Oregairu Cilt 10 Bölüm 06

[ A+ ] /[ A- ]

Yukinoshita Haruno cesurca zamanı kovalıyor.

 

 

Çevirmen: Forevertr3

 

 

Birkaç gün geçmişti fakat sınıfımdaki insanların sesleri dışında Hayama’nın tercihi hakkında en ufak bir şey duymamıştım.

Hayama’nın grubunu izliyordum, eskisi gibi günlerini geçiriyorlardı. Miura, muhtemelen Tobe de gruplarının kalbinde olan fakat açıkça görünmeyen büyüyen uzaklığın varlığından habersiz, onun hakkında endişeleniyorlar yine de yoluna taş koymak da istemiyorlar.

Miura’nın bizle paylaştığı isteği yerine getirmek için fazla zamanım yoktu.

Gelecekteki Kariyer Yolu Anketi’ni doldurup geri vermemiz gereken en son tarih bu ayın sonunda, maratondan hemen sonraydı. Bu tarih gelmeden Hayama’nın tercihi hakkında bir tür cevap bulmam gerekiyordu.

Şu an bildiğim tek şey Hayama’nın tercihini kimseye söylemediği. Buldum. Şimdilik işe yarayabilecek bir yol olarak, çıkarımlar yapmamı sağlayacak bazı materyalleri ve bilgileri toplamak olmalı.

Haftaya, okulun ilk günüyle birlikte gelecek olan maraton koşusu öncesinde kalan son bir kaç günümü de bu konu üzerinde sarf edecektim.

Sınıfının durumunu kontrol ettikten sonra koridora gittim. Sınıf kan dolaşımı durmuş gibi durgundu. Yuigahama Hayama ile muhabbet halindeydi ve diğerleri de kulübe gitmeden önce sahip olduğu kısa zaman aralığında Hayama’nın tercihini öğrenmek için Yuigahama’yı kullanıyorlardı.

Bunlardan dolayı kulübe tek başıma gitmemin hiç bir sakıncası olmazdı. Sınıfı terk ettim ve okulun özel bloğuna giden koridorda yalnız başıma ilerledim.

Biraz ileride Hiratsuka-sensei benim gelişimi izliyordu.

“Kulübe mi gidiyorsun?”

“Evet.”

Peki. İyi zamanlama ben de oraya gitmek istiyordum,” dedi Hiratsuka-sensei. Okulun özel bloğunu işaret etti ve sanki bana şoförlük ediyormuş gibi önden gitmeye başladı. Sanırım yürürken benimle konuşması gerek bir takım şeyler vardı.

Eğer bizim kulübü ziyaret ediyorsa, sanırım şu anki istek hakkında konuşacak… Zaten umudum yoktu ama karşı gelmekten de elime bir şey geçmezdi. Sadece itaatkar şekilde ona eşlik ettim.

“Yarın okuldan sonra boş musun?”

“Sanırım, evet.”

Aslında konuşacabileceğim doğru düzgün bir şey yoktu. Miura’nın isteği hakkında söz açmak istiyordum ama konu hakkında öyle spesifik bir şeyim yoktu.

Açıkçası zor bir durumdaydım.

Bir ardışık serinin üzerindeydim: Çevremdeki konuşmalara gizlice kulak asmak, dikkatlice ve gizlice Hayama’nın davranışlarını incelemek, gizlice Hayama’yı tek başına yakalamaya çalışmak, tüm bunlar çabalarımın boşa çıkmaması için.  Gelecekteki Kariyer Yolu Anketi’nin teslim edilmesi gereken son tarihi ele alacak olursak, bu üç uğraşıyı ne kadar iyi yaparsam yapayım oyunun bitmesi sadece an meselesi.

Hiratsuka-sensei tepkimden tatmin olmamış ve planlarımın olmadığını farz ederek ilgisizce konuşmayı devam ettirdi.

“Yarın akademi ve kariyer adlı bir etkinliğimiz olacak, fakat biraz yardıma ihtiyacım var… Öğrenci konseyi çok çalışsa da yeterli değil.”

Deme ya. Isshiki beceremiyormuş gibi görünüyor, fakat aslında görevini düzgünce yapıyor.

“…Ve tam bu anda Isshiki birini yardım için tayin etti. Sanırım bu işte yardım etmeni istiyor.”

Isshiki bana emir mi veriyor?  Fakat bu “iş” kelimesi kalbimde hiç de çarpıntı yapmıyor…

“Peki ya siz niye bunu bana söyleme zahmetine katlanıyorsunuz, Sensei…?”

Isshiki bizim odamıza amaçsızca gelip gelip duruyor, direk yüzümüze karşı yardım istediğini söyleyebilirdi.

“Çünkü Isshiki öğrenci konseyi başkanı olarak emir verdi,” dedi Hiratsuka-sensei başını onaylarca sallıyordu. “Bunun anlamı, o danışman öğretmenden izin koparabilecek kadar büyümüş demek oluyor. Amaçlarının ne olduğunu bilmiyorum, fakat rahatça kullanılabilecek insan kaynakları olmak sizin kulübe verilecek en güzel tanım olmalı, bu yüzden çok mantıklı bir tercih.”

Sanırım Hiratsuka-sensei Isshiki’nin büyümesini kendince yorumluyor… Hayır, bu kesinlikle Isshiki’nin komplosu: O, bizim reddedemememiz için Hiratsuka-sensei’yi kullandı. Aman her neyse, eğer Isshiki bu işe kendi emeğini katıyorsa ona biraz yardım etmem çok da sorun olmaz.

“Eğer sadece yardım etmekse sorun yok… Fakat akademi ve kariyer etkinliği de neyin nesi?”

“Kısaca, test çözme stratejileri hakkında tartışılacak. Üst sınıflardan birilerine istediğin soruları sorabileceğin bir ortammış gibi düşün.”

“Sınavlara hazırlık için biraz erken değil mi? Yani niye şimdi ki…?”

“Bu mevzuyu sınıfta bugünkü rehberlik dersinde konuşmuştuk.” Hiratsuka-sensei öfkelenmişti.

…Harbi mi ya, demek konuşmuşuz… Acaba uyuduğum zamana mı denk gelmişti… Ahaha… Belirsiz bir şekilde gülümsedim ve sanki unutmuşum gibi davrandım.

Hiratsuka-sensei buna aldırmadı ve kısaca iç çekti. “Çünkü bizim okulumuz Uluslararası Sözel Bölüm dersleri veriyor. Ülke dışında okumak isteyen öğrenciler de var. Bu öğrencilerin mümkün olan en erken vakitte sınavlara hazır olması gerekiyor, muhtemelen normal liselerdekilerden çok daha erken sınavlara çalışmaya başlanması gerekiyor.”

“Dışarıda okumak…”

Yeterince doğru, gelecekte yapmak istediğimiz kariyer şu an seçebileceğimiz iki tercih ile sınırlı değil. Fakat ben ülke dışına gitmek gibi gerçek olamayacak kadar iyi olan bu tercihi hiç aklımdan geçirmedim. Tabi ki ülke dışında eğitim görmek isteyen insanlar da var. Bizim okul Uluslararası Sözel Bölüm dersleri verebildiğinden dolayı ülke dışı, hayale oranla daha somut bir şey. 

Dışarıda okumak, ha…? Muhteşem olmalı… Bir keresinde ülke dışına geziye gitmiştim fakat orada yaşamayı hiç düşünmedim.

En azından bu, üzerinde aceleci olunmayacak bir şey. Yani ülke dışında eğitim görmek isteyenler üzerinde ciddi ciddi düşünmüşlerdir.

“Muhtemelen tercihi hakkında kararını vermiş çokça insan olmalı. Hem birçok insanın anketi doldurup geri verdiğini duydum…”

“Hayır, bu doğru değil. Yalnızca bir avuç insan doldurup geri verdi. Biz son tarihin ayın sonu olduğunu söylemiştik. Bu, insanların son dakikasına kadar düşündüğü bir şey… Ama Hayama kendinkisini doldurup geri verdi.

“Deme be…”

Şansa bak! Onun ismini söyledi. Şimdi konuşmayı onun ismine getirebilmek için, dikkatlice yapmam gereken konuşma hamlelerine gerek kalmadı, sanırım. 

Fakat Hiratsuka-sensei yandan dik dik bana baktı.

“Kişisel bilgi olduğu için benden hiç bir şey alamazsın.”

“…B-B-B-B-Bilmek istediğim falan da yoktu zaten.”

“Her neyse anlayabiliyorum. Okul çevrende ilgi duyduğun insanları bilmek istediğinde meraklanman çok doğal. Ayrıca bu,  gerçek sınavlar başlayana kadar eğlenceli bir konu oluyor.” Hiratsuka-sensei eskiyi hatırlar gibi gülümsedi. Sonra devam etti. “Hayama ve Yukinoshita kalabalık ortamlarda bile çok öne çıkan insanlar.Öğretmenler arasından bile. Bu yüzden okulun başarısı da onlara bağlı.”

“Onlardan çokça beklentiler var, değil mi?”

“Aslında senin sözel derslerin hiç de fena değil… Ama ilgi odağı olma bakımından çok geride kalıyorsun,” dedi Hiratsuka-sensei.

Yanaklarını şişirdi ve nedense azcık üzgün görünüyordu. Fakat işte kurabiyeler burada parçalanıyor. Bu güne kadar bir öğretmenle bile olumlu ilişkim olmadı. Bunun yüzünden sınavlarda iyi notlar alsam da karnemdeki notlar bir şekilde eksik görünüyordu. Bu yüzden asla ve asla öğretmenlerin orta okuldaki zırlayan serserileri daha çok sevimli bulmasını anlamayacağım…

Hoşnut olmayan anılarıma dalmışken Hiratsuka-sensei aniden durdu. Uzun saçlarını dalgalandırdı ve direk bana baktı.

“Sen ne yapmayı düşünüyorsun?”

“Sözel seçeceğim,” diye cevapladım aniden.

Hiratsuka-sensei başını salladı. ”Hayır, gelecekte demek istedim.”

“Tam zamanlı ev kocası.”

Aniden cevap verirken başımı hafiften incittim. Hiratsuka-sensei pes eder gibi elini beline koydu ve beni süzüyormuş gibi baktı. Her zamanki o zorba tavırları yoktu, fakat bakışları daha çok ablammış gibiydi ve beni rahatsız ediyordu. Sonra bir nefes verdi. “Gerçekçi ol.”

G-Gerçeklikten kaçıyor falan değilim, sadece hayallerimle yüzleşiyorum… Fakat bunu demek Hiratsuka-sensei’nin o içten bakışlarına çok gelirdi.

Elimi yanaklarıma götürdüm, uzaklara baktım ve cevap verdim, “Bir karar vermedim. Aklımda gelecekte özellikle yapmak istediğim bir şey yok ve bir şeylere karar vermeye çalışmak da istemiyorum, bu yüzden şu anlık sözeli seçmek en mantıklısı.”

“İlgi duyduğun bir şeyler yok mu?”

“Eğer ilgi duyduğum bir şey varsa bunu hobi olarak yaparım. Geçinmek için ilgi duyduğun bir şeyi yapmak bana çok acı verir.”

“Hayat zor!” En azından Jinsei’deki karakterler böyle söylüyor. Sanırım “hayat çok aşırı zor!” demek istiyorlar galiba.

ꕥ Jinsei adında bir anime var ve başlığının anlamı da hayat demek, bu animede de başkalarına tavsiye vermek için toplanmış bir kulüp var.

 

“…Hiç değişmeyeceksin, Hikigaya. Gerçi senin dediklerinin de doğru olan kısımları var. Gerçek yaşamda, eğer senin lisans eğitimin ile çokça etkilenecek geleceğin hakkında konuşuyorsak bu doğru olur ama birçok insan için böyle değil.” Hiratsuka-sensei  kollarını çiçek yaptı ve pencereden dışarı baktı. “Dışarıda üniversitenin sayısal bir bölümünü okurken aynı zamanda topluluğun önemli kademelerinde eğlence sektörüne atılanlar da var. Hatta üniversitede yabancı diller okuyup başka ülkeleri dolaşanlar da var. Ayrıca hukuk okuyarak muhtemel hakim ve savcı adayları var. Mesela ben öğretmenlik bölümü okumamıştım. Her neyse  doktorlar, hakimler ve araştırma görevlileri sadece bunlardan bir kaçı…”

“Evet, Eczacılar da…” dedim.

Hiratsuka-sensei başıyla onayladı.

Evet gerçekten de gelecekteki mesleğin ve ya uğraşın okuduğun lisans bölümüyle alakalı olmak zorunda değil. Mesela bak babama. Çok akıl almaz bir lisans bölümünden mezun oldu ve şu an tam anlamıyla akıl almaz, farklı bir mesleğe sahip. Yanlış oldu, burada bir ilişki var sanırım…

Şu günlerde sayısal ile sözel arasında açıkça görünen farklar var ve yine de her iki tercihi bağlantılı olarak görüp ona göre düşünmemizi söylüyorlar. Hatta şirketler bile risk alıyorlar ve insan kaynakları için farklı sistem üretmeye çalışıyorlar.

