Oregairu Cilt 11 Bölüm 07

[ A+ ] /[ A- ]

Kişiliğinin tersine, Yukinoshita Yukino’nun gözleri berrak ve parlıyordu.

 

Çevirmen: Forevertr3

   

Sevgililer günü için yaptığımız şekerleme yapma etkinliğinin üzerinden bir süre geçmişti.

Son bir kaç gündür gök yüzü açıktı fakat bugün hava bulutluydu. Sanırım soğumuyordu, hatta hiç soğumuyordu denilebilirdi. Yine de Chiba’nın kışı çok soğuk geçiyor.

Okulun bitimiyle güneş batıyordu ve havadaki ufaktan bu kararsız haller inatla devam edecek gibiydiler. Geceleri hava gündüze oranla değişimini hemen hissediyordum.

Her zamanki gibi, okulun buz gibi soğuk olan özel bloğunun koridorlarından geçerek kulüp odasına gittim. Odamızın içi sıcaktı, işte şimdi kitabımı okuyabilirdim.

Uzun masamızın üzerinde bir bardak, bir kupa ve görünüşü ile diğerlerden farklı olan bir tane daha bardak vardı. Gözlerimin köşesinden baktığımda Yukinoshita’nın tümüne çay doldurduğunu gördüm. Sonra Yuigahama ile bana bardakları uzattı.

Başımı önümdeki kitaptan kaldırdım ve çayımı almak için elimi uzattım. Bu sırada gözlerim Yukinoshita’ya bakıyordu.

Yukinoshita başını eğdi fakat bir an bile geçmeden başını kaldırdı. Sonra bakışlarını yine alçalttı. Bu davranışları kesinlikle her zamankinden farklıydı. Yuigahama da bunu sezmiş olmalıydı.

“Yukinon?”

Seslenildiğini duyan Yukinoshita çekingen tavırlarla önce ona sonra bana baktı ve sonrasında konuşmak için kendini zorladı.

“Geçen olanlar için özür dilerim… İşte, benim annem, biraz….”

Bunları söylemeyi başarabildikden sonra sessizce başını eğdi. Pek bir şey söylememesine rağmen konuşma tarzına bakarak hemen ne için özür dilemek istediğini anlamıştım. Etkinliğin olduğu gün çok hızlı geçmişti ve olan biteni düşününce beynimi yoruyordu. O günü asla unutamam, o gün istemsizce kafamda canlanıp duruyordu. Onun annesiyle olan atışması dayanılabilecek değildi, Haruno-san’ın bana dedikleri de öyle, ve günün sonunda Yuigahama’ya evine bırakabilirim dedikten sonra onun söyledikleri de öyle, hepsi beynimde tekrar tekrar canlanıyordu.

O gün hakkında konuşmanın gereği yoktu artık, zaten o gün kimse suçlu falan değildi.

Ona endişelenecek bir şey yok demek için başımı eğerek sorun değil dedim. Aynı zamanda çaprazımda oturan Yuigahama da ellerini sağa sola hızlıca çırparak sorun değil demişti.

“ Sorun etme! Benim annemde geç geldiğimde çok kızıyor.”

“Zaten tüm anneler böyle ya. Çocuklarına dırdır etmeyi çok seviyorlar. Dahası kendi odamı bile temizliyorlar, kafası estiği zaman bugün okulun nasıl geçti tarzında şeyler soruyorlar.”

Neden tüm anneler evlatlarının yaşadığı bölgeyle bu kadar ilgililer, hatta evlatlarının arkadaşlarına ve hobilerine de karşı öyle değiller mi?… Neden? Benim hayranım falan mı? Teşekkürler anneciğim, fakat lütfen masamdaki çekmecelere dokunma.

İkimizden gelen yanıtlar üzerine tavırları yumuşadı. Küçük bir gülümseme ile her zamanki gibi eliyle omzunun yanından saçlarını attırdı.

“… Demek Hikigaya-kun annesini sorun olarak görüyor.”

“Hikki’nin annesi, acaba nasıl biri?”

“Ne diyeyim… yani normal bir anne. Bir tane daha Komachi gibi. Komachi’nin giriş sınavı olduğundan dolayı annemiz ile duraksamadan konuşup dururlar.”

O ikisi arasındaki ilişki hep iyi olmuştur ama bu zamanlar biraz çatışıyorlar gibi. Fakat bunların oluşmasının en büyük nedeni ise babamın tavırları. Babam Komachi hakkında çok endişelendiği zaman ona dırdır ediyor ve bu gören annemde işin içine giriyor. Sonra Komachi de sinirleniyor ve evdeki moraller sıfırlanıyor.

…Ah tabi bahsettiğim çatışma anne ile kızı arasında olmuyor. Bir de babamı dışlamaları yok mu. Yani aile içinde bu tip şeyler özellikle sınav dönemleri veya kariyer tercihleri yaptıkları sırada çok oluyorlar.

Kelimelerimin ardından Yuigahama başıyla onaylıyordu.

“Ah doğru, Komachi yarın sınava girecek, ve sınavlardan dolayı da okullar tatil olacak.”

“Ben Komachi’nin sınavlarda sorun yaşayacağını düşünmüyorum.”

“Ah…”

Kelimelerinde biraz emin olamama hissetmiştim. Kelimelerine karşı çektiğim iç de benim emin olamamayışımdandı.

Yarın Komachi lise giriş sınavına girecekti.

Ve ayrıca yarın sevgililer günüydü. Buradaki mevzu yarın ondan çikolata alamayışım olacaktı. Neyse gelecek seneye kadar dayanacağım artık! Gelecek sene için gelişigüzel konuşmasam iyi ederim, gelecek sene kim, ne olur, kim bilir. Geleceğini çok fazla düşünmek insanı kasvetli yapar.

Yuigahama endişelerimi anlamış gibiydi, aynı endişe içine kapılmış gibi bir gülümseme yaptı bana.

“Meraklanmaman elde mi ki, abisisin sonuçta.”

“Aynen…”

Kelimelerinin karşısında başımı eğmiştim.

Derin bir nefes verdim ve bu nefesimle beraberinde geleceğe dair düşünmek istemediğim şeyler geliyordu aklıma.

“Komachi tatlı bir kız, ve kesinlikle popüler biri olacak, değil mi? Yani her zaman tetikte olmam gerekecek, sonuçta benim gibi birinin onun abisi olduğum bilinmemesi gerekecek. Yoksa popülerliği bundan kötü etkilenir.”

“Endişelendiğin şey bu muydu!? Sınavdan geçeceğini garantiledin yani?!”

“Burada pozitif misin negatif misin anlayamadım.”

Yuigahama’nın çok olmasına karşın Yukinoshita sadece bir soluk vermişti. Birbirlerine bakıp kıkırdadılar.

