme imiş, hikayede eski bir çete üyesi eski lisesine öğretmen olarak dönüyormuş. Öğrencileri mezun edip hayata kazandırmaya çalışan çok coşkulu bir öğretmenmiş.

 

Cidden, eski haline dönse olmaz mı?

Bir miktar değerlendirmenin ardından, Hiratsuka sensei sigara dumanı üfleyerek iç geçirdi.

‘Pekala, şu şekilde yapalım. Raporunu tekrar yaz.’

‘Emredersiniz.’

Kesinlikle yapacağım.

Peki, bu sefer mümkün mertebe konuya uygun, kimseyi gücendirmeyecek bir kompozisyon yazacağım. Daha çok fotomodel idollerin ve ses sanatçılarının girdiği bloglar gibi.

Mesela: Bugünün yemeği…..köri gibi!

‘Gibi’ yi neden kullandım ki? Bu kelimeyi kullanmanın köri yeme sürprizine bir katkısı yok.

Bu noktaya kadar olan her şey umduğum gibiydi. Fakat, akabinde duyduklarım hayal ettiğimden çok daha farklıydı.

‘Gelgelelim, kalpsiz sözlerin ve davranışların duygularımı incitti, bu da bir gerçek. Bir bayana yaşıyla alakalı konuşmaman gerektiği sana öğretilmedi mi? Sonuç olarak, Gönüllülük Kulübü’ne girmen gerekecek. Ne de olsa hatalar cezalandırılmalı.’

Bana böyle emrivaki konuşacak kadar incinmiş gibi gelmemişti. Aksine, normalden daha neşeli duruyor, keyifle konuşuyordu.

Bunu derken, neşeli6kelimesi farkında olmadan bana başka bir şeyi anımsattı…gözlerim gerçeklerden uzaklaşarak bluzunun altından yukarı çıkıp sensei’in göğüslerinde karar kıldı.

6Neşeli kelimesinin Japoncası ‘kiki’, meme manasına gelen ‘chichi’ ile benzer tınıya sahip.

(Bu çocuk katıksız bir geri zekalı.)

 

Aşağılık….Ama şimdi, ne tür bir insan başkalarına ceza yağdırmaktan zevk alabilir ki?

‘Gönüllülük Kulübü…Orada neyle uğraşacağım dersiniz?’ Utana sıkıla sordum. İçimde gayet tabii lağımları temizletebilirlermiş, daha da kötüsü birilerini kaçırmamı isteyebilirlermiş gibi bir his var.

‘Takip et beni.’

Hiratsuka sensei bitmek üzere olan sigarasını iyice dolmuş kül tablasına bastırarak söndürdü ve ayaklandı. Dediğine dair hiçbir açıklama ve tanıtıma layık görülmemiş ben olduğum yerde çivili kalmışken, sensei çoktan kapıya varmış bana bakıyordu.

‘Heyoo, hadi dedim.’

Kaşlarım birleşmiş ve çatık bir suratla peşinden gittim.

 

ꕥ  ꕥ  ꕥ

 

Chiba İli Soubu Lisesi’ndeki okul binasının tipi biraz garip. Eğer üstten bakarsanız tıpkı ağız kelimesinin kanji hali olan (口)’a ve katakana hali (ロ)’a benziyor. Altına biraz görsel ve ses eklerseniz, okulumuzun kuş bakışı manzarasını iyice tamamlamış olur. Sınıfların olduğu bina yolun kenarında, özel binanın tam karşısında bulunuyor. İkinci kattaki bir geçit bu iki binayı birbirine bağlayarak kare şeklini oluşturuyor.

Okul binasının dört yanını çevreleyen alan riajuu’ların1 kutsal bahçesidir. Öğle arasında, kızlar ve erkekler orada yemeklerini beraber yer. Sonra, rahatça sindirebilmek için badminton oynarlar. Okul bitince güneşin son ışıklarında okulu arka plan olarak kullanıp, tuzlu deniz esintisi yüzlerini yalarken yıldızları izleyerek aşk üzerine konuşurlar.

1Prologaki popüler, her şeyi olan tipler

 

Dalga mı geçiyorsun?

Dışarıdan bakan biri için, tıpkı gençlik dizilerinde oynayan ve her biri rolünün hakkını veren aktörlere benziyorlar. Düşüncesi bile tüylerimi diken diken ediyor. Böyle bir dizide ben olsam olsam ‘ağaç’ falan olurdum herhalde.