En sonunda, insanların kendince elemeler yapması ve yetenekleri en büyük yardımcısı. Örneğin iletişim becerisi veya iletişim becerisi, bir de iletişim becerisi. Bu iletişim becerileri toplum tarafından önem taşıyor. Of ya ben nasıl iş bulacağım…

“Her neyse, bunlar öğretmen olarak seni bilgilendirmem gereken konular…” dedi Hiratsuka-sensei ve omuzlarımı ovdu. “Geleceğini şimdiden karar vermene gerek yok. İstediğin zaman üniversite değiştirebilir, bölümünü değiştirebilir hatta iyi bir üniversiteye girmek için bekleyebilirsin. Kariyerini değiştirmek mümkün. Bunlar sadece sana uyan sayısız alternatiften bir kaçı.”

“Anladım.”

Eminim ki yolunu bulmak için bir çok değişiklikler olacaktır. Kariyerin veya eğitimin ne olduğunun önemi yok. Yani diğer bir deyişle evlilik bu sayısız olanaklardan sadece bir tanesi, değil mi? Böyle bir olanağın olup olmadığı konusunda hiç emin değilim ama. Hem kendim hem de Hiratsuka-sensei için!

Fakat bunlar sadece tekrar seçmek için olanaklar. Asla kendi başarısızlıklarını geri alabileceğinin güvencesini vermiyorlar. En sonunda, belki de daha fazla başarısız olup acını arttırmış olacaksın.

“…Fakat ilk tercihinin bir hata olması kötü olmaz mı?”

“Tabiki de. İşte bu yüzden öğretmenler seçenekleri artırırlar…” dedi Hiratsuka-sensei. “Ve de onları azaltırlar.”

“Sizin seçenekleri azaltmanız iyi bir şey mi?” diye sordum.

Hiratsuka-sensei karmaşık bir ifade yaptı.

“Olmaz, son kararı öğrenci verecek sonuçta. Bizler en fazla öneri veririz. Bundan dolayı fazla zaman geçmeden… acele et ve şu tam zamanlı ev kocası olma hayalinden vazgeç.”

Kafasından bir seçenek söyledi… Benim için seçenek…

Fazla zaman geçmeden uzun koridoru geçmiştik ve merdivenlerin önüne gelmiştik. Ben merdivenleri çıkacaktım, fakat Hiratsuka-sensei köşeden dönecekti. Görünen o ki benimle kulübe gelmeyecekti. Onun işi Isshiki’nin emrini bana ulaştırmaktı.

Hiratsuka-sensei hafiften elini kaldırdı ve benden uzaklaşmaya başladı. Tepki olarak başımı eğdim.

Sonra olduğu yerde durdu ve başını bana doğru döndürdü.

“…Üniversitede öğretim görevlisi olsan nasıl olur? Ne dersin? Belki de bu mesleğe çok yakışırsın.”

“Hayatta olmaz, benim bir öğretmen olmam mümkün değil. Çünkü öğrenciler ile uğraşmak zorunda kalacağım.” Omuzlarımı silkerek cevap verdim.

Hiratsuka-sensei alaylı bir şekilde gülümsedi. “Anlaşıldı. Bu noktada ben de öyle düşünüyorum.”

…Sadece konuşuyorsun, seni işgüzar seni.

Son bir kez daha başımı eğerek vedalaştım ve Hiratsuka-sensei’in gitmesini izledim.

ꕥ  ꕥ  ꕥ

 

Kapıyı açtığımda gözlerim Yukinoshita’nınkilerle karşılaştı.

Dizinin üstünde bir örtü ve elinde hayranı olduğu o kedi kaplı kitap vardı. Gözleri kapıya, bana doğru bakıyordu.

Görünen o ki Yuigahama daha gelmemişti, Yukinoshita yalnızdı. Nazikçe bana gülümsedi.

“İyi günler.”

“Selam.”

Selam verdikten sonra Yukinoshita kitabını kapattı ve ayağa kalktı. Sonra her zamanki gibi çayı hazırlamaya başladı.

Su ısınırken Yukinoshita iki bardak çıkardı ve benimle konuştu.

“Bugün biraz geciktin gibi.”

“Hiratsuka-sensei’in bir isteği falan varmış…”

Yukinoshita çayı çaydanlığa doldurdu ve şaşırmış bir yüzle başını kaldırdı.

“İstek?”

“Dedi ki yarın akademi ve kariyer adına etkinlik olacakmış ve öğrenci konseyinin yardıma ihtiyacı varmış.”

“Anladım. Öğrenci konseyi… O zaman yarın bunun için zaman ayıracağım,” dedi Yukinoshita.

“Evet.” Onun aşırı soğukkanlı cevabından dolayı istemeden, doğal olarak böyle bir tepki verdim. “…Yo, yo tek giden ben olsam da sıkıntı yok.”

Sadece benim ismimin çağrıldığını düşünürsek sandalyeleri düzenlemek gibi hizmetçilik işleriyle uğraşacağım. Yukinoshita’yı ve Yuigahama’yı gereksiz yere uğraştırmaya gerek yok.

Söylediğimin aksine o yine ilgisiz bir tavır aldı ve hemen cevapladı, “Önemli değil… Hem yarın yapmam gereken işlerim olduğu falan da yok.”

“Tamam, öyle olabilir de…”

Çıkmaza girmiştim fakat bu, Yukinoshita’nın kendine ait herhangi özel planlarının olduğu anlamına da gelmiyor. Miura’ya söylediklerimi düşününce çok utanıyorum, fakat bu şu anki durum. Bu yüzden kendimizi başka bir şeyle meşgul etmek biraz rahatlatırdı.

Daha sonrasında ikimizde sessizdik, çaydanlıktaki ısınan sudan çıkan buhar birbirimizi görmemize engel oluyordu. Çayın olmasını beklerken odanın kapısı kuvvetlice açıldı.

“Yahallo!”

“Selam, selam.”

Bunlar çok tanıdık selamlama kelimeleriydi.

İlki Yuigahama’ya aitti. Diğeri de hemen yanındaki Ebina-san’a aitti.

“İyi günler, Ebina-san.”

“Yıl başından beri görmüyordum seni, değil mi?”

Yukinoshita nezaketen bir sandalye çek demişti teşekkür edip oturan Ebina-san’a. Yukinoshita misafirimize çay ikram etme hazırlığında iken ben de bir açıklamam yapmaya hazırlanan Yuigahama’ya baktım. Söyle şimdi bu bayan niye burada…?  

Yuigahama’ya başını eğerek onaylama hareketi yaptı. “Hatırlıyor musunuz? Bizler Hayato-kun’un tercihini öğrenmek için onun yakınındaki insanlarla konuşmayı deniyorduk, değil mi?”

“Evet.”

“İşte bu yüzden Hina’ya bu konudan bahsettim ve hep beraber konuşup bir takım sonuçlara varabiliriz diye düşündük. Değil mi, Hina?”

“Umarım yardımım dokunur.”

Yuigahama konuyu açmıştı ve Ebina-san endişeli bir ifade yapmıştı.

Kötü oldu diyemem ama. Hayama ve Miura’nın ilişkisi düşünecek olursak, bu ikisi arasında Ebina-san bayağı iyi bir konumda. O, benim veya Yukinoshita’nın bu konu hakkında kolayca sorular sorabileceği biri değildi, fakat Yuigahama aracı olursa sorularımızı sorabilir ve muhabbet edebiliriz.

Ayrıca Ebina-san dış görünüşünün altında çürümüş kız doğasını saklıyor olsa da bu onun gizemli bir tarafı olduğu anlamına geliyor. Eğer bir cevaba varamazsak bile cevaba ulaştırabilecek bir şeyler çıkabilir.

Yine de, Ebina-san’ın tavırları bulutlar gibi muğlaktı. Gözlüklerinin camı Yukinoshita’nın yaptığı çayın buharından dolayı buharlaşmıştı.

“Hayato-kun’un kariyer tercihi, he…? Onun ağzından direk bir şeyler duyduğumu söyleyemem. Hem Hayato-kun’un her iki dalda da iyi notları var. Bu yüzden tahmin etmek zor.”

“Evet. Öyle…” Yuigahama omuzlarını düşürdü ve Ebina-san’ın dediklerini onayladı.

Her iki daldaki notları benimki gibi birbirinin tam tersi olmadığı için akademik bir açıdan yaklaşarak tercihini tahmin etmek zor olabilir.

İyi olmadığın şeylerden kaçma felsefesi belki pesimistik bir şey olabilir, fakat mesela ben böyleyim. Sorun şu ki bu, dışarıdaki herkes için geçerli değil.

Elim yanaklarımda derin bir iç çektim.

Ebina-san düşünmeye devam etti. Aklına bir şeyler gelmiş gibi göründü ve konuşmak için ağzını açtı.

“Yanılmıyorsam bazı mesleklerden bahsettiğini hatırlıyorum.”

“Ne, öyle mi? Ne zaman demişti?” diye sordu Yuigahama.

Ebina-san başıyla onaylama hareketi yaptı. “Üzerinden bir hayli zaman geçti ama iş yeri ziyaretine gitmiştik ya. İşte o zaman medyadan veya yabancı sermayeden veya bunun gibi mesleklerden bahsetmişti.”

“Evet, sanırsam böyle şeyler söylemişti.” Yuigahama alkışlar gibi ellerini hızlıca birleştirdi.

Hatırlatması üzerine, evet, ben de eminim ki Hayama’nın buna benzeyen kelimeler ile bir şeyler söylediğini hatırlıyorum. Fakat medya veya yabancı sermaye şirketleri çok geniş bir kavram. Sözel birinin kolayca bu tip çokça dalı olan kurum veya kuruluşlara girmesinin mümkünatı yok diyemeyiz. Buradan yola çıkmak ancak salaklık olurdu.

“Herhakülarda bunlar onun o zamanki merakından dolayı söylemiş olduğu şeyler. Tahmin etmeye başlamak için çok zayıf bir nokta,” dedi Yukinoshita elini çenesine koyarak.

Kesinlikle haklıydı. Gerçeklikten yola çıkalım, iş yeri ziyareti için gittiğimiz yer bilgi teknolojilerinden tamamen alakasız bir kurumdu.

Fakat Ebina-san çoktan bunu anlamış gibi görünüyordu.

“Evet, ben de öyle düşünüyordum zaten, sadece…” Ebina-san  aniden konuşmayı kesti. Odanın köşesine doğru baktı, odada herhangi birimize bakmıyordu.

“Sadece…?” Yuigahama onun konuşmasına devam etmeye zorladı.

Ebina-san bize doğru döndü. “Sadece, herkes kendilerini aynı yere gitmiş bulacaklar. Çok da iyi olacağını da söylemem!”

“Evet, doğru,” dedi Yuigahama.

Ebina-san biraz istemeden de olsa son kelimelerini etmişti ve Yuigahama da başıyla onaylamıştı. Herhalükarda ben bunları onaylamamıştım.Acaba Ebina-san az önce gerçekte ne söylemek istiyordu?

Yukinoshita yine bacak bacak üstüne attı ve Ebina-san’a bir soru sordu, “O bir şeyler söyledi mi?”

“Bununla alakalı bir şeyler söylediğini hatırlamıyorum…” Ebina-san şaşkınca başını eğdi sanki anılarını hatırlamaya çalışıyordu, fakat sonra yüzünü bana çevirdi. “Belki Hikitani-kun böyle küçük şeyler hakkında bir şeyler biliyordur, değil mi?”

“Ne? Ben mi?”  Bu konuşmanın içine saçmaca atıldıktan sonra içgüdüsel olarak kendimi işaret ettim.

“Evet ya, Hikky insanları izliy—“

Ebina-san atlar gibi hızlıca hamle yaptı ve Yuigahama’nın konuşmasını böldü. “Bak! Homolar arasında eşsiz bir göz almalar-vermeler vardır! Anlarsın ya hani Haya-Hachi!”

“Hayır yok öyle bir şey,” dedim.

Homolar arasında eşsiz göz almalar-vermeler de nedir? Yeni insan cinsine eğilim falan mı? Ah bu kız! Çürümüş kız olmayı bırak!

“Bu şakalarına alet etme beni,” dedim.

“A-Ahaha…”

“Haa…”

Yuigahama zoraki bir gülümseme yaparken Yukinoshita hafiften iç çekti, sanki baş ağrısından dolayı şakaklarına bastırıyordu.

Ebina-san korkunç bir ses ile her zamanki gibi çürük “gufufu” gülüşünü yaptı, fakat hemen ardından işaret parmağı ile gözlüklerini ittirerek düzeltti. Gözlüğünün camındaki parlayan ışıktan dolayı nereye baktığını bilmiyordum.

