Oregairu Cilt 11 Bölüm 05

Hiratsuka Shizuka bugünden ve geçmişten bahsediyor.

 

 

Çevirmen: Forevertr3

 

Etkinlik herhangi bir sıkıntı çıkmadan, yavaş yavaş devam ediyordu. Şimdilik kimseden üstün bir performans görmedim.

Etkinliğin asıl bölümü yaklaşırken herkes birbirlerine ‘az kaldı, başlayacak’ atmosferi ile bakıyordu. Isshiki basit ve küçük bir açılış konuşması yaptı ve kendi masasının önüne gitti.

Bense çikolata yapacak biri değildim ve yapacak başka bir şeyim yoktu. Bu etkinlikte ne yapacağımı açıklamak gerekirse, onların bir asistanı olmak ile yardımı dokunacak karakter arasında bir şey olurdu. Diğer bir deyişle işsiz adam oluyordum.

Benim aksime, Yukinoshita hemen işine atıldı.

Önümdeki mutfak masasının üzerinde mutfak aletleri, yanında ise her birinde ciddi bir surat ifadesi olan Yukinoshita, Yuigahama ve Miura vardı.

“İlk olarak çikolataları böl ve onları sıcak suya batırarak ısıt. Her ne kadar yapmak istediğin şeye göre bu işlem biraz değişiklik gösterse de bu adım çok önemli.”

“Böyle olur mu?”

“…Bu aslında sadece temel adım. Söylemek zorundayım ki diğer adımlar bundan çok daha önemliler.”

Hayal kırıklığına uğramışça çıkan sesi ile Miura’ya cevap verirken Yukinoshita, çikolataları bir ritim içerisinde çikolataları bölüyordu.

Yuigahama doğrama işinde çokça deneyimi olan Yukinoshita’yı görünce bir ‘Oh!’ çekerek övgülerini ifade etti.

Bence daha henüz bu noktada övgüye layık bir şey yok.

Bu sırada Miura Yukinoshita’yı taklit ediyordu. Muhtemelen bıçaklara pek yatkın değildi, çikolataları heyecanlanarak eziyor gibiydi, her kestiğinde ‘Ka-cha’, ‘Ka-cha’ diye sesler çıkarıyordu. Ve tabi, Yuigahama’nın bıçaklara dokunmasına izin yoktu.

Çikolatalar uygun bir seviyeye kadar parçalandıktan sonra, Miura kendi yaptığı işe üstten göz gezdirdi. Tavırları ikna olmuşa benziyordu. Onun çikolata olmasına daha çok var…

Fakat yine de, Miura’nın bu işlerde yeteneği varmış gibi görünüyordu.

“Hmm… Bu çok kolay değil mi?”

Miura bunu söylerken gururlanmış bir gülümseme yaptı, “çok kolay” derken sesinde böbürlenmişlik vardı. Fakat hemen yanlarındaki iki kişi ona ani cevaplar verdiler.

“Çok safsın, Yumiko!”

“Sen çok safsın.”

Yuigahama sanki zorluyormuşçasına, hiç acele etmeden cevap verdi. Yukinoshita küçümseyen gülümseme ile cevap verdi. Miura kafasını yana eğdi, ona göre asıl iş, talimatlarda açıklananlardan daha kolay görünüyordu.

“Ne? Bunu zorluğu neresinde?”

Yuigahama bunu duyunca göğsünü gururla kabarttı.

“Zor kısmı şimdi başlıyor! Sıcak suyu kullanarak ısıtma işlemi öyle basitçe suyun içine atmakla olmuyor. Gwa—- Gwa—- diye patlaması falan lazım.”

Sanırsam Yuigahama’nın demek istediği ısınma veya kaynamayla alakalı bir şeylerdi. Belki de Tenpa’nın ilerleyen aşamalarından bahsediyor olabilirdi. Tabiki bundan bahsetmiyordu.

ꕥ Tenpa -> Mahjong oyununda kazanmaya bir taş kala, rakibinin senden çektiği son taşı izlemek, sanırım burada son taşla patlama yapmak demek istenilmiş.

 

Diğer bir yandan Yukinoshita, Yuigahama’nın dediklerinden baş ağrıtmaya sebep olan bir şeyler hatırlarmış gibi elini şakaklarını götürdü ve bir kaç soluk verirken konuştu.

“Eğer erimiş çikolatayı böyle sert bırakırsan, çikolatanın beyaz yağları suyun üstüne çıkar ve yüzeyi kapatıp altında neler olduğunu görmezsin ve bu tada da etki edecektir. Dahası, bundan sonraki aşamalar daha fazla zaman ve efor isteyecekler.”

Bu ikisinin durumu izah etmeleri arasında dağlar kadar fark var… Bu fark, oyunlardaki para ödeyen, kazanmaya çalışan oyuncular ile normal oyuncular arasındaki farka benziyordu.

Fakat Yuigahama’nın kendi konuşmasında etrafa yaydığı öz güveni ve Yukinoshita’nın bilimsel açıklamaları, Miura’nın da düşüncelerini değiştirmiş gibiydi.

“Hmm. Peki. …Sırada ne var?”

Kelimleri onun sıradan halindeymiş gibi çıkmış olsa da tavırları büyük ölçüde değişmişti. En azından onları yeterince alçak gönüllülükle karşılayıp, onlardan tavsiyeler bekliyordu.

Yukinoshita, Miura’yı böyle görünce gülümsedi.

“Şimdilik ısıtırken karıştırmaya devam edelim. Bundan sonraki kısım yapmak istediğin türe göre şekillenecekler… Bugün burası biraz kalabalık gibi, çikolatalı ıslak pasta yapsak daha iyi olacak.”

“Çikolatalı pasta! İyi de bunları pastaneler yapmaz mı?”

“Yapması zor değil… Ben bitter çikolata kullanacağım, siz ikiniz de kullanmak istediğiniz türü seçmekte özgürsünüz.”

Yuigahama’nın gözleri parlak Yukinoshita’ya bakıyordu. Aynı anada Miura’nın bakışları “Hmmm, bu kız bayağı iyi” diyorlardı. Yukinoshita bunlara alaycı bir gülümseme ile tepki verdi.

Ben hala Yuigahama hakkında endişeleniyordum fakat Yukinoshita yanında olduğu için pek bir sorun çıkmayacaktır.

Peki o zaman şimdi diğerlerinin yaptıklarına bakma sırası geldi, gözlerimi hemen yandaki masaya uzattım, Isshiki Iroha kendi çabalarıyla bir şeyler yapamaya çalışıyordu.

Buradan gördüğüm kadarıyla aşçılık yetenekleri fena değildi.

Çikolatala çoktan erimiş, kasenin birine boşaltılmıştı. Değer bir kasede ise çırpılmış krema vardı. Herhangi biri bir bakışla bu kızın bu tip deneyime sahip olduğunu söyleyebilirdi.

Isshiki kasenin içine Batı likörü tarzındaki bir şeyi damla damla sıktı ve karıştırdı. Küçük bir kaşıkla içinden biraz aldı ve tadına baktı.

Kaşığı götürmesiyle beraber başını salladı, sonuçta pek tatmin olmamış gibiydi. Sonrasında bir kez daha tadına baktı ve içine şeker, taze krema, kakao tozu ve bir iki şey kattı.

“Vay be, bu işte çok iyisin, değil mi?”

Buna beklenilmedik bir şey diyebilirdik, fakat bu kadar iyi olduğunu hiç düşünmediğim için söylediklerim şaşkınlıkla çıkmıştı.

Ardından Isshiki bana baktı.

“Senpai, yoksa yapmaya çalıştığım şeyden şüphen mi var?”

“Hayır, ondan değil… Sadece, bu konuda iyi olduğunu ve güzelce emek sarf ettiğini düşündüm.”

Eğer tüm bu emeği sadece Hayama’ya çikolata vermek için sarf ediyorsa bu ciddiyeti onda iyi bir izlenim bırakır. …Belki de gizlice nezaketen verilen çikolatanın değerini artırmak istiyor da olabilir veya üniforma ve önlük giydiği için de olabilir, bu sonuncusu bile çok emek verdiğini düşünmemi sağlamıştı. Ne tuhaf. Bir de şunu tekrarlayayım, üniformanın üzerine giyilen önlük, sadece önlük giymekten çok çok daha iyi! Fakat en iyisi, Komachi’nin giydiği kısa şortlar.

Laflarımı bitirdikten sonra Isshiki, duyduklarından dolayı bir kaç sefer şaşkınca baktı, fakat hemen sonrasında ellerini bana uzatarak aramızdaki mesafeyi açmak istermişçesine ittirdi.

“Bana asılıyor musun? Tatlı yapıyorken tatlı kelimeler kurarak tavlayacağını zannediyorsan çok yanlıyorsun. Şansını başka bir zaman dene. Özür.”

Nazikçe tavırlar alırken beni kabaca reddetti.

Sana asılmıyorum ve de bir kez daha denemeyeceğim…

Isshiki her zamanki gibi davranıyordu. Hayır, kurnazlığı biraz ilerlermiş gibi. Bundan dolayı saygı duymakla birlikte şaşkınca baktım, kendimi bir soluk verirken buldum. Bu anda bir kaşık ağzımın yanımdan geçti.

“Eh!”

Isshiki’nin sesiyle beraberinde kaşık çenemin üstünden yolunu aldı ve ağzıma girdi. Böyle beklenmedik bir şey yaşayınca çok şaşırdım, bir kaç kere gözlerimi kırptım, bocalıyordum, kırptığım bakışlarımın ardında Isshiki’nin çekici gülümsemesini gördüm.

“Senpai, bu tür tatlı şeylerden nefret ediyor musun?”

Kaşığı daldırdıktan sonra bana baktı. Gülümsemesi şakasını başarıyla tamamlayan çocuklarınki gibiydi, fakat kabarttığı göğüsleri çocuklarınki gibi değildi tabi, ne fark ama. Bu yüzden çok çekici görünüyordu.

“…Nefret etmiyorum.”