Hiratsuka sensei linol zeminde tık tık sesler çıkarırken özel binaya gidiyormuşuz gibi bir his doğdu içime.

Burnuma kötü kokular geliyor.

Öncelikle adına ‘Gönüllülük (servis) Kulübü’ denen kulüp iyi olamaz. Buradaki ‘servis’ kelimesi gündelik bir durum için kullanılmaz; aksine bu terimin kullanımı ancak müstehcen manada kullanılır. Tıpkı mesela bir hizmetçinin efendisine sunduğu servis2 gibi. Eğer bu tarz bir ‘servisse’, birden azıp ‘Letsu Party!’ diye bağırasın gelir.3

2Burada bahsedilen servis cinsel manada.

3Bu yazıda ilişkiye girme arzusundan bahsediyor. Bu söylem Sengoku BASARA adlı oyunda, Date Masamune’nin sıkça kullandığı bir söz. Konuşma dilinde bir şeyi yapmaya dair coşkuyu anlatan bir kalıp.

 

Ama normalde böyle bir şey tabi ki olamaz. Yo, aslında sağlam bir meblağ ödersen neden olmasın. Ve madem para her istediğini satın alabiliyor, böyle bir şeyi bile, o zaman böylesine çürümüş bir dünyada hayal ve ilham adına bir şey kalmazdı benim için. Her neyse, ‘servis’ iyi bir şey değil.

Üstelik, çoktan özel binaya vardık bile. Eminim müzik odasındaki piyanoyu şuraya taşı, biyoloji laboratuvarındaki çöpleri temizle, kütüphanedeki kitapları sırasına göre yerleştir şeklinde amelelikler yapmak zorunda kalacağım. O halde, önceden birtakım tedbirler almam gerekecek.

‘Belimde kronik bir hastalık var…şeyy, fi…fiii…fistül? Aynen, oydu…’

‘Galiba fıtık demeye çalıştın. Öyleyse dert etmene gerek yok. Senden isteyeceğim şey iş gücü gerektirmiyor.’ Hiratsuka sensei gözlerinde abartılı bir küçümsemeyle beni süzdü.

Peki. Araştırma, veya bir çeşit masabaşı iş mi? O tarz bir iş beynini kapatıp saatlerce uğraştığın, normal iş gücü gerektiren işten daha yoğun bir şey demek. Bu, yerdeki bir çukuru doldurup, ardından tekrar kazman istenmesine benzer bir işkence gibi.

‘Benim öyle bir hastalığım var ki, sınıfa girdiğimde geberiyorum.’

‘Bu bana hangi uzun burunlu keskin nişancıyı hatırlatıyor? Mugiwara Korsanları’ndaki mi?4

4One Piece’deki Usopp’a bir gönderme.

 

Demek shounen manga okuyorsun ha?

Yani, zahmetle çalışmam gereken işler çok da umurumda değil. Beynimdeki bir düğmeye basıp, her seferinde kendime makine olduğumu hatırlatırsam, bir sorun kalmaz. Ve en sonunda mekanik bir bedenin peşine düşüp ufacık bir civataya dönüşürüm.5

5Galaxy Express 999 adındaki mangaya gönderme, burada başkarakter Testuro, mekanik bir beden elde edip sonsuz yaşama ulaşmaya çalışıyormuş. Fakat Kraliçe Promethuem, onun bilincini bir civataya aktarmak istermiş.

 

‘İşte geldik.’

Önünde durduğumuz sınıf çok da alışılmışın dışında bir şey değildi. Kapıdaki tabelada hiçbir şey yazmıyordu. Merakla kapıya bakakalmışken sensei gıcırtıyla sürme kapıyı açtı. Kenarda üst üste istiflenmiş masalar ve sandalyeler bir yığın oluşturmuş.

Belki bir depo olarak kullanılıyordur. Diğer sınıflarla kıyaslayınca, içinde bu yığın dışında göze çarpan bir fark yoktu. Şaşırtıcı derecede normal bir sınıftı. Fakat odada bariz bir şekilde diğerlerinden farklı olan tek şey, bir kızdı.

Günbatımının ışığında kitabını okuyordu. Dünya’nın sonu gelse, muhtemelen hala orada oturup kitabını okurdu. Bana verdiği intiba öyleydi, tıpkı bir ressamın portresindeki gibi bir manzara.