Sanırsam bugün kimse gelmeyecekti. Kulüp odasında her zamanki sessizlik ve huzur vardı. Kendimi rahat hissediyordum ve önümdeki kitaptan bir sayfa daha çevirdim. Yuigahama tembelce masanın üzerine yığılmıştı ve telefonuyla kurcalanıyordu. Bu sırada Yukinoshita birer bardak çay daha dolduruyordu.

 Sonra Yukinoshita bir plastik tabak çıkardı ve üzerine çantasından çıkardığı şekerlemeleri dizmeye başladı. Bunlar çikolata ile yapılmış, tek renkte olmayan kurabiye tarzı şeylerdi. Kurabiyelerini örttüğü kağıttan ve kurabiyelerin tiplerinden dolayı onların marketten alınmadığını anlamıştım.

“Ah, bunları sen mi yaptın?”

Yuigahama’nın gözleri bunları bekliyormuşçasına parlıyordu.

Yukinoshita’nın mutfak becerileri muazzamdı. Hele bir kaç gün önceki etkinlikte kendisini birden fazla kez göstermek zorunda kalmıştı ve her seferinde Yuigahama’nın iştahı bayram etmişti.

Şaşırılacak durum değildi.

Şaşırılacak durum değildi ama Yuigama’nın sıradan tepkisine karşın Yukinoshita nasıl cevap vereceğinde emin değildi.

“…Şey, evet. Bunları dün gece yaptım.”

Sonrasında başını biraz eğdi ve parmağını plastik tabağın kenarlarında gezdirdi. Küçük bir soluklandı ve bana doğru baktı.

Yere bakan gözleri ile başı ile kolları hareket etmiyordu. Bana bakmaktan kaçındığını anlamıştım ve üzerimde bir çeşit baskı uyguluyordu. Bu tavırları herkesi şaşırtacak türden bir şeydi.

Yukinoshita’nın dudakları hafifçe kapanmadan önce açılmıştı. Söylemek istediklerinde çok kararsız veya zorlanıyor gibiydi. Çok tatlı görünen dudaklarına bakınca gözlerimi kaçırdım.

Sonrasında tüm oda sessizliğe büründü.

“Ben de… Ben de sonrasında bir şeyler denedim ama pek güzel olmadılar.”

Yuigahama bu sessizlikten hoşlanmamış gibiydi ve bir gülümseme ile olanların üzerinden geçmeye çalıştı.

Başını hafiften sallayarak saçının topuzuyla oynuyordu.

“Evimde ki fırında kötü becerimden nasibi almış gibi oldu. Tuhafça sesler çıkarıyordu ve artık pişirmeyecek hale gelmişti.”

“Mikrodalga fırın kullandığından dolayı olmuştur.”

Bunu söyledikten sonra bir soluk verdim. Onun her zamanki salaklığını duyunca rahatlamıştım. Yukinoshita da gülüşünü saklamak için elini ağzında tutuyordu. Sonrasında Yukinoshita okul çantasını dizine aldı ve küçük bir paket çıkardı.

 Sanırsam bunu Yuigahama’ya verecekti. Paketin üzerinde pembe bir kuşak ile kedi patisi dekorasyonu vardı.

“Eğer bunu kabul edersen.”

“Bunu bana mı veriyorsun!? Çok teşekkürler!”

“İçindekilerde buradakiler ile aynılar.”

Paketi aldığına çok sevinen Yuigahama’ya karşı Yukinoshita sanki özür diler gibiydi.

“Şey, cidden çok mutlu oldum! Yukinon’un şekerlemeleri çok güzeller.”

Yuigahama paketi kucakladı. Sonrasında onu ellerinin arasına aldı ve nazikçe baktı. Birkaç kez gözünü kırptı ve Yukinoshita’ya baktı.

“Eh… bunlardan sadece bana mı var?”

Sorusunun arkasındaki anlamı anladığım için başka yerlere baktım. Başımı zerre kıpırdatmadan önümdeki kitabı okumaya çalıştım, fakat bu imkansız gibiydi.

Neden gözlerimi kaçırdım?

Düşen demir kasenin çıkardığı ‘ding’ sesi kulaklarımda yankılandı. Gözlerimle bakamasam da içimde çıkan sesleri duymanın önüne geçemiyordum. Yapabildiğim tek şey düşüncelerim ile onları bastırmaktı.

Gerçekten anlamak istiyorum, gerçek anlamda farkında olmayı, gerçek beklentilere sahip olmayı. Bana şekerleme hazırlasın veya hazırlamasın, bundan bir mana çıkartmaya çalışmak çok tuhaf. Bu kulüp sadece üç kişi. Nasıl düşünürsen düşün, bana hazırlamış olması veya olmaması tamamen ona kalmış. Bunun hakkında daha derin düşünmeye çalışırsam, daha farklı anlamlar yüklemeye çalışırsam çok içine kapanık biri olurum. Bunu düşünmek bu yüzden iğrenç. Hele böyle düşündüğüm halde hala başımı bile oynatamam da iğrenç. Bu tip iğrençlikler ise kesinlikle yanlışlar.

Her ne kadar bu düşüncelerimi boğmaya çalışsam da rahat durmayan duygularım bir türlü yatışmıyor. Elimle saçımı önden arkaya doğru tarar gibi bir davranışa yeltendim. Gözlerim oradan oraya durmaksızın çevrede dolanıyordu.

Gözlerimin bir köşesinden Yuigahama’nın dudaklarını sıkılaştırdığını gördüm. İnce ve beyaz boynu aniden hareketlendi.

“Hikki’ye de var mı?”

Böyle bir soruya gerek yoktu. Zaten çokta istiyor falan da değilim. Cidden öyle.

Fakat bu düşüncem ağzımdan çıkmadı.

Yuigahama’nın ağzı ve gözleri her zamanki gibi herkes için çalışıyordu. Bu sorunun üzerinde ürküyormuşça tavır almıştı, fakat yine de, onun sol elinin dizinin üstünde olduğunu ve eteğinin ucunu sıkıca kavramış olduğunu görüyordum. Bu durumu görünce demek istediklerim boğazımda kalmıştı.

“Ah, şey, pek de…”

Bu kelimeleri bir şekil çıkartmıştım. Ortam ağırlaşmıştı, ve sonra Yukinoshita’dan bir soluk geldi.

Yukinoshita dizinin üzerinde olan çantasını koltuk altına almadan önce yerinden kalkmıştı. Kendisini uzun masaya eğmişti ve plastik tabağı bana doğru uzatmıştı.

“Eğer istiyorsan, buyur.”

“Oh, oh…”

Bir cevap vermek istiyordum fakat gözleri farklı yere bakıyordu. Yüzünün görebildiğim tarafı batmakta olan güneş ışığı parlıyordu. Bulutlu havadan dolayı olsa gerekti, fakat bugünkü güneşte her zamankinden daha kırmızı tondaydı, tüm odada kırmızıya boyanmıştı.