“…Her neyse, bu pek şaka gibi olmadı.” Ebina-san hafif bir ses tonuyla ekledi. Hatta tamamen duyamayacağım bir ses tonu diyebilirim. Kelimelerinin arkasında demek istediklerini söylemeden önce  Ebina-san sandalyesini bana doğru çekti ve öne eğildi. “Fakat Haya-Hachi için olabilecek tüm olasılıklar hakkında her zaman tartışabiliriz!”

“Asla, asla olmaz…”

“Tüh ne yazık,” dedi Ebina-san. “Her neyse ben gitsem iyi olacak. Görüşürüz Yui, Yukinoshita-san.”

Ayağa kalktı ve odanın kapısına doğru ilerledi.

“Teşekkürler, görüşürüz!”

“Eğer aklına gelen bir şeyler olursa bizi bilgilendirmenden memnun oluruz.”

“Tabiki. Görüşürüz.” Ebina-san ellerini sallayarak Yuigahama ve Yukinoshita’yla vedalaştı ve odadan çıktı.

Bir anlığına kapıyı izlerken, kısa bir nefes verdim. “Somut bir şeyler elde etmek  biraz daha zaman alacak gibi görünüyor.”

“Öyle gibi.” Yukinoshita onaylar gibi başını eğdi ve soğumuş olan çayını eline aldı.

Yuigahama bir elinde kupa vardı diğer elinde ise telefonuyla uğraşıyordu.

“…Ben hızlı bir lavabo.” Onları kısa bir cümleyle bilgilendirdim ve odadan çıktım.

Ebina-san’ın Gönüllüler Kulübü’nden ayrılalı pek zaman olmamıştı. Çok uzağa gitmiş olamaz. Ben biraz daha detaylardan bahsetmek istiyordum, hayır, ben o kelimelerinin ardındaki gerçek anlamı bilmek istiyordum.

Ve en çok da, o sadece benim ile vedalaşmadığı için onun bu konu hakkında daha fazla konuşmak istediğini hissediyordum. Ya da belki sadece benim de orada olduğumu unuttu. Eğer böyleyse bu daha çok zulmetmek olmuyor mu? Bu görmezden gelme olayı Another olsaydı, muhtemelen biri ölürdü.

ꕥ Another animesine eğer sınıfta olmayan lakabı verilen ve kimsenin konuşmadığı, kafaya takmadığı bu insanla konuşursan birileri ölmeye başlıyor.

 

Bu düşünceler kafamda dolaşıyorken, köşeyi döndüğümde tabiki Ebina-san biraz önde yürüyordu.

Ayaklarımın çıkardığı sesler koridorda yankılandı ve Ebina-san arkasını döndü.

“Biliyorsun, bunun çok saçma olduğunu düşünüyorum.” diye başladı konuşmasına. Konuşma tonu benim onu arkasından takip edeceğimi bekliyormuş gibiydi.

“Neymiş o saçma olan?”

“Bu şekilde dedektiflik yapmanız. Hayato-kun zayıflıklarını kolayca gösteren biri değil.”

Gözlük camlarının arkasında üzerime yoğunlaşan bakışlar ile yürümeyi bıraktı. Şu an bakışlarındaki soğukluk, her gün yaptığı ifadenin tam tersiydiler. Veya belki de bu katı ifade doğal halinin bir parçasıydı. Bu tavırlarını okul gezisinde yaşadığımız olaylarda da hissetmiştim.

Hafiften omuz silktim ve gözlerinden başka yerlere baktım. “…Bence de öyle. Fakat Miura’ya karşı büyük laf ettim, bunu yapmam lazım.”

“Uh huh…”

Bundan sonra ikimizden de laf çıkmadı.

Bu koridorda bulunanlar sadece Ebina-san ve bendim. İkimizden de laf çıkmayınca sessizlik tüm havayı doldurdu. Duyulabilen tek ses pencerelerin camlarına vuran rüzgarın sesiydi.

Burada sessizce durmaktan kendimi bir garip hissettim, ellerimle saçımı kazıdım ve Ebina-san’a sormak istediğim şey aklıma geldi. Bir kez öksürdüm ve ağzımı açtım.

“Aslında benim sormak istediğim, sizin tarafınız buna razı mı?”

“Ne demek istiyorsun?”

“Eğer işler böyle giderse, sizin grubunuzdakilerin her zamanki gibi davranacağını düşünemi—“

“Bu asla olmayacak.” Ebina-san kısa ve tez bir yanıt ile sözümü böldü. “Hayato-kun bunu önleyecek bir yol kesinlikle bulacaktır ve Yumiko’nun da bunu anlayacağını düşünüyorum. Sınıfların değişecek olmasının grubumuzu yıkacağını düşünmüyorum.”

Açıklaması çok belirsizdi, fakat sesi inandırma bakımından oldukça yeterliydi.

“Peki. Onlara güveniyorsun, değil mi?

“Hayır ondan değil… Sadece Hayato-kun’un kimsenin incinmeyeceği bir yol bulacağını düşünüyorum. Güvenden çok, bu benim bencil bir isteğim.” Ebina-san dili hafiften görünecek şekilde gülümsedi.

Belki de, eğer ben eskisi gibi olsaydım, eminim ki Ebina-san’ın kelimelerinden bir damla bile şüphe duymazdım. Bence ben istemdışı olmadan Hayama Hayato’nun böyle bir insan olmasıyla Ebina-san’a saygı duymaya karar vermiştim.

Fakat şu an bu farklı. Onun kelimeleri belirsiz olabilir, elle tutulur bir şey olmayabilir, fakat yine de bunları derinden açmak rahatsız olmanın karanlık hissiydi.

Bu yüzden sormak istemiştim.

“Peki niye böyle düşünüyorsun?”

“…Herkesin beklentilerini cevaplama Hayato-kun’un işi de ondan.” Ebina-san gözlerini benden kaçırdı ve tekrar gülümsedi. Hiç de gülümsüyor gibi değildi, yaptığı tek şey dudaklarını yukarıya kıvırmaktı; soğuk bir ifade ile.

Buna bu kadar yakından şahit olmuştum, cevaplayabilmek için herhangi bir kelime düşünememiştim. Küçük bir sessizlik olmuştu, Ebina-san bir adım geriledi ve kısaca elini kaldırdı. “Ben eve gidiyorum.”

“Ah, evet…” diye cevaplamayı başarmıştım. Ebina-san’ın gidişini izledim.

Bu sefer de cevap niteliği taşıyan bir şey elde edememiştim.

Fakat farklı ve tuhaf bir şeyler hissetmiştim. Bunu hissettiren şeyin kaynağını düşünürken kulüp odasına dönüyordum.

Aniden, koridordaki pencerelerden gök yüzüne baktım. Gördüğüm şey bulanık, sönük, kızıl ve çivit mavisi karışımı rengi olan kış gökyüzüydü.

Gök yüzü zamanla yavaş yavaş kararıyor.

Üzerinde düşünmeden, doğal olarak ve hiç bir kimsenin beklentilerine yüz çevirmeden.

ꕥ  ꕥ  ꕥ

 

Ebina-san’ın kulübümüze gelip gittikten sonra bugün daha fazla ziyaretçimiz olmamıştı. Kulüpte günlük işlerimiz hallettikten sonra eve dönmüştüm.

Eve girdiğimi “Ben geldim” diyerek ev ahalisine haber verdim, fakat karşılığında hiçbir cevap bulmadım. Benim birleşmiş köle sıfatı taşıyan anne ve babam henüz evde olmaz ve Komachi de dershanede veya odasındadır.

Merdivenleri çıktım, kapkaranlık oturma odasının içine girdim ve ışıkları yaktım. Flippity-flip.

Işık odayı doldurdu.

Hemen sonrasında, boş olduğunu düşündüğüm oturma odasında bir insan figürü belirdi karşımda.

“Whoa! Kimsin sen…”

Daha yakından bakınca elleri yanaklarında dalgın dalgın masada oturuyordu.

Benim acıklı sesimi duyup geldiğimi fark eden Komachi bana döndü ve sırıttı. “…Ah, abi. Hoş geldin.”

“E-Evet, hoş bulduk…”

Ceketimi ve çantamı kanepenin üzerine attım ve ısıtıcıyı açtım. Görünüşe göre Komachi bir süredir böyle dalgın haldeymiş. Oturma odası buz kesiyordu.

“Sorun ne Komachi?” Kanepeye oturdum ve sordum.

Komachi utançla sırıttı ve masanın üzerine iyice yaslandı.

“Daha olmaz… Artık katlanamam…” Komachi hıçkırarak konuştu ve sonra kafasını tuttu. “Uuuu… Eminim ki bu sınavda başarısız olduğum zaman hayatımın çöküşe başladığı zaman olacak… Ve sonra komşular da bize gülecekler: ‘Duydun mu  Hikigaya ailesinde iki tane kendini eve kapamış kardeş varmış? Al birini vur ötekine, fufufu’ … Kesinlikle düzgün bir hayatım olmayacak!”

“Ben kendini eve kapatmış biri değilim ama…”

Benim ani cevabımı takmayan Komachi, saçlarıyla çırparmış gibi oynadı ve yine yüzükoyun masaya yüklendi.

Aman ya, yine başladı… Geçen yılın sonunda da aynısı olmamış mıydı?

 

Evlilik bunalımı veya annelik bunalımı diye şeyler var, hatta Tail bunalımı diye bir şey de var. Komachi’nin durumunu sınav bunalımı falan olmalı. Diğer kalanlar iste Sınav Puanları Kırmızısı ve Birleşmiş Köle Siyahı gibi Sentai kuvvetleri olmalı. Ne huzur kaçıran Sentai kuvvetleri ama.

ꕥ Tail bunalımı-> Ore Twintail ni Narimasu animesinde yandan çift kuyruk saç stilini çok seven, adeta benimseyen kızları anlatırdı.

ꕥ Sentai-> Kuvvet birliği, askeri birlik falan anlamı var. Bir de Super Sentai adında mecha ve kahramanlık türünde TV serisi var.

 

Her neyse benim aklımda Komachi’yi düzeltebileceğim bir yöntem var.

“Biraz ara versen nasıl olur? Mesela eğlenceli bir şeyler yapsan,” dedim benim abi olma kılavuzuma bakarak, fakat Komachi’den bir tepki almadım. Çoğunlukla Komachi bunu hemen yerdi…

Bunu tuhaf bir durum olarak düşündüm ve Komachi’ye doğru döndüm. Somurtarak masanın üzerinde toprak göçüğü gibi yaslanmıştı. Masanın üzerindeki yumruğunu hafiften sıkmıştı.

“…Eğlenmemin mümkünatı yok.”

Öncelerde konuştuğu o komik ton gitmişti. Bu somurtmaları bana küçüklüklüğümüzdeki anılarımızı hatırlattı.

“Bir şey mi oldu?”

“Yoo.”

Komachi’nin cevap verme sesi duygu içermiyordu. Yine de kısa bir kelime ile yanıt vermiş olsa da daha söylemek istedikleri olduğunu gösteriyordu.

Sessizce orada oturuyordum, onun devam etmesini bekliyordum. Neredeyse bir dakika geçti, duyulan sesler duvardaki saatin saniye kolundan gelen tik-tak sesiydi ve  dışarıdaki hareket eden arabaların çıkardığı sesti.

Daha fazla zaman geçmeden Komachi pes etmiş bir nefes verdi.

“…Şey, sadece? Biraz mola verdiğimde veya uyumadan hemen önce veya yemek yerken, ya bunu yaparsam veya ya bunu bitirirsem diye meraklanıyorum,” dedi Komachi tane tane konuşurken. Bana doğru bakmıyordu, hafifçe sıktığı yumruğuna yoğunlaşmıştı. “Mesela ya beceremezsem ne yapacağım… veya sınavı geçemezsem ne yapacağım? Bunun gibi şeyler.”

Yumruğunu daha da sıktı. Bunu gevşetmek için onunla mümkün olabildiği kadar usulca konuştum. “Bu konu hakkından endişe etmene gerek yok. Sonuçta özel okul için olan sınavı geçtin!”

“Oraya gitmek falan istemiyorum.”

Komachi yüzünü çevirdi. Bunun üzerine yüz ifadelerini okuyamaz oldum. Sonra tutarsız bir ses duydum.

“Gitmek istemediğim okula para vermek çok salakça olurdu… Ayrıca babamın ödeyeceği para yüzünden kendimi kötü hissederdim.”

Her iki ebeveynlerimiz de çalıştığı için ailemiz para konusunda biraz rahat olabiliyoruz. Gerçeği söylemek gerekirse özel okul için de yeterince birikmişimiz var. Fakat para Komachi’nin konuşmak istediği konu değildi.

Babam için kötü hissederim mi dedi? Normalde onu çok ihmal eder, savsaklayıp geçerdi, fakat bu gibi zamanlarda neden ondan bahsediyor.

Tabi ki Komachi babamıza gerçek bir nefret duymuyor.