Gördüğüm anda zihnim ve bedenim donakaldı.

Elimde olmadan büyülenmiş gibiydim.

Ziyaretçileri olduğunu fark edince, karton kapaklı kitabına bir ayraç yerleştirip bize baktı.

‘Hiratsuka sensei. Size girmeden önce tıklamanızı söyledim sanıyordum…’

Zarif ayrıntılar. Uzun, dalgalı kapkara saçlar. Giydiği üniforma sınıfımdaki kızlarla aynı olması gerekirken, üstünde tamamen bambaşka duruyor.

‘Tıklasam bile hiçbir zaman cevap vermezsin.’

‘Çünkü yanıtlamama süre tanımadan giriyorsun.’ Hiratsuka sensei’in dediklerine katılmıyormuş gibi baktı. ‘Ee, yanındaki mankafa kim?’ Soğuk bir bakışla hızla baştan aşağı süzdü beni.

Bu kızı tanıyorum. 11’lerden J Sınıfı, Yukinoshita Yukino.

Elbette sadece isim ve yüz olarak tanıyorum, daha önce hiç konuşmadık. Konuşmamıza ne mümkün, zaten okuldakilerle çok nadir olarak sohbet ederim.

Soubu Lisesi’nde, diğer dokuz standart sınıftan ayrı olarak, uluslararası çapta aktif rol oynayabilecek yetenekli öğrencileri yetiştirmek üzere ayrı bir sınıf var. Bu sınıfın akademik standartları öyle yüksek ki normal bir sınıfı ikiye üçe katlar. Genelde bu sınıf yurtdışına çıkıp Japonya’ya dönmüş veya yurtdışında okuma hayalleri olan öğrencilerden oluşur.

Böyle bir sınıfta öne çıkan, daha doğrusu gayet tabii olarak başkalarının dikkatini harikulade bir şekilde kendine çeken biri var, Yukinoshita Yukino. İster normal sınav olsun ister yerleştirme sınavı, istikrarlı olarak 11’lerin en yüksek notunu alır. Kısacası, gerçekten okuldaki en mükemmel ve en güzel kız, herkes onu tanır.

Bana gelince, ben de işte bildiğiniz vasat, bir numarası olmayan ortalama bir öğrenciyim. O sebepten, beni tanımasa bile herhangi bir şekilde gücenmem. Gerçi az önceki ‘mankafa’ lafına biraz içerledim. Öyle içerledim ki kendimi önceleri o isimde bir şeker olduğunu düşünüp son zamanlarda ortalıkta görmediğim fikriyle kafamı dağıttım.

‘Bu Hikigaya. Senin kulübüne katılmak istiyor.’

Hiratsuka sensei’in dürtüklemesiyle kabul ederek başımı salladım. Şu noktada muhtemelen ara vermeden kendimi takdim etmeye geçmem gerek.

‘Adım Hikigaya Hachiman – 11’lerden F Sınıfı. Ehmm…Hey…Ne demek katılmak istiyor?’ Neye katılmak istiyor? Bu kulübe mi?

Sensei konuşmaya başladı. Yoksa ne diyeceğimi dün gibi biliyor muydu?

‘Yaptıklarının bir cezası olarak, bu kulüp aktivitelerine katılacaksın. Hiçbir negatiflik, katılmama, protesto, soru veya karşılık istemiyorum. Biraz kafanı topla. Yaptıklarından ders çıkar!’ Boykot etmeme ihtimal bile vermeden, hükmünü yüksek kararlılıkla ilan etti. ‘Bunlar bir kenara, muhtemelen bir bakışla fark edersin ama bunun kalbi çürümüş gitmiş. Neticede, acınası yalnız biri olup çıkmış.’

Demek sahiden tek bakışla anlaşılıyor bu?

Sensei yüzünü Yukinoshita’ya çevirdi ve ‘Eğer biraz olsun sosyalleşebilirse, davranışlarına azıcık olsun çeki düzen verebilir. Onu sana emanet edebilir miyim? Senden talebim, bunun yozlaşmış, marjinal eğilimlerini düzeltmen.’ dedi.

‘Madem durum böyle, bence onu dövüp tekmeleyerek disipline etmeniz daha yerinde olur.’

Yukinoshita kin kusar gibi yanıtladı.

…Amma korkunç kız.