Bu kadar şeker kesinlikle az değildi, dilim şekerden uyuşacak gibiydi. Şimdi aklıma geldi de bu kaşık kendi kullandığın değil mi… Bu tür şeyler yapmak kalp için hiç sağlıklı değil, bir daha yapma lütfen…

Fakat şekerli şeylerin yorgunluğa iyi geldiği söylenebilinir, lakin bu zıt etkileşim bu seferin daha da büyüktü. Aniden üzerime bir yorgunluk çöktü ve bir soluk verdim, Isshiki de aynısını yaptı.

“Haa. Tat hakkındaki yorumlarını duymaya ilgim yok.”

Konuşmaları ilgisiz gibi görünse de bakışları bir cevap beklediğini söylüyor gibiydi.

Ağzımdaki tüm şekeri yuttuktan sonra, Isshiki’nin beklediği cevabı vermek için açtım ağzımı.

“Yine de benim cevabım değişmeyecek.”

“…Demek öyle.”

Isshiki bir şeyler düşünüyormuş gibi görünüyordu, elindeki kaseye baktı, sonrasında başını onaylıyormuşçasına eğdi ve başını kaldırdı.

“Bunu bir yorum olarak alıyorum ve bir süre buradan gidiyorum. Hayama sennnnpaiiii——-”

Bir gülümseme ile dediklerini tamamladıktan sonra, sakar kız adımlarıyla Hayama’ya doğru koştu.

Onun uzaklaşmasını izledim, ve parmağımla yüzümde kalan küçük bir parça çikolatayı ağzıma attım. Çikolata ve likörün kokusu burnuma gelmişti.

“Çok tatlı olmuş…”


 

Ağzımda bunu mırıldanırken aniden iki metal sesin birbirine çarptığında çıkan seslerden duydum.

Bu tip bir sesten dolayı ürkmüştüm, hoş olmayan bu sesin kaynağına baktığımda, Yukinoshita elindeki kasenin içeriğini karıştırıyordu.

“…Aklıma gelmişken, Hikigaya-kun sen tat kontrolünden sorumluydun. Şu ana kadar işe yaramaz olduğun için aklımdan çıkmışsın. Her neyse, buraya gel ve şunun hakkındaki görüşlerini söyle.”

Bunu söyleyen Yukinoshita kaşığın birini bana doğru uzattı. Kaşık saf bitter çikolata ile doluydu.

“İçindeki kakao %90’ın üzerinde, kesinlikle acı olacak…”

Bunu bilmek, yemek zorunda değilim. İçinde yeterince şeker veya krema yok ve içinde çok ama çok az tuzsuz tereyağı vardı.

Bitter çikolatanın parıltısının görünüşü ve çikolatanın kokusu ‘çok kakaolu’ hissi veriyordu.

Fakat Yukinoshita bana soğukça bakıyordu, ve bana test ettirmekten geri adım atmayacak gibiydi. Hatta bana doğru bir adım bile atmıştı, ve kaşığı bana doğru tutmuş sessizce bekliyordu. Bunun gibi bir kaşığı kabul edecek değildim, Yuigahama sahneye girene kadar ikimiz de birbirimize bakınıp durduk.

“Ah, benimki nasıl! Nasıl olmuş!”

Yuigahama dediği ile kasesini bana getirmesi bir oldu. Kasenin içindeki karışım açık kahverengiydi. Kasenin içindeki şeye çikolata demek komik olurdu. Hatta buna çikolata sosu demek daha yerinde olurdu, hatta ve hatta buna çikolatalı süt desek daha uygun kaçardı.

Burnumu oraya diktim ve kokladım. Tatlı bir kokusu vardı.

“Hikki’nin en çok bunu seveceğini düşündüm…”

Yuigahama’nın bana kaseyi ‘Ehehe—– Nasıl olmuş?’ ifadesi ile uzatmasını izlerken, çok tuhaf bir déjà vu hissettim. Bu boğucu ve tatlı koku bana kahveyi hatırlatmıştı. Kahverengi karışımın içinde ufaktan beyazlıklar vardı, görünüşü içinde fazla şeker olduğunu düşündürdü… Sanki MAX kahvesi gibiydi…

Fakat bunu hazırlayan Yuigahama’ydı. Kesinlikle tadı görünüşünden farklı olacaktı… Bu kız yok mu bu kız, eminim tattıktan sonra kutusunu açtığında üzerine bir şeyler fırlatan oyuncakların yaptığı gibi şok olacağım. Yani, hani burada tatlı çikolatalar yapacaktık?

Yukinoshita’nın yaptığı o siyah şey, tadına bakmaya gerek kalmadan, sadece görünüşüyle tatlı olmadığını gösteriyordu. Hatta tadını tahmin bile edemezdim. Bir yanda tatlı, diğer yanda acı, bu ikisi beni bayıltacak gibi hissediyordu.

Bu ikinin karşısında yerimde çakılı duruyorken, boğazımı temizledim.

“Bi, bir saniye bekleyin.”

Konu üzerinde hala düşünüyorken, odanın kapısı açıldı.

Sonrasında yüksek topuklu ayakkabılardan çıkan hoşnutsuzluk saçan ayak sesleriydi. Gürültüyü çıkaran bu insan bize doğru yürüdü, ve çıkardığı soluk cehennemin derinliklerindeki esintiler gibi geliyordu.

“Tsk, oysaki hava ne tatlı kokuyordu…”

Çıkardığı sinir bozucu mırıltıları etrafa zehirli hava saçıyor gibiydi, ve bu sesin sahibi, otuzlu yaşlarında bekar Hiratsuka Shizuka’ydı.

Hoşnutsuzluk veren sadece tavırları değildi, mırıldanmaları bile ortama tatlı bir şeyler katmıyordu…

“Hiratsuka-sensei, neden buradasınız…”

“Hmm? Ah, Isshiki’nin etkinlik raporunu okudum. Ben de gelip bir bakmam gerektiğini düşündüm.”

Yukinoshita’nın sorusunu duyan Hiratsuka-sensei, cevap vermeden önce bir soluk verdi. Sonrasında Yuigahama ve Yukinoshita’nın ellerinde ki kaselere baktı, ve hafifçe güldü.

“Demeyi unutmuşum, çikolataları okula getirmek yasak.”

“Öyle bir kural mı var?”

Yuigahama’nın sorusuna karşılık Hiratsuka-sensei şeytanca gülümsemesini gösterdi.

“Kural yok, ama izin de yok. Bu okul ile alakalı bir şey olmadığı gibi sorun da çıkarabiliyorlar. Sizce neden ben öğretmenler odasında çikolataların yasaklanması gerektiğini savundum? Evet, görünüşte sorun çıkarmıyor olabilirler ama çikolatalar yüzünden incinen çok öğrenci var. Çünkü aşk ve duygular, önünde engel olduğu zaman daha da güçleniyorlar.”

Konuştuğu bu kötü şeylere rağmen nasıl oluyor da böyle güzel gülümseme çıkarabiliyordu! Bunun o yünü çok sevecen! Fakat, benim izlediklerimden yola çıkarak, nezaketen verilen çikolatalardan doğan romantik ilişkiler var bence! Çikolataları alan ve öğretmenlerini ailesi gibi gören insanlar, her yerde görebileceğin tiplerden.

“Her neyse, okul girişinde tüm öğrenciler incelemelerden geçecek.”

Hiratsuka-sensei kelimelerini bitirdikten sonra kelimelerine nazik bir gülümseme ile ‘mesela yani’ diye ekledi.

“Neyse, çok çalışın gençler~”

Söylediklerini duyan Yuigahama zor duruma girmiş gibi güldü, Yukinoshita aniden yüzünü çevirdi. Bu ikisinin tavrını gören Hiratsuka-sensei onlara güzel bir gülümseme vererek başlarını okşadı.

 

ꕥ  ꕥ  ꕥ

 

 

Hiratsuka-sensei’nin sayesinde, ya da davetsiz bir misafirin gelmesi hasebiyle, ortam biraz değişmiş görünüyordu. Güzel kokuların beraberinde içinde bulunduğum odada sessiz hava hakim oldu.

 Ve şimdi, bu sakin havayı bozmayan biri daha göründü.

Bu kişi, koyu mavi renginde, iki yanına uzanan saçları omuzlarında tokalanmış bir çocuktu. Kendi boyuna uygun bir önlük ile gelmişti. Bu kız gelecekte çok güzel biri olacağını umduğum biriydi. Bu yüzü kesinlikle hatırlıyordum.

Kawasaki Keika. Kawa-bilmem-ne-san’ın kız kardeşi.

Kawasaki ile olarak kardeşini almak üzere ana okuluna gitmişti, ve biraz gecikmiş olsa da elinde plastik poşet ile gelmişti. Sonra Keika’nın kıyafetlerini falan düzenledi ve işi bittiğinde tatmin olmuşça soluk verdi, ve hatıra olsun diye onun kız kardeşinin fotoğraflarını çekti.

Üzerindeki önlük muhtemelen Keika’nın vücut ölçülerine göre yeniden tasarlanmıştı. Önlüğün üzerinde kazan ismi ve kol kısmının yanlarından çıkan püsküller çok tatlıydı.

Keika’nın saysısız fotoğraf çektikten sonra kendi hazırlıklarını tamamlamadığı hatırlar gibi göründü.

“Be-Ben de, bir köşede kendi hazırlıklarımı yapsam iyi olur…”

Beni selamlamak için hafifçe ellerini salladı, konuşma tarzında tedbir almaya yönelik izler taşıyordu.

Hmm. Hazırlık yapması için burayı terk etmesinin sebebini bilmiyorum ama genelde kızların hazırlanması gereken çok şeyleri oluyor. Eğer daha fazla düşünmeye devam edersem elde edeceğim tek şey dargınlık olur. Komachi bunun bir kanıtı. Neyse boşver şimdi bunu, burası tehlike unsuru bulunduran çok çeşitli malzemeye sahip, bu küçük kızın onların ilgisini çekmediğinden emin olmalıyım.

“Ah, meraklanma, ben ona göz kulak olurum.”