Gözleri ve boynu da kırmızıydı, dudakları utancından dolayı hafiften titriyordu ve onun uzun kirpikleri o her gözünü kırptığında hareketleniyordu. Ona böyle direk bakamıyordum, kitabımı kapattım ve o şekerleme tabağına uzattım elimi.

“…Çok lezzetliler.”

“Evet, öyleler!”

Yuigahama öne doğru eğilerek benim çekimser tepkime cevap verdi. Sonrasında kendisine bir şekerle aldı ve bir süre çiğnedikten sonra ellerini sevinçle birleştirdi.

“…Ö-öyle mi. Her zamanki gibi yapmaya çalıştım.”

Verdiğimiz tepkilerden sonra ortamın sakinleştiğini Yukinoshita’nın omuzlarının düşmesinden çıkarabiliyordum, sonra Yukinoshita kendi sırasına geri döndü.

Kurabiyeler masanın ortasındaydı, olması gereken yerdeydi. Çaydan ve çay dolu bardaklardan buhar çıkıyordu.

Bugün geri kalan zamanda çaydan ve kurabiyelerden bahsettik, bazen sessizlik oluştu, bazen telefonları çıkarttık veya kitaplarımız okuduk. Sonrasında yine muhabbete girdik ve ara ara gülüşlerimiz odayı doldurdu.

Kimse bir ricası üzerine gelmeyişi ile ortam sakindi.

Zaman yavaşça aktı geçti ve güneş uzak denizler ile buluşmak üzereydi.

Kışın batan güneş dünyayı ısıtmıyordu. Işık saçıyordu ama sıcak değildi.

Eğer biz burayı görmezden gelirsek, burası da soğuyacaktır.

Zaten ısınmak için buraya gelmek istiyoruz ya.

Tabi bunu yaparken de az biraz rahatsızlık çekiyorum.

ꕥ  ꕥ  ꕥ

Okulda zamanımız sonra erdi, bugün kimse gelmemişti ve kulüp aktivitemizi sona erdirdik, eve dönüş başlamıştı.

Kapıyı kapadım ve Yukinoshita’nın kapının anahtarını geri veriyorken onu bekledik. Sonrasında okulun binasından çıktık. Her nedense odada kalan muhabbeti kaldığı yerden devam ettiriyorduk, ve bisikletimi park ettiğim yere geldik.

O ikisinin yanına bisikletimi elimle iterek okul kapısına vardık.

Ben genellikle bu kapıyı pek kullanmazdım, okulun diğer yanındaki kapıyı kullanır ve oradan direk ana yola çıkardım. Yukarı baktığımda artık hava kararmıştı.

Siyah bulutlar vardı, yağmur yağacak gibiydi.

“Uu– Çok soğuk!”

“Atkını daha sıkı sarmalısın.”

Okul kapısından dışarı bir adım attık ve Yuigahama üşüdüğünü ifade etti. Yanında olan Yukinoshita onun atkısını daha sıkılaştırdı.

Bu sahne sıcak hissettiriyordu ama bedenimi ısıtmada hiç bir katkısı yoktu.

“Bugün cidden soğuk he…”

Eve dönmeyi düşündüğümde daha kasvetlenmiştim. Bu soğuk havada bisikletimle eve dönecektim. Şimdiden hissedeceğim soğuk rüzgar aklıma girmişti, yapamayacağım gibi… Ben de atkımı sıkıca sardım, eldivenlerimi sıkılaştırdım ve elimi kaldırdım.

“Görüşürüz.”

“Yarın görüşürüz.”

Yuigahama elini fazla kaldırmadan bana el salladı. Sonrasında bisikletimin pedalına ayağımı koydum.

Bu sırada soluğa karışmış, hafiften bir ses duydum.

“…Ah.”

Arkama baktım, sanırsam Yukinoshita bana sesleniyordu, yarım bir adım attıktan sonra vazgeçti.

Gözlerim ona ne oldu diye soruyordu, fakat onun tavrı değişmemişti. Bir şey demek istiyordu ama bir türlü dudaklarını oynatamıyordu. Oracıkta ayakta kalmıştı ve çantasına soktuğu eli de hala oradaydı.

Onun titreyişini ve tuhaf bakışlarını gördüğüm halde ağzımı açıp ne oldu diyebilmek yerine önce ondan bir cevap bekliyordum.

Bu sessizlik ‘savaşı’ bir süre devam etti ve sonrasında bir çakıl taşı sesi duydum.

“Ah, eh, ben sanırım önden gitsem iyi olacak?”

Yuigahama zoraki bir gülümseme ile bunları söyledi ve bir adım geri attı. Eldivenli eliyle saçının topuzuyla oynadı ve Yukinoshita’ya baktı, onun davranışlarını izliyordu.

Yukinoshita onun bu tavra bürünmesinden hoşlanmadığı görülüyordu ve ona manalı bakışlar attı. Bunu gören Yuigahama başını eğdi fakat sonra hızlıca yine kaldırdı ve narince baktı ve tekrar sordu.

“Eh… Ne yapsak acaba?”

Sesinde hiç şaşkınlık yoktu, onay bekleyen bir ses gibiydi.

“…Şey.”

Söylemek üzere olduğu kelimeler uzaklara doğru karıştı, rüzgar alıp götürmüştü sanki. Doğru kelimeler bulamıyordu, yüzünde darda kalmış tavır vardı, yüzünü eğdi ve kendi ayaklarına baktı. Kendini ne olduğunu anlamadın şey için zorluyor gibiydi, omuzları da titriyordu, çantasını daha sıkı tutuyordu.

Onun kelimelerine devam etmesini bekledik, hiç hareket etmiyordu. Kimseden ses çıkmıyordu, fakat fazla geçmeden kulağıma sesler geldi.

‘Tak’

Uzun topuklu ayakkabının asfalta vuruşundan dolayı oluşuyordu bu ses.

Her adımda daha duyula bilinir oldu, kalp atışımdan gelen bir ses olduğunu hissettiriyordu. Muhtemelen bu ses kendimin ürettiği hayal bir sesti. Hatta bu sesin hep içimde kök salan ve büyüyen rahatsızlık duyma dürtümün fiziksel bir eylemi olduğunu düşündüm.

Fakat bu sesi yalnızca ben duymuyor olduğumu anladım. Yuigahama’da adım seslerinin geldiği yöne baktı. Sonrasında şaşkınlıktan ağlayacak gibiydi.

“Ah…”

“Nee-san…”

Ablasını görünce Yukinoshita istemsizce ona seslendi.

Yukinoshita Haruno’nun topuklu sesleri yine önümüzde bitmişti. Ellerini cebine atmıştı, ve korkusuz bir gülümsemeye sahipti. Bize yandan bakıyordu.