Sadece sınavlara ramak kala, normalde gizlediği doğası dışa vuruyor.

“Ve de, sınavda başarısız olduğumu duymak istemiyorum…”

Sesi titriyordu.

Komachi her zaman gülümsemesiyle beraber becerikli ve geleceği parlak bir kız kardeş. Sadece evi çekip çevirmekle kalmıyor, abisine de göz kulak oluyordu. Hiç şüphem yok ki Komachi, enerji dolu davranışlarını okulda da sergiliyordur.

Fakat kış tatili süresince, arkadaşlarıyla arasına mesafe koymaya çalıştığı kesin. Şimdi ise, benim kavrayamadığım bu insan ilişkilerinin baskısı ve bu anlaşılmazlık hakimdi onun üzerinde.

Ne kadar enerjik olursan, bu enerjinin dışarı yaydığı ışığın gittiği daha çok zaman olur. Özel okullar sınav sonuçlarını çoktan yayınladı, bu şuan orta okullular arasında en önemli konu olmalı. Hazırlıksızlığın dikeni ilk başlarda sorun yaratmaz fakat zamanla kalbi parçalayan bıçağa dönüşürler.

Bu yüzden insanlar diğerleriyle arasına mesafe koymak ve gerçeklikten kaçmak isterler.

Komachi parçalı parçalı kelimelerini bitirdiğinde, hıçkırıyormuş gibi bir nefes verdiğini duydum.

Koltuktan kalkıp Komachi’nin çaprazında kalan sandalyeye oturdum.

“Evet lise sınavları önemli. Eğer bundan geçersen, eminim ki sen ve orta okuldaki arkadaşların arasında büyük bir fark olacak ve onlarla yüzleşmek zor olacak.”

“Uh huh…” Komachi pek de anlamamış gibi bir ses ile tepki verdi.

Bu sadece okul içinde değil, dershanede de veya anne ve baban arasında bile geçerli. Yine de devam ettim.

“Fakat üniversite sınavları çok daha önemli ve iş bulmak muhtemelen çok, çok, daha önemli. Ve sen bunlar ile uğraşıyorken arkadaş sayın gittikçe azalacak ve bitecekler. En sonunda bir facia olacak.”

“E-Evet…”

Sesi hala anlamamış gibiydi. Tüm cesaretimi topladım ve cevap verdim, ”Fakat meraklanma, ben yanında olacağım.”

Komachi yüzünü kaldırdı. Gözeleri hafiften ıslaktı, ifadesi şaşırmış gibiydi. Böyle bir yüzle bana bakınca küçüklüğü aklıma geldi ve gülümsedim.

“Aslında şöyle desem daha doğru olur: Eğer her şey sonunda karar verilirse sen iyi olan taraftasın. Beyzbol playoff’ları gibi. Normal sezonda iyi bir liseye gitmek ile özel okula gitmek aynı avantaj sağlıyor. Her ne kadar avantajın olsa da, maçın asıl sonucunu belirlemiyor.”

Bir keresinde, Japonya’da en iyi olarak adlandırılan takım bir dizi maçı kazandıktan sonra normal sezonda düşme hattında gelip sezon sonrası playoff maçları ile üçüncülüğe tırmanmışlardı. Ne olup bittiğini kimse anlamadı. Kaybediyorken, ezilmesine rağmen vurucu adamın skor çizgisinin yakınına yaptığı tek bir vuruş ile oyunu tersine çevirdi. Hayat ve Beyzbol senaryosu olmayan film gibiler.

Çok gereksiz olduğunu bildiğim halde bu hikayeyi anlatmayı düşündüm, fakat Komachi beyzbol hakkında bir şeyler duymak istemiyordu ve koridora doğru dönmüş ve sadece yüzü bana bana dönmüştü, cevap vermeden.

Mmm, benim abilik radarıma göre, Komachi’nin duymak istediği bu değildi.

Saçlarımı elimle karıştırdım biraz, ne söylesem diye düşünüyordum ve rastgele bir şeyler söylemeye karar verdim.

“Şey, bilirsin… Eğer durum kötüleşirse, senin için bir şeyler yapabilirim.”

“Abi…”

“İki kişiyi desteklemek birini desteklemekten farkı yok. Annem ve babamla senin için konuşurum.”

“Desteklemek değil de benim için çalışacağını demen gerekiyordu…” Komachi gözlerini sildi ve konuşurken gülümsedi.

“Bu benim son çarem… Benden duymak biraz tuhaf gelir ama abin çok muhteşem biri. Bir çok şeyi becerebilirim… Bu yüzden rahat ol.” Elimi uzattım ve hafiften Komachi’nin başını okşadım, sonra başını kazıdım adeta.

“Hey abi, seni izlediğimde…” dedi Komachi sözünü yarıda keserek. Elini üzerindeki elime uzattı ve bana baktı hala hafifçe ıslak olan gözleriyle. Bir bıkkınlık nefesi verdi. “Çok endişelenmenin çok salakça olduğunu düşünüyorum.” Elimi üzerinden çekti.

“…İyi öyleyse.”

Bu kız kardeş yok mu… Ona nazik olduğum zaman bana hep böyle yapıyor… Ama bu onu tatlı da yapıyor. Mmm, fakat abinin beklediği tatlılık biraz farklıydı…

“Bu konu artık yeter. Ders çalışmaya devam.”

Komachi sandalyeden kalktı, her zamanki moda girdi ve oturma odasına doğru gitti. Kapının eşiğine geldiğinde aniden durdu.

“Teşekkür.” Dedi, kapıyı hızlıca kapatıp oturma odasına gitti.

Kapı kapanmasından sonra çıkan merdiven tırmanan ayak sesleri normal daha çok meşgul bir ses olarak çıktı.

ꕥ  ꕥ  ꕥ

 

Bundan sonraki gün okuldan sonra Yukinoshita, Yuigahama ve ben konferans odasının önündeydik.

Dün Hiratsuka-sensei’den gelen bir rica üzerine bugün burada düzenlenecek olan akademi ve kariyer adlı etkinlik için öğrenci konseyi yardıma geldik. Tabiki ben tek gelsem de sıkıntı yok der gibi geldim buraya, fakat bu ikisi yapacak bir şeyleri olmadığı için onlar da buraya geldiler ve en sonunda durum “Hadi üçümüz hızlıca şu işi bitirelim!” oldu.

En son buraya Kültür Festivali’nde gelmiştim; bir de Spor Festivali için gelmiştim.

Elimi kapıya koydum, konferans odası kilitli değildi. Muhtemelen Isshiki ve diğer öğrenci konseyi üyeleri içerideydi. Kapıyı çaldım ve yavaşça söylenen bir ses duydum, “Giiiiiiiiiiiiiiiiiir.” Kapıyı açtım ve Isshiki pencerenin önündeydi ve hafiften bize dönüktü.

“Ah, senpai!”

Sanki “Çok geç kaldınız” der gibi Isshiki hemen kolumu kaptı. Fakat arkamdaki ikiliyi fark eder etmez geri çekildi ve selamlamak için eğildi.

“İkiniz de geldiğiniz için teşekkür ederim.”

“Yahallo, Iroha-chan!”

“Ne yapmamız gerekiyor?”

Yuigahama neşe içinde cevap verdi ve Yukinoshita konferans odasının içine göz gezdirdi.

Benzer şekilde, ben de normal durumunda olan bu odaya göz gezdirdim. Masalar uzun ve kare şeklini oluşturulmuş ve sistematik olarak koltuklar yanlarına yerleştirilmiş.

“Akademi ve Kariyer adında etkinlik için bu odayı düzenlememiz gerekecek. Bir de öğrenci konseyini bulunmak zorunda olacak ve halihazırda destekçi olarak çalışacaklar veya bunun gibi şeyler.”

“Biraz zaman alacak gibi,” dedim.

Isshiki omuzlarını düşürdü. “Evet, öyle. Ve bu da öğrenci konseyinin ilgilenmesi gereken bir iş… Bu hizmetçilerin falan yapması gereken bir iş olmasına rağmen…” dedi Isshiki.

“Bu yüzden öğrenci konseyi yok mu zaten…”

“Kimse bana böyle bir şeyden bahsetmedi… Tüh, birileri bana öğrenci konseyi başkanı ol demeseydi…”

Flick flick flick. Isshiki kasten bana bakış attı.

“Ne sinir bozucu… Fakat bu kadar sızlamana rağmen cidden çalışıyormuş gibi görünüyorsun.”

“…Her neyse iş iştir,” dedi Isshiki, vücudunu tuhaf bir şekle soktu ve gözlerini benden kaçırdı. Sonra bir kere öksürdü ve elindeki kağıtları salladı. “H-Her neyse! Lütfen sandalye ve masaları düzenleyin. Altışar masalık iki parça halinde dizin. Senpai ve öğrenci konseyi başkan yardımcısı ağır işlerde yardımcı olsunlar.”

 

Peki kaptan! Diye başımı biraz eğdim ve hemen yandan parmaklarımla barış simgesi yaptım ve Isshiki bu görevi verdikten sonra Yukinoshita ve Yuigahama’ya baktı.

“Kızlar da sandalyeleri düzenlesin. Gelecek öğretim görevlisine bir sandalye, onun karşısına geçecek öğrenciler için ikişer sandalye olacak şekilde düzenleyiniz, bittiği zaman da çay yapmaya başlayın lütfen.”

Isshiki elindeki kağıttan yapılması gerekenleri okumuş ve onları emir vermişti. Çok şaşırdım, bu kız becerikli olmaya başlamış. Saçında kurdele olan konseyin sekreter kızı bu emirlere başını hafiften eğerek tepki verdi.

Ve bizim tarafımızda ise aynı tepkiyi veren tek biri vardı. Bu Yuigahama’ydı.

“Öğretim görevlileri…? Ne o fare mi?”

ꕥ Öğretim görevlileri ile Fare farklı alfabelerde yazılsa da aynı şekilde okunur.

 

“O bir hayvan ismi değil…”

Nyanta, Hamtaro, Ebizou veya Kikuzou ‘dan bahsetmiyoruz. Ona nasıl açıklayacağımı düşünürken, Yukinoshita hemen bir adım öne çıktı.

ꕥ Nyanta, Hamtaro, Ebizou veya Kikuzou hepsi de belli başlı animelerde fare gibi küçük fakat insanlar gibi konuşma yeteneği olan karakterlerden.

 

“Onlar eğitim hakkında bilgilendirme ve destek yapan insanlar. Şu anki durumda bizim danışacağımız insanlar olacaklar.”

“Evet öyle. Bu eğitimcilerin yanında bir de üç yıl boynuca bu gibi etkinliklere katılmış olan mezunumuz var bugün aramızda,” dedi Isshiki.

“Mezun…” Yukinoshita sayıkladı.

Bak sen şu işe.Şuan onun aklına gelen ilk şey, benim de aklıma gelen ilk şey oldu. Bu sıkça yaşadığım bir önsezi.

“Peki, ben öğretim görevlilerini çağırmaya gidiyorum, başkan yardımcısı geri kalan işleri sen halledersin.” Dedi Isshiki ve konferans odasından çıktı.

Geri kalanlarımız verilen emirlerdeki gibi hazırlıkları yapmaya başladık.

Başkan yardımcısı ile masaları taşırken, o özür dilemek istiyormuş gibi görünüyordu ve konuştu.

“Cidden üzgünüm, yine çok yardım ettin. Sadece odayı düzenlemekte yardım etmenizi istiyoruz.”

“Yo, yo, sıkıntı yok. Yapacak bir şeylerin olması iyi oluyor.”

Noel’de olan etkinlikte ne yapmamız gerektiğini bilmediğimiz için çok sıkıntı çekmiştik. O zamana göre şimdiki durum çok daha iyi, Isshiki daha motive olmuş, öğrenci konseyi daha da oturmuş ve bir de Yukinoshita, Yuigahama ve benim aramdaki ilişki daha düzgün hale geldi.

Bu küçük etki her şeyi başlatabilir, şimdi sadece beraber bu ağır şeyleri azar azar taşıyoruz, ama belki de sonrasında yaşam tarzımızı değiştireceğiz.

Masaları taşıdık, onları bölümlere ayırdık ve kalan son şey kızlara verilen görev oldu. Etkili çalışmamızdan dolayı etkinliğin başlamasında çokça zaman vardı.

Ve kapıda, herkesten önce gelip odanın içini durmadan süzen bir insan figürü gördüm. Tanıdık gelen at kuyruğu saçı olan kişi kapıyı tıkladı.

Adı, sanırım Honda yok Suzuki… Yamaha mıydı? Bunlar motorsiklet markaları değil mi? Yani onun serseriymiş gibi olan tavırları motorsikleti de andırıyordu. Motorsiklet, motorsiklet… Motorsiklet, Kawasaki, Motorsiklet? Evet, adı sanırım Kawasaki’ydi.

Kawasaki girip girmeme konusunda endişeli göründüğü için onu çağırma karar verdim.