“Peki o zaman…”

Kawasaki bunu söyledikten sonra odadan çıktı.

Onun gidişini izledikten sonra tüm dikkatimi Keika’ya verdim.

Keika ana okulunda geçirdiği günün ardından muhtemelen yorulmuştu, ve ya ablası tarafından çekilen onlarca fotoğraf yüzünden de yorgun hissediyor olabilirdi. Yorgun görünüyordu, göz kapakları kapanacak gibiydi.

Fakat beni görmesi üzerinde gözlerini birkaç kez kırptı ve şaşkınlıkla ağzı açık bana baktı.

“Bu Ha-chan!”

Demek beni hatırlıyordu ve tüm gücüyle parmağını uzatmış beni işaret ediyordu.

 “Evet, öyle. Ben Ha-chan. Fakat gerçek ismin Hachiman. Ve bir de birilerini parmağınla işaret etme. Çok kızarla—-”

Onun seviyesine inmek için çömelmiştim, işte o anda ben de parmağımı uzattım ve yanaklarını dürttüm.

Onun yanağını defalarca dürttüm, ve her seferinde ‘Ou, ou’ diye tuhaf sesler çıkarıyordu, çok şaşkın olmalıydı. …Tamam, yeter, bu cezalandırma burada bitsin. Artık bir başkasını elinle işaret edeceğini hiç zannetmiyorum.

Amacıma ulaşmış olsam da, yanaklarındaki yumuşaklıktan parmağımı çekemiyordum. Uh-oh, durum kötü, yanakları ne kadar yumuşak… Komachi’nin de yanaklarının yumuşak olduğu dönemleri vardı. Hayır, eminim ki hala yumuşaktır… Bunu düşündüğüm sırada onun yüzünü dürtmeye ara verdim. Keika hala şaşkın gibiydi, fakat bir ‘Oh’ çektikten sonra aklına bir şeyler gelmiş gibiydi.

“Ei.”

Hiç baskı hissetmeden o da benim yüzümü dürttü.

“Aahh… Bu yüzden başkalarını parmakla gösterme diyorum ya. Ya gözüne gelse ne olacak.”

Ceza olarak onu tekrardan dürttüm. Muhtemelen o bunu bir oyun olarak gördü, ve tepki olarak gülerek yüzümü dürttü. A, şey… Sanırım ona öğretmekte başarısız olmuştum.

Keika’nın yüzünü dürtmeye devam ettim, nasıl oldu da iş buraya kadar uzadı diye düşünürken, aniden arkamdan soğuk bir ses duydum.

“…Hey, ne yapıyorsun?”

“Hiç, hiç bir şey.”

Arkamı döndüğümde önlük giymiş Kawasaki’yi gördüm. Bir elinde kase ve bölünmüş çikolatalar vardı, bana çok kötü bakıyordu. Derin bir nefes aldı, ve kelimelere dökmekte güçlük çekercesine konuştu.

“Ona bakıcılık yapman çok yardımcı oldu ama bu, bu yaptığın…”

“Hayır, dur biraz. Olay sandığın gibi değil.”

Çürümüş gözlere sahip tehlikeli görünen bir adam, küçük tatlı bir kızın yanaklarını dürtüyor… Bu izlenim kanunen beni suçlu durumuna sürüklemeye yetiyor. Eğer bu olay dışarıda olsaydı, dikkatini üzerimize çeken çokça insan olurdu ve olayı annem öğrendiği zaman “Demek bu sensin ha? Hahaha” diye dalga geçerken tek yapabileceğim “O, ah” demek olurdu… Ayrıca yukarıdan gelen Kawasaki’nin ‘sana güvenmiştim…’ bakışı göğsümde kendimi suçlu hissettiriyordu.

“Bu, anlarsın işte…”

Ayağa kalktım ve iki elimi de kaldırdım, karşılığında söyleyecek bir şeyim olmadığını gösteren tavırlarıma rağmen geçerli olabilecek bahaneler arıyordum. Daha sonra ayağıma basan bir şey hissettim. Aşağıya baktığımda Keika’nın beni belimden kavradığını gördüm.

“Ha-chan ile oynuyordum~~”

“Şey, evet, onun gibi bir şey.”

Onunla oynamak istediğim doğru olmasına rağmen başka bir yönden bakılacak olursa, daha çok küçük bir kız benimle oynuyordu. O yumuşak, tatlı yanaklarının beni cezbetmesinden beri olayı bu tip bir açıdan bakmak tamamen yanlış değildi.

Bu yaşına rağmen bir erkeğin kalbini eline alabilmek, bu kız korkutucu…

Yani, böylesine bir ihtimali öngörmek yanlış bir şey değildi. Bu onun ablası Kawasaki Saki’den de öngörebileceğin bir şey olabilirdi. Mesela o güzel bir kız, ama tavırları itibariyle insanda bıraktığı izlenim bir çete elemanı gibiydi. Fakat o, kız kardeşine baktığı zaman gözlerinde o korkutmadan eser olmazdı.

“…Peki madem.”

Keika’nın melek gibi davranışlarını görünce, Kawasaki lafını geri aldı ve gülümsedi. Sonrasında Keika’da aynı şekilde gülümsedi ve hala benim üzerime çıkmaya çabalarken ablasına sordu.

“Sa-chan, sen de oynamak ister misin?”

“Hayır, hayır, olmaz. Ke-chan yanıma gel şimdi.”

Kawasaki, kardeşini üzerimden çekerek aldı ve onu kucaklardı. Bu kadar tedbirlice davranmasan da bir şey yapmam zaten.

Her neyse, bir şekilde bu dertten paklanmış gibiydim. Derinden, rahatlamışça bir soluk verdim.

Fakat ben ne kadar rahtlamışsam da Kawasaki kaygılı gibi görünüyordu. Keika’nın başını okşarken odaya göz gezdirdi ve konuşmaya başladı.

“Acaba onu getirmekle iyi mi yaptım?”

Endişesini anlayamıyor değildim. Sonuçta bırak başka okuldan insanlar olmasını, buradaki herkes lise öğrencisiydi. Tüm bunların arasında Keika farklı kalıyordu. Fakat bu etkinlik resmi değildi, katılma yaşıyla alakalı kuralları yoktu.

Yakın çaprazımdaki masaya baktım ve Haruno-san ile Meguri-senpai’nin muhabbet ettiğini gördüm. Eğer o insan bile bu etkinliğe gelmişse zaten katılma yaşından falan bahsedemeyiz.

“Sorun çıkmayacaktır. Burada bizim okuldan olmayanlar da var.”

“Şey…”

Kawasaki dediklerimi onaylıyormuşçasına başını eğerek tepki verdi. Zaten tüm bu etkinlik olayı Kawasaki’nin ricası üzerine başlamıştı. Eğer kendini burada rahat hissedemeyecekse ricasını başarıyla tamamlama görevi olan benim özür dileyesim geldi. …Bu sebeple en azından onu olabildiğince rahat hissetmesini sağlamalıydım.

Çevremde bunu sağlayabilecek bir varlık arıyorken acele içerisinde olan birinin ayak seslerini duydum.

“Oh, Kawasaki. Yetişebilmişsin.”

Bu neşeli ses Yuigahama’ya aitti, yanında Yukinoshita vardı.

“Keika’yı bir süredir görmüyordum.”

Bunu söyledikten sonra Yuigahama, Keika’nın başını okşadı. Yuigahama da Yukinoshita da Keika’yı Noel etkinliğinde görmüşlerdi, en azından tanışmışlıkları vardı.

Sonra Yukinoshita, Keika’nın yanına yürüdü fakat ona elini uzatmakta kararsızdı. Elini biraz uzattı ama sonra hemen geri çekti. Keika’nın başını okşamanın uygun olup olmayacağı konusunda kararsızdı. Ne acemice.

Tam bunu düşünüyordum, ondan daha acemi birini aramızda gördüm.

“Bu… Bugün, elimden gelenin en…”

Kawasaki selamlama cümlelerini karıştırmış gibiydi, en sonunda utana utana cümlesini bitirebilmişti. Belki de kardeşinin yanında yakışıkalmaz diye düşünmüş olabilirdi, sonrasında başını kaldırmış ablasına alttan bakan Keika duruşunu düzeltti ve önümüzde eğildi.

“İyi geçinmek dileğiyle.”

Muhtemelen bunu ana okulda öğrenmişti. Ağırdan söylemiş olsa da ablasının söyleyiş tarzına oranla daha samimi görünüyordu, ve bu da görenlerin içine hoşnutluk veriyordu.

Sadece ben değil, Yuigahama da onun tatlılığına kapıldı ve “Kya~” diye ses çıkardı. Kawasaki’nin gözleri yaşardı, kız kardeşinin büyümesini izliyordu.

Bu sırada Yukinoshita da gülümsemişti. Eteğini tuttu hafifçe eğildi, ve Keika’nın yüzüne baktı ve yavaşça konuştu.

“Ben de seninle iş yapmayı dört gözle bekliyorum. Peki şimdi, nasıl bir şekerleme yapmak istiyorsun?”

Bu soru karşısında Keika elini kaldırdı ve Kawasaki’nin yüzüne baktı.

“Ke-chan, ne tür şekerleme yemek istiyorsun?”

Keika soruyu duyunca tepki vermeden biraz bekledi, sonra aniden konuştu.

“Yılan balığı!”

“O, oh… Anladım…”

Tam bu anda diyecek bir şey bulamadım. Yılan balığı istiyorsun, ha?

“Özür, geçenlerde yemekte yılan balığı vardı ve Keika onu çok sevmişti.”

Kawasaki başını eğmişti, utanmış görünüyordu. Fakat tüm çocuklar böyle zaten, en önemli zamanlarda en alakasız şeyleri söylerler, diğer türlü zamanlarda ise hiç düşünmeden, akıllarına ilk gelen şeyi söylerler… Ama yine de bu cevabı ciddiye almak zorundayım.

Bunları düşünürken, Yukinoshita iki eliyle çenesini araya almış ve ciddice düşünüyor gibi görünüyordu.