“Beni okuldan alacağın hakkında bir bilgi almamıştım.”

“Annemiz böyle istiyor, bir süreliğine ikimiz beraber yaşayalıyım diye. Senin dairen de kullanmadığın bir oda var, değil mi? Bavullarımın yarın gelecek olması senin için sıkıntı olmaz değil mi? Yani yarın sabah gelirse sorun olmazda akşama doğru gelirse sen içeri alırsın, değil mi?”

Haruno-san bir bir sorularını soruyordu, ben ve Yuigahama araya giremiyorduk.

Eğer bu kadar girişken konuşursa bize söyleyebilecek bir şey bırakmayacaktır.

Dahası Haruno-san’ın konuşma tonu sanki kendisinin bir sorun olduğunu belirtiyordu ve bunu çok doğal karşılıyordum. Sanki bunu daha öncesinden karar vermiş gibiydim. Onun hakim tavırları bize herhangi bir karşı çıkmamıza engel teşkil ediyordu.

“Be-bekle biraz. Ne bu anilik böyle…”

Yukinoshita biraz korku biraz reddeder tavırları içerisinde konuşmuştu. Buna karşın Haruno-san’un omuzları gülüşünden dolayı sarsıldı.

Sonrasında ileriye doğru eğildi ve Yukinoshita’ya bakarak cevap verdi.

“Biliyor olman gerekmiyor mu? Bir fikrin vardır yani.”

Bunun karşısında Yukinoshita’nın omuzları şaşkınlıktan zıpladı.

“…Bu, benim yapmam gereken bir şey, seninle bir alakası yok, Nee-san.”

Yukinoshita bu sefer ona dik dik bakıyordu, keskin sesi ile tamamen onu reddediyordu.

Yukinoshita’nın kendi başına yapması gereken bir şey. Korkarım ki bu, geçen günkü annesi ile yaşananlardan dolayı meydana geliyordu.

O zaman annesi ile o bir tür söz yaptılar ve Yukinoshita bir cevap vermeliydi.

Peki ya o zaman, neden Yukinoshita Haruno burada ve tam önümüzde.

Acaba annesi Yukinoshita’nın cevabını daha fazla beklemek istemedi mi, veya geç saatte eve döndüğünden dolayı bir ceza mıydı? Emin olamadım. Muhtemelen yalnızca Haruno-san annesinin düşüncelerini anlayabilirdi.

Haruno-san sessizce Yukinoshita’yı dinledi.

Az önceki gülümsemesi gitmişti. Gözleri kardeşine bakıyordu, onu delen keskin gözlerdi bunlar, sankii dört tarafını kuşatmış kaçmasına izin vermiyordu. Bu bakışlarla bir süre daha devam etti. Yukinoshita’nın tüm tepkileri onun gözünde yansıyordu. Bu bakışlar Yukinoshita’nın her şeyini görüyor olmalıydı.

Uzun sürmeden yine ağzını açtı.

“Acaba Yukino-chan’da ‘kendi’ diye bir şey var mı?”

“Ne…”

Bu kelimeler düzensizce çıkmıştı. Tam bunun ne anlama geldiğini soracaktı ki, Haruno-san kendi kelimeleri ile buna izin vermedi.

“Sen benim ayak izlerimi takip ediyorsun, sence kendi düşüncelerine ‘benim’ diyebilir misin?”

Her ne kadar inceden bir gülümsemesi olsa da Haruno-san’ın kelimeleri her zamanınkinden daha soğuktu ve buz kesen bakışlar Yukinoshita’yı parçalıyordu.

Yukinoshita onu direk reddedemiyor veya bununla ilgili bir kelime de çıkaramıyordu. Ablasına bakıyordu, kendinden geçmişti. Onun bu durumunu fark eden ablası omuzlarını silkti ve şaşkınlıkla karışık bir soluk verdi.

“Yukino-chan her zaman istediğinin yapılmasına izin verdi fakat hiç bir zaman kendin için bir şeye karar veremedin.”

Bu seferki sesi nazik yankılandı, yine de içinde bir acıma vardı.

Sonrasında o acıma dolu gözleri Yukinoshita’dan ayrıldı. Bu gözler kardeşinin yanında olan Yuigahama’ya döndü, ve sonra da bana.

Gözlerimiz karşılaştığında istemsizce kıkırdadı.

“…Bu önemli anda bile ne yapman gerektiğini bilmiyorsun, değil mi?”

Bu soru kime yöneltildi bilemiyorum.

Sadece Yukinoshita değil, ben de şaşkındım. Haruno-san’ın daha fazla sözlü taciz etmesine dayanamıyordum, fakat benim de kelimelerim boğazımda takılmıştı, dışarı çıkamıyorlardı. Şimdi yapılması gereken en doğru şey ne olurdu? Hiç fikrim yoktu.

“Yukino-chan ne yapmak istiyor?”

“Eğer tartışacaksanız bunu başka bir yerde yapabilir misiniz?”

Sonunda konuşmuştum, daha fazla devam etmemesini sağlamalıydım.

Çünkü kesinlikle kâti bir sonuç söyleyecekti. Ve hepimizi buna inandıracaktı. Bu yüzden devam etmesine izin veremezdim. Sadece Yukinoshita için değil, benim için de.

Haruno-san’ın elinden tüm eğlencesi alınmış gibiydi ve sıkıcı bir ifade ile bana baktı. Gözleri tamamen küçümseme içeriyordu, sanki bana söyleyebileceğin en iyi şey bu muydu diyordu.

“Tartışma? Pek tartışma denmez buna. Onunla gerçekten hiç tartışmadım.”

“Doğru olsan bile bunları söylemenin yeri burası değil.”

Bununla beraberinde onunla soğuk bakışlar geçi aramızda. Tüm isteğim ile ona bakmayı sürdürdüm, gözlerimi kaçırmamak için elimden geleni yaptım.

“Bi-biz… Biz bunun üzerinde ciddice düşünüyoruz, Yukinoshita da ben de.”

Yuigahama da katıldı. Yukinoshita’nın tam yanında duruyordu ve güçlüce konuştu. Fakat Haruno-san’ın bakışlar altında yavaştan zayıfladılar. En sonunda başının tamamı yere bakıyordu. Haruno-san ona nazik ama acıyan gözlerle baktı ve konuştu.

“…Peki o zaman, tüm bunları eve dönünce dinleyeceğim. Nasılsa geri döneceğin tek bir yer var.”

Bu cümleleriyle beraber arkasını döndü. Topuklu sesleri solmaya başladı, tansiyonumun geri geldiğini hissediyordum.

İnce bulutların arasından neredeyse batmış güneşin ışıkları Haruno-san figürünü aydınlatıyordu. Onun gidişini izlemem ile sonunda sakinleşmiştim, bir soluk verdim. Sanki uzun zamandır soluklanmıyor gibiydim.