‘Yapardım, eğer kendi yapabileceğim bir şey olsa, son zamanlarda benim de birtakım problemlerim var. Ayrıca, fiziksel şiddete izin verilmiyor.’

…Sanki psikolojik şiddetin her türlüsü yapılabilir gibi konuştu.

‘Saygıda kusur etmek istemem ama geri çevirmek durumundayım. Bu çocuğun sapık gözleri hin planlarla dolu, hayatım tehlikedeymiş gibi hissediyorum.’ Yukinoshita aslında zaten yerli yerinde olan yakasını düzeltip dik dik bana baktı.

Yoo, ben o oldukça mütevazi göğüslerine falan bakmıyorum…Bir dakika, bakıyor muydum? Yo, yo, yo gerçekten bakmıyorum.  Sadece bir an için gözüme değdi benim de dikkatim dağılmış.

‘Merak etme, Yukinoshita. Hem kalbi hem gözleri çürümüş olduğu için, kendini tutma ve hesaplı davranma konusunda oldukça hünerlidir, bir şeyi yapmadan önce artılarını eksilerini tartabilir. Suç isnadına sebep olabilecek herhangi bir davranışta asla bulunmayacaktır. Zavallı serseri doğasına güvenebilirsin.’

‘Hey, sen buna iltifat mı diyorsun…Biraz yanılmadın mı? Bunun kendini tutma veya kar-zarar hesabıyla bir alakası yok, mantıklı kararlar verebilen biri demeniz gerekirdi.’

‘Zavallı bir serseri ha…Anladım….,’ dedi Yukinoshita.

‘Bana kulak vermedin bile ve şimdi onun dediklerine katılıyorsun…’

Acaba bu Hiratsuka sensei’in başarısı mı yoksa benim zavallı serseri halim mi güvenini kazandı? Hangisi olursa olsun, Yukinoshita sonuç itibariyle bana asla istemeyeceğim bir gözle bakmaya başladı.

‘Peki, eğer sensei böyle istiyorsa reddedemem ya…Kabul ediyorum.’

Yukinoshita iyice ağzının tadı kaçmış gibi cevapladı.

Sensei bu cevaptan tatmin olup gülümsedi. ‘Pekala. Gerisini sana bırakıyorum.’ Ve böylece, hızla odadan uzaklaştı.

Orada bir başıma dikilip kaldım.

 

ꕥ  ꕥ  ꕥ

 

Açıkçası, beni kendi halime bıraksalar en azından daha az strese girerdim Genelde olduğum üzere izole bir çevrede takılmak beni daha rahat hissettiriyor. Saatin saniye kolu korkunç derecede yavaştı, öyle ki her hareket ettiğinde gürültüsünü duyabiliyordum.

Hey, bir dakika, bu gerçek mi? Ani bir romantik komedi sahnesi? Akıl almaz bir gerginlik perdesi odanın üstüne çöktü. Bu durumdan bir şikayetim yok.

Birden, ortaokula dair acı tatlı bir hatıra gözlerimde canlandı.

Okul çıkışıydı. Sınıfta iki öğrenci bir başına. Hafif esintiyle sallanan perdeler ve günbatımıyla düşen ışık demetinin yansıması, genç bir çocuk cesaretini toplayıp itiraf ediyor.

Hala kızın sesini açık seçik hatırlıyorum. ‘Arkadaş olarak kalamaz mıyız?’

Ah olamaz, bu kötü bir anı. Arkadaşlığı bırak, bir daha asla konuşmadık. Onun sayesinde, arkadaşlık ilişkisinde birbirinizle konuşman gerekmiyor herhalde, diye merak edip durdum.

Demek istediğim, güzel bir kızla tıpkı bir romantik komedideki gibi bir odada tıkalı kalmak asla gerçek hayatta başıma gelmedi.  Bu konuda kendimi iyice eğittiğim için, böyle bir tuzağa asla düşmeyeceğim.

Kızlar ya çekici tiplerden ya da popüler kişilerden hoşlanır. Ayrıca sadece onlarla ahlaksız münasebetlere girerler. Bu düşünceyle kıs kıs güldüm.

Uzun lafın kısası, kızlar benim düşmanım.

Şu ana dek, bunu bir daha yaşamamak üzere gayret gösterdim. Romantik komedi sahnesinden kaçınmanın en kolay yolu, nefret edilmektir. Kazanmak için savaşta kaybet. Onurumu korumak için her şeyi yaparım, o yüzden popülerlik gibi şeylere ihtiyacım yok!