“Peki o zaman, yılan balığı turtası yapsak? Turta yapmak çok kolay ama yılan balıklarının hazırlığı ve pişirmesi biraz uğraş isteyecek…”

“Oh- gerçek anlamıyla bu turtalar yapılabiliyorlar mı?”

ꕥ Turta(İngilizce: Pie), İngilizce’de “pai” diye okunur. Japonca’da ise bununla aynı okunuşa sahip olan kelime göğüsler demektir.

 

“Evet.”

Yukinoshita gerçek anlamı biliyor tavırlarla cevap verdi. Bu kız her şeyi biliyor. Fakat buna rağmen kendi ‘turta’sının iyice yapılmamış olması çok tuhaf.

“Eğer sorun yoksa, denemek ister misin?”

Yukinoshita’nın sorusunun karşısında Kawasaki’nin yüzü koyu kırmızı kesmişti.

“Hayır, buna gerek yok! Çocukların bile yapabileceği bir şey olsun…”

“Peki o zaman, çikolatalı trüfe ne dersin… İzin ver de gereken malzemeleri alıp geleyim.”

Bunu söyleyen Yukinoshita odanın kapısına en yakın olan masaya doğru gitti.

Onun dönmesini beklerken, Keika’nın yüzüne baktım, acaba bakıcılık görevime devam etmeli miyim diye. Fakat bu bakıcılık işim Yuigahama tarafından elimden alındı.

Yuigahama eteğinin durumundan habersiz, çömelmiş ve Keika ile değişik yüz ifadeleri yaparak konuşmaya çalışıyordu.

“Yılan balıkları, demek istediğini biliyorum, ben de yemek istiyorum~”

“Yılan balıkları çok lezzetlidir. Pirinçle veya soslayarak yenilebilir.”

“Bilmez miyim, yılan balıkları çok tatlılar.”

“Pirinç de çok iyi.”

“Eh, pirinç…”

Aralarındaki muhabbet pek uyuşmasa da, ikisi de çok neşeli görünüyorlardı. Fakat eğer Yuigahama turta yapmak isterse sorunumuz çıkabilir.

Yine de, Kawasaki ve Yukinoshita etraftayken arap saçına dönebilecek bir sorun oluşmayacaktır. Bir tat kontrolcü olarak mesleğimin icabı biraz daha bekleyecek.

Peki madem, işim başlamadan önce biraz dolanayım.

 

ꕥ  ꕥ  ꕥ

 

 

Yukinoshita’nın rehberliğinde Kawasaki ve Keika turtaları için hazırlıklara başladı. Şimdi elimde bakıcılık görevi de kalmadı. Tam anlamıyla işsizdim. Eğer durum böyle giderse, bir nehir kenarına gidip taşları toplayıp onları satmayı deneyeceğim. Yok, bu [gereksiz adam] oluyordu.

ꕥ Japonlarda eski bir inanışa göre mezarlıklardan gelen taşlar için; bazıları onları yerden alan kişilerin kötü şanslı olacağı söylerler, fakat bazıları da onları tapınaklara götürdüğüm zaman iyi şanslı olacağını söylerler. Bu taşları satanlar da varmış.

 

Benim gibi, bir tat kontrolcüsü olan Hayama Mira ile Isshiki arasında sıkışıp kalmıştı ve tat kontrolcüsü olmak isteyen Tobe ise Ebina-san’ın yakınlarında dört dönüyordu. Adamım istenmediğini anla artık.

Haruno-san ve Meguri-senpai Hiratsuka-sensei ile tüm bu zamandır muhabbet halindeydi. Şimdiki ve eski öğrenci konseyi çeşitli masalara dağılmış, ara ara kendilerine verilen görevleri yapıyorlardı, bu fırsatta ise başkan yardımcısı ve sekreter-chan muhabbet edip gülüyorlardı. Başkan yardımcısı git ve işini yap!

Kaihinsougou Lisesi öğrencileri odanın tam ortasında Tamanawa ile MÜZAKERE yapıyorlardı. Pişirmeye başlamamış olmalarından, onlar muhtemelen hala AKIL FIRTINASI yapıyorlardı.

Şu an hiç bir şey yapmayan bir ben vardım.

 Her neyse, kimsenin işine mani olmamak için bir köşede dursam iyi olur diye düşünüyorken, gözlerimin köşesinden odasının kapısının hafifçe açıldığını gördüm.

Açan insan sadece içeriyi gözlemek için açmıştı, çünkü kapı sadece bir kaç santimetre açılmıştı.

Ne şimdi…. Sakın bana bu topluluk merkezini kullanan başka bir grubun çıkardığımız sesten dolayı bizi uyarmaya geldiğini söyleme…

Sanırsam bu durumun sadece ben farkına varmıştım, gidip bir bakmayı düşündüm.

Hafif acele içinde kapıya doğru yürüdüm.

Eğer birinin yaşlı teyzesi falan çıkarsa çok korkardım… Eğer bizi şikayete gelmişlerse, sadece bir özür ile geçiştirecektim. Her neyse, bir ortamın içinde birisi tarafından azarlanmak sosyal yaşamın bir gerçeği. Hatta birileri tarafından azarlanmak da bir iştir. Tabi böyle bir işin ticari bir yönü olmuyor. Gönüllüler Kulübü bile tüm yıl boyunca maaş almadı! …Paramı ödemiyorlar.

Kim olduğunu bulmak üzere kapıyı açtım.

Karşımda tanıdık bir yüz gördüm.

Bu yüz muhtemelen okul sonrası kulüp aktivitelerini tamamlayıp eve gitmek için okuldan ayrılmıştı. Üstünde spor kıyafetleri giyiyordu. Kıyafetini üst kısmının kol uzvu ona büyük geliyordu, ellerinin ancak uç kısımları dışarı çıkmıştı ve iki elini göğsünün ortasında birleştirmişti. Etrafına çok özel bir hava yayıyordu. Arkasına doğru yaslanmış bir poz veriyordu.

Sonrasında gözleri benimkiler ile karşılaştı.

“Hachiman!”

“To-Totsuka… Gelmişsin.”

“Kulüp aktivitelerinden dolayı biraz geciktim.”

Kapının önünde karşılatığım kişi Totsuka Saika’ydı. Okulda onu buraya davet etmiştim fakat geleceğini düşünmemiştim.

“İlk başta yanlış yere geldiğimi düşünmüştüm.”

Bunu dediğinde Kaihinsougou Lisesi öğrencilerine bakıyordu. Anladım, sanırsam kapıyı araladığında ancak onları görebilmişti.

Eğer görüş aralığın az ise, diğer şeyleri göremezsin.

Mesela Totsuka’nın arkasındaki varlık.

“Haaachiiiiimannnnn”

Onun arkasında duran adam benim… benim şeyim… şimdilik ona beden dersindeki partnerim diyeyim. Benim beden dersindeki partnerim Zaimokuza Yoshiteru’ydu. Onu okulda görmemiş veya davet etmediğimi hatırlıyor olmama rağmen, neden buraya geldi? Zaimokuza bu tip şeyleri bir şekil öğrenen biri olmuştur, fakat bu kadarı da pes doğrusu.

“Peki, Zaimokuza? Neden buradasın? Hemen gideceksin, değil mi?”

Sorumu duyunca sahte bir aksırdı.

“Ahem. Ahem. Totsuka ve ben Hiratsuka-sensei tarafından onu ayak işlerini yürütmek için emir aldık, hemen geri dönmeyeceğim.”

“Ayak işi? Geri dönmeyeceksin yani?”

“Dediğim gibi, geri dönmeyeceğim.”

Ellerini sallayarak kararlılığını gösteriyordu. Peki Hiratsuka-sensei’nin emri neydi…  Tam bunu düşünürken Totsuka çantasını sırtından indirdi.

“Hiratsuka-sensi bizden bunu getirmemizi istedi…”

Bunu söylüyorken çantasını kurcalamaya başladı.

“Oh oh, buraya getirmekte sorun yaşamadınız umarım?”

Hiratsuka-sensei neler döndüğünü kavramıştı ve buraya doğru geldi. Totsuka hala çantasını kurcalıyordu. Sonrasında bir gülümseme ile içinden bir şey çıkardı.

“Buyurun, alın.”

Tosuka’nın Hiratsuka-sensei’ye verdiği şey bir kaç adet, süper marketlerde donmuş ürünlerden aldığın zaman yanında verdikleri termos kutulardandı. Gümüş renginde parıldayan kutuları aldıktan sonra Hiratsuka-sensei, içindekileri kontrol ettikten sonra teşekkürlerini sundu.

ꕥ Japonya’da farklı ebatları olan ve mağazalarda soğuk bir şeyler veya içi ısınmasın diye verilen kutu halinde termos gibi ama daha basitleri.

 

“İçinde ne var?”

“A, tam yerinde geldin. Şunları herkese paylaştır.”

Sorumu sorarken Hiratsuka-sensei kutuları alıp odanın penceresine doğru yürüyordu. Önüne bir sandalye çekti ve bir şeyler mırıldanarak kutunun içeriğini boşalttı.

“Herkes etkinlik bittiğinde bu aldıklarımdan yer diye düşündüm. Hem bunlar üzerinden bir şeyler yapmak isteyen de olabilir ama yanlışlıkla çok fazla almışım, fakat mağazadan çıktığımda ikisi ile karşılatım ve buraya getirmeleri için yardımlarını istedim.”

“Anladım.”

Yılın bu zamanlarında her türlü çikolatayı manav olsun, devlet daireleri olsun, postaneler olsun, alakasız yerlerden bile alabiliyorsun. Hiratsuka-sensei muhtemelen bu tip yerlerden sipariş verdiği çikolataları Totsuka ve Zaimokuza’yı kurye olarak kullanarak buraya getirdi.

Fakat Hiratsuka-sensei’nin aldığı miktar hiç de az değildi. Üzerinde mağazanın adı yazan termos kutuların içinde envai çeşit çikolata vardı.

Bu yüksek kalite çikolatalar masalara dağıldıkça herkesin dikkatini çekiyordu ve buraya yöneltilen bakışları görebiliyordum.