“Hey, etkinliğin başlamasına daha var.”

“…He.”

Kawasaki ile konuştuğum an kız donakaldı. Çok kısa bir cevap verdi, çekindi de biraz. Bu kız hep böyle zaten, değil mi…?

Fakat oracıkta durup, gereksiz yere bunca vakti beklemeye çalışmasından dolayı ona özür dileyesim geldi, sonuçta bunca yolu bu etkinlik için gelmiş. Odadaki işler tamamen bitene kadar onunla biraz zaman geçirmeye karar verdim.

“Demek sen akademi ve kariyer etkinliği için geldin, ha?”

“Y-Yani öyle de denilebilir…”

Cevap verdiğinde Kawasaki’nin tavırları tedirginleşmeye başladı. Evet kesinlikle böyle davrandığında daha normal bir kızmış hissettiriyor. Ona boğucu gelen bunun gibi bir ortama dürüstçe gelmesi onu iyi bir kızmış gibi gösteriyor. Bu kızın bu yönünü gören bir amca onu gelecek vaad eden biri olarak görürdü, kesinlikle.

Bu iyi bir şans. Ona tercihinini sormayı deneyeceğim, gerçi hiçbir işime yaramayacak olsa da.

“Ne tercih etmeyi düşünüyorsun?”

“Ne? Ben mi? Ben… sözel seçmeyi düşünüyorum… veya bunun gibi bir şey.”

“Hem kararlı hem de kararsızsın galiba…” dedim.

Daha sonrasında ilgilendiği bir kaç üniversite ismi saydı, fakat en sonunda belirsiz bir şeyler de dedi.

Sonra Kawasaki yarı-kapalı gözleri ile bana baktı. “Bununla bir sorunun mu var?”

“Yo, Yok, kesinlikle yok.”

Nazikçe cevap verdim. Bu yüzden şimdi bana şu kendisinin muhalefetçi tavırlarını sergilemeyecektir. Tabiki onunla bir sorunum yok. Onun şu gerçek rahip davranışlarını bırakmasını istiyorum. Ayrıca bana Yükselen Yumruklar’ını da kullanabilir…

ꕥ Gerçek Rahip-> FF11 oynunun Japon serverlarında gerçek yaşamında da uzak doğu dövüş sanatlarını bilen insanlara verilen ad. Yükselen Yumruklar hamlenin ismi.

 

“Peki aklında zaten belli yerler ve bölüm varken ne diye geldin?”

“…Notlarım hakkında emin olamıyorum, bu yüzden buraya bunu sormak için geldim.”

Sözleri tamamen açıktı, aslında biraz güven eksikliği barındırıyordu. Sanırım devlet üniversitesine girmeyi kafasına koymuş.

Evet doğru ya. Kardeşleri vardı değil mi? Her ailenin kendine özel maddi durumları oluyor.

Her ailenin kendine göre durumları elbet oluyor. Bu Yukinoshita ve Hayama için de geçerli. Kawasaki’nin ailesinde bir çok kardeşi var. O geleceği de düşündüğü için devlet okuluna gitmeye karar vermiş. Bir kardeşi de hemşirelik okuyor. Yani devlet okuluna gitmek maddi açıdan büyük bir kayıp oluşturmayacaktır. Cidden ne iyi bir abla. Buradaki birinin ablasından çok daha farklı bir abla…  

“Peki küçük kız kardeşin nasıl? Adı neydi, Mii-chan?”

“Ne? O da kim be?” Kawasaki şiddetli bir bakış attı.

Hadi ama, sadece ismini yanlış söyledim… Ah bu siscon yok mu… Adı neydi ya…? Haa-chan? Yok bu ben olurum, sanırım. Hachiman yerine Haa-chan. Kaa-chan mıydı acaba…?

Üzerinde bir kaç sefer düşündüm ve kulağa tanıdık gelen bir isim aklıma geldiğinde ellerimi çırptım.

“Adı Saa-chan.”

Hemen sessizlik devreye girmişti. Sonra Kawasaki kendine geldi ve bir adım geri çekildi. Tamamen kıpkırmızı bir yüzünü güçlükle eski haline geri getirmişti. “Ne!? Kime diyorsun Saa-chan—Bunu söylemene hakkın yok.”

“Saki isminden dolayı…?”

Bu yüzden Saa-chan dediğimde kızarmıştı, anladım şimdi. Kawasaki çok hoşnut görünmüyordu ve bir adım daha geriye çekildi.

“N-Ne!?”

Kes şu sürekli “ne, ne!?” demeyi.. Tapınakta doğan T-san falan mısın? Kawasaki’nin durumunda K-chan. Aha aklıma geldi. İsmi Kei-chan’dı.

ꕥ T-san adında bir rahip varmış ve hep (Huh!, Ne!) tarzında şeyler dermiş.

 

“Kei-chan’dı, değil mi? Kei-chan. Şimdi hatırladım,” dedim.

Kawasaki keskin bir bakış attı. “Bir daha unutursan yumruklarım seni.”

“P-Peki…”

Söyleyemem… Kız kardeşinin ismini unuttuğumu ve de  bu Kawa..-bilmem ne-san’ın isminin bile zar zor çıkarttığımı da söyleyemem… Fakat kız kardeşinden konuşunca biraz yumuşamış görünüyordu ve öncekilerin aksine nazik bir hitap ile konuşmasına devam etti.

“Gelecek sefer Kei-cha—Keika’yı görürsen yine onunla oynar mısın?”

“Olur, da…Onu bir daha görebileceğimi zannetmiyorum, fakat görürsem olur. ”

“Tamam…”

Çekingence cevabından sonra konferans odasının kapısı açıldı ve Yuigahama’nın yüzü göründü.

“Hikki, hazırlıklar tamam.”

Ve sonra Yuigahama Kawasaki’yi farketti, “Ohh” diye şaşırdı ve elini salladı. Kawasaki başını eğerek verilen selamı aldı.

“Etkinlik için mi geldin buraya? Hadi içeri gelsene!” dedi Yuigahama ve içeriyi işaret etti.

Onun içeri girişini izlerken konferans odasının kapısını tamamen açtım. Bunu yapmak diğer öğrencilerin girmesini kolaylaştırmış oldu.

Açmakta olduğum kapı engelinin hemen yanına vardığında, bir ses bana doğru konuştu.

“Hey, Tercihini…sormayı unuttum.”

Arkamı döndüm ve sadece Kawasaki’nin yüzü bana dönüktü.

“Ben sözel seçeceğim.”

“Uh huh… Sözel demek.” Kawasaki ilgisizce tavır aldı ve Yuigahama’nın gittiği yönde yürüdü.

…Evet o da sözel seçecek gibi. Belki de bir ihtimal gelecek yıl aynı sınıfa düşeriz ve belki onun kız kardeşini tekrar görürüm. Öyle olursa onunla oynarım.

 

ꕥ  ꕥ  ꕥ

 

Kawasaki’den sonra başka öğrenciler de birer birer gelmeye başladı. Saate baktım ve etkinliğin başlamasına biraz daha vardı.

Kapının ötesinde, koridorda sesi duyulabilecek kadar gürültülü bir ses geldi. Benim yanımda duran Yukinoshita sesin geldiği yöne baktı. Yuigahama bize doğru geldi ve şüpheli bir şekilde koridora baktı.

Bu ses bana da tanıdık geliyordu. Bu sesin sahibinin kim olduğunu Isshiki Iroha daha önce açıklamıştı. Ve tahmin ettiğim gibi bu Yukinoshita Haruno’ydu. Hemen arkasında Meguri-senpai vardı.

Haruno-san beni gördüğü an, can-ı gönülden elini salladı.

        “Oh, Hikigaya-kun burada. Yahallo!”

“Selam.” Başımı hafiften eğdim.

Haruno-san içten bir gülümseme gösterdi ve gözlerini Yukinoshita’ya kaydırdı. Yukinoshita bu bakışa aynı şiddetle karşılık verdi.

“…Abla.”

“Demek Yukino-chan da burada. He tamam ablacığın senden birçok şey duymaya hazır,” dedi Haruno-san onunla eğlenerek oynuyor gibi.

Yukinoshita yüzünü astı ve kısık gözlerle ona baktı. Durumlar kötü… Cidden siz ikiniz, böyle şeyleri evde yapın..

Yukinoshita’nın yanında duran Yuigahama duruma engel olmak için hemen Haruno-san ile konuşmaya başladı.

“Mezun derken Haruno-san’dan bahsediyormuşsun demek.”

“Evet, öyle. Ödül almak gibi bir şeyler duydum…” Haruno-san büyük bir neşe ile gülümsedi. “Bu yüzden buradayım♪!”

Bu insanın kesinlikle çokça boş zamanı var,belki de hiç arkadaşı yoktur…? Çok şüpheli, fakat Haruno-san başka insanların seveceği tipte bir insan. Bugün de yanına bir takipçi takmış gibi. Isshiki hemen Haruno-san’ın yanına geldi ve parlayan gözlerle konuşmaya başladı.

“Sizin gibi muhteşem bir senpai’in gelişinden çok memnun oldum, bize çok yardımcı oldunuz!”

“Öyle mi? Büyütülecek bir şey değil.”

Mütevazı davranmasına rağmen, Haruno-san’ın gülümsemesi güven veriyordu, bir şekilde korkutucu çekiciliğe sahipti.

“Hayır, hayır. Haru-san-senpai sen çok havalısın! Size saygım çok büyük! Sizin gibi biri olmak istiyorum… ”

“Teşekkürler!”

Haruno-san Isshiki’yi kucakladı ve onu şımarttı. Kollarındaki Isshiki, kurnazca gülümsedi. Bu kız Haruno-san gibi sözü geçen bir insan ile iyi ilişkiler kurmaya çalışıyor ve eğer umduğu gibi giderse Haruno-san’ın ağzından bazı bilgileri yoklayacak…

Fakat Haruno-san dişli bir düşman, Isshiki’yi saçlarından okşarken çok büyüleyici gülümsüyordu, sanki bu gibi tavır alanları çokça görmüş gibi.

Çok huzursuz bir şeye şahit oldum… Mümkünse Isshiki’nin Haruno-san gibi olmasını istemiyorum. Fakat Meguri-senpai onları izlerken keyif alıyor gibiydi. Bu sahte manzara,  ona bakanlar tarafından farklı yorumlanıyordu.

Solance no Hado’ya göre,  Megu Megu Megu☆rin Megurin Gücünün verdiği huzurdan, kalbimin Meguri olmaya başladığını hissedebiliyorum.

ꕥ Solane no Hado-> Street Fighter adlı konsol oyunda “Satsui no Hado”kavramına olan göndermedir.

Satsui no Hado= İçinde ki öldürme dürtüsü demek iken;

Soloce no Hado= İçinde ki kendini teselli etme dürtüsü demek.

 

Megu Megu… ->Oyunda ki özel bir hamlenin adını değiştirerek kullanmamış.

 

Beni fark ettiğinde, ellerini bana doğru salladı ve bana doğru yürüdü. “Hikigaya-kun görüşmeyeli bir hayli olmuştu!”

“Ah, evet… Senpai seni de mi çağırdılar?”

“Evet, sonuçta ben belirlenmiş okul tavsiyesi aldım.”

Konuşmaya başladığımız an Yuigahama yanımıza geldi ve o da katıldı. “B-Bu belirlenmiş okul tavsiyesi de nedir?”

“Belirlenmiş okul tavsiyesi üniversitelerin belli kontenjanlar dahilinde lise son sınıf öğrencilerine kendi okullarına gelmeyi tavsiye eden bir sistem. Gereken özelliklere sahip olduğu düşünülen öğrenciler lise tarafından seçilip üniversitelere isimleri gönderilirler. Bu sisteme göre okula sınavla girme yönünde diğerlerine oranla daha fazla önde tutuluyorsun.”

Her nedense Yukinoshita Yuigahama’nın sorusunu cevapladı. Meguri-senpai onu dinlerken başıyla onaylıyordu.

“Evet öyle. Yukinoshita-san bayağı bilgilisin! Bizim okul çok seçkin üniversitelere tavsiyelerini sunuyor. Eğer ders notların mükemmel ise sen de birine girebilirsin.”

“Fufun”, Meguri-senpai’nin küçük böbürlenen göğüsleri çok tatlı. Offff, kalbim Meguri olmaya başladı…     

Yine de bu eski öğrenci konseyi başkanı sadece keyifli bir insan değildi. İş olması gerekiyorsa, kesinlikle onu yapardı. Eğer yapamasaydı tavsiye gibi bir şeyi alamazdı. Meguri-senpai saate bakıyordu. Etkinliğin başlama saatine bir kaç dakika vardı.

Hala Haruno-san’ın kollarında olan Isshiki’ye doğru yürüdü ve sordu, “Başkan şimdi ne yapmamız gerekiyor?”