Bununla birlikte, selamlaşmak yerine, kaşlarımı çatarak Yukinoshita’yı korkutmaya karar verdim. Vahşi hayvanlar bakışlarıyla öldürür!

Grrrr ─!

Karşılık olarak Yukinoshita,  bir pislikmişim gibi baktı. İri gözlerini kısıp donuk bir iç geçirdi. Sonra berrak bir akıntının çağlaması gibi bir sesle konuştu.

‘…Orada durup iğrenç guruldama sesleri çıkaracağına, oturmaya ne dersin?’

‘He? Ah, tabi. Af edersin.’

….Vayy, o gözler neyin nesiydi öyle? Vahşi bir hayvan?

Eminim beş kişi falan öldürürdü. Tıpkı şarkıcı Matsushima Tomoko’nun leoparın ağzında can vermesi gibi.1Az önce bilmeden içgüdüsel olarak ondan özür mü diledim ben? Ben kasıtlı olarak onu korkutmaya çalışmasam bile, Yukinoshita bana karşı düşmanca tavır almıştı çoktan. İyice dibi boylamışçasına, boş bir sandalye çekip oturdum.

1Matsushima Tomoko Japon bir şarkıcıymış, Kenya’da bir çeşit eğlence programı için çekim yaparken bir aslan ve leopar tarafından saldırıya uğramış.

 

Sonrasında Yukinoshita bana herhangi bir dikkat emaresi bile göstermedi. Bir miktar zaman geçince, karton kaplı kitap tekrar açıldı. Sayfaların değişme sesi odayı kapladı. Kapağına bakarak ne okuduğunu anlayamadım, ama bir çeşit edebi eser olmalı diye düşündüm. Muhtemelen Salinger, Hemingway ya da Tolstoy. Verdiği izlenim böyleydi.

Yukinoshita bir çeşit soylu gibi, tam bir onur öğrencisi tarzında hareket ediyor ve şartlar ne olursa olsun, güzel bir kız olmayı başarıyor. Ama böyle elit insanlar için normal olmasına rağmen, Yukinoshita Yukino’nun herhangi bir sosyal çevreyle bağı yok. Tıpkı adı gibi yuki no shita no yuki  (Kar örtüsünün altındaki kar), güzel olduğu kadar, dokunulmaz ve elde edilemez. Yapabildiğiniz tek şey güzelliğine dalıp gitmek.

Aslında böylesine absürt olaylar silsilesi ile tanışacağımız hiç aklımdan geçmedi. Eminim arkadaşlarıma bunun lafını ederek övünsem kıskanırlardı. Havasını atacak arkadaşım olmamasına rağmen.

Pekiii, ne yapacağız bu Bayan Şahane ile böyle?

‘Bir şey mi oldu?’

Muhtemelen uzun uzun ona baktığımdan olacak, Yukinoshita kaşlarını buruşturup keyfi kaçmış gibi bana baktı.

‘Ah, af edersin. Ben bu durumda ne yapmam gerek diye düşünüyordum.’

‘Hangi durum?’

‘Yani şey, buraya getirilirken kafa karıştıran birkaç açıklama dışında bir şey duymadım.’

‘Cık cık’ demek yerine, gıcık olmasını hararetle kitabı kapatarak ifade etti. Gözleriyle sanki böcek görmüş gibi bana bakıp, pes edercesine nefes verirken birkaç kelime mırıldandı.

‘…Sanırım haklısın. O  halde oyun oynayalım.’

‘Oyun mu?’

‘Evet. Senin bu kulübün ne tür bir kulüp olduğunu tahmin etmen üzerine bir oyun. Pekala, ne tür bir kulüp bu?’

Kilitli bir odada güzel bir kızla oyun…

İçinde erotik şeyler olacağını düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum, fakat bana verdiği enerji eğlenceli olmaktan ziyade, bilenmiş bir bıçak gibi geliyor nedense. O kadar bilenmiş ki acaba yanlış cevap verirsem hayatımı da kaybeder miyim diye düşündüm. Az önceki romantik komedi havası nereye kayboldu? Bu tıpkı Kaiji gibi değil mi yav?2

2Kaiji, kumar sanatı üzerine bir mangadır.