Bu arada bir şeyler atıştıran Haruno-san’ın da dikkati buraya döndü. Ona eşlik eden Meguri-senpai ve Haruno-san, ilgili bakışlarla buraya bakıyorlardı.

“Eh, Shizuka-chan, gittin bunları satın mı aldın— Godiva’dan tut, Pierreherme, hatta Charbonnel bile var… Bak bunlar Imperial Oteli ve Yeni Otani Oteli’nden… Ah, bu çikolatalar da Sadohari Aoki yapımı—”

“Ah, evet, hepsini ben aldım.”

Hiratsuka-sensei gururluca göğsünü kabarttı, sonuçta çikolataların değerini bile birileri çıkmıştı.

Fakat benim bakışımdan, şunu düşünüyordum ‘Bunların hepsi sadece çikolata değil mi?’. Onların bildiklerini sadece çikolata uzmanları bilebilirdi. Sadece Godiva’yı duymuştum, geri kalanları da benim için diğer çeşitli çikolatalar kategorisindeydi. Şimdi konuşan Fransız Haruno-san’dı. Değil mi? Sanırım, öyle bir şey.

Az önce ne demişti? Pi, pier ney… Pierretaki? Janpieru… Porunarefu? Kelimeyi tam olarak duyamamıştım, tek bildiğim hepsinin çikolata olduğuydu.

Bu şık kutuyu açıldığında tüm çikolatalar sanki kuyumcuların camdaki tezgahları gibi şıkça dizilmişlerdi. Bunları gören Meguri-senpai hayran olmuşça bir soluk verdi.

“Wa–, lezzetli görünüyorlar.”

“Ah, Meguri sen de böyle şeyler bilir miydin? Bak bunlar çok lezzetli, tavsiye ederdim.”

“Haruno, neden bu kadar gururlandın ki? Bunların hepsini ben seçtim.”

Haruno-san söylediklerinde gurur yapınca Hiratsuka-sensei cevap vermekte gecikmedi.

Tam beklediğim gibi, Shizuka-chan kendi ilgi alanında gurur yapmayı seviyor… Arabası bile son model bir şeydi… Kendi sevdiklerinde ve hobilerinde, tüm parasını ve emeğini heba edebilecek bir insandı. Bu gibi erkekçe olan doğası çok muhteşem.

Bir erkek olarak, onun ilgi duyduğu şeylere olan savurganlığı görmem, ona yepyeni bir saygıyla bakmama neden oldu. Totsuka da Hiratsuka-sensei’ye bakıyordu.

“Sensei, bu tip şeyleri sıkça yer misiniz?”

Totsuka’nın parıldayan gözleri karşısında Hiratsuka-sensei’nin dili tuttulmuştu.

“…Yani, bunlar gibi. …Sak-Sakın bana uymaz falan deme?”

“Ah, hayır… Bence bunlar size yakışıyor!”

Sensei’nin düşen omuzları karşısında Totsuka biraz bocalayarak konuyu dağıttı. Tüm bu olanları izleyen Haruno-san neşeli kahkahalar attı.

“Shizuka-chan muhtemelen bunları alkolle beraber yiyor. Ne iyi~, bende bu tatlı çikolataları alkolle yesem.”

“Evet, öyle yiyorum… Ama bugün olmaz.”

Hiratsuka-sensei ona kaşlarını çattı, Haruno-san ise somuttu.

Onların tavırlarını ve konuştuklarını izlerken, şaşırmıştım.

Gerçekte, Yukinoshita Haruno bu tip konuşmaları bilerek yapıp ortam içinde  başkalarına karışmayı çok sever. Fakat şimdi, Hiratsuka-sensei’ye olan tavırları tamamen doğal, en azından ben öyle düşünüyordum. Tabiki bunun bir sebebi, onun güçlü görünümlü doğasından gelen özel yeteneğinden gelmesi olabilirdi.

Yine de, Yukinoshita Haruno hakkında daha diyebileceğim veya hakkında bildiğim pek bir şey yoktu. O, Yukinoshita’nın ablası, Hayama’nın dostu, Meguri-senpai’nin senpai’si, Hiratsuka-sensei’nin eski öğrencisi ve mükemmel görünüşü olan bir süper şeytan. Tüm bu yüzeysel bilgiye sahip olmama rağmen onun derin, bulanık bataklığında saklanan gerçek doğasına ulaşamıyordum.

İyice düşünüce, ilk defa Haruno-san’ın kendinden büyük biriyle bu kadar uzun konuştuğunu görüyorum.

Haruno-san’ın olduğu yöne baktım, baktığım süre boyunca aklımda onun derin bataklığının yüzeyindeki suda bozulmalar meydana geldiği düşüncesi vardı.

Hiratsuka-sensei kasten omuzlarını düşürdü, ve Haruno-san yakındaki masaya yandan yaslandı ve Hiratsuka-sensei’ye nazikçe bakışlar attı.

“Peki ama gelecek sefer beni de yanına al~, seninle konuşmak istediğim çok şey var.”

Bu sadece lafın gelişi bir konuşma olmuştu.

Fakat Hiratsuka-sensei bunu ciddiye almıştı.

Hiratsuka-sensei elindeki çikolatanın paketini açmayı durdurdu, avucunun içinde bekletti. Yavaştan Haruno-san’ın gözlerine baktı, bir şey ima etmeye çalışıyor gibiydi.

“Haruno, eğer… söylemek istediğin şeyler varsa, kapım sana her zaman açık.”

Bir anda söyleyiverdi, Haruno-san’ın omuzlar hafiften zıpladı.

Haruno-san hala masaya yandan yaslanıyordu, gözleri renkten yoksun, cam misali saydamlıkla Hiratsuka-sensei’ye bakıyordu. Fakat aniden, gözlerinden bir alev parıltısı geçtiğini gördüm.

Bu anilik bir saniyeden daha azdı fakat bu ikisinin birbirine bakıştığı süre çok uzundu, buna karşın nefes almayı unuttuğumu fark ettim.

Sessizlik Haruno-san’ın dudaklarının kenarından kaçan bir kahkaha ile son buldu.

“Öyle mi? O zaman takvimde bir gün ayarla—– Ah, Hikigaya-kun da gelsin. Gel ve ablalarınla beraber iç~”

Hareketlendi ve vücudunu bana doğru kaydırdı, üstten bana baktı. Ben de hemencecik aramıza mesafe koymak amacıyla kenara kaydım.

“Yaşım tutmuyor, alkol alamam ama meyve suyu olursa gelirim.”

Zaimokuza güldü. Hiratsuka-sensei ciddiyetini kaybetti, ve omuzları gülüşünden dolayı zıpladı.

Sanırım küçük şakam bunlar üzerinde etkili gelmişti, bu tip şakalar genelde kimseyi güldürmezdi.

Totsuka ilgisizce tavır koyarken Meguri-senpai olanları pek anlamamış olsa da gülümsemeye devam ediyordu. Haruno-san bu kez de ona döndü.

“Tüh, yaşın tutmuyorsa elimden bir şey gelmez, peki ya sen Meguri?”

“Haru-san, benim de yaşım hala~ Fakat beraber çaya çıkarsak gelirim…”

“Peki. Eh, ne yapacağım şimdi? Kendi sınıfımdan birini mi alsam yanıma?”

Hiratsuka-sensei, eline telefon almış rehberinden isimlere göz gezdiren Haruno-san’a baktı ve derinden soluklandı.

“Sadece beni çağır, başkasına gerek yok.”

Bu muhabbetin sonu sinyaliyle beraber Hiratsuka-sensei içerisinde pahalı çikolatalar olan kutuyu bana doğru uzattı.

“Hikigaya, Shiromeguri, ikinizde bunların dağıtım işinden mesulsünüz. Kendinize biraz alın ve gerisini dağıtın.”

“Peki. Şey, herkese ne kadar vermemiz gerekiyor?”

Meguri-senpai sorusunu sorarken kutuyu açıp yanındaki plastik tabaklara dolduruyordu.

“Nasıl uygun görürseniz işte.” Hiratsuka-sensei’nin cevabını almış duymuş olmasına rağmen şaşkınca bakıyordu.

“Peki, Hikigaya-kun, işe koyulalım.”

Dediği üzere plastik tabakları bana uzattı. Meguri-senpai’nin hazırladığı tabaklarda çikolatalar homojen dağıtılmıştı. Ayrıca onun hazırladıklarında çikolatalar renklerine göre düzenlice konulmuşlardı. Hepsi bir bakıma aynı dağılımlara sahipti.

Hemen yanımda duran Meguri-senpai’den gelen Meguri-Güçleri☆ beni kendine çekiyordu, o kendisinden gurur duyuyor gibi görünüyordu.

“Anlaşıldı.”

“Peki, millet, hadi başlayalım.”

Hepimiz hazırlanan tabaklardan bir kaçar adet aldık ve çeşitli masalara yöneldik. Aslında tam olarak bir dağılım yapmamıştık, sadece üçümüz farklı yönlere gitmiştik.

Meguri-senpai Kaihinsougou Lisesi öğrencilerinin bulunduğu kısıma, Totsuka Yukinoshita, Yuigahama ve Kawasaki kardeşlerin bulunduğu kısıma yollarını aldı. Zaimokuza, Totsuka’nın gölgesinden onu takip etti.

Bana kalan kısımdaki masalar ise Miura ve Isshiki’nin aralarında amansız savaş yaptığı masalardı.

Uzaktan durumlarını kontrol ettim, Miura Isshiki’ye bakışlar gönderiyordu, Isshiki de karşılığında sırıtıyordu, bu ikisinin arasında kalan Hayama ise hala tazeleyici gülümsemesini yapmayı sürdürüyordu.

Tobe, Hayama’ya yardım etmek ister gibiydi, arada onunla bir iki kelime ediyordu, Ebina-san’a hava atmaya çalışmıyordu.

Tüh… Çok zor olacak. Oraya gidip savaşın arasında yıpranmak istemiyorum.