“Peki o zaman şöyle yapacağız. Shiromeguri-senpai sen bir köşeyi alacaksın, Haru-san-senpai de hemen yanındaki köşeyi alacak…”

Isshiki kendine geldiğinde bazı atamaları yapmaya başladı. Bunu yaparken Yukinoshita yine saate baktı. Sonra Haruno-san’ı çağırdı.

“Abla bir dakika gelebilir misin?”

“Buyur?”

“Sana sormam gerekenler var. Hikigaya-kun, Yuigahama-san siz de gelebilir misiniz?” dedi Yukinoshita ve birlikte konferans odasının bir köşesine çekti.

Bir şey sormak istediğini söyleyip bizi de yanında götürdüğüne göre kafamda sormak istediğinin ne olduğu hakkında bir fikrim var. Muhtemelen Haruno-san’a Hayama’nın tercihini soracak. Ve evet hem okulda hem de okul dışında Hayama ile tanışmışlığı en uzun süre olan kesinlikle Haruno-san. Yukinoshita çok iyi düşünmüştü.

Konferans odasının bir köşesine daire oluşturarak dizildik ve Yukinoshita samimice sordu, “Hayama’nın tercihi hakkında herhangi bir şey biliyor musun?”

Sanki böyle bir soru beklemiyormuş gibi biraz duraksadı. Fakat hemen sonrasında kısa ve alaycı bir şekilde güldü. “Hayato’nun tercihi mi? Bu muydu yani?”

Onun ses tonu bu konuyu umursamadığının hissini veriyordu.

Bunu tavrını önemsemeyen Yukinoshita sordu, “Bir şeyler biliyor musun?”

“Bilmem ki. Çok da umursamıyorum zaten, bu yüzden sormadım. Bence zaten tercihini yapmıştır.” Haruno-san hemen cevabı yapıştırmıştı ve şaşkın bir izlenim vermişti bize. Sonrasında Yukinoshita’ya anlamlı bir gülümseme doğrulttu. Karanlıkta parıldamış gözlerini sadistik bir şekilde kıstı. “…Ayrıca Yukino-chan sen bana sormana bile gerek kalmadan ne seçeceğini biliyor olmalısın.”

“Eğer bilseydim sana sormazdım,” dedi Yukinoshita, benzer keskin ve soğuk gözlerle cevap verdi.

Bu kışkırtıcı ses tonu Haruno-san’ın bir anlığına hafiften yüzünü buruşturmasına neden oldu.

Fakat o hemen tepki verdi ve şiddetli olmayan, fakat kendi halinde çıkan bir ses tonu ile açıkça söyledi, “İyi düşün ve kendin bul.”

“……”

Sanki azarlıyormuş gibi konuşması Yukinoshita’nın ağzından bir kelime daha çıkaramamasına neden oldu. Yuigahama da onun gibi gözlerini iyice açmış ve Haruno-san’a bakıyordu. Ben bile bunu beklemediğimden biraz hazırlıksız yakalandım. Bu ton düşmanlık veya kötü bir niyet taşımıyordu, yine de arkasında sevecen veya dürüstçe bir anlam çıkarmıyordu.

Haruno-san hemen dilini ısırdı ve bir incitici laf daha etti, hoş olmayan bir gülümseme ile.

“Sonunda tek başına bir şeyler yaptığını düşmeye başlamışken yine eskisi gibi hemen başkalarına bel bağlamışsın. Evet eskiden, sen daha küçükken bu seni çok tatlı yapardı,” dedi Haruno-san. “Daha önemlisi Yukino-chan senin kariyer yolu tercihin ne?”

Yukinoshita kendine soru sorulunca kendine geldi. Eliyle omzunun yanından saçlarını salladı ve mağrurca ona baktı. “Sana söyleyebilecek kadar önemli bir şey olduğunu düşünmüyorum abla.”

“Bunu aslında annem bana sordu. Ne güzel bunun gibi bir şans buldum, yoksa hiç soracak zaman bulamazdım. Yukino-chan asla ve asla böyle önemli şeyleri söylemiyorsun. Ablan ne yapması gerektiğini şaşırdı.” Haruno-san elini yanaklarına koydu ve sıcak bir şekilde gülümsedi. Sanki şaka yapıyor gibi söylemişti, fakat bu sevecenlik hemen kayboldu ve bakışlarını bana çevirdi. “…Değil mi, Hikigaya-kun?”

“Ah, hayır…” Çok saçmaca konu bana dönünce kekeleyerek cevap verdim.

Haruno-san’ın gözleri sanki beni tamamen çevrelemiş ve çıkmama izin vermiyor gibi bakıyordu. Bu anda gözlerimin kenarından Yukinoshita’nın üzgün bir yüz ile dudaklarını ısırdığını görebiliyordum.

“…Seni ilgilendirmez abla.”

“Çok soğuksuuuuuuun. Ah, buldum. Hikigaya-kun gel de ablan ile bir şeyler hakkında konuşalım.” dedi Haruno-san. “… Bilirsin sana her şeyi söyleyebilirim.”

Yanaklarımı okşadı ve yüzüme baktı. Çünkü içindeyiz, göğsünde, sanki dışarısı ile bağlantımız kesilmişçesine onun elle dikilmiş atkısının içinde, güzel kokulu parfümden çıkan— yakın, yakın, çok yakın!

“Hayır, şey. Ben tercihimi yaptım…”

Bana yaklaştığı mesafeyle eş değerde uzaklık koydum aramıza ve güçlükle vücudumu geriye doğru çektim. Haruno-san’ın yanakları tatmin olmayınca şişmişti. Sonra sıkılmışça bir iç çekti ve ardından Yuigahama’ya doğru döndü.

“Peki o zaman. Bende Gahama-chan ile konuşurum.”

“Ne yani ben sadece ek miyim?”

Bu aşırı nezaketsiz tutumdan dolayı kıvranarak feryat etti ve Haruno-san güldü.

Bundan sonra Isshiki ve Meguri-senpai yanımıza geldi. Muhtemelen Haruno-san’ı çağırmaya geldiler. Etkinliğin başlama saatine gelmiştik.

Doğal olarak son anda etkinliğe gelen öğrenciler vardı ve konferans odası öğrenci doluydu.

Bu kalabalıkta Hayama ve diğerlerini gördüm. Muhtemelen Hayama Tobe’ye ya da Miura’ya eşlik etmek için gelmişti.

Tabiki o da bizi gördü. Her ne kadar köşede olsak da öğrenci olmayan Haruno-san kolayca dikkat çekiyordu.

Odanın girişinin yakınlarından, biraz bize uzaktan, Hayama ona seslendi.

“Haruno-san…”

“Ah, Hayato.” Haruno-san elini kaldırarak karşıladı onu.

Sonra, sanki konferans odasındaki kargaşa az biraz daha çoğalmış gibi ses çıktı. Bu reaksiyona karşı Haruno-san başını eğdi.

“Bana mı öyle geliyor yoksa bu bakışlar biraz tuhaf değil mi?”

“Evet, sen cidden çok dikkat çekiyorsun.”

Söylememe gerek yok, fakat bir seyirci olarak düşünürsek, Haruno-san şehirde sadece yürüyen bir güzel kız olması birilerinin ona bakmasına sebep oluyor. Bu okul ortamında ise sorunlu biri olarak dikkat çekiyor.

Fakat Haruno-san söylediklerime hiç aldırmamış gibi bir yüz yaptı.

“Sanki daha farklı bir şeymiş gibi hissediyorum..” dedi Haruno-san.

“Ahh, sanırım dedikodudan dolayı.” Isshiki ne olduğunu fark edince bunu kelimelere döktü.

Meguri-senpai de bu konuya değindi. “Ha, şu dedikodu! Bu çok muhteşem, değil mi? Ben de bu tip dedikoduları çok severim.”

“Dedikodu? Ne, neymiş bu Iroha-chan?”

Haruno-san bu konunun geçmesine izin vermedi ve gözlerini Isshiki’ye kaydırdı.

“Ah, ummm…” Isshiki ona söylemenin uygun olup olmadığı hakkında düşünüyordu, cesaretsizce Yukinoshita ile uzaklarda muhabbet içinde olan Hayama arasında gözlerini gezdirip durdu, ve ağzını bıçak açmadı.

Fakat Haruno-san sanki bir cevap istiyor gibi hafiften ellerini Isshiki’nin omuzlarına attı. “Söyle lütfen?”

Bu noktadan sonra reddedemez. Bu kelimeler çok ağırdı. Haruno-san Isshiki’den bir cevap beklerken her zamanki gülümsemesini takındı. Bundan birkaç saniye sonra, pes etmiş gibi, Isshiki çevresinden gelebilecek tepkilerin farkında olarak Haruno-san’ın kulağına fısıldadı.

Haruno-san meraklı bir ifade ile bir kulağını eğdi. Eğer bu insan dedikodunun rüzgarına kapılırsa neler olur bilemiyorum…

Haruno-san’ın yüz ifadesinin değişeceğini düşünmüştüm ama olmadı.

“Ha, ne yani bu muydu.. Bu daha önceleri de karşılaştığı bir şey,” dedi Haruno-san soğukça.

Isshiki’ye teşekkür ettikten sonra tüm ilgisini kaybetmiş gibi arkasına döndü.

“Meguri hadi gidelim.”

“Tamaaaaam.”

Haruno-san Meguri-senpai’yi peşine taktı ve sonra atanmış yerlerine doğru gittiler. Bizden ayrılırken bize el sallamıştı.

“Neyse yine görüşmek üzere!”

Hem ifadesi hem de tavırları çok neşeliydi, fakat hemen yanımdaki Isshiki tam tersi bir gülümsemesi vardı. Sonra sanki mekanik bir ses çıkarıyormuş gibi başını bana çevirdi ve rahatlamış bir nefes verdi.

“B-Bu çok korkuuuuunçtu… Bu kesinlikle Yukinoshita-senpai’nin ablası, hiç şüphem yok!”

“Evet aynen öyle.”

“Bizi böyle bir tutmanız hiç de hoş değil.” Yukinoshita nefes verdi, sanki baş ağrısı varmış gibi şakaklarını tutarak.

Sonra Yuigahama hafifçe onun omuzlarını sıvazladı. “Merak etme! Yukinon korkunç biri değil.”

“Yok sorun değil, fakat her nedense benimle dalga geçiyormuşsun hissine kapıldım…”

“Ne? B-Bu doğru değil! Yukinon, sen, nasıl desem… çok tatlısın!” Yuigahama yumrukları sıktı ve onu yatıştırdı.

Yukinoshita şaşkına dönmüş gibi bir ifadesi vardı ve gözlerini benden kaçırdı. Fakat yine de siz ikiniz her zamanki arkadaşça…

Her neyse akademi ve kariyer etkinliği başlamak üzere. Ne şanslıyız ki bize sadece odayı hazırlama emri verildi. Daha sonrası öğrenci konseyinin görevi artık.

“Tamamdır Isshiki, biz geri dönüyoruz.”

“Peki, çok teşekkür ederim!” Isshiki nezaketen başını eğdi.

Ben de aynı şekilde başımı eğdim ve sonra Yuigahama ve Yukinoshita’ya seslendim.

“Tamam, kulübe dönelim.”

“Peki dönelim.”

“Uh huh, olur.”

Bu ikisine konferans odasının çıkışına kadar eşlik ettim ve hemen girişte duran Hayama ve diğerlerinin yanından geçtik. Hayama’ya baktım ve o diğerleriyle muhabbete dalmıştı.

“Beeh, Acaba kiminle konuşsam?”

“Daha sıranın gelmesine biraz var, iyi düşün.”

Hayama Tobe’nin kelimelerine tatlı bir gülümseme yaptı ve sessizce öne doğru baktı. Orada Haruno-san vardı.

“Hey, Hayato… Sen ona yakın biri misin?” Miura Hayama’ya dönmeden, Haruno-san’a bakarak hafif tonda bir ses ile sordu.

Hayama ona baktı, biraz şaşkındı, fakat hemen her zamanki gibi gülümsedi. “…Sadece çocukluk arkadaşı.”

Bu konuşmalar arkamda kalırken kulüp odasına geri döndük.

 

ꕥ  ꕥ  ꕥ

 

Kulüp odamızın masasında masaüstü takvim vardı. Gerçi bir takvimden çok sayfanın her köşesinde kedi resmi olan kedi albümüne benziyordu. Takvime bakıp duruyordum.

“…Bardağını hazırladım.”

“Hm? Ahh, teşekkürler.” Takvime bakarken çayımı içmeye başladım.

Yuigahama takvime bön bön baktı. “Tercihlerimizi yapmamız için fazla zaman kalmadı.”