Kimse birbirimizin yüzüne bakamıyordu. Yukinoshita başını eğmiş dudaklarını ısırıyordu, hareketsizdi. Yuigahama da incinmiş bir ifade vardı. Bense, gökyüzüne bakıyordum, tüm bu olanlardan sonra bir veda cümlesi kurmaya çalışıyordu.

“Eh, eh… Millet, benim evime gelmeye ne dersiniz?”

Ve bir gülümseme ile sorduğu soru ortamı yumuşatmış gibiydi, en azından şimdilik geçiştirmiştik. Hayır demek için neden bulamamıştım.

ꕥ  ꕥ  ꕥ

Okulun istasyonundan başlayan büyük caddeyi yürüdükten sonra büyük bir siteye vardık.

Yuigahama bu sitedeki evlerden birinde oturuyordu.

Yol boyunca bu zamanlarda işlerinden veya okuldan ayrılıp eve giden kalabalıkla karşılaştık. Sağlı sollu hepsi yanlarımızdan geçtiler. Bu ortam sessizce yürüyen bizler için çok iyi gelmişti.

Yukinoshita ve ben ağzımı açtığımız ilk an Yuigahama’nın evine girerken ‘Bizi misafir ettiğiniz için teşekkürler’ demek oldu. Fakat Yuigahama’nın odasında bir süre kalınca sonunda aramızda konuşabiliyorduk.

“Özür, benim odam pek toplu olmuyor.”

Bunu söyledikten sonra alçak ayarlı bir masanın etrafına oturdu ve bizim için birer minder verdi.

“…Teşekkürler.”

Yukinoshita tek bir kelime ile teşekkürlerini sundu ve Yuigahama’nın yanına oturdu. Ben de onu taklit ettim ve bağdaş kurarak yere oturdum.

Pembe renkli minder sayesinde ayaklarım ısınmıştı.

Mindere sıkıca oturuyordum, onun etrafına sarılasım bile vardı.

Odasındaki vitrinde bazı tatlı kuklalar, Asyalı duyusu oluşturacak bazı eşyalar ve üst üste yığılmış moda dergileri vardı. Bir de çalışma masası vardı ama kullanılmışa benzemiyordu, şu an üzerinde küçük eşyalar falan vardı.

Odasının pek düzenli olmadığını söylemişti ama bence benim açımdan düzenlinin de üzerindeydi, yani en azından benimkinden daha iyi durumdaydı.

Fakat rahat hissetmiyordum. Oda da bir koku vardı ve sadece bu beni rahat ettirmiyordu. Bu koku yanımdan geliyordu ve oraya bakınıyordum. Orada küçük bir şişe vardı. Şişenin içinde ise bir çok çubuk vardı. Sanırım kokunun kaynağı bu gibiydi.

Ne bu böyle… Ona baktığımda birinin boğazını temizlediğini duydum. Başımı geri çevirdim ve Yuigahama’nın vücudunu utanarak büktüğünü gördüm.

“Acaba, acaba oraya bakmayı keser misin?”

“Eh, ah, hayır, şey, orada yanmış bir pasta gibi bir şey var da?”

Hızlıca bir cevap verdim. Yuigahama şaşırırken güldü.

“O bir oda kokusu…”

Demek o odalar için tasarlanmış bir parfümmüş… Ben de onu pastadan yapılmış çubuklar zannetmiştim. Nereden bilebilirdim ki? Demek kızlar odalarında böyle şeyler bulundururlar. Şaşırmıştım, gözlerimin ucundan birinin gülüşlerini saklamaya çalıştığını gördüm.

“Yanmış pasta…”

Oraya baktım, Yukinoshita minderine gömülmüş gülüşünü saklamaya çalışıyordu. Hayır, bu komik değil… Bu insanın espiri anlayışı çok farklı.

Bunu düşünmeye devam ederken farkında olmadan gülümsemiştim, Yuigahama rahatlamış bir soluk vermişti.

Sonunda konuşabiliyor olduğumuzu görünce Yukinoshita yüzünü minderden kaldırdı  ve duruşunu düzeltti.

Sonrasında başını sessizce eğdi.

“Kusura bakma… Sana zahmet verdik…”

“Önemli değil! Kafana takma!”

Yuigahama elini sağa sola salladı ve neşe içinde konuştu. Bu sırada ondan daha da neşeli bir ses duydum.

“Aynen öyle~. Endişe etmene gerek yok.”

Bir bayan göründü, kapıyı tıklamadan girmişti. Elindeki tepside çay taşıyordu. Uzun eteğinin üzeride kalın bir örgüden kazak vardı. Bir türlü çocuksu yüzü vardı ve genç gösteriyordu. Neşe içinde her gülümsediğinde saçının topuzu dinçlikle sallanıyordu.

“Anne! Tıklamadan girmesen.”

Bunu söylerken kızgın olsa da annesi ona bir ‘Eh?’ çekip gülümsedi. Onun Yuigahama’nın annesi olduğunu bilmek için dahi olmaya gerek yoktu. Arkadaşça bir gülümse ve iyi figürü ile ha annesi ha kızı.

…Bekle. Eğer biri çıkıp onun annesi değilde ablası olduğunu söylerse hemen inanırım. Fakat ona anne diye seslendiğine göre bu ihtimal kalmadı. Yuigahama’nın annesi, kısaca Yuigahamama. Pek kısaltma olmadı ve okunuşu da zor oldu.

ꕥ MAMA = ANNE, YuigahaMAMA

Yuigahama’nın annesi masaya eğildi ve çayı koydu. Sonrasında bana ‘Buyur~’ diyerek bir bardak çay verdi.

“Ah, teşekkürler. Zahmetiniz içinde…”

Acaba bu gibi çay seremonisinde ‘Beni takmayın’ veya ‘Benim hakkımda endişelenmeyin’ veya ‘Benim için zahmet etmeyin’ demek daha mı iyi olurdu? Başkalarının evinde misafir olmaya deneyimim neredeyse hiç yok. Dahası şu an karşımda olan kişi Yuigahama’nın annesi, ve bu da daha gergin hissettiriyor, ve kekeleyerek cevap vermiş olmama yol açmıştı.

Bir de ona bakarken utanıyordum ve üstten bakıldığım için de onun neşe dolu halini yakından görüyordum.

Şöyle dikkatlice baktım ki Yuigahama’nın annesi tam bana bakıyordu.

Bir süre beni izledi, bu süre zarfında  ise ‘Hee’ ve ‘Hmm’ diye sesler çıkarıyordu.

Ona karşı bir tepki veremiyordum, Yuigahama’nın annesi neşeyle güldü.

“Sen Hikki-kun… olmalısın? Senin hakkında Yui hep konuşur.”