Yavaştan masalarına yol aldım, bu sırada nasıl bir giriş yapacağımı planlıyordum, Hayama gelişimi fark etti.

“Özür, bana biraz izin verin.”

Hayama nazikçe Miura ve Isshiki’nin arasından sıyrıldı ve bana doğru geldi.

“Bir şey mi oldu?”

“Ah, ah. Hiratsuka-sensei’nin getirdiği çikolatalardan getirecektim buraya.”

Açıklamamı yaptıktan sonra elimdeki plastik tabağı ona uzattım, fakat Hayama’nın ifadesi daha karanlık oldu.

“Yine mi çikolatalar…?”

“Bunlar pahalı olanlardanmış.”

“…Öyle mi?”

Kısa bir cevapla plastik tabağı aldı ve masasına geri döndü.

Görevim bir sorun çıkmadan tamamlanmıştı. Tam arkamı dönmüş geri döneceğim sırada arkamdan hafif bir metal sesi duydum.

Sesin geldiği yöne baktım ve gördüm ki Hayama’nın elinde iki tane kahve kutusu var, birini açmış diğerini ise bana doğru uzatarak bana vermek istiyordu.

Yani, Hayama bile Miura ve Isshiki arasında kalarak az çok yorulmuştu. Sanırsam bu şansı değerlendirip biraz mola vermek istiyordu.

 Bir ‘Oh’ çekerek ona onay verdim. Hayama Miura’nın masasına yakın bir yerlerde bir sandalye çekti, ben de onu takip ettim ve bir sandalye de ben çektim.

Oturduğum sırada Hayama kahve kutusunu bana verdi. Bu kahve MAX değildi, SİYAH kahveydi.

“Daha şekerli bir şey mi isterdin yoksa?”

“Fark etmez.”

Zaten artık tatlı bir şeye ilgim kalmamıştı. Ayrıca hala bundan sonra görev icabı çikolata yemek zorunda kalacağım. Kahveyi açtım ve kocaman bir yudum aldım.

Hayama da aynı şekilde içti ve ‘Fuuuuuuuuuuuuuuu’ çekerek yorgunluğunu dile getirdi.

Aramızda muhabbet kurulmamıştı, sadece kahveyi içerken ve masaya koyarken çıkan sesler vardı. Bu sesler olası her türlü muhabbete engel olup aralıklı aralıklı çıkıyorlardı.

Elimdeki kutunun ağırlığından, neredeyse tüm kahvemi içtiğimi biliyordum. Tam bu sırada Hayama aniden, “Yine de,” dedi.

“Bende bunu iyice düşündüm.”

“Ne?”

Ona verdiğim cevapta ciddiydim, ne demek istediğini anlayamamıştım. Fakat o her zamanki Hayato gülümsemesi çıkardı ve devam etti.

“Böyle olduğu için, herkes… herkes doğal davranıyor.”

Bunu söylerken odanın dört bir tarafını gözüyle gezdi. Onun bakışlarını izledim, çevrede olan bitenleri görüyordum.

Miura bir şeyleri tartıyordu, Isshiki ıslık çalarken fırına doğru gidiyordu, Yuigahama yüzü Yukinoshita’nınkiler gibi utançtan kırmızıydı, Yukinoshita onu başından kucaklamıştı.

Pek geçmeden Hayama’nın bakışları bana döndü. Şu an yaptığı bu ifadeyi biliyor gibiydim, bu ifade Hayama Hayato’nun karakteristik yalnız kalmış zoraki gülümsemesiydi.

Hayama’nın bahsettiği ‘herkes’.

Acaba kimlerden bahsediyordu? Hep bahsettiği bu ‘herkes’ kimler oluyordu? Bunu düşündüğümde gözlerimi Hayama’dan kaçırdım ve acı kahvemden bir yudum aldım.

Bu monoloğuna vereceğim bir tepki yoktu, Hayama bir cümle daha kurdu.

“Hepsi senin sayende, Tobe bile çikolata yiyebiliyor, mutlu gibi.”

Kelimlerinden anlaşılıyor ki, Tobe daha yapımı bitmemiş olan Ebina-san’ın çikolatalarından tatmıştı. Etrafta [Çok tatlı!], [Lezzetli], [Harika] diye gürültü çıkarıyordu. Oh, iyi bir deneme sergilemiş olmalı. Fakat yine de, Ebina-san göründüğünden daha fazla içine kapanık olan kızlardan. Bu tip kızlar için kalplerini başkalarına açmak bir takım evrelerden geçer. Veya belki de ruhsal makyaj bunun gibi bir şey olmalı. Ben de bunu düşününce gülümsemiştim.

Fakat, yine de, en azından, Tobe’ye emeklerinden dolayı tebrik etmeliyim. Ya da unut gitsin, tebrik etmeyeceğim.

“Çikolata da Tobe de umurumda değil… Özellikle Tobe.”

“Haha, çok kötüsün.”

Hayama güldükten sonra kalan tüm kahvesini yudumladı ve tamamen boşaldı mı diye kutuyu salladı. Yerinden kalktı ve onu çöpe atmaya hazırlandı. Miura ayağa kalktığını görmeli ki onu tatlı bir sesle çağırıyordu.

“Hayato~~~~~~~”

“Geliyorum.”

Cevabını verdikten sonra bana kısa ve öz bir veda verdi ve Miura ve Isshiki’nin masalarının arasına geri döndü.

Onun gidişini izledim ve kahvemden son bir yudum daha alarak bitirdim.

 

ꕥ  ꕥ  ꕥ

 

 

Şekerleme yapımı tüm hızıyla devam ediyordu.

İşini hızlı yapanlar mamüllerini fırına veriyorlardı, bazıları ise fırından çıkarmışlardı ve soğumalarını bekliyordu. Etkinlik son aşamasına giriyordu.

Sürekli konuşma içinde olan Haruno-san bile işinin büyük bölümünü bitirmişti. Onun yanında çalışan eski öğrenci konseyi başkanı Meguri-senpai de işini az çok bitirmişti. Sanırsam kalan son işleri şekil vermekti.

Bu insan nasıl bir çok işi aynı anda yapabiliyor? İnsanların anlaması imkansız gibi dursa da, o bu işin altından kolayca kalkmıştı. O her bir işinde böyle değil mi zaten…

Fakat artık yorulmuş olmalı ki, işini bitirdikten sonra yavaş yavaş Yukinoshita’yla alay etmeye çalışıyordu.

“Yukino-chan, ne tür çikolata yapıyorsun? Onee-chan’ın tatmasına izin ver~.”

Haruno-san’ın ısrarcı sesini Yukinoshita duymazdan geliyordu. Yukinoshita şu an Miura ve Yuigahama’ya yardım ediyordu.

Yukinoshita’nın gözlemleri altında, Miura ciddi emekleriyle beraberinde elindeki hamura şekil vermeye çalışıyordu, Yuigahama da başka bir parça hamura şekil veriyordu.

“Hey, Yukino-chan, beni duyuyor musun~?”

“…Haruno-san, Yukinoshita-san şuan meşgul gibi.”

Durumu gören Hayama, gülümsemesi ile Haruno-san’ın yanına gitti ve onların arasına girmeye çalıştı. Eğer Miura’nın çevresinde fazladan gürültü olursa, dikkati dağılabilirdi. Belki de Hayama bunun farkına varmış olduğundan dolayı Haruno-san’ı alıkoymaya çalışmıştı.

Önlerinde ki işlerine bu kadar odaklanan sadece Yuigahama ve Miura değildi, Isshiki de odaklanmıştı, kremasını çikolatanın üzerine sıkıp onlara güzelce şekil verip kendini tatmin etmeye çalışıyordu. Kawasaki kardeşlerin durumunda ise, Keika’nın yüzü çikolata kaplıydı ama çikolata trüfüne benzer bir şey yapmayı becerebilmişti. Ablası onun fotoğraflarını çekiyordu. Hey, daha kaç tane çekeceksin…

Herkes işlerine odaklanmış, sıkıca çalışıyorlardı. Benim tat kontrol işimin başlamasına fazla kalmamış demek oluyordu. Bunu düşünürken, gözlerimin ucuyla durumları gözlemliyordum, üzerimdeki ‘uğraşmaya değmez’ pozumu koruyordum. Bu sırada Orimoto koşar adımlarla yanıma geldi ve şu an işsiz olan benimle konuştu.

“Hikigaya, çikolata kalıplarından var mı?”

“Oh, oh oh… bekle biraz.”

Kaihinsougou Lisesi’nin de işleri fena gitmiyor gibi görünüyordu. Gerçi hala yaptıkları şeyin son hali arasında kararsız gibi görünüyorlardı, hem de ne kararsızlık, biraz daha zorlasalar işi yarışmaya çevireceklerdi.

Ona beklemesini söyledim, Yukinoshita’ya doğru yürüdüm.

“Bir baksana, şu çikolata kalıplarından var mı bizde?”

“İhtiyacın varsa şu köşedekileri alabilirsin.”

“Oh, teşekkürler.”

Bunu cevaplayan ben değildim.

Orimoto Kaori yerime cevap vermişti.

Yukinoshita sessizce ve animeden beliren Orimoto figürüne şaşkınca baktı. Yuigahama başını kaldırdı ve ilgili bakışlarla süzdü burayı, muhtemelen Yukinoshita’nın rehberlik eden sesini bir süre duyamayınca şaşırmıştı.

Kaihinsougou’lu topluluğun arasında, onların üniformasını giyen bu kişinin yanlarından ayrılması onların da dikkatini çekmişti. Ona yönelen bakışlara aldırmayan Orimoto, çikolata kalıplarını birer eline alıyordu. Sonra aniden konuştu.

“…Birden aklıma geldi de, sana hiç çikolata vermiş miydim?”

Hiç fikri yokmuş gibi çıkan sesi zoraki gülümsememe sebep olmuştu. Hatırlamıyorsun demek? Hatırlamıyorsun demek, senden de bu beklenirdi zaten.

Orimoto ondan her kim nezaketen çikolata isterse zorlamadan çikolata verebilecek bir kız, fakat niyeyse ben hiç bu ‘her kim’ kategorisine girememiştim.