“Evet. Fakat Hayama’nın tercihi hakkında en ufak bir fikrim bile yok…”

Bu zamana kadar bir çok insana Hayama’nın tercihini dolaylı olarak sordum, fakat hiçbirinde ipucu bile oluşacak bir şey bulamadım. Belki de insanlara soru sormada çok zayıfımdır ama eğer ben insanlara direk Hayama’nın tercihini sorsaydım bazı sorunlar çıkabilirdi. Hem direk kendisine sorduğumda da bir cevap alamamıştım. Eğer onun tercihini neden kimseye söylemediğini dedektif gibi araştırsam, bulmak çok uygunsuz olurdu. Benim hakkımda ne düşündükleri gram umurumda değil fakat Miura’yı zor bir duruma sokmak istemiyorum.

Kalan sayılı günleri sayıp bunları düşünürken tabağıma konan bardak sesini duydum.

Başımı döndürdüm ve Yukinoshita kendisinden beklenmeyen bir samimi ifadeye sahipti.

“Hikigaya-kun… Bir keresinde sana Hayama’nın anne ve babasından bahsetmiştim, doğru mu?”

“Evet. Onların avukat ve doktor olduğunu falan söylemiştin.”

“…Huh! Öyle mi!?” Yuigahama şaşırmıştı, sanırım bunu ilk defa duyuyordu.

“Hiç sormadın ki?” dedim.

Yuigahama hafiften somurtuyormuş gibi yanaklarını şişirdi. “Sen genelde böyle şeylerden bahsetmezsin ki… Yani mesela senin anne ve babanın ne iş yaptıklarını bilmiyorum, Hikki.”

“İkisi de bildiğin, tipik birleşmiş köleler.”

“Bizde de öyle. Gerçi benim annem ev hanımı ama…”

Evet bunu anlamıştım aslında… Yuigahama’nın yemek yapmada beceriksizliğini ve tuhaf durumlarda oluşan ev hanımı izlenimiyle bunu anlamak hiç de zor değildi.

Kişiliğinin büyük bir bölümü doğup büyüdüğün ortama göre şekil alıyor. Buradan yola çıkarak, ben bunca zamandır örnek aldığım ailem gibi birleşmiş köle olmak istemiyorum. Fakat yine de ailemizde çift maaş olduğu için ailemizin maddi durumunun kötü olmadığına minnettarım. Hatta bayanların özgürlüğünü desteklememin sebeplerinden birinin çalışan annem olduğunu bile söyleyebilirim. Ve gelecekte, Komachi çalışmaya başladığında çift maaş üç maaş haline gelecek ve ev hanemiz daha da iyi durumda olacak.

Benim şahane aile planımın hayalini kuruyorken Yuigahama muhabbeti devam ettirdi.

“P-Peki Hayato-kun ailesini mi izleyecek?” diye sordu Yuigahama.

Yukinoshita elini çenesine koydu ve başını hafiften eğdi.

“Bilmem ki… Hayama’nın babası bir avukatlık şirketinde çalışıyor ve anne tarafından olan dedesi de aile doktorluğu yapıyor, her ikisi de olabilir…”

“Ailesinin izinden gitse bile sayısal veya sözel olup olmadığını tam olarak söylemek zor olur.”

Avukatlık veya doktorluk, ikisi de tamamen ayrı dallarda elde edilebilen meslekler. Eğer ailesi bunlardan sadece birini yapıyor olsaydı, Hayama’nın tercihi hakkında elimizde somut bir ipucumuz olurdu. Fakat öyle olmadığı için hala elimizde kayda değer hiç bir şey yok.

Yuigahama dinliyormuş gibi iniltiler çıkardı. Sonra başını kaldırdı. “Fakat her iki meslekten birini seçse çok süper olurdu herhalde.”

“Evet. Gördüğüm kadarıyla çok varlıklı bir ailesinin olduğunu düşünüyorum.” Yukinoshita onayladı.

Kesinlikle eğer doktorluk veya avukatlıktan bahsediyorsak akıllarda genel bir izlenim bırakan meslekler. Hayama’nın ailevi durumlardan birkaçının ne olduğunun farkındayım, fakat bunu tekrar duymak acı veriyor. Neden bu adam bizim okulda ki? Özel okula gitmiş olsa daha iyi olurdu.

Eh, gerçi Yukinoshita da aynı ailevi durumlara sahip. Yukinoshita’ya baktım.

“Konu bankadaki maddi durumlarsa, evet onlar zenginler. Gerçi bizim ailenin toplam serveti kadar olmasalar da.” Yukinoshita sakin ve ilgisiz görünüyordu.

Evlenecek yaşa gelmiş genç bir kız para ve toplam servet kelimelerini kullanmamalı. Diğer bir yandan Yuigahama dalmış gibiydi, başını döndürdü ve bir şeyler fısıldadı.

“Banka… kartı?”

Demek banka kartının ne olduğunu biliyordun. İyi iş Yuigahama. Gelecek sefer sana kredi kartının ne olduğunu açıklarım.

       Neyse bırak şimdi Yuigahama’yı, Hayama’nın tercihini düşünsem iyi olacak.

İlk olarak hiç şüphem yok ki o üniversiteye gitmeyi hedefliyor. Hayama mükemmel notları olan örnek bir öğrenci ve liseye giriş sınavında ikinci olmuştu. Eğer eğitim hayatını devam ettirmeyecek olsa eğitim sektörü ağır bir kayıp verirdi, fakat Hiratsuka-sensei’den duyduğuma göre böyle bir ihtimal yok.

Buraya kadar sıkıntı yok.

Fakat Hayama’nın lisede son yılının sonunda seçeceği kariyer bilmek istediğim şey değil, sadece sayısal mı sözel mi seçeceğini bilmek istiyorum.

“…Hiç bir fikrim yok.” diye mırıldandım.

Benim gibi, hiçbir fikri olmayan olmayan Yuigahama konuştu.

“Belki sözeldir? Görünüşe göre birçok kişi onu seçecekmiş.”

“Belki de. Böyle düşününce iş kolay.”

Hayama Hayato isimli bu adamı aklına getiren herkes genel olarak böyle düşünür. O işleri yokuşa sürmeyen, herkesle iyi anlaşan, Zaimokuza ve benim gibi okul toplumunda en alt tabaka olanlara bile nazik davranan biri. Bu cüretkar, eğlenceli ve gülümseyen insan profili bugüne kadar hiç bozulmamıştı.

Fakat şimdi, bozulmama durumu değişti gibi. Bunu nasıl yorumlayabileceğim hakkında pek bir fikrim yok.

Yine sessizce düşünüyorken, benim gibi sessiz olan Yukinoshita bir şeyler söyleyecekmiş gibi bana baktı. Sadece gözlerim ile devam et sinyali verdim ve o da konulmaya başladı.

“Bence… sayısalı seçecek…”

“Niye sayısal?” diye sordu Yuigahama.

Yukinoshita endişe içinde yere baktı. “Pek bir neden söylemem ama şey, bu konu beni de ilgilendiriyor, bu yüzden…”

“…Söylemek istemiyorsan zorlamana gerek yok.”

Benim içgüdüsel olarak yarıda kestiğim Yukinoshita’nın sesi tedirgin ve kaygılı çıkıyordu. Yine de bir kaç kere dudaklarını açıp kapadıktan sonra kendince nedenini bulmuş gibi başını kaldırdı.

“Yok, ondan değil… Bilsen bile ortada kaybedecek bir şey olduğu falan yok, değil mi?”

Söylememe gerek yok herhalde, bu kız cümle kurmakta beceriksiz. Yuigahama ve ben Yukinoshita’ya doğru döndük. Sonra Yukinoshita yavaştan konuşmaya başladı.

“Hayama-kun’un ailem ile uzun süreli bir tanışmışlığı olduğunu biliyorsun, değil mi? Biz daha küçükken ikimiz ablam ile birlikte çok gezerdik. Ablamın ne tür insan olduğunu bildiği için, genellikle o her nereye giderse biz de peşine takılırdık…” dedi Yukinoshita. “Yani basitçe, onun yine ablamın attığı adımları izleyeceğini söyleyebiliriz.”

Konuşmasını bitirdikten sonra küçük bir nefes verdi.

Noel zamanında bana söyledikleri ile şimdiki söyledikleri arasında bir değişiklik yoktu. Fakat şimdi, eskiden bunların üçünün birlikte olduğunu hayal edince ve direk Yukinoshita’nın ağzından beraber olan anılarını tekrar duyunca gerçekliğin kuşkusuz hissiyatı beni vurdu.

Şuanki Hayama Hayato. Ve başka insanlardan duyduğum geçmişteki Hayama Hayato. Fakat burada düşünmem gereken gelecekteki Hayama Hayato. Başka şeyleri bir kenara bırakacağım.

“Şey, Haruno-san sayısalı seçmişti, değil mi? Belki Hayato-kun da sayısalı seçer. Küçük yaşlarda herkes birilerini örnek almak ister.” dedi Yuigahama.

“Evet… Ama kesin öyle olur demek çok zor.”

Yukinoshita’nın cevabı kararsızlık taşıyordu. Yuigahama ve ben konuşmasını devam ettirmesi için Yukinoshita’ya baktık, “Belki de tam tersini seçer.” dedi ve devam etti, “Eğer Hayama gelecekte de benim ailem için çalışmayı tercih etmeyi planlıyorsa avukatlık gibi hukuk alanını bitirmesi daha etkili ve daha mantıklı olur.”

“Bu sözel seçmesi gerektiği anlamına geliyor değil mi?” dedim.

Yukinoshita bana baktı. “Ailelerimiz arasında ki ilişkiyi devam ettirmenin başka yolları da var, bu yüzden…”

Eh, tabi ki.

Sadece hukukta değil, bu ilişkide başka iş alanları da kullanılabilir olur. Hatta bu bir önemli bir iş alanı olmak zorunda bile değil. Mesela bu bir evlilik bağı olabilir, gerçi bunun gerçeklikle bağdaşmadığını düşünsem de, bu muhtemel bir şey.

Bunları düşünüyorken Yukinoshita üzerine ekledi. “Tabiki Hayama’nın ailesinin bu konuda ne düşündüğünü bilmiyorum. Belki de ailesi Hayama’nın tercihlerini belirliyor da olabilir. Onun ailesine karşı herhangi bir asilik yaptığını hiç duymadım.”

“Evet, haklısın. Hayato-kun ailesinin işleriyle uğraşıyormuş gibi görünüyor.”

Yukinoshita Yuigahama’nın bu basit düşüncesini başıyla onayladı. Bu hikayeyi duyduktan sonra onun ailevi durumu hakkında kafamda bir şeyler belirmeye başladı. Yine de, bir sonuç üretmek çok zor.

Bunları düşünüyorken ellerimle saçlarımı karıştırıyordum ve bir nefes verdim.

“Hayama’nın ailesine soramayız. Ailesinin bölgesine girdiğimizde bile yapabileceğimiz pek bir şey yok gibi.”

“Bence de öyle…” Yukinoshita’nın tavırları ümitsiz görünüyordu. “Fakat en azından annem aileler arasında bitmeyecek bir ilişki olmasını umuyor.”

Refleks olarak gözlerimi kaçırdım.

“Anladım. Şimdilik… üzerinde biraz daha düşüneceğim,” dedim ve konuşmayı burada sonra erdirdim.

Şu an istediğim şey düşüncelerimi düzene sokmaktı. Şu an elimde bulunan az sayıdaki parçaları birleştirip bazı çıkarımlar yapmaktı. Hadi sadece Hayama’nın tercihi hakkında yoğunlaşayım.

Eğer bunu yapmamış olsaydım, çok korkunç, mide bulandırıcı bir şeyler düşüneceğim hissine kapıldım.

Uzun bir nefes verdim ve konuşma kendiliğinden sona erdiğinde Yuigahama ve Yukinoshita daha gevşek oturmaya başladılar. Herkes çaylarını eline aldı ve tatlı bir sükunet doğdu. Ilık çayın boğazımdan geçişi çok hoş hissettirdi.

Çay bardaklarının tabaklarına konma sesi bu sessiz odada yankılanıyordu ve Yukinoshita yavaşça ağzını açtı.

“Şey…”

“Hm?”

“Geçen gün için özür dilerim, annem sizi oradan postalamış gibi oldu… O anda biraz daha iyi konuşacağımı zannetmiştim.”

Konuşmasını bitirdiğinde bardağındaki çayın yüzeyine baktı ve bir yudum aldı. Yuigahama elini nazikçe Yukinoshita’nın omuzlarına götürdü.

“Hiç dert etme. Hem iki ailenin böylesine önemli bir etkinliğinde bulunmamız saçma olurdu, değil mi Hikki?”

“Evet. Kendini suçlu hissetmene falan gerek yok.”

“…Teşekkür ederim.”

Onun tavırları hakkındaki her şey çok güzeldi. İnce uzun sırtı, diz üstündeki narince birleşmiş elleri, ince ve elastik tırnakları, göz kapağının üstünde sıralanmış uzun kirpikleri.

Ona yoğunlaşmış ve izliyorken, Yukinoshita başını kaldırdı ve gözlerimiz karşılaştı. İkimiz de hemen yüzlerimizi kaçırdık.