“Oh, oh…”

Ölmek istiyorum. Ölmek isteyecek kadar utandım şu an.

“Anne gereksizce şeyler söyleme.”

Yuigahama annesinin yanına gitti. Sonrasında Yuigahama annesinin elindeki kurabiye dolu tepsiyi aldı ve annesini iterek uzaklaştırmak istedi.

“Eh… Anne de Hikki ile konuşmak istiyor.”

“Ne olur git artık.”

Yuigahama annesini arkasından kapıya kadar ittirdi.

Yukinoshita bu ikisine bakarken gülümsüyordu, ve sonrasında o ile Yuigahama’nın annesi göz göze geldi.”

“Ah, Yukino-chan.”

“…Efendim.”

Yuigahama’nın annesi gülümsüyordu ve Yukinoshita’nın şaşkın ifadesine karşın kelimelerini devam ettirdi.

“Bu gece burada kalacaksın, değil mi? Sana bir yorgan ha…”

“Bunu ben yaparım!”

Yuigahama tüm gücü ile annesini attı ve kapıyı kilitledi. Hala kapının ardından bazı sesler geliyordu fakat Yuigahama hepsini duymazdan geldi.

“Ahahah… Özür. Annem Yukinon’un geleceğini duyunca çok mutlu oldu. Aslında bu kadar heyecanlı olmazdı ama. Çok utanıyorum…”

Utanmış Yuigahama karşısında Yukinoshita başını salladı ve ona nazikçe sorun yok dedi. Sonrasında umutsuzca gülümsedi.

“Annen ile ilişkin ne iyi… Biraz kıskandım.”

Sesinde biraz da yalnızlık vardı. Öyle bir anne ve kız kardeşe sahip olan kim olursa olsun  onlarla geçinmek zor olurdu. Yuigahama ve ben bunu düşündük ama bir şey söyleyemedik.

“Özür, tuhaf bir şey söyledim… Ben geri dönmeliyim.”

Yukinoshita ayağa kalkmaya hazırlandı fakat Yuigahama zorla onu tekrar oturttu. Neşeli bir ses ile ellerini çırptı.

“Bu gece burada kalsana? Ben sık sık başkalarında kalırım. …Eve dönmenin müsait olmadığı durumlar oluyor, değil mi?”

“Eh, fakat…”

Söylediklerini düşünüyordu, Yukinoshita şaşkındı, ve biraz aceleciydi. Gözleri içinde bulunduğu hali açıklarcasına odada dört dönüyordu, ve sonunda bana baktı. Hayır, bana bakma, sana yardım falan edebilecek biri değilim ki ben…

Fakat Haruno-san ile arasında geçenleri göz önünde bulundurursak, eğer Yukinoshita eve giderse aynı şeyler yaşanacak.

Yuigahama’nın ses tonundan da onun bunu düşündüğünü anlamıştım. Bunu düşünürken Yuigahama’ya baktım ve bana karşı başını eğmişti.

Eğer biriyle karşılaşman zor geliyorsa o zaman karşılaşma. Geri çekilmekte ortamı yumuşatmak için işe yarar. Fakat elinde sonunda karşılaşacak olan iki insan için bu olay sadece kaçmak olurdu. Yine de şu an için kaçmanın kötü fikir olduğunu düşünmüyorum.

“…Şu sırada ikinizde henüz sakin değilsiniz. O yüzden bu günün geçip ortamın yumuşamasını sağlayalım derim. Fakat yine de arayıp söylesen iyi olur.”

“İyi bir fikir gibi.”

Yuigahama beni onayladı, Yukinoshita biraz kapandı ve düşündü sonrasında o da onayladı.

“…Haklı olabilirsin.”

Cep telefonunu eline aldı ve arama yaptı. Muhtemelen ablasını arıyordu. Biraz bekletti ama sonunda telefona yanıt verdi. Yukinoshita konuşmaya başladı.

“…Selam. Şu sırada ikimizde henüz sakin değiliz. O yüzden bu günün geçip ortamın yumuşamasını sağlayalım derim. Seni bilgilendirmek için aradım.”

Yukinoshita iletmek istediğini söyledi ve karşı taraftan cevap bekledi. Bu sırada oda sessizliğe gömüldü. Yalnızca Yukinoshita’nın nefesini duyuyordum bir de “Az önce o…” diye çıkan fısıltıyı.

Fısıltının geldiği yöne baktığımda Yuigahama bir bana bir ona bakıyordu. Ne olduğunu ona sormak istediğim sırada telefondaki karşı taraf cevap verdi.

“Oh, anladım. Hikki-kun orada değil mi? Telefonu ona ver.”

Sessiz odada onun sesi kulağıma gelebilmişti. Ablasının dediği üzerine telefonu bana verdi, Yukinoshita arada kalmıştı fakat ablasında ‘acele et’ diye duyunca hemen telefonu bana verdi.

“…Ablam seninle konuşmak istiyor.”

Telefonu elime aldım ve kulağıma dayadım, yavaşça konuştum.

“…Buyur?”

“…Hikigaya-kun, sen çok naziksin.”

Kıkırdayan ve küçümseyen sesi sevimli ve cazibe uyandırıyordu. Sanki bir goblinin beni ele geçirmiş olduğunu hissetmiştim.

Eminim ki karşı taraftaki gülümseme ne güzel görünüyordur. Tavrını hayal edebiliyordum. Muhtemelen Yukinoshita’nın kilere benziyordur, fakat yine de çok farklıdırlar.

Boğazımı temizledim ve Yukinoshita’ya baktım, telefondan hiç bir ses sızmasına izin vermemiştim.

Yukinoshita camın kenarlarında ellerini göğsünde bileştirmiş bekliyordu. Yandan pencereye bakıyordu ve bana bakmaktan kaçınıyordu.

Sokak lambaları ve gökdelenlerin üzerilerinde görünen kırmızı led ışıklar karanlık geceyi delmeye yetmiyordu. Camın ardında görünen tek şey siyah aynaydı.

Onun gözleri onu yansıtıyordu, açıkça yansıtıyordu fakat çok boştular.

ꕥ  ꕥ  ꕥ

Haruno-san sadece bu cümleyi söyleyerek kapattı. Konuşma tuhafça sona erdi.

Bir peçete çıkarıp telefonun ekranını sildikten sonra sahibine geri verdim. Bir soğuk su kovası üzerimden boşalır gibi oldu. Kendime geldiğimde saatin çok geçtiğinin farkına vardım.

“Peki ben gitsem iyi olur.”

“Şey…”

Okul çantamı aldım ve ayağa kalktım, Yuigahama da kalktı. Ardından Yukinoshita da. Sanırsam beni uğurlayacaklar.

“Gerek yok.”

“Burada vedalaşmak tuhaf olur ama.”