Son seferinde bu gerçeği nasıl da görememiştim… Hatıralarımı toparlamaya çalıştığım için cevabımı biraz geç vermiştim.

Sessizliği doldursun diye bir aksırdım, bu sırada masanın birinden ‘Ka-cha, Ka-cha’ diye gıcırdamalar duydum. Oraya baktım ve gördüm ki Yukinoshita eliyle çenesini tutmuş bana bakıyordu, Yuigahama bakmam üzerine gözlerini kaçırmıştı ve elleri daireler çiziyordu, Isshiki konuya ilgiliymiş gibi bakıyordu ve bir ‘Eh’ çekti, Kawasaki nedense şok olmuşça bana  bakıyordu, Tamanawa bir aksırdı ve ‘Fuuu, fuuuu’ diye ağzından verdiği hava ile saçının ön kısımdaki saçaklarını üflüyordu. Tamanawa-san, sen biraz gürültü çıkarıyorsun…

“Hayır, …Muhtemelen vermedin.”

Hafızamı kurcalamaktan vazgeçtim ve olabildiğince doğal bir sesle cevap verdim. Buna karşılık Orimoto benim kadar doğalca güldü.

“Peki o zaman, bu yıl vereceğim.”

“Eh, hayır, şey, bu…”

Beklenmedik sözleri karşısında korumaya çalıştığım pozumu bozmak zorunda kaldım ve kelimelerim de heyecanlı çıkmıştı.

Hayır, muhtemelen bu benim doğal bir tepkimdi… Ne bu şimdi, ben bu kadar iğrenç miyim?

“Çikolata yapımım bittiğinde bana uğramayı unutma.”

Bunları kolay kolay söyledikten sonra Orimoto çikolata kalıplarını aldı ve eski yerine dönüyordu.

Söylediklerini düşündükten sonra onu geri çevirmem için bir neden görmedim, fakat belki de bu küstahça servisten başka bir şey değildi… Dediklerini düşünürken onun gidişini izledim.

Kesinlikle bu, Orimoto’nun her şeyi normalce söylemesini sağlayan eşsiz yeteneğiydi ve ardında başkaca anlamlar taşımıyordu. Sonunda karşılaştığım bir insanın kelimelerinin arasını okumaya gerek duymamıştım, veya asıl hedeflediği şeyi düşünmemiştim, dediklerini olduğu gibi kabul etmiştim. Bunu düşününce bir gülümse ile soluk çıkardım.

Bir şekilde tatmin olmuşça havaya girmiştim ve sonra başımı odaya doğru çevirdim, gözlerim pencerenin önünde duran Haruno-san ile karşılaştı.

Haruno-san az önceki konuşmaya şahit olmuş gibiydi ve yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Tavırları sonunda eğlenecek bir şey bulmuş gibi şekillenmişti.

Sonra onun nazik gülümsemesi sadistik bir gülümsemeye döndü. Dudaklarının kenarları üste doğru kıvrıldı, ve gözleri keskin bakışlar atıyormuş gibi kısıldı. Haruno-san yanındaki Hayama’ya döndü.

  “Hatırladığıma göre Yukino-chan bir keresinde Hayato’ya çikolata vermişti.”

  Her ne kadar Hayato ile konuşuyor olsa da sesi odadaki herkes tarafından duyuluyordu.

Onu tüm bu zamandır duymazdan gelen Yukinoshita bu sefer tepki verdi. Şaşkınca Haruno-san’a bakıyordu ve hiçbir şey söylemeden kızgın bakışlar atıyordu.

Dilini yutan sadece Yukinoshita değildi, Miura da öyleydi. Isshiki bile hafiften sarsılmıştı.

Zoraki bir gülümseme çıkarırken kafamı kazıyordum. Bunu Isshiki ve Miura buradayken söylemek mi zorundaydın? Fakat o kadar şaşırdım ki, ellerim bir yerden sonra yumruk halini almıştı. Saçımı geri taramak zamanımı alacak gibi görünüyordu…

Yukinoshita, Haruno-san’ın dediklerini reddetmedi ve sıkıntı içerisindeki gözleriyle bana baktı. İfadeleri geçmişinin söz konusu açılınca ne yapması gerektiğini bilemez hale gelmiş olduğunu gösteriyordu. Hafiften dudaklarını ısırdı ve gözleri içinde bulunan hoşnutsuzluk duygusunu inkar ediyordu.

 Fakat muhtemelen ben de benzer bir ifadeye sahiptim. Duyduğum hoşnutsuzluk sanki boğazıma takılan balgam veya midemde sancısından duramadığım bir hazımsızlık gibiydi.

Yukinoshita başını eğdi ve ben gözlerimi kaçırdım. Gözlerimin önünde Yuigahama’nın hoşnutsuz ifadesini ve hakkımızdaki endişesini görebiliyordum.

 Kısa bir sessizlik. Fakat sanki uzun zaman geçmişçe hissettiriyordu. Bu sessizliği bozacak bir şeyler söylemek istiyordum, fakat uygun bir şeyler bulamadım.

“Ah, evet doğru. İlk okula giderken falandı herhalde. Haruno-san’ın da beraberinde bize çikolata vermişti.”

 Böyle bir durumda, böylesine bir cevabı veren kişi Hayama’dan başkası değildi.

Yüzündeki görkemli ve tazeleyici bir gülümseme ile cevap vermişti ve soruyu geçiştirmişti. Bunu duyan Haruno-san’ın keyfi biraz düşmüştü.

Cevabı duyan Miura ve Isshiki de rahatlamışça tavırlar sergilediler.

Yine de, onların tepkilerinin zıttı olacak şekilde, Yukinoshita Haruno’ın ifadeleri daha soğuklaşmıştı. Hayama’ya ilgisiz bakışlar atmıştı ve sıkılmışçasına pencereden ayrıldı. Hayama onun gidişini yalnızca bakışlarla izledi.

Haruno-san Yukinoshita’nın önüne geldiğinde durdu.

“Peki Yukino-chan, bunları kime vermeyi düşünüyorsun?”

Çıkan sesi onunla dalga geçiyormuş izlenimini vermişti. Benim gibi bu ikisini tanıyan bir insan eminim ki bunu kardeşler arasındaki küçük alaylar olarak değerlendirirdi. Yukinoshita bir ‘Hnng’ diye yüzünü kaçırdı ve ablasının alayından dolayı ona küsmüş gibi davrandı.

“…Bu seni alakadar etmez.”

“Eh, ne yani Onee-chan’ına vermeyecek misin?”

Haruno-san hafifçe güldü ve bunu gören Yukinoshita ona baktı, kızgın görünüyordu.

“Asla olmaz. Bunu yapmam için her hangi bir neden göremiyorum, kaldı ki bu güne kadar Nee-san, senden hiç bir çikolata aldığımı hatırlamıyorum.”

“Şey, evet tamamen öyle.”

Haruno-san başını eğdi ve söylediğini anlamış olduğunu ifade eder gibiydi, fakat sonrasında bir soluk verip zoraki gülümsemesini takındı.

“Eğer Yukino-chan bana vermeyeceğini söylüyorsa kesinlikle vermeyecektir. Yani, o asla yalan söylemez.”

Bu değindiği nokta benim de geçmişte gördüğüm Yukinoshita’nın verdiği izlenimdi. Haruno-san kesinlikle onun hakkında benim olduğumdan daha fazla şey biliyor.

“Fakat bazen doğruyu söylemekten kaçınıyor.”

Haruno-san, Yukinoshita’ya soğuk bakışlar gönderiyordu ve çok büyük bir değişiklik olmuştu, önceki sıcak ve neşeli bakışları yoktu.

“Kimseye çikolata vermeyeceğini söylemedin. Yani, kesinlikle birine vereceksin.”

Yukinoshita sessizliğini korudu ve Haruno-san’a soğukça baktı. Ablasının çıkarımını kabullendiğini görmüş olsam da Haruno-san’ın yüzü değişmedi.

“Yukino-chan’ın çikolata verebileceği insan sayısı çok sınırlı.”

“Ne saçma. Ne diyorsan de.”

Yukinoshita muhabbeti sonlardı ve bir kez daha işine geri döndü.

Ellerini boş kaseye ve tepsiye attı, ve onları kurcalamaya başladı, Yukinoshita ara ara ‘Ka-cha, Ka-cha’ diye sesler çıkarıyordu.

Yukinoshita kardeşlerinin arasındaki bakışlar sonunda sona ermişti ve oda eski gürültülü haline geri dönmüştü. Bu gürültülü atmosfer herkese huzur ve sakinlik aşılıyordu.

Tam ben rahatlamışça bir soluk veriyordum ki bir çınlama sesi duydum. Sesin geldiği yöne bakınca metal bir kasenin yerde dönerek bana doğru geldiğini gördüm. Bu tınlama sesine eşlik eden küçük bir ses duydum.

“Öz-Özür.”

Yukinoshita  başını eğmiş, yüzünden kulaklarına kadar kırmızı gölgeler oluşmuş halde kaseyi yerden almak için geliyordu.

Bu tip sıradan hatalar pek olmaz aslında; diye düşünüyorken, bana doğru dönerek gelen kaseyi almak için eğildim.

Tam bu sırada, kaseyi almak için çömelen Yukinoshita’nın gözleriyle karşılaştım. İkimiz de ellerimiz kaseye uzattık ve olduğumuz pozda çakılı kaldık, ikimiz de kaseyi kimin alması gerektiği konusunda bir işaret bekliyorduk.

İkimiz de birbirimize baktık, aramızda sadece birkaç santimetre vardı. Yukinoshita hemencecik neredeyse bana dokunacak haldeki olan kaseyi tutan elini kendine doğru çekti.

Neden bu kadar heyecanlısın? Seni böyle görünce ben de heyecanlanıyorum.

“Bu…”

Ondan farklı bir yerlere baktım, ve özür dilercesine kaseyi alması için ona bıraktım.

Yukinoshita acele içinde kaseyi aldı.