“Bu-Bugünlük burada bırakalım mı? Çayı ben temizlerim.”

Bunu biraz garip bulan Yukinoshita hızlıca ayağa kalktı ve temizliğe başladı. Çaydanlığı ve bardakları tepsiye üzerine koydu, muhtemelen onları dışarıda temizleyecekti.

“B-Ben de yardım edeyim!”

“Sıkıntı yok, ben yaparım.”

Yukinoshita tam ayağa kalkmak üzere olan Yuigahama’yı durdurdu ve hızlıca odayı terk etti. Yuigahama ve ben odada ikimiz kaldık ve birbirimize baktık. Yuigahama önce gülümsedi ve sonra güldü.

“Yukinon kendi hakkında daha çok konuşmaya başladı gibi. Bilirsin işte eskiden hiç ailesinden falan bahsetmezdi.”

“Bu… Evet, haklısın sanırım.”

Muhtemelen bu, Yukinoshita’nın bize yaklaşma yöntemlerinden biri olabilir. Son derece tuhaf, tutarsız ve biraz geri kafalı biri olsa da. Bir çok şeyde oldukça becerikli olsa bile, tam tersi olduğu yönleri de var.

Hayır, ben başkalarına böyle kelimeler edebilecek durumda değilim.

Elbet bir gün, düzgünce soracağım. Şu an neler sorabilirim hakkında hiçbir fikrim yok, fakat eminim ki bir gün soracağım.

 

ꕥ  ꕥ  ꕥ

 

Okulun girişinde Yukinoshita ve Yuigahama ile ayrıldım ve bisikletimi park ettiğim yere doğru yöneldim.

Güneş neredeyse batmak üzereydi ve buz gibi soğuk rüzgar okul binalarının aralarındaki açıklıklardan esiyordu. Okul çok sessizdi, sanırım diğer kulüpler günlük etkinliklerini bitirmişti.

Okul bahçesindeki bisikletlerin park edildiği yere gidiyordum ve bir anda “Heeeey” diye bağıran bir ses duydum. Arkama döndüm ama kimse yoktu.

“Yukarı bak!”

Söylendiği gibi başımı yukarı çevirdim. Baktığım yer öğrenci konseyi odasının yakınında olan bir yerdi ve oranın penceresinde Yukinoshita Haruno elini sallıyordu.

“Hey, beni bekle,” dedi hızlıca ve sonra gözden kayboldu.

“Bu kız ne yapmaya çalışıyor…?”

Tam da düşündüğüm gibi: Bu kızın daha ne kadar boş vakti olabilir ki? Sonra o pencerede bir başkası göründü. Biraz daha iyi bakınca bunun Isshiki Iroha olduğunu anladım. Başını eğdi, bir gülümseme ile elini salladı ve perdeleri kapadı. Bu kızın derdi ne…?

Neler döndüğünün merakı içinde pencereye bakıyorken fazla vakit geçmeden ayak sesleri duydum. Geldiği yöne döndüğümde Haruno-san bana doğru koşuyordu.

“Offf, Shizuka-chan ve Iroha-chan ile konuşmaya dalmışım, çok geç kaldığımın farkında bile değildim.”

Nefes nefese kalan Haruno-san görünüşe göre buraya koşarak gelmişti. Sonrasında etrafta göz gezdirdi.

“Yukino-chan nerede? Birlikte değil miydiniz?”

“Trene yetişmek zorundaymış.”

“…Ha, öyle mi. Boş yere beklemişim desene.”

Az önce konuşmaya dalmış olan sen değil miydin? Bu insanın birilerini asıl bekleme sebebinin onları yakalamaya çalışmak olması çok korkunç…Muhtemelen akademi ve kariyer etkinliği bittikten sonra Haruno-san bizim çıkışımızı görmek için okul bahçesine bakarken aynı zamanda odada ısınıyordu. Eminim ki Isshiki biraz zaman geçirmek için onu tutmuştur. Bu benim hatam olmadığı halde her nedense özür dileyesim geldi…

Sanki beni yanına alır gibi Haruno-san hemen dibimde durdu ve omuzlarımı sıvazladı. “O zaman istasyona kadar bana Hikigaya-kun eşlik edecek.”

“Ne?”

Haruno-san benim tepkime tatmin olmadı ve elini beline koydu, somurtuyordu. “Ne yani, bu geç saatte bir kızı eve yalnız mı göndereceksin? Eşlik etmek bir centilmenin görevidir!”  

Bu geç saate kadar dışarıda olduğun için bunun tek suçlusu sensin… Tam bu cümle ağzımdan çıkıyorken onu yuttum. Daha doğrusu nefesimi yuttum gibiydi.  

Haruno-san kolumu tuttu ve sanki gizli bir şeyler söyler gibi dudaklarını kulağıma eğdi ve fısıldadı, “Benim gibi güzel bir kız ile eve dönme fırsatı hayatında fazla eline geçmez!”

Bzzt, kaynağının soğuk kış mevsimi olamadığı soğuk bir titreme başımdan aşağı süzüldü. Panik içinde bir adım geriye attım ve Haruno-san eğlence içinde kahkahalar attı… Bu kız benimle dalga geçiyor. Isshiki veya Komachi’nin yaptıklarından farklıydı, Haruno-san’ın yaptığı şey şeytanlar kralı seviyesindeydi. Ve bilindiği üzere şeytan kralından kaçamazsın.

Kızarmış yanaklarımı elimle yelledim ve bisiklet park yerini işaret ettim.

“Benim için sorun yok… Ama önce gidip bisikletimi alayım.”

“Olur, gel birlikte gidelim.” Haruno-san cevabını verdi, yanıma sokuldu ve yürümeye başladık.

Vakit daha da ilerlemiş ve hava tamamen kararmıştı. İstasyona giden yolda bir park ve dar sokaklara benzeyen belli belirsiz yerler vardı.

Japon toplumunda yaşayan bir adamın yaşlar arasındaki farktan ve cinsiyet durumundan gelen saygıyı kabullenip bayanlara öncelik tanıdığı durumlar da oluyor. Mesela ben yaşlı bayanlara oranla daha önemsizim. Daha da eklemek gerekirse kız kardeşim gibi benden daha küçüklerine de zayıfım. Biraz daha eklemek gerekirse, bir erkeğin karşısında güçlü davranamıyorum. Bu da demek oluyor ki ben bütün insanlığın karşısında zayıf olanım.

Bisiklet park yerini geride bıraktık ve okulun yan kapısından çıktık. Bisikletimi yanında ittirerek Haruno-san ile birlikte şehrin derinliklerine ilerledik.

Tren istasyonu çok uzakta değildi. Parkın yanındaki özel sitelerde hala ışıklandırmalar vardı, sanırım bunlar Noel’den kalanlardı ve sayelerinde karanlık sokak biraz aydınlanıyordu.

Kendisine eşlik etmemi teklif eden o olması rağmen bunca zamandır sessizdi. Tabi ki ben hiç ses çıkarmıyordum ve sadece sokaklardan geçen arabaların sesleri, evlerden çıkan ufak tefek sesler, esen soğuk kış rüzgarının sesi ve bizim ayak seslerimiz duyulabiliyordu.

Fazla vakit geçmeden hafifçe eğimi olan bir yokuşun başına geldik ve Haruno-san ilk defa ağzını açtı.

“Hikigaya-kun, sen ne tercih ediyorsun?”

“Sözel seçeceğim.”

“Ha, anladım. Öyle ya sen hep kitap okursun. Seni Edebiyatçı Çocuk seni.”

“Yok, hayır, ben her zaman… Evet öyle.”

Evet öyle ya Haruno-san ile tanıştığım zaman da kitap okuyordum. Ben kitapları sadece okuyorum çünkü dışarıda garipsediğim şeylere bakmak istemiyorum… Bu sadece benim kitaptan yapılma savunma duvarım gibi bir şey. Aslında çok malca bir sebepten dolayı kitap okuduğum için, Haruno-san’dan gözlerimi kaçırdım.

Haruno-san yarım adım öne çıktı, yandan bana doğru eğildi ve yüzüme baktı.

“Ne tür kitapları okursun?”

“…Genelde tür seçimi yapmam, ama mesela yabancı kitapları okumam.”

“Mmhmm. Peki ya Akutagawa veya Daizai’yi okudun mu?”

ꕥ İkisi de kitap isimleri, ve sanırım bunlar uzun kitaplarmış.

 

“Büyük kısımını okudum, ama… daha çok genel edebiyat kitapları okumaya eğilimliyim.”

Açıkçası kendimi hazırlayıp içine girsem edebiyat denen şeyin, belki daha çok eğlenceli olur, fakat öbür türlü benden çıkan tek gereksiz ifade ancak “Vay be! Edebiyatım çok iyi! Yazar olarak ünlü olurum belki! Bu kesinlikle çok iyi bir şey, beş yıldız veriyorum!” gibi şeyler olurdu. Bu noktada Light Novel gibi içinde eğlence barındıran şeyler ağır eleştirilere maruz kalırdı, fakat yine de pek bir içerik vaad etmeyen Light Novel’ler bile oldukça eğlendiriciler. Light Novel en iyisi! Eğlenmek için ne de kötü bir yol…?

Bunları düşünüyorken hemen yanımda yürüyen Haruno-san söylediklerimi başıyla onayladı. Sonra konuştu.

“Peki o zaman edebiyat bölümü sana pek uygun olmaz. Bence senin için soysal eğitim veya bunun gibi şeyler daha eğlenceli olur,” dedi Haruno-san.

Bana bunları dediğinde ağzım açık kaldı. Bu noktadan sonra bana eğitim tavsiyelerinde bulunuyordu. Fakat ben kendimi bu havada hissetmiyordum, yine de samimice ve iyi tavırlı olduğu için dediklerini bir kenara yazacağım.

“…Teşekkürler.”

“Teşekküre değmez bile.” Haruno-san güldü ve sonra boğazını temizledi. “Peki ya Yukino-chan’dan ilgilendiği bölüm hakkında bir şeyler duydun mu?”

Vay anasını, asıl konuşmak istediği konu buymuş! Teşekkürüme yazık oldu…

“Hayır, neyi tercih edeceğini bile bilmiyorum.”

“…Demek kendine gelince söylemiyor. Hikigaya-kun sormayı sakın unutma, tamam mı?”

Sırtıma bir tane yerleştirdi. Şey, sormamı istesen bile… Fakat git ve kendin sorsana diyemedim. Yukinoshita’nın ona düzgünce bir yanıt vereceğinden şüpheliydim ve bir de ben şahsen sormadığımdan dolayı yapmadığım bir şeyi başkasına git ve yap diyemedim.

“Bir daha gördüğünde sormayı unutma sakın,” dedi Haruno-san lafın gelişi. Sonra sanki bir şey hatırlamış gibi “Ah” çekti. “Peki Hayato’ya tercihini sormayı denedin mi?”

“Evet ama bir şeyler dediyse de tercihini söylemedi.”

“Ohh. Demek Hayato söylemedi…”

Haruno-san gözlerini benden aldı. Biraz daha ilerleyince istasyona açılan ana cadde gözükmeye başladı. Fakat Haruno-san yoldan geçen insanları izlemiyordu. Onun dar, güzel şekle sahip gözleri içinde bulunduğumuz ana bakıyor gibi görünmüyordu.

“Anladım. Demek Hayama da bir şey umuyor.”

“Neyi?”

Konuşması bana sesleniyor gibi durmuyordu, yine de refleks olarak sordum. Bir zaman geçtikten sonra Haruno-san bana baktı ve etkileyici bir gülümseme yaptı.

“Birilerinin bulması, mesela.”

Belli bir süre pozunu devam ettirdikten sonra, biraz hızını arttırdı ve önüme geçti. Kırmızı ceketinin uçlarını silkeledi ve arkasını döndü.

“Buradan sonrasını kendim giderim. Zaten iki adım sonrası istasyon. Bana eşlik ettiğin için teşekkür ederim.”

“Peki, görüşürüz o zaman…”

Nezaketen başımı eğmek üzereyken, Haruno-san işaret parmağını yüzümün hemen önüne getirdi ve canlı bir ses tonuyla konuşmasını sürdürdü.

“Yukino-chan’a sormayı unutma sakın. Tekrar görüştüğümüzde cevapları karşılaştırırız.”

 

“Sen buna cevapları karşılaştırmak mı diyorsun…? dedim.”

Haruno-san işaret parmağını yanağıma daldırdı. “Ayrıntıları kafana takma. Hadi görüşürüz!”

Ellerini salladı hafiften ve kibarca yürüyerek uzaklaştı. Daldırılmış yanağımı elimle sıvazlarken Haruno-san’ın gidişini izledim. Hiçbir yöne dönmeden ilerliyordu ve bir zaman sonra insan yoğunluğu tarafından yutuldu.

Fakat bu insan kalabalığının arasında bile Yukinoshita Haruno hala açıkça görünebiliyordu.

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.