Yuigahama cümlesinin ardından kapıyı açtı. Sonrasında bir tüy yumağı hızlıca önümdeki koridordan geçti.

Bu Yuigahama’nın köpeği Sable. Sonra Sable bana yapıştı.

“Oh….”

“Hey! Sable.”

Yuigahama onu azarladı ve ayağımdan aldı, sonra da kucakladı. Yukinoshita Sable’yi görünce durakladı. Opps, bu kız köpekleri kaldıramıyor.

Kapının girişine kadar Yukinoshita Yuigahama’yı üç adım gerisinden takip etti, elinden geldiğince köpekle olası bir iletişimden kaçınıyordu.

Diğer yandan Sable Yuigahama’nın ellerinde havlayıp duruyordu. Şey… Bu iyi fikir mi? Sanırsam Yuigahama’ya bir kaç tavsiye vermeliydim.

Ayakkabılarımı giydim, ve ayrılmadan önce Yuigahama ile konuştum.

“Hey, Yuigahama. Eğer Yukinoshita burada kalacaksa, Sable de…”

“Hikigaya-kun.”

Yukinoshita katı bir sesle benim kelimelerimi engelledi. Suratını astı ve ellerini çiçek yaparak bana baktı. Anladım, köpeklere karşı olan korkusunu söylememi istemiyordu. Arkadaşının çok sevdiği bir şeyin kendisinin sevmediğinin söylenmesini istemiyordu.

Muhtemelen yeterince zahmet verdiğini düşünürken bir de köpeği uzak tutmaya çalışacağından dolayı fazladan bir zahmet çıkarmak istemiyordu.

Peki madem öyle, isteklerine saygı duyacağım.

Fakat şuraya kadar söylediğim sözlerle ne yapacağımı bilemiyordum.

Yuigahama da sorgulayıcı tonla sordu.

“Sable? Ne olmuş Sable’ye?”

Bu soruya karşın iyi bir cevabım yoktu.

“Şey. Ah… Sable biraz yalnız hissediyor olabilir, fakat böyle yaşamayı ona öğrettirebilirseniz iyi olabilir. Evet özellikle ona lazım bence.”

“Bence gerek yok.”

Kafamdan sallama seçtiğim kelimelere rağmen Yuigahama bir anlam çıkarmış gibiydi. Bu ‘öğretin’ dememe kandın demek he… Yuigahama’yı o kadar iyi dinlemediğimi düşündüm… Bu sırada Yuigahama omuzlarını düşürdü ve konuştu.

“…Hep evde olduğu için Sable, genelde annem ile uğraşıyor.”

“Oh, anladım, tamamdır…”

Bu köpek ‘kast’ sistemini biliyor olmalı. Muhtemelen Yuigahama gibi insanlarla ilgilenmiyor bile. Yani onun Yukinoshita’ya yaklaşma ihtimalinin daha Yuigahama’dan da düşük olduğunu gösteriyor. Bir de, Yukinoshita bunu iyi değerlendirip köpeklere biraz alışmalı bence.

ꕥ Kast sistemi = Hindulardaki sosyal sınıf derecesi

“Ben gidiyorum.”

Bunu söyledim ve Yuigahama’nın elindeki Sable’yi kafasından okşadım.

“Güle güle.”

“Güle güle.”

İkisi de beni kapıda geçirdi. Sable’nin yalnızca havlamalarını duyuyor gibiydim. Yuigahama’nın evi ile olan her düşüncemi bir kenara attım.

ꕥ  ꕥ  ꕥ

Eve dönüp yemeğimi yedikten sonra kotatsunun altına sızdım ve kitap okumaya başladım.

Annem ve babamda bugün eve erken gelmişlerdi, fakat çoktan uyumuşlardı. Oturma odasında bir ben birde Kamakura vardı. Kamakura da yumrulmuş uyuyordu. Tek uyanık bir ben vardım.

Sonra oturma odasının kapısı açıldı ve Komachi içeri girdi, pijama ve uyurken taktığı şapkası vardı.

“Sen hala uyanık mısın?”

“Şey tam uyuyacaktım da öncesinde sana bir şey yapmam lazım.”

Ben konuşurken Komachi mutfağa girmişti.

“Her neyse işte erken uyu.”

“Hmm.”

Yarın sınavı olmasına rağmen bu saatte ayakta olmasını sormak iyi fikir olduğunu düşünmüştüm. Fakat tek aldığım cevap ‘hmm’dı. Bu sesi Chichichi sobadan duyardı.

Bir şeyler pişirdikten sonra yatmayı düşünüyor olduğu düşünüyordum, bu sırada ondan bir ses duydum. Düşündüğüm gibi uykusunun tutmamasının sebebi açlığıydı, o da kotatsuya girdi.

“Al bunu.”

“Ah, teşekkürler.”

Komachi bana bir kutu MAX KAHVEsi vermişti. Bir yudum ile kendimi daha iyi hissettim. Sanırım bunu sıcak suyun içine atar ısıtmış ve bana getirmişti. Bu kız muhteşem…

“Onii-chan ayaklarını çek.”

Bunu söylerken kotatsunun içinde ayaklarıma tekmeyi bastı. Sonrasında ikimizde kahvelerimizi içmeye başladık.

Komachi halinden memnun bir soluk verdi.

“…Yarın büyük gün.”

“Evet. Acele et ve bunu içtikten sonra uyu. Yarın sınavına uykusuz gitmek istemiyorsundur.”

Sıcak bir kahve iyi uykular yaşatabiliyor. Acaba bu kahve gelecekte ilaç sanayisinde de kullanılır mı? Bu düşünce bile kalbimi küt küt attırmıştı. Heh heh, iyi etkiler, eğer biri bunu söylediği sırada bu kahveden içerse, o insan, doğal olmayan bir tatlılığın ortasındaymış gibi tuhaf bir hisse kapılır. Herkese bunu yapmayı öneriyorum.

Fakat Komachi’nin hissettiği bu olmasa gerek.

“…Ondan bahsetmiyordum. Yarın Sevgililer Günü. Bir erkek olarak heyecanlı ve tutkulu hissetmiyor musun?”

Bir soluklandı ve şaşırmıştım.

Yarın sınavının olduğunu bildiği halde… Bu evin prensesi çok çetin cevizmiş. Sanrım ‘yarın için hazır mısın’ diye sormaya gerek yoktu.

“Öyle olacağına hiç ihtimal vermiyorum. Hem tüm aklım şimdiden itibaren sende.”

“Bunun sebebi Onii-chan Komachi’yi çok şımartıyor. İğrençsin. Aynı şekilde kendini şımartmayı denesen çok işler başarabilirdin.”

“Ben zaten kendimi şımarttım.”

“Ondan bahsetmiyorum. Yani kahvedeki şeker ile kendini şımartamazsın.”