Fakat muhtemelen düzgün bir şekilde kaseyi eline alamadığı için, kasenin kenarları tekrardan zemin ile buluştu ve yine sinir bozucu tınlama çıkararak yuvarlanarak uzaklaştı.

Tınlama sesini hala kulaklarıma ulaşıyordu ve tamam durdu artık dediğimde bile tınlama sesi kulaklarımda yankılanıyordu.

Tınlama pek sürmedi, sonunda biri onu eline almıştı, ses sonunda ortadan kalkmıştı.

Başımı kaldırdım ve Yuigahama’nın kaseyi parmağının ucunda çevirdiğini gördüm, göğsünü gururluca şişirmişti.

“Hehe, Yukinon, senin hala yolun var. Metal kaselerine veya diğer pişirme malzemelerine el atma yeteneğim en son seviyesinde.”

Bunları derken çıkardığı gülüşünü görünce, rahatlamışça soluk verdim. Göğsüme saplanan şey sonunda ortadan kalkmış gibiydi. Birkaç kelime ettim ve ayağa kalktım.

“…Hayır, bunun dışındaki tüm mutfak işlerinde çok hatalısın.”

“Evet aynen dediği gibi. …Teşekkür ederim.”

Yukinoshita da gülümsüyordu ve teşekkürlerini sunduktan sonra kaseyi almak için elini Yuigahama’ya uzattı. Yuigahama ‘Al’ diyerek kaseyi ona verdi. Yuigahama biraz yalnız bir ifade vardı yüzünde, ve şimdi boşalmış olan elinin avucuna baktı, onu yumruk haline getirdi.

Bu ifadeleri kafama takıldı, ve bir süre ona baktım. Daha önce nerede ve ne zaman görmüştüm ben aynı bu ifadeleri?

Ne zamandı acaba? Hafızamı kurcalarken duvara yasladığım bir sandalyeye oturdum.

Bir soluk daha çıkarmak üzereyken, bu yeri çıkarmış gibi hissediyordum, sanki birisinin nazikçe gülümseyip gidiyorken hatırlar gibiydim.

 

ꕥ  ꕥ  ꕥ

 

 

Tatlı kokular odayı sarmaya başlamıştı.

Bazı kişiler fırının önünde endişeli yüzlerle çikolatalarının tamamlanmasını bekliyordu. Bunların arasında bulunan Miura yorulmadan fırının önünde ayakta bekliyordu. Ara ara fırının camından içerisine bakıyordu.

Hepsi piştikten sonra tat kontrol başlayacaktı. Ben de sonunda ‘işsiz insan’ damgasını üzerimden kaldırıp işimi yapamaya başlayacaktım.

Fırının yakınlarında bir yerde dinleniyordum, birinin sırtıma dokunduğunu hissettim.

Başımı çevirdiğimde Hiratsuka-sensei’yi gördüm. Elindeki plastik tabaktaki çikolatalar muhtemelen sonradan gelenlerdendi.

 “İyi bir etkinlik olmuş.”

Benimle konuştuğu sırada yakınıma bir sandalye çekti ve oturdu, elindeki plastik tabağı bana uzattı. İçlerinden bir tane aldım ve yemeye başladım, sonrasında cevap verdim.

“Haa, çok anlamsız bir etkinlik olsa da.”

Ben cidden bunun bir ‘etkinlik’ olarak isimlendirileceğini bile düşünmüyordum. Bu sadece, insanları işinden edip buraya topladıktan sonra istedikleri şeyleri yaptırdığın bir şeydi, veya bana öyle geliyordu.

Hiratsuka-sensei demek istediklerimi anlamış gibiydi ve neşelice kıkırdadı. Sonrasında odadaki tüm öğrencilere sıcak gözlerle baktı.

“Bu da iyi. Sen zaten başından beri anlamsız bir insansın. Etrafındaki insanlarda senden farksızlar. Böyle olması çok doğal.”

“Anlamsız… Bu biraz kaba olmadı mı?”

“Eskiye oranla seni biraz daha iyi anladığımı düşünüyorum.”

Hiratsuka-sensei benimle dalga geçerken büyük, güzel bir gülümseme çıkardı, ve o da çikolatalarda yemeye başladı.

“İnsanların birbirlerine bakış açısı da günden güne değişiyor. Onlarla zaman geçirip ve onlarla büyürsen, onları zamanla anlamaya başlarsın.”

“Pek de büyüdüğümüzü hissetmiyor olsam da. Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp duruyoruz.”

“Yine de, bir takım değişikler olacaktır.”

Hiratsuka-sensei çikolata yerken benimle muhabbetine devam ediyordu. Bir çikolatayı ağzına attı ve parmağı ile dudaklarındaki çikolatayı sildi. Bu hareketi cazibe uyandırıyordu, daha doğrusu gençlik gibi bir şeydi. İstemeden güldüm.

Evet, benim Hiratsuka-sensei’ye bakış açım zamanla değişti. Tabi diğer insanların benim üzerindeki bakış açıları az çok değiştiler.

Fakat bu tip değişim karşısında korku besliyordum, kelimelere dökemeyecek tipten değişimdi bu.

“Değişim demek, ha… Böyle denilmesi her nedense tuhaf hissettirdi.”

“Tuhaf hissetmek?”

Hiratsuka-sensei başını bana dikti ve beni gözlemledi. Utanmış hissettim ve yüzümü kaçırdım, ve söylemek istediklerimi bir çırpıda söyledim.

“Ah, hoşnut olmamak veya rahatsız olmak gibi.”

Bunu söyledikten sonra beklenmedik bir tatminlik hissettim.

Uzun zamandır benim canımı sıkan bir şeydi.

Bu duygu en beklenmedik zamanlarda vuruyordu; bu duygu her zaman hissedebileceklerimden farklı olan bir duyguydu.

Bu insanlarla etkileşime geçtiğimde, kalbimin derinliklerinden gelen bir şüphe içimde dalga dalga yanılıyordu, sanki kendime ‘Bu doğru mu?’ diye soruyordu.

“Rahatsız olmak, demek… Umarım bu duyguyu hiç unutmazsın.”

Hiratsuka-sensei uzaklara doğru bakındı, bir şeyleri hatırlar gibi çıkan ses tonuyla konuştu. Kelimelerinin hedefi ben olsam da bunu başka birilerine de söylüyor gibiydi.

Fakat, benimle konuştuğundan dolayı, tabi ki bakışları bana döndü.

“Bu muhtemelen büyümenin işareti dedikleri şey. Yetişkin olduğun zaman bu tip şeyleri sık sık örtbas edeceksin. Bu yüzden, tam da şimdi, bu ‘rahatsızlık veren’ bu duygunla yakından ilgilen. Bu çok ama çok önemli.”

“Fakat önemli olan şeylerin görünmediğini söylerler.”

Bunu bilerekten, şaka olsun diye demiştim. Hiratsuka-sensei kıkırdadı.

“Gözlerinle görmekten bahsetmiyoruz. Kalbinle bakman gerekiyor.”

“Düşünme, hisset. Bu gibi bir şey? Bu tip bir kuvvete sahip değilim.”

ꕥ Düşünme, hisset. Bu gibi bir şey? Bu tip bir kuvvete sahip değilim. Bruce Lee’den ünlü bir söz, fakat ikinci ve üçüncü cümleyi söylemiyor sanırım.


 

Bu insan neden bahsediyor… Acaba shounen manga okuru biri olduğu için mi okuduklarından bir şeyler söyleyebiliyor…. Bu tip bir ifade ile ona baktım ve Hiratsuka-sensei bilerekten aksırdı, muhtemelen biraz utanmıştı.

“Şimdi de dediğimin tersi. Hissetme, düşün.”

“Hiratsuka-sensei bir kez daha kelimelerini tekrarladı, yüzünde şaka yapıyor ifadesi yoktu, gözleri nezaketlik ve samimiyetlikle doluydu. Yavaşça, sessizce amaçlarını bana iletmeye devam etti.

“Bu rahatsızlık duygusu hakkında, lütfen her zaman düşün bunu.”

“Her zaman?”

Bu kelimesini tekrarladım, anlamını tamamen kavramak istiyordum. Hiratsuka-sensei cevap olarak başını eğerek onaylama hareketi yaptı.

“Evet, her zaman. Eğer yaparsan eminim ki bir gün anlayacaksın. İnsanlar yürüdüğü sırada dönüp arkalarına ne kadar ilerlediğim diye bakmazlar. Yürümeyi bırakan insanların bakışıyla düşünürsen, ne kadar ilerlerse o kadar ihanete uğramış olurlar.”

Hiratsuka-sensei buraya kadar konuştuktan sonra odadaki her bir kimseye birer kez baktı.

“Şimdi, burada, bu sahneyi yakından görebildiğim için çok mutluyum.”

Bunu söyledikten sonra ayağa kalktı.

“…Yani sonuçta her zaman size göz kulak olamam.”

Bu kısa cevabının ardından ona baktım, Hiratsuka-sensei omuzlarını kütletiyordu ve tembelce gerilmeler yapıyordu, yüzündeki ifadeye bakmam imkansızdı.

Bir kaz daha başımı döndürdüm ve ona baktım, o çoktan her zamanki Hiratsuka-sensei’ye dönmüştü.

“Neyse, artık işime dönmenin vakti geldi.”

“Biraz daha kalıp çikolata denemeyecek misiniz?”

“Hayır, katılmam gereken başka yerler var… Önümüzdeki ay Mart olduğu için olabildiğince hızlı üstesinden gelmem gereken bir şey var.”

Hiratsuka-sensei seslice güldü. Sonrasında elini kaldırarak bana vedasını etti ve yürüyerek uzaklaştı. Çıkardığı uzun topuklu seslerle beraberinde Hiratsuka-sensei şık bir şekilde odadan çıktı.

Uzaklaşmasını izlerken ağzıma bir çikolata attım.

Aralarından atmasyon şekilde aldığım çikolata ağzımda sensei’nin kelimeleri gibi erimeye başladı, sonrasında ağzımda zayıf bir acılık bıraktı.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.