 

Baskıya teslim olup alnımdan soğuk terler akarak odanın içini incelemeye, bir ipucu aramaya başladım.

‘Başka kulüp üyesi var mı?’

‘Hayır, yok.’

Bu kulüp cidden kulüp olarak devam edebilecek mi? Hiç sanmıyorum. Dümdüz söylemek gerekirse, ipucu mipucu yok.

Yo, bir dakika. Aksine, şimdiye kadar her şey bir ipucu olmalı. Övünmek gibi olmasın ama küçüklüğümden beri tek kişilik oyunlarda baya iyiydim, hiç arkadaşım olmadığından.

 

 

Oyunlu kitaplar3 ve bulmacalar konusunda kendime baya güvenirim. Hatta liselerarası soru yarışması düzenlense kazanabilirdim. Yani eğer başka üyeleri toplamayan bir kulüpten bahsediyorsak, başka kimsenin aktiviteye katılmasına gerek olmayacak bir şey olmalı. Buradan çok şey elde edebilirim. Eğer ilk andan itibaren düşüncelerimi düzene sokabilirsem, cevap apaçık ortada olmalı.

3Maceranın seyrini kendin belirlediğin rotalı kitaplardan.

 

‘Edebiyat kulübü?’

‘Cidden mi…? Böyle düşünme sebebin ne?’ Yukinoshita yoğun bir ilgiyle sorguladı.

‘Odadaki tuhaf düzen, özel bir ekipmana ihtiyaç duyulmaması ve yeterli üye sayısının olmamasına rağmen kulübün hala dağıtılmamış olması. Kısacası, bütçe gerektirmeyen bir kulüp. He, bir de kitap okuyordun, ondan. Cevap en başından beri ortadaydı.’

Kusursuz bir gerekçelendirme, kendimi övmek gibi olmasın. Bir ilkokul çocuğunun bana ‘Vay…öyle mi?’ diyerek ipucu vermesine gerek kalmadı, böylesi çocuk oyuncağı.4

4Çocuk dedektif Conan’ın mangası Dedektif Conan ve onun meşhur söylemi.

 

Bayan Yukino’yu bile hayranlık içinde bırakıp minik bir somurtmayla ‘Anladım…’ dedirtecek.

‘Yanlış.’ Yukinoshita kısa ve küçümser bir kahkaha attı.

…Artık, sinirlerim zıplamaya başladı. Sana kim kusursuz, insanüstü mükemmeliyette biri olduğunu söyledi? Sen daha çok şeytani süpermen gibisin.5

5Kinnikumanmangasındaki chojin’lere (insanüstülere) gönderme.

 

‘O halde ne tür bir kulüp bu?’ Sesimdeki hiddete rağmen, Yukinoshita bundan etkilenmemiş gibiydi. Oyunun devam edeceğini belli ederek.

‘Peki, sana kocaman bir ipucu. Benim burada olmam, yaptığım şeyler, bu kulübün aktivitesidir.’

Sonunda bir ipucu. Ama cevapla yakından uzaktan bir alakası yok. Nihayetinde, daha önce dediğimle aynı sonuca varacağım, edebiyat kulübü.

Yo, bir dakika. Sadece bir dur ve sakinleş. Acele etme. Sakin ol, Hikigaya Hachiman.

Daha önce ‘ Benden başka kulüp üyesi yok.’ dedi, ama hala kulüp aktif şekilde devam ediyor.

Yani kulüpte hayali üyeler mi var demek bu? O zaman hikayedeki dönüm noktası, bu hayali üyelerin gerçekten hayalet olmaları. Ve böylece finalde, romantik komedim benimle güzel bir hayalet kız arasındaki ilişkiye evrilir.

‘Esrarengiz şeyleri araştırma topluluğu!’

‘Sana bu bir kulüp diyorum…’

‘E-esrarengiz şeyleri araştırma kulübü!’

‘Hayır…Şaka mısın. Hayalet diye bir şey yok.’

Hem de bunu derken ‘Y-yani bilirsin, onlar var olamaz!  Korktuğumdan falan böyle konuşmuyorum!’ gibi şirince şeyler söylemeden, gözlerindeki tüm gücü beni aşağılamak için toplayarak baktı.

Bu gözler tam olarak ‘Tüm aptallar gebersin gitsin.’ diyen türde gözlerdi.

‘Pes ediyorum. Hiçbir fikrim yok.’

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.