O konuştukça kahvemi içiyordum. Komachi aniden güldü. …Bekle bir saniye, bana kötü şeyler söylediğini sezdim.

Eğer abini iğrenç görüyorsan, belki de onun için yaptıklarımın hepsi iğrenç şeylerdi demek oluyor. Kotatsuya doğru ellerimi yapıştırdım ve çocuk gibi yaygara çıkardım. Ben çok iğrencim.

“Tatlı demişken, bana çikolata versene.”

“Sana onun eşdeğerinde bir şey verdim ya.”

Komachi bana elimdeki kahveyi gösterdi. Hayır, hayır bu kesinlikle kabul değil. Bunda kahve dışında bir şey yok ki.

“…Komachi Onii-chan’ı hiç mi sevmiyorsun?”

“Hem de hiç.”

Bir kahkaha ile aniden cevap verdi. İstemsizce sızlanmaya başladım.

Çok kötüsün… Yüz yüze, iyice anlaşabildiğim bu an her şeye tanıklık ederdi.

Şaka olsun veya takılmak olsun, veya sevdiğimiz ve sevmediğimiz şeyler olsun, cevaplarımızın içeriği her ne olursa olsun birbirimize kalplerimizin içindeki gerçek duygulardan bahsedebiliyorduk.

Aile olarak on beş yıldır onunla yaşıyor olmamız bir şovun parçası falan olamazdı.

Peki ya o kız kardeşler, ve bir de o ile onun annesi arasında olanlar?

Onlar on beş yıldan daha fazla zamanda aynı aile içinde yaşadılar ve aynı çatı altındaydılar, aynı anıları ve aynı zamanı aynı derece paylaştılar. Buna karşın, yolları karşılaşsa bile birbirlerini anlayamadılar, peki o zaman, bunlar diğer insanlarla normalce nasıl yaklaşabileceklerdi?

Bizim abi-kardeş aile ilişkisi Komachi doğmasa olmayacaktı. Aslında Komachi’ye teşekkür etmem için çok sebep var.

…Fakat şimdi o mevzu ayrı, şu an çikolata istiyordum.

“Acele et ve bana çikolata ver…”

Ağlar halde olduğumu gören Komachi sinirlenmişti, kotatsudan çıktı ve gitti.

Sanırsam beni daha fazla çekmek istemiyordu… Umutsuzca kotatsunun içinde uzanıyor iken Komachi kotatsuya geri döndü.

“Al.”

Sonra sırtıma bastı ve bana bir şey uzattı.

Başımı döndüğümde güzelce sarılmış çikolata vardı.

“…Bu bana mı?”

“Biraz basit ama madem çok istiyorsun…”

Komachi biraz mutsuz gibiydi. Sıcak gözyaşları düşerken benden ona teşekkürlerimi sunuyordum, ellerimde sıkıca tutuğum çikolata vardı. Bunu benim için yapmıştı. Kardeşim ne muhteşemmiş…

Sonrasında Komachi yüzünde acı tatlı bir gülümseme ile konuştu.

“Bu teşekkürlerini bu yıl benden başka birilerine sunarsan daha mutlu olurdum.”

“Bu tip utanç dolu sözleri senden başkasına nasıl söylerim ki ben…? Ayrıca sadece istediğin zaman alacaksam çikolatayı, hala bir değeri kalır mı ki?”,

Komachi aniden bana baktı.

“Peki aynı mantıkla, benim çikolatam değersiz mi yani?”

“…H, Ah, Hayır… Öyle değil? Komachi’nin çikolatası ayrı. Bu özel. Komachi dünya tatlısı.”

“Ciddi konuşsan şaşardım zaten, seni çöp abi.”

Komachi bir ‘Uwa–‘ çekerek iğrençmişim gibi bakıyordu.

“…Fakat senin gibi insanları kandırmakta iyi olmayan biri çikolatamı kabul ediyorsa, sanırsam bundan biraz mutlu olmalıyım.”

Komachi her zamankinden daha doğal gülümsemişti. Elini çenesine götürdü, kotatsuda uzandı, başını kaldırdı, bana baktı.

Böyle nazikçe bakınca utanmıştım, başka yerlere baktım. Ve sonrasında çok tuhafça güldü.

“Ne diyorsun, Komachi puanlarım yeterince yükselmiş olmalı?”

“Şu andan sonra düşüşe geçtiler.”

Kahvemden son yudumu aldım ve yüzümde acı ifade vardı.

“Peki ben uyusam iyi olacak.”

“Hadi git ve uyu.”

Komachi boş kahve kutularını aldı ve mutfaktaki çöpe attı. Komachi kapı ağzına geldiğinde Kamakura uyandı ve onu takip etti.

“Oh, Ka-kun. Hadi beraber uyuyalım?”

Kamakura miyavlamadı, başını onun bacağına sürttü. Komachi bunu görünce hafiften kıkırdadı onu kucağına aldı ve kapıyı açtı.

Ona seslendim.

“Komachi.”

“Ne var?”

Bir eli kapı kulpunda bana döndü.

“Sınavında başarılar ve iyi uykular.”

“Teşekkürler. En iyimi yapacağım. İyi geceler.”

Komachi pek bir şey söylemedi ama gülümsüyordu, odasına geri döndü.

Gidişini izledim, ellerimi arkada birleştirdim ve öyle uzandım.

“Kandırmakta iyi değil demek…”

Bu kelimelerle ifade etti beni Komachi, fakat bugünün beni, bunu kendime yakıştıramıyordu.

Asla başkalarına yakınlaşmayı denemedim, fakat, diğerleriyle arama büyük mesafeler koymadım.

Ne yaptığımın farkındaydım, bir çizgi çekmiştim, dikkatlice boyuyordum onu, her zamankinden daha fazla çabalıyordum onu renksizleştirmek için, orada durmuyordum ama, en iyi izleyici rolünü oynuyordum. Kendimi adil olmayan pozisyona soktuğumu ben hep biliyordum.

Yüzleşmemek için, beni hep tırmalayan o rahatsızlık hissini yaşamamak için, mesafe koymayı tercih ediyordum.

Bunun kesinlikle farkındaydım, böylece pot kırmış da olmuyordum. Şunu biliyorum ki sadece bir cevap var ve bu cevap kesinlikle şimdiki yaptıklarım değil. Yine de onları aşmak istiyorum.

İşte bu yüzden o insan benim içimi tamamen görebiliyordu.

Bir kez daha bir ses beni rahatsız etti.

Sen böyle bir insan mısın, Hikigaya Hachiman? Seni ahmak, istediğin cidden bu muydu?

Seni salak gürültücü iç ses. Hakkımda hiçbir şey bilemeden bozuk ağzınla bana laf atma.

En sonunda, ondan sonrasında da, sessizliğe boğuldum.

 
